Kültür Eserleri > THKK 2/A - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > 136. Bölüm

Anadolu düğün danslarından çayda çıra *

Anadolu’da düğünler, dans etmek için en önemli vesilelerdir. Nasıl olmasın ki bir hieros gamos tekrarlanacaktır! Bundan neler doğmayacaktır ki: birbirlerinden müstakil olarak mevcut olan varlıkların güçleri, gök ve yer gibi birbirlerini desteklerler veya gündüz ve gece gibi birbirlerini kovalarlar. Bu iki unsurun birleşmesinden yepyeni bir şey çıkar ortaya: yerle gök, yağmuru tevlit eder.[1] Dans da kutsallığa kutsallık katacaktır, uğur getirecektir, bereket ve doğurganlık sağlayacaktır, kötü ruhları uzaklaştıracaktır.

Çayda çıra, gece oynanan bir düğün dansıdır. Karanlığın kutsal olduğunu söylemiyor muydu Dionysos, emmioğlu saf Pentheus’a? Ve bu dans çırasıyla, çay-pınar-havuzuyla Bakkha’ların dansına benzemiyor muydu? Su da kutsal değil miydi? Aynı zamanda Dionysos’un da adı olan Dithyrambos, halka şeklinde, şarkı söyleyip raks eden bir koro değil miydi? Bugün bu koro:

“Çayda çıra yanıyor hanım nanay vay nanay

Nanay güzelim nanay nanay gülüm nanay

Ayda yılda yanıyor hanım nanay vay nanay

Nanay güzelim nanay nanay gülüm nanay

…”

türküsünü söylemiyor mu, o Nanay’a iltifat yağdırarak?

“Nanay ile Leylim çoğunlukla saz çalmasını bilmeyen, ama sesi ile ezgi kurabilen yapıcılar tarafından yakılan türkü biçimindeki bestelerin tümüne verilen addır… Nanay ve Leylim oyun türü değillerdir. Sese dayalı… bir beste türüdür… ritimli, tanımlıdırlar. Bu nedenle oynanmaktadırlar… Nanay oyunu dediğimiz oyun aslında bir halay olabilir. Örneğin Elâzığ’ın ünlü (Çayda çıra) oyunu vardır… Bu bir halaydır. Aynıyla bir nanaydır. Foça’nın kadın zeybeği… de bir nanaydır…”[2] Leylim de herhalde gecenin (leyl = Arapça “gece”) kutsallığının teranesi olmalı. Nanay’ın esasta bir vokal oluşu, onun koro halinde söylenip ritmine uyularak raks edilmesi keyfiyeti, bunun aslında bir yakarma ritüeli olduğuna delâlet eder gibidir.

Dionysos, beraberinde Menade’leriyle Lydia’dan göçüp Thebes’e gelmişti, anası Semele’nin mezarının başına. Bunun bulunduğu tepede hiç sönmeyen bir ateş yanıyordu. O da, o tepenin etrafında bir mucizevî bağ yaratmıştı.

“Uludağ’da ısı ve ışığı temsilen beş Mayıs’ı altıya bağlayan gece[3] “Ateş gecesi” namıyla delikanlılar arasında bir gece âlemi yapılır… yanacak ne varsa hepsini köy meydanına yığarlar, etrafını çevirerek ateşin üzerinden atlarlar ve ateşin çevresinde oyun oynayıp türkü söylerler; gece yarılarına kadar ve kan ter içinde kalıncıya kadar mükemmel eğlenirler” diyen A. R. Yalman, şunu da eklemeyi ihmal etmemiş: “dikkat ettim bu oyunlar daima huşu içinde devam ediyordu.[4] Hâlâ Uludağ ve civarında geceleri komşulara veya köy odasına gider ve gelinirken fener yerine çıra yakmak mutattır”[5]

[1]              H.de Glasenapp – op. cit., s.37.

[2]              C. Demirkıran.- op. cit., s. 310-1.

[3]              Bursa’nın Mantuvar’ı gibi.

[4]              Tarafımızdan belirtildi.

[5]              A. R. Yalgın.- Uludağ Türkmen etnografyası IV, in TFA 10, Mayıs 1950, s. 152.

( * )Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.