Kültür Eserleri > THKK 6 - Ulaştırma, İletişim, Mübadele, Ölçü Ve Metalürji Teknikleri > Yine Araba

Yine Araba

“Araba” sözcüğü Garp, Azerî, Kazan, Çağatay Türkçelerinde aynı anlama gelmek üzere bulunuyor (BTL). İbn Batuta, XIV. yy.ın ilk yarısında Deşt-i Kıpçak İlinde (Güney Rusya’da) işbu nakil aracının “araba” (“elif” yerine “ayn” ve “rı” ile) tesmiye edildiğini yazıyor.

DELT, arma = araba müşabehetini zikrediyor. Aynı zamanda araboz ı “yuvarlama” karşılığında gösteriyorsa da bu kelimenin etimonu “çarpma, sademe, tıkırtı (dişler hakkında)” şeklindedir[1]. Bundan başka oloz da yine “taşıt, araba” karşılığında eski Yunan lügatçesine girmiş[2]. Bugün enenmiş ve burulmuş sığır demek olan “öküz”, Uygur, Çağatay ve Azerî Türkçelerinde yine aynı anlamda bulunuyor. Sanskritçe uxan, Almanca Ochs, İngilizce ox da yine bu manadadır. Burada DELT’in varsayımı (mad. “öküz”) akla yakın gelmektedir: Beygirin nadir olduğu diyarlarda yük, öküzlere taşıtılır. Aynı konuya yukarda değinmiştik.

“Arabanın tekerine koşulmak”, tekerini itmek”, bir büyüğe karşı hürmet ve ubudiyet ifadesi olarak kullanılagelmiş. Bu ifadeleri çok gerilere kadar götürebiliyoruz: Asur krallarının egemenliğine boyun eğmiş Suriye Hitit krallarından Barrekub (M.Ö. yakl. 730), bir kabartmada, elinde bir çiçek olduğu halde nutuk çekmekte, sözleri de taşa hakkedilmiş olarak durmakta. Burada kral, babasının tahtına Asur kralı Teklatphalasar tarafından oturtulduğunu, sair kudretli krallar meyanında onun da, efendisi Asur hakanının tekerinin yanında koştuğunu anlatıyor[3]. Aynı şeye Assurbanipal (VII. yy.) devrine ait bir kabartmada da rastlıyoruz: Kral, arabasının üstünde oturmaktadır. Arkasında (tekerin arkasında) Sidon kralı halinde bir şahıs durmaktadır[4]. Kezalik, II. Abdülhamid Cuma selâmlığına çıktığında, hiç de itilmeye ihtiyacı olmayan çift atlı hafif arabasının tekerini itmek için vezir ve sair saray mensuplarının birbirleriyle yarış ettiklerini, o devri yaşamış büyüklerimizden dinlemiştik.

M.Ö. III. Bine ait biri, yukarda sözünü etmiş olduğumuz Dniepopetrovsk kurganının, öbürleri de Mohenjo – Daro (Resim 25), Mezopotamya’da Tel Ağrab (Resim 7) ve Çin’de T’ang sülâlesi dönemine ait (Resim 26), Türkmenistan’da bulunmuş deve başlı model arabadan (Resim 48) iki tekerlekli arabaların son dördü dolu tekerlekli olup ilkininkiler hakkında fikrimiz yok.

Mezopotamya’nın ilk arabaları genelde iki teker üzerine oturtulmuş, sürücüsünün üzerine ata biner gibi oturduğu eyeri andıran bir sehpadan (Jemdet – Nasr buluntuları), çoğu kez de dört dolu tekere bindirilmiş bir kasadan ibaret olmuş[5]. Sümerlilerinki de bu sonunculara uygun. Hiçbirinde dönebilen ön takım yok (poyra?…). Herodotus, Hephaestus tapınağının inşası için at ve arabaların Sesostris (yakl. 1900) tarafından celp edilmesinin, Mısır halkını o güne kadar alıştığı bir kolaylıktan mahrum bıraktığını kaydediyor (II/109). Aynı kaynak Greklerin, dörtlü koşumu Libyalılardan öğrendiklerini zikrediyor (IV/190). Sesostris’ten birkaç yüzyıl sonrasına ait Misena mezarlarındaki kabartmalar (1580 – 1500), cenk veya yarış sahnesi olarak dört nala kalkmış atlarla çekilen arabası üzerinde bir muharibi temsil ediyor. Bu dönemde, Asya kökenli mahallî halkla yakından karışmış Minyenler, Grek ili topraklarına çoktan beri yerleşmiş durumdadırlar. Bunlar Minos dönemi Girit’i ile temasa gelmiş olup buradan, kendileri için yepyeni bir yaşam ve düşünce tarzına aşılanmışlardı. Girit’te ele geçmiş en eski araba tasviri (Resim 49) onu, geriye doğru bir “topuğu” olan, dört parmaklı iki teker üzerine oturan dikdörtgen bir kasa olarak gösteriyor. Ok, kasanın altına bağlı olup ucunda dayanağı haizdir[6].

