Yukarda anlatılan, Hacı Bektaş’ın horoza binme öyküsü bugün dahi canlılığını korumaktadır: “Arabacım manevî bir hissin verdiği heyecanla… ‘işte işaret taşları’ dedi… Fırtınadan, yağmurdan etrafındaki toprakları açılmış üç dört sivri taş (gördüm)… ‘Himmetleri hazır olsun’ diye söze başladı…: ‘Vaktiyle Hazret-i Hacı Bektaş-ı Velî bir Horoz üstüne binmiş ve elindeki yılan kamçısını kullanarak buraya kadar gelmiş. Karahüyük’lülere kendisinin veli olduğunu söylemiş. Fakat bir türlü inandıramamış; o zaman ‘ben size veli olduğumu ispat edeyim’ demiş ve taşlara işaret edince berai tasdik yürüyüp gelmeye başlamışlar’… Hacı Bektaş ilçesinde. Dergâh civarında etrafı duvarla çevrili bir onyx taşı vardır, At Taşı tesmiye edilen. Hazret-i Bektaş, bu taşa binmiş ve Rum’a sefer eylemiş! Söylendiğine göre beygire herkes biner. Asıl marifet horoza, taşa binmektir!”[1]
Bu noktada çok önemli bir hususa dikkati çekmek isteriz: Peygamber ve ondan sonra Sünnî mektep’in “mucize” sorunundan itina ile kaçınmış olmalarına karşın heterodox fırkalar bunu hiç çekinmeden kullanabilmektedirler. Devam edelim.
“Cümle erenlere hayretindir baş
Yürü dedi taşa, yürüdü beş taş
Pîrim üstadım yâ Hazret-i Bektaş
Zâhirde, bâtında sen imdâd eyle” (Pîr Sultan)[2]
Bütün bunlar “Kayaalp” adının izahına yardımcı oluyor. Alp, kutsiyeti haiz efsanevî kahramandır, kaya gibi kutsiyeti haiz, onun gibi metin, onu bazen merkep olarak kullanan kahraman.
Ülgen yaratılış efsanesinde de gördüğümüz “taşa binme” keyfiyeti daha başka rivayetlere de konu olmaktadır: “… Seydişehir’in kurucusu Seyyid Harun-u Veli’dir. Bu muhterem zat, bugün kendi adı ile anılan camii yaptırırken komşu yerleşme merkezi Beyşehir’de hüküm süren Eşrefoğlu Bey, camiin yapımında kendi tuzu biberinin bulunmasını ister; tulumlar dolusu piseyi Seydişehir’e gönderir. Harun-u Veli gönderilen bu hediyeyi kabul eder ve tulumları adamlarına boşalttırır. Hediye kabının boş gönderilmesi doğru olmayacağı için Harun-u Veli bütün tulumların içine birer defa tükürür ve … Eşrefoğlu Bey’e gönderir.”
“Beyin adamları Beyşehir’e vardıkları zaman çuvalların içinin balla dolu olduğunu görürler. Duruma vâkıf olan Eşrefoğlu, Harun-u Veli… yi ziyaret etmek için Seydişehir’e gitmeye karar verir. Kendisinin de büyük bir veli olduğunu göstermek için bir aslana biner. Harun-u Veli de bir taşa biner ve onu karşılamaya çıkar…”
“Seydişehir’in Beyşehir istikametindeki girişinde, halkın Deve Taşı adını verdiği bir taş vardı; bu taş yukarda adı geçen yürüyen taş idi…”[3]
Hangi birini anlatalım, bu yürüyen binek taşlarının? “Saruhan oğullarından Hızır Şah hakkında Demirci’nin Durhasan köyü halkı ağzında şunlar dolaşmaktadır: Hızır Şah bir gün Durhasan hocanın ayağını atına çiğnetiyor. Durhasan Hoca bir taşa biniyor, Hızır Şah’ın önünden kaçıyor. Hızır Şah Durhasan Hoca’yı takip ediyor ve “Dur Hasan!” diyor. Durhasan Hoca, Durhasan köyünün dört yüz metre şimalinde bir noktada duruyor. Saruhan oğullarından Hızır Şah Durhasan Hoca’nın bindiği taşa bir kılıç vuruyor, taş ikiye bölünüyor ve “ben hasımlarımı böyle kılıçla ikiye bölerim” diyor. Durhasan Hoca da yumruğu ile kolunu taşın içine sokuyor, “ben de taşı hamur yaparım” diyor… Hızır Şah… bir keçinin dolaştığı ve gezindiği yerleri Durhasan Hoca’ya veriyor. O da bu araziden temin ettiği varidatla kazan kaynatıyor ve halka ikram ediyor”[4]
[1] H. Tanyu.- op. cit., s. 144 -5.
[2] Zikreden H. Tanyu.- ibd., s. 144.
[3] S. Sakaoğlu.- 101 Anadolu efsanesi, s. 125.
[4] Ç. Uluçay ve İ. Gökçen.- Manisa tarihi, s. 37.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.