Kültür Eserleri > THKK 1 - Giriş, Beslenme Teknikleri > Anadolu Vakıası Devam

Anadolu Vakıası Devam

Nihaî toslaşmanın başlayacağı günlerde Bizans topraklarını koruyacak ada­mın durumu ne idi? Bu toprakları korumada ne derece çıkarı vardı? Bu soruların cevabı, henüz tam olarak aydınlığa kavuşmamış bazı tarihî dö­nüm noktası mahiyetindeki hadiselerin izahına yardımcı olacaktır. Bunların başında Malazgirt muharebesi gelir. Ortada, esas itibariyle aynı si­lahlarla dövüşen iki ordu varken ve bir baskın hareketi bahis konusu de­ğilken, adetçe dörtte birden az olan ordunun diğerini kahretmesi keyfiye­tinin sadece Peçeneklerin saffı harbi terk etmeleri, Alpaslan’ın tabiye üs­tünlüğü ve Selçuk askerinin tek tek düşmana tefevvuku ile izah edileme­yeceği kesin kanısındayız. Daha başka faktörlerin önemli rol oynadıkları muhakkaktır. Bu faktörlerin başında tarafların içtimaî bünyeleri gelir. Biz şimdilik Bizans’ınkini özetleyeceğiz.

Küçük serbest mülkiyetle serbest köylü işletmelerinin aleyhine olarak bü­yük toprak mülkiyetinin aşırı derecede gelişmesi bu devrin içtimaî ve ik­tisadî yaşantısının en ağır meselelerinden biri idi. Daha VI. asırda Justinien novellus’ları[1] bu sosyal gelişmenin hızı ve bunun neticeleri hak­kında sarih fikir veriyor. İmparator, vâsi emlâke sahip kudretli “ağa”ların, devletin düzenini sarsıcı davranışlarından yakınıyor. Ne Justinien, ne de ondan sonra gelen Isauria’lı imparatorlar toprak gaspına mani olabildiler. IX. yy.da mesele iyice alevlendi: “fakirler” (πένετες) ile “kudretli”ler (δυνατοί) sınıflarını karşı karşıya koyan ciddî bir içtimaî tezat – ça­tışma ayan beyan ortada idi.

Kanun metinleri bu δυνατοί’leri kesin şekilde tarif ediyor. Bunlar, bir novellus’a göre, “Allah’ın hükümet etmek üzere halk ettiği, şan ve zenginlikte sıradan insanın üstünde bulunan”, “mülkî ve askerî emri ku­manda ve strategus’luk mevkileri ile müşerref” kişilerdir. Bu itibar ve nü­fuz unsurları işbu “ağa”ların elinde suiistimal aracı oluyor, X. yy. no­vellus’ları “fakirleri bir şikâr olarak görüp varlıklarına el atmak için ken­dilerini zor tutan”, “üzerlerine veba gibi çöken”, “tabilerinin ensesine maddî ve manevi baskının boyunduruğunu asan” (ensesinde boza pişiren) gibi sert ifadelerle bunları tarif ediyor. Bir yerde de, başka bir belge, “an­layabilenler için, bu kudretlûların iktidarı, amme varlığını geri dönülmez şekilde çökertecektir” diyor. X. yy. Bizans’ının fakirleri, vergi ve sair mükellefiyetlerin, kudretli ağalardan destek aranıp bu desteği serbestlikleriyle ödemeye sevk ettiği küçük köylü idi.

Kudretlû’ların bu gelişmesi kısmen, süre ve şiddeti itibarıyla büyük adet­te küçük köylüyü yıkan ve mülklerini zengin komşularına terk etmeye gö­türen Slav Thomas hareketiyle izah ediliyorsa da bu hadise, büyük mül­kiyetin inkişafının çok sayıda sebebinin sadece bir tanesidir. Bunlar ne olursa olsun, Küçük Asya’da büyük ailelere ait azim toprak mülkü tees­süs etmişti: Phocas’lar, Sclerus’lar, Maleinus’lar, Comnenus’lar, Ducas’lar, Paleologus’lar[2] her vesile ile imparatora kafa tutma gücünü kendilerin­de gören ailelerdendi. “Bu kişilerin teşebbüslerine karşı gelmeyecek miyiz? Aşağılık şekilde üstüne kondukları fakirlerin mallarını ellerinde mi bı­rakacağız?” diyordu Basile II. XI-XII. yy. yazarı Bulgar başpiskoposu Theophylactes de vergi tahsildarları için “bunlar, ne Tanrı buyruğu ne de kanunname tanır eşkıyalardır” diye kaydediyordu.[3]

“Daima aharın malına uzanmış haris elleri” kırmaya çok uğraştılarsa da Basileus’lar bunda pek başarılı olamadılar[4] ve Malazgirt savaş meyda­nına bu derin içtimaî yara ile çıktılar.

Her yolcu, dağarcığındaki meyveyi yediği yerde çekirdeğini atar. Çekir­dek de bazen “tutar”. Yeşeren fide ağaç olup yerli ağaçlarınkinden az çok farklı yemiş verir. Karşılıklı aşılar yeni türler ortaya çıkarır. Haçlılar da bir takım tohumlar bırakmış olmalılar, özellikle Güneydoğu Anadolu ile dört-yüz seneden fazla bir süre Osmanlı ülkesine dâhil bulunmuş Suriye ve Filistin’de. Bu hikâyenin de kısa özetine girmeden önce Frank (Norman)’ların Anadolu’daki serüvenlerinden söz edelim.

Kendisinden evvel birçok ırkdaşı gibi imparatorun hizmetine giren Nor­man şefi Roussel de Bailleul, askerleriyle Malazgirt muharebesine iştirak etmiş, askerini Mezopotamya themasına kaçırabilmişti. Anadolu’da kendi­sine müstakil bir yurt edinmek sevdasına düştü. Maiyetinde bulunduğu Bi­zans generali Isaak Komnen’e isyan edip Lycaonia (Iconium-Konya böl­gesi) ve Galatia’yı (Ankyra bölgesi) kendi hesabına fethetmeye kalkıştı. Hem Türklere, hem de Bizanslılara taarruz etti. İki ateş arasında kalan Isaak Komnen Kayseri civarında Selçukluların eline düştü. İmparator Mikael VII bu kere amcası Jan Dukas’ı gönderdi ise o Roussel’e yukarı Sa­karya’da, Amorium’un Güney’inde yenilip esir oldu. Norman şefi bütün Bithynia’yı geçip Chrysopolis (Üsküdar)’ı yaktı. Ondan kurtulabilmek için Basileus Selçuklulara başvurdu. Tarihte derin bir iz bırakacak bir hare­ketti bu, zira Asyalı Türk ırkının Küçük Asya’ya kesin olarak yerleşmesi bu andan itibaren başlar.

Büyük ağası Melikşah’ın müsaadesiyle Süleyman bin Kutlumuş Kappadokia’ya girdi, Nikomedia ve Boğaziçi’ne kadar ilerleyip Üsküdar’da karar­gâh kurdu. Roussel’i esir etti ise de Norman şefi fidyeyi ödeyip hürriyetine kavuştu. Bu kere Armeniakon theması dağlarında, Sivas bölgesinde Türk ve imparator askerleriyle çatışmaya başlayıp Pontos limanlarını tehdit et­ti. Sonradan imparator olan Alexis Comnenus onu Amasya civarında kıs­tırdı. O günlerde de Selçuklu Tutak henüz Küçük Asya’ya girmişti. İttifa­kına nail olan Alexis onun elinden Roussel’i teslim aldı. Böylece Küçük Asya’da bir Norman devleti hayali, Antakya Norman prensliğinin teessü­sünden yirmi sene evvel söndü, Türkler de Kappadokia’ya temelli yer­leştiler.[5]