Bu tip arabanın Minos sarayının Grek istilasıyla müzdeviç olduğu, bundan başka, nerede icat edilmiş olursa olsun, Misena III/M.Ö. 1200), yani Knossos sarayının tahribini takip eden devrede onun standart bir şekil arz ettiği, bunun önce Girit’te geliştirilip sonradan Misena kıtasına ve buradan da Kıbrıs’a atladığı farz edilmektedir. Gerçekten, yazın ortasında bile Girit’te, insan eliyle yapılmış yollar olmaksızın arabanın dolaşabileceği saha hayli azdır. Muhtemelen Knossos hâkimlerince harp arabasının bulundurulması kara devletlerine karşı bir tehdit mahiyetinde olup donanma, at ve bu “tank”ları taşımış olmalılar[7]. Bir başka iddiaya göre de, iki atla çekilen hafif harp arabası bir Girit buluşu olamaz, zira at, o adada Minos I. döneminden (1580-1450) önce görülmemektedir. Bir kapma varsa, “hırsız”ın daha çok Minoslular olması gerekir[8].

Hitit imparatorluğu ve onunla çağdaş sair devletlerin kudreti, bu yeni silâhın geniş ölçüde kullanılmasına dayanıyordu. Mezkûr dönemlerde harp arabası yeni bir icat sayılmamakta idi. Sümerlilerde biri iki, diğeri dört tekerlekli olmak üzere iki çeşit araç mevcut olmakla birlikte bunlar dolu tekerli ağır vasıtalar olup tahminlere göre daha önce zikrettiğimiz gibi yaban eşekleri tarafından çekilmekte idiler. Kapadokya’daki Asur tüccarlarının arabaları da Sümerlilerin dört tekerlekli tipindendi. Atla çekilir hafif ve parmaklı tekerlekli arabalar hem zaman olarak Kassîlerin Babilonyasında, XVIII. sülâle Mısırında ve Kuzey’de de yeni Mitanni krallığında zuhur etmişti (XVI. yy.). Ancak, bunların hepsinde koşum hayvanları boğazlarından bağlanmışlardı.

Suppiluhamos ve haleflerinin idaresinde Hitit devletinin bu gelişmede büyük katkısı olduğu kesindir: Mısır kaynaklarına göre ünlü Kadeş muharebesinde Hitit ordusunun bu araçları rakipsiz olarak gösterilmektedir. Artık hız, muharebe sonucunun istihsaline hizmet eden bir öğe haline gelmiştir.

Hitit arabaları, Mısırlılarınkiler gibi altı parmaklıdır (Resim 14)[9]. Küçük Asya’da bu bir zamanların kudretli devletinin de başı nadiren dertsiz kalmış. Kaynayan bir Orta – Doğu kazanında çok çeşitli “eşkiya”dan bizar olmuş Muwattallu, 3500 harp arabasını haiz bir tedip kuvveti ile harekete geçmiş (yakl. 1200)[10].

Daima muharebede hazır, fakat bir türlü çeşitli kentleri tam ittifak haline gelemeyen Finikelilere karşı 853’de Asurlu III. Salmanazar, 6300 piyade ile birlikte 4000 harp arabası çıkarmış[11].

Finikelilerin en çok kullandıkları nakil vasıtası, iki tekerlekli ve yine Asur kabartmalarında görülen hafif arabalardan ibarettir. Bunlar, mezarlardan çıkan topraktan numunelerine göre, dört tekerlekli ve bir sıraya dizilmiş dört at ile çekilmektedirler.

Finike’de en revaçta cer hayvanı önce eşek, sonra öküzdü; Mezopotamya’nın sair yerlerinde olduğu gibi at daima daha “asil” olarak kabul edilmiş ve harp arabası veya süvari kıtalarına tahsis edilmiş[12]. Bunu Akadlılar adıyla bilinen Samî Babilonya ve Asurluların bir hayvan öyküsü çok güzel ifade ediyor:

“Bir öküzle bir at dost olmuşlar;

Çayırın yeşili de karınlarını doldurmuş.

Gönül rahatlığı ile sohbete girmişler.

Öküz ağzını açıp cenklerin muzaffer atına

Hayırlı günde doğduğumu sanıyorum;

Bütün bir yıl yiyeceğim eksik olmuyor…

Sen de hayat tarzını değiştir!”

