Doğu Avrupa Feodalitesi

Kültür Eserleri > THKK 2/B - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > Doğu Avrupa Feodalitesi

Doğu Avrupa Feodalitesi

“Avrupa’nın tarihçileri çoktan beri ‘Elbe’nin ötesinden itibaren Doğu Avrupa’nın toprak rejimiyle Batı Avrupa’nınkinin temsil ettikleri tezat’a işaret etmişlerdi. Zira ‘senyörlük müesseselerinin zevalinden Batı Avrupa, köylü mülkiyetinin kurtulmasına tanık olduysa, tam tersine Doğu Avrupa’da köylülerin öyküsü, Ortaçağ’ın sonundan bize çok yakın bir döneme kadar, ancak uzun ve gelişen bir nekbetinki olmuştu’…”[1]

Gerçekten, XVI. yy.dan itibaren Batı Avrupa’da serflik kurumu iyice tedenniye uğramış olup serfin kendisi dahi artık yumuşamış, yok olma yolunda bir senyörlük rejimine bağlı kalmıştı. Ama Doğu’ya doğru gidildiğinde, işin şekli değişiyordu: servajın yeni şekilleri, tarihinin yeniliği oranında daha sert olarak, hüküm sürüyordu, bu topraklarda.

Gerçekten Brandenburg, Pomeranya, Silezya ve Doğu Prusya’da Alman kolonları, Batı’da servajın en koyu şekilde hüküm sürdüğü dönemlerde, çalışma ve ürün olarak bir takım mükellefiyetler dışında fiilen ve hukuken hür sayılıyorlardı. Feodal senyörlerin Köylüler Savaşı’ndan muzaffer çıkmaları bu halete bir son verecekti ve saydığımız ülkelerinkinden başka Schleswig- Holstein köylüleri de serf haline gelecekti.

Demek oluyor ki Batı’da servaj yok olmaya yüz tuttuğu dönemlerde bir “ikinci” ya da “yeni servaj”, yani kronolojik olarak geç kalmış bir servaj, Doğu Avrupa köylüsünün başına inecekti.[2] Buna Engels “eine neue Leibeigenschaft” diyecekti.

Feodal ilişkilerin bu yeni doğuşu sadece Köylüler Savaşı ve hattâ Otuz veya Yedi Yıl Savaşları’nın sonuçlarına bağlanamaz: Araya kapitalizm girmişti!

İlk bakışta bu, çelişkili gibi görünebilir zira kapitalizm burada mütebayin iki etki sahibi olabilir gibidir: Batı’da servajın yok edilmesi, Doğu’da bunun yeniden ihdası!

Konuyu dağıtmadan hemen söyleyelim: Kapitalizmin gelişinin aynı içtimai olgusu, vaki olduğu yerin yerel ve tarihî koşullarına göre, çok değişik şekiller alıp çok farklı sonuçları verebilir.

Ama bu gecikmiş “ikinci servaj” olgusu, Elbe ötesi Alman mülküne münhasır değildi. Rusya, Polonya, Avusturya, Macaristan, Transilvanya, Moldavya, Eflâk, çeşitli şekilleriyle bu aynı “hastalık”a tutulmuşlardı.[3] Ve bütün bu ülkeler de, Osmanlı tarihiyle doğruca ilişkiliydiler…

Hastalık mikrobunun öyküsü konumuz dışında kalmakla birlikle onu şöylece özetleyeceğiz. “Üretimi kölelik ve serfliğin aşağı şekilleri içinde vaki olan uluslar, kapitalist üretim tarzının egemen olduğu âlemşümul ilişkiler içine sürüklendiklerinde ve başlıca kaygıları ürünlerinin dışarı satışı haline geldiğinde, köleliğin, servajın barbar şenaati, fazla çalışmanın uygar şenaati ile itmam olur (Marx).”[4] Bu savın ışığında, Elbe ötesi Almanya’sında bu “gecikmiş servaj”ın öyküsünü dinleyelim.

Bu ülke XVII. yy.da gecikmiş, az gelişmiş, ardı arkası kesilmemiş savaşlarla harap olmuştu. Buna rağmen köylüler arkaik yöntemleriyle örgütlenmişler, topraklarını müşterek mülkiyet kuramlarına (Feldgemeinschaften) göre işletmekteydiler, başlarında feodal senyörleri vardı ve bunlara ürün ve çalışma günleri şeklinde tekâlif ödüyorlardı. Bir maişet ekonomisi rejiminin sınırları içinde bu tekâlif soylular sınıfını idareye yetiyordu. Ama Batı’nın kapitalist ülkeleri, yeterince üretemedikleri tahıla gereksinme gösterince, bu ülkelerin tüccarları Doğu’nun geri kalmış bölgelerine başvuruyorlar. Almanya’nın feodalleri, her geçen gün artan ve yeni kurulmuş kapitalist dünya piyasasında iyi fiyatla satabilecekleri tahıl talebini karşılamak üzere, toprakları başka bir işletme tarzına geçirmek zorunda kalmışlardı: Bunları, köylü işletmelerine el atıp büyük mülkler (Rittergütter) teşkil etmek suretiyle doğruca değerlendirme yolunu tutmuşlar, toprakları daha verimli bir tekniğe göre birleştirmişlerdi. Köylü toprağa bağlanmış, “tüyme” hakkı elinden alınmış, kısaca, o günlere kadar bilmedikleri serf (Leibeigene) durumuna getirilmişti.

İngiltere’de bir clearing of estate vaki olurken buralarda Bauernlegen’e tevessül ediliyordu; köyler, köylü sekeneden boşaltılma yerine, buraları adscripti glebae serflerle dolduruluyordu. Ortaya bir Junker çıkıp eline üçlü yetkeyi almıştı: Toprağın hâkimi, mahallî adaletin mümessili ve yarı köle köylülerin sahibi (Grundherr, Gerichtsherr ve Leibherr) idi bu Junker.

Hastalık, yukarda zikrettiğimiz ülkelere de sirayet edecekti. Ama kapitalist dünya piyasasının etkileri işbu “yeni servaj”ı ortaya çıkarmakla kalmayıp yeni, yerel sosyal gelişme kanunlarını da icbar edecekti. Tarımsal üretimin amacı, günlük yaşam gereksinimi için tüketim malı elde edilmesinden, dünya piyasasında fiyatı olan mal üretimine dönüşecekti. Böylece de köylü sınıfından sökülen feodal tekâlif “ilkel sermaye birikimi”ne özgü bir karakter iktisap etmişti ki böylece kapitalist ilişkilere doğru bir müstakbel evrimin tohumları atılmış oluyordu.[5]

Söylediğimiz gibi keyfiyet Batı’da vaki olmuş olanla bariz bir fark arz ediyor şöyle ki burada, bütün Yukarı Ortaçağ boyunca köleci ve kolon çalıştıran latifundia’lardan feodal mülkiyete doğruca bir geçiş sürüp gitmişti. Ortaya çıkmış olan serfler sınıfı da yavaş yavaş hürriyetine kavuşacaktı. O ise ki Doğu’da, bidayette hür köy toplulukları halinde örgütlenmiş köylüler, yerel “reislikler”den yakın zamanlarda çıkmış bir soylular ya da Batı yönetimince kolonize edilen bölgelerin fatihleri sınıfı lehine geç olarak servaja düşüyorlar. Buna göre Doğu feodalleri köle veya kolonları sömürmekle işe başlamamışlar, bu sömürü hür, müşterek mülke sahip köyler üzerine, başlarda sadece vergi yoluyla, en sonunda da köy, nahiye ve buraların sekenesi üzerinde mülkiyet hakkı iktisabıyla çökmüş.

Bu hür köylü topluluklarının varlığı bu bölgelerde servajın almış olduğu çok özel şekilleri izah eder. Bu şekli, biraz aşağıda, Romanya örneği içinde, izah edeceğiz. Osmanlı camiasına birkaç yüzyıl boyunca dâhil olacak bu topraklardaki mülkiyet ilişkileri, esas konumuz itibariyle, son derece önemlidir.

MORA FEODALİSMİ

İlk Osmanlı genişlemesi tarihinde önemli yeri olan Mora’da feodalitenin teessüsünün öyküsü de, konumuz bakımından ilginçtir.

Venedik bu ülkede sadece Messenia’nın Güney’inde birkaç istinat noktasını işgal etmişti. Esas fatihler Fransızlar, özellikle Geoffroy I de Villehardouin idi.

Mora prensinin Latin imparatoruyla, Venedik Doge’uyla ve yerel şeflerle ilişkilerinde vassal’lık bağları rol oynamıştır. Atina senyörü Othon de la Roche, Argolide ve Theba bölgeleri için Geoffroy I’e ant içmişti. 1236’da, Kefalonya kontu Geoffroy II’ye hommage’ını arz etmişti. Biraz sonra da Guillaume II de Villehardouin, Attika’nın, Orta Yunanistan’ın, Cilade’ların (Kyklades-Ege Denizi Yunan adaları), İyonya adalarının ve Euboia’nın (Eğriboz) parçalarını ellerinde tutan baronların hommage’ını kabul edecekti.

Her şeyden önce feodalite girmiştir, Mora’ya. Yerel birimlere çok müsait engebeli arazi, dış tehlikeler, imtiyazlarına saygılı bir nizam etrafında toplanmadan önce birliklerin kendi hesaplarına yürüttükleri bir fetih, bu özelliği izaha yeterli oluyor. Burada, başlarda, Norman İtalya’sıyla benzerlikler görülüyor, sonra burada gelişen aristokrasi, birçok bakımdan 1150 sonrası Kutsal Topraklar’dakini hatırlatır oluyor.

Mora’nın fethinden sonra Latin memurlar, Greklerin yardımıyla, dağıtılacak toprakların gelirlerini saptıyorlar: Devlet mülkleri, rahip ve manastırların mülkleri, bazıları firarda veya “asi”, diğerleri, kısmen istimlâk edilebilecek kadar zengin sivillerin mülkleri yazılıyor. XII-XIV. yy.lar boyunca toprak vergi statüsü toprağın cinsi, dağıtım tarihi, kişilerin köken ve niteliklerine göre değişmeler arz ediyor. Vassal’ların hizmetleri fief’ler Defteri’ne kaydediliyor, bu kayıtlar birkaç kez gözden geçiriliyor. Sonunda iş, prensinki de dâhil, on iki büyük baronlukla aynı türden daha küçük teşekküle bağlanıyor.

Her biri birçok köyü toplayan şato sahiplikleri de bulunuyor. Bunlar, istinat noktası olarak ya antik veya Bizans kalelerini, ya da Franklar tarafından sahil yollarını, mümbit havzaları, dağ yollarını denetlemek için inşa edilmiş şatoları kullanıyorlar. Tabanda da şövalye fıef’leri, kırsal senyörlük modeli üzerine tertipleniyor; bunların dışında küçük soylulara ya da süvari olarak hizmet veren esafîl-i nâs’a çavuşluk fief’leri ferağ ediliyor.

Ayrıca birçok alleu’yü de içeren bu toprak dağıtımına, insanlar arasında çok daha belirgin bir sınıflandırma ile vassal’lara, kırsal senyör sıfatıyla mülkleri üzerinde verilmiş yetkilerin bir kademelenmesi tekabül ediyor. Başlıca emlâkin şefleri olan prenslerin büyük vassal’ları, tâbileri üzerinde kan hakkı ile kale inşası yetkisine sahip bulunuyorlar. Bunların altında, aristokrasi ve ordunun gücü, prenslik içinde baronlukları olan kişilerce temsil ediliyor. Bunların da sadece üst sınıfı bir maiyet meclisi toplayıp vassal’ları ve köylüleri (vilain) üzerinde alt kaza hakkını kullanabiliyor. Öbürü ise yalnız toprak üzerindeki haklarıyla emniyet görevi ve küçük sivil anlaşmazlıkların yargısını yüklenebiliyor.

Bu sosyal yapıya üç unsur ekleniyor. Muafiyetleri olan önemli senyörlüklerin sahibi ve feodaliteye girmiş yüksek ruhban sınıfı (Patras başpiskoposu ve Mora’nın en büyük ruhanî reisi, otuz iki şövalye sağlayan çok vasi bir mülkün başındaydı); Kudüs krallığındaki kadar etkin olmayan askerî örgüt-tarikatlar, büyük toprak ağası veya eski memur olan Grek arkhont’ları. Bu sonuncuların birçoğu toprakları için basit hommage borçlu olup bu topraklar “Grek usulü” idare edildiklerinde, feodal hukukun sıyırıp geçtiği fief’lere tedricen kalbediliyor. Bazıları ise şahısları için bir üst (lige) hommage’a boyun eğiyor veya bunu “Frank usulü” işletilen lige fief’ler için yapıyor.[6]

Devam etmeden önce önemli gördüğümüz ve yukarda söylediklerimiz arasında dikkatten kaçmış olması melhuz bir hususu belirtelim: Mora’da “Frank usulü” feodalizm, Bizans sistemi tarafından bir miktar “sulandırılmış” oluyor şöyle ki ele, peşinen, merkezî otorite-Devlet tarafından tutulmuş vergi ve arazi Defterleri alınıyor… Devam edelim.

*

* *

Kutsal Topraklar, İstanbul Latin İmparatorluğu ve Mora feodalizmlerini, teferruat farkına rağmen Batınınkinin bir uzantısından ibaret olması itibariyle, aynı çerçeve içinde irdeledik. Osmanlının gerek doğruca idaresi altına aldığı ülkelerle, kültürel alışverişte bulunmuş olması melhuz ülkelerin toprak rejimlerini kısaca gözden geçireceğiz. Bizans, başlı başına bir tetkik konusu olacaktır.

[1] Henri See, Esquisse d’une histoire du régime agraire en Europe au XVIII e et XIXe siécles, Paris 1925, s. 265 ve Marc Bloch.- Les deux

Allemagnes rurales, 1937, s. 606- 10’dan zikreden Henri Stahl.- Voie prussienne et “deuxiéme Servage”, in Coll.- M. Dobb…, C. II, s. 81.

[2] Bkz. B. Oğuz.- Yüzyıllar boyunca Alman Gerçeği ve Türkler, s. 420.

[3] Henri Stahl.- op. cit., s. 82-5.

[4] Zikreden H. Stahl, ibd., s. 88.

[5] ibd., s. 83-5. Ayrıca bkz. B. Oğuz.- Yüzyıllar boyunca Alman gerçeği, s. 11, 42-3, 349-50, 407, 420-2, 508.

[6] R. Boutruche.- op. cit., s. 359-63.