Papa Urbain II’nin Clermont-Ferrand’daki ateşli vaazının (1095) aksı se­dası olan Deus lo volt[6] avazesi küçük ağızlardan çıkmıştı. Mukaddes top­rakların tahlisi için bunlar elbiselerine kırmızı salibi diktiredursunlar, on­ları sürecek kişilerin her birinin gönlünde ayrı bir aslan yatıyordu. Papa’nın zihninde, başta Bizans orthodox’luğu olmak üzere Doğu’nun dinî tefrikaları vardı. Bu tefrikalar, selefi Gregoire VII için İslâmiyet’ten çok daha korkunçtu.[7] XI. yy.ın bu kitle hareketi, başta Fransa, arkasından İtalyan devletleri, Venedik, Genova, Pisa için olmak üzere bir Ortaçağ kolonial gelişmesi olarak mütalaa edilir. Flandres’larda ve Fransa’da nüfus artıyor, sık sık kuraklık, salgın hastalıklar, sert kışlar sebebiyle açlık çeki­liyordu. Venedik, Müslüman limanlarıyla ticareti hiçbir zaman istihfaf etmemişti. Ehli Salib’e vaat edilen günahların ve… borçların affı, sıkın­tı içindeki halk tabakasını tahrik etti. Vicdanlar bekâret iktisap ediyor, ka­rışık işlerle yüklü olanlar, serseriler, eşkıya-şövalyeler bunda mükemmel bir ruhî kaçamak vesilesi buluyorlardı.

Daha az adette olmakla beraber İskandinav kralları da birinci Haçlı Seferi’ne katıldılar. Bu Kuzey memleketlerinde çok şiddetli bir dinî heyeca­nın mevcudiyetinden fazlaca bahsedilemez: İskandinav Haçlılarını dö­vüşme aşkı, sergüzeşt, kazanç, şan gibi hususlar sevk ediyordu Doğu’ya. Mamafih, az dahi olsa var olan dinî nedenler kısa zamanda fetih ve müstamere (müstemleke) tesisi keyfiyetleriyle uzlaşma durumuna geldi: ba­ronların 1095 ahdi çabucak en kârlı serüvene dönüşüverdi. Bunların en akıllıları, bir Baudouin I, bir Bohémond, bir Tancrède bu seferi fırsat bi­lip şark güneşinde toprak sahibi olmanın beklenmedik imkânını ele geçir­diler. Zenginliklerini arttırma yolunda hiçbir kötülükten kaçınmayan bi­rer conquistador kesildiler. Başarı sağlamak için Baudouin I ile Bohémond, Kudüs’ün tahlisinden hayli evvel, ordunun büyük kısmını terk etmekten çekinmeyeceklerdir. Fethettikleri yerleri anlaşma gereğince Bizans’a iade etmek bahis konusu da olmayacaktır.

Fetihten sonra yerleşme fiili geldi. Kudüs, Trablusşam, Antakya, Urfa, Akka’daki Frank kolonu yeni çevresine intibak etti, Müslüman’ı eski gö­zü ile görmez oldu. İslâm dünyası için Garp yayılması başlamıştı.[8]

Haçlı seferlerinin ayrıntıları büyük ciltlere konu teşkil eder.[9] Biz bun­lardan sadece konumuzla ilgili olanlardan kısaca söz edeceğiz.

İki asır süre ile Frank’lar, Sicilya Norman’ları, İtalyanlar, Flamanlar, Almanlar, İngilizler, Macarlar, İskandinavlar Mukaddes Toprak’lara yönel­tilmiş başlıca sekiz sefere dahil olarak Anadolu, Suriye ve Filistin’e akıp durdular. Dördüncüsünde Konstantinopolis’i bile alıp (1204) burada alt­mış yıla yakın bir süre devam eden bir Latin imparatorluğu kurdular: Konstantinopolis sakinleri “Hristiyan değillerdi” veya ““sadece ismen Hristiyan idiler”. Yahudilerden, kahpelerden, canilerden, döneklerden be­ter, Papa ve Allah’ın düşmanı Greklere taarruz mubahtı. Aslında Basileus Venedik’in rakip komşularını tutuyordu.[10] Parsanın büyüğünü Dandolo topladı.