At ise rahat hayattan hoşlanmamaktadır:

“Bedeni kaplamak üzere kuvvetli tunçla

Örttüler beni; onu elbise gibi giyerim

Bensiz, ateşli savaş atı olmaksızın

Ne kral, ne prens, ne başbuğ, ne asilzade yola çıkar…

At fazlasıyla teşrif edilir.

Sen ve eşek ise zilletin külâhını taşırsınız!”[13]

 

Beşerin tarih yüzüne çıkmış en eski teşkilâtlı toplumu olan Sümerlilerin Herkül’ü Gilgameş (bu teşbih, sadece bedenî güç anlamında olup Herkül’ün sayısız münasebetsizliklerinin hiçbirini Gilgameş irtikap etmez), Mezopotamya’da devam edegelen şöhretini Asurlularda çeşitli efsanelerle sürdürür. Bunlardan birine göre Tanrıça İshtar ona âşık olmuştur ve şöyle seslenir:

“Gel Gilgameş, ma’şukum ol benim

Aşkının ihsanını bana bağışla!

Er’im ol, dişi’n olayım!

Sana lapis lazuli ve altından bir araba koştururum,

Tekerleri yaldızlı, boynuzları tunçtan.

Fırtına ifritlerini katır gibi boyunduruğuna vurursun…”[14].

Gilgameş bu cazip tekliflere kapılmaz. Arabanın süratsiz oluşu hoşuna gitmemiş olmalı: “Tunçtan boynuzlu”, “boyunduruğa vurulmuş” (hattâ “katır” dahi olsa) hayvanın çektiği aracın fırtına ifritlerini hayli zorlukla izleyebileceğini biliyordu…

Çin’de harp arabasından ilk bahse Tchou devrinde (M.Ö. 1122 ilâ 249) rastlanıyor. Bunun, hayvan yetiştiricilerce atın kabulünden sonra kendiliğinden zuhur ettiği, yoksa Yakın – Doğu’nun bir taklidinden mi ibaret olduğu henüz aydınlanmamıştır. Bunlar iki atla çekilip üç kişinin (bir sürücü, bir okçu, bir de mızrakçı) rakip olduğu araçlardı. Çin imparatoru sefere 10.000 muharebe arabasıyla çıkarmış. Burada da bu yeni taktik silâh, süvari birliklerinin teşekkülünden önce var olmuştur[15].

Gelelim daha berilere, Roma dünyasına. Konuya girişmeden önce belli başlı bazı arabaları betimleyeceğiz. Bunların hepsinin tekerlekleri parmaklıdır, resimlerde görüldüğü gibi. Roma tekerlekli araçlarının tarihine girişmeden önce bunların kökenlerine geri dönüp ilk ağızda Etrüsklerin rolünü dikkate almak gerekir.

Etrüskler, artık kabul edildiği gibi, Küçük Asya’dan hicret edip[16] İtalya’daki müreffeh Grek kolonileriyle temasa gelmişlerdi. Böylece de İtalyan – Etrüsk uygarlığı başlıca Grek etkisi altında gelişmişti. Keyfiyet keza Etrüsk araba ve koşumlarında belirgindir. Ancak, bazı tip arabaların, ezcümle Resim 50’deki araba modelinin Grek benzeri bulunmuyor[17]. O halde akla şöyle bir soru geliyor: Bizim bugünkü kağnıdan farkı olmayan bu modeli Etrüskler Anadolu’dan mı İtalya’ya taşımışlardı? Keza bunun aynısı sayılacak Romalının aşağıda göreceğimiz plaustrum’u da bundan mı mülhemdi?..

Carpentum (Resim 51), bir kaporta ve çekilebilir perdeleri haiz, iki üç kişilik araba olup mutat olarak iki katır tarafından çekiliyor ve daha en eski antik çağlardan itibaren soylu tabaka hanımlarınca kullanılıyordu. Resim, bir Etrüsk resminden alınmış olup iki yeni evliyi irae ediyor.

Carpentum funebra (Resim 52), ölmüş yüksek orunlu bir kişinin küllerinin kavanozunun veya bu kişilerin heykellerini cenaze alayına taşıyan şatafatlı araba olmuş olup bugünkü Hıristiyan cenaze arabası tipine çok benziyor.

Aynı carpentum lâfzı, ekim işlerinde kullanılan bir arabayı özellikle bir araba yükü gübreyi de ifade ediyordu (Rich).

Carruga (Resim 53), Roma’ya imparatorluk döneminde girmiş, aşırı süslü, bronz ve fildişi kakmalarla bezenli hayli pahalı bir araba idi. Resim 53’deki, Roma valisinin arabası imiş (Rich). Tekerlek boylarının farklı oluