Almanya’da sol bile, örneğin, yarı şeriat sistemine sahip Mısır’da devletin dinci terör örgütüne karşı verdiği mücadeleye ‘devlet faşizmi’, Türkiye’de dinci iktidar arayışlarına yönelik karşı önlemleri ‘devlet terörü’, ‘bölgesel dinci gelişmeler konusundaki karşı uygulamaları ‘lâik haçlı seferi’ olarak niteleyebiliyor. ‘Türkiye gibi sözde demokratik rejimler, diktatörce önlemlerle bir şiddet ortamı doğurmaktalar’mış. Cezayir’de kıtır kıtır insan doğrayanlar, ‘kendilerine sağlam bir gelecek sağlayabilmek için teröre başvurmak zorunda bırakılmış gençler’ veya ‘bilinçli ve yüksek ahlâklı Cezayir Kurtuluş Savaşı mücahitleri’ymiş. ‘Antidemokratik bir ülke’ oluşunun kanıtı, ‘dinsel ve etnik programlı partilere hâlâ izin verilmemesi’ olan Tunus’ta ‘İslâmcılara karşı devlet terörü var’mış ve bu ‘zulme ses çıkarmayan Batılı demokrasiler kendilerini suç ortağı yapıyorlar’mış[1].
Sınır Tanımayan Röportajcılar, Uluslararası Af Örgütü türünden Batı NGO’ları, terörcü şeriatın saldırılarında suçlu olarak, ya kurbanları, ya da saldırılara karşı önlem almaya çalışan yönetimleri buluyorlar!..[2]
1996’da Alman Katolik Kilisesi’ne bağlı Herder Yayınevi tarafından yayımlanan kitabında ise Heine, Almanya’da İslâm ülkelerinden çok sayıda örgüt ve lider bulunduğunu belirtiyor ve – bunların ülkelerinde iktidar adayları olduğu gerekçesiyle – “İslâmcı örgütlerin ülkemizde yaşayan kadrolarıyla devletimiz ve siyasî partilerimiz bir an önce yapıcı bir diyalog kurmalıdır” diyerek[3] stratejiyi açıkça sergiliyordu: İslâm dünyasına Almanya içinden yatırım yapmak!
[1] Gunnar Landgesell, ‘Die Angst hinter dem Glück’,
[2] Bkz. Batı ve İrtica, S. 257 – 258.
[3] P. Heine, Konflikt der kulturen, S. 169.