Edessa kontluğu Ermeni mülkü üzerine kuruldu (1098) ve 1144’e kadar sürdü. 1099’da Birecik işgal edilmişti. Ermeni unsuru Frank egemenliğine sıkıca bağlı kaldı. Kontluğun Güney sınırı Harran civarında durdu ise de Doğu’da Mardin’e doğru genişledi. Kudüs krallığı kurulmuş, Antakya Frank merkezlerinden biri olmuştu. Bütün Filistin kıyıları fethedildi. Baudouin I bir iskân politikası izledi. Bildiğimiz gibi Frank’lar krallığın kadrosunu teşkil ediyorlardı. Müslüman’ların birçoğu hicret etti. Müslüman’ların egemenliğinde kalmış ülkelerden, bilhassa Ürdün ve Havran’dan, toprak sahibi olmak isteyen Orthodox veya Süryanî bütün yerli Hristiyan’ları ge­tirtti. Göç, krallığın ticarî ve tarımsal geleceğini emniyet altına alacak ka­dar yoğun oldu.[11]

Bu kere kralların, ezcümle Alman imparatoru Conrad III ile Fransa Kralı Louis VII’nin yönettikleri ikinci Haçlı Seferi aslında Anadolu’da eridi ve Güney’de müessir hiçbir iş göremedi. Üçüncüsünün başında, Batı’nın en güçlü üç hükümdarı, Alman imparatoru Kırmızısakal (Barberousse) Frédérıc, Fransa kralı Philippe-Auguste ve İngiltere kralı Aslan Yürekli Richard bulunuyordu. Yolda Kıbrıs’ı zapt ettiler (1191). Aynı senenin ağustosunda Philippe-Auguste, Haçlı orduları emrinde 10.000 şövalye ve bir miktar da çavuş bırakarak geri döndü. Selçuklulardan amcası Conrad III’ün öcünü alarak Kilikya’ya inen Kırmızısakal burada nehirde boğulduğunda ordusu dağıldı. Richard, Haçlıların başında tek kaldı.

Kudüs Selâhattin’in elinde bulunduğundan Frank krallığı, Akka’yı başkent yaparak bir asır daha yaşadı (1191-1291). Arada başka Alman takviyeleri de geldi.

1217’de Akka’ya Macar kralı André II ile Avusturya dükü Leopold VI çı­kıyorlardı. Ertesi sene Fransız, İtalyan ve Hollandalı takviyeler geldi (5. sefer).

1291’de Akka’nın Kölemen’lerce zaptı ile bu hikâye son buldu.

Grek-Orthodox dininin saliki Gürcüler de Doğu’da, kendi ölçülerinde, İs­lâm ile, yani evvelâ mahallî İslâm’larla, sonra da Selçuklularla, mücade­leyi sürdürerek hilâl-salib kavgasına karışmışlardı. Bunları Osset ve Kıp­çak’larla ittifak etmiş, zaman zaman Çoroh üzerinde İspir’de, Ani’de, Er­zurum, Nahçıvan, Gence yönlerinde, Kars’ta, Şirvan’da, Azerbaycan’da ve Transkafkasya’yı kontrol ederken görüyoruz (1040-1210). Halen Kızılca­hamam’a bağlı bir Gürcüköyü mevcuttur.

Frank’lar Suriye’si hiçbir zaman bir iskân kolonisi olmadı. 1101’de Anado­lu’da kırılan takviye seferlerinin başarısızlığı bu boşluğu yaratmıştır. Bu se­bepten bir Latin köylü sınıfı kurulamamıştır: bu sınıf, gördüğümüz gibi, Kudüs krallığında, Trablusşam kontluğunda ve Antakya prensliğinde Suriyeli Hristiyan (Süryanî veya Orthodox) veya Müslüman’lardan; Edessa kontluğunda da Suriyeli Hristiyan ve Ermenilerden müteşekkil olarak kalmıştır. Muhaceret, asiller kadrosu ile kent burjuvazisine inhisar etmiş­tir. 1125 civarında bir tarihte o günlerin tanığı papaz Foucher de Chartres durumu şöyle tasvir ediyor: “biz garplılar, şimdi şarkın sakini haline gel­dik. Dünün İtalyan veya Fransız’ı bir Galile’li veya bir Filistinli oldu. Reims veya Chartres’ın adamı Suriyeliye veya Antakya vatandaşına dö­nüştü. Şimdiden çıkış yerimizi bile unuttuk. Sanki çok eskiden beri devam edegelen veraset hakkı imiş gibi bir emniyet içinde biri ev ve hizmetkâr­lara sahip bulunuyor, diğeri şimdiden bir Suriyeli, bir Ermeni veya tanasur etmiş bir Arap kadınla izdivaç ediyor. Kimi de iç güveyi yaşıyor. Bu­rada geçen dilleri sırasıyla kullanıyoruz. Kolon, yerli oldu; muhacir, eski sakinle bütünleşti. Her gün Garp’tan akraba veya dostlar gelip bizi bulu­yor, oradaki bütün varlıklarını terk etmekte tereddüt göstermiyorlar. Ger­çekten, cebinde birkaç mangırı bulunan burada servet sahibi. Avrupa’da bir köyü bile olmayan kendini Şark’ta bütün bir şehrin efendisi olarak bu­luyor. Şark’ta muradımıza erdikten sonra ne diye Garp’a dönecekmişiz?”[12]

Frank’larla Suriyeli kadınlar veya daha nadir olarak, Suriyelilerle Frank kadınlar arasındaki melezleşme bir vakıa olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu ırk karışımı burjuvazi katında kalıyor. Yüksek asiller sınıfında ise sadece Frank-Ermeni birleşmesi bahis konusu oluyor. Bütün bunlar üzerine de Şark ortamı, iklim ve mahallî hayat şartları çöküyor. Bu itibarla melez âdet ve ahlâkı, karışma ile aynı yönde gelişiyor.

Fransa’dan yola çıkan Ehli Salih’in indinde “taife-i Muhammediyye” “put­perest”, Müslüman’ınkinde ise Hristiyan, teslis akidesi dolayısıyla, “politeist-çok tanrılı” olarak görülüyordu. Başlangıcın bu zor koşuluna rağmen bir arada oturma zorunluluğu işe hal çaresi buluyor: asgari karşılıklı hoşgö­rüye dayanan bir Frank-Müslüman beraber yaşamı. Müşterek iktisadî men­faatler bu beraberliği perçinliyor. Zaman oluyor ki Frank’larla Müslüman’lar müştereken, Müslüman dahi olabilen âhara karşı Suriye’yi koruyorlar. Haçlı gruplarının denizden naklinde “messagerie” hizmetini ifa eden İtal­yan filoları faturalarını kesmişti: bütün Suriye sahel’lerindeki şehirlerde kendilerine, içinde özel değirmen, fırın, mezbaha, hamam ve kilise bulunan mahalleler tahsis edilmiş, şehir veya limanın gelirinden iyi bir pay ay­rılmıştı. Buralarda kontuarlarını kurmuş, fondaco’larını (antrepo ve sa­tış mağazası) tesis etmişlerdi.

Başından beri Frank Suriye’sinde üst üste iki farklı etnik gruba mensup topluluk bulunuyordu: bir Fransız asil ve asker sınıfı ile burjuva ve tüccar bir İtalyan sınıfı. Biri bariz şekilde toprağa bağlı, diğeri esas itibariyle denizci.[13]

Ermeni’ler ise benliklerini kıskançlıkla korudular, Frank’laşmaya karşı dai­ma tepki gösterdiler.[14]


Dipnotlar:

[1]         Kanunmaler.

[2]         Semlere göre dağılmış bu ailelere ait daha ayrıntılı bilgi için bkz. S. Vryonis, op. cit. sah. 25. not.

[3]         Vassiliev, II/136.

[4]         Ch. Diehl. – Les Grands Problemes, sah. 93-102, Vassiliev – I/445-461.

[5]         R. Grousset. – L’Emprie du Levant, sah. 168-169.

[6]         “Allah bunu istiyor”

[7]         A.A. Vassiliev. — op.cit. II, sah. 29.

[8]         R. Grousset. — op.cit. sah. 190.

[9]         Bunlardan en önemlilerinden biri R. Grousset’nin “Histoire des Croisades el du Royaume Franc de Jérusalem” adlı 3 ciltlik büyük eseridir (Paris 1934 -1936).

[10]       A. Frolow. — Recherches sur la Déviation de la IV’e Croisade vers Constantinople, Paris 1955, sah. 25.

[11]       R. Grousset. — L’Empire du Levant, sah. 213.

[12]       ibd. sah. 315.

[13]       ibd. sah. 314-321.

[14]       ibd. sah. 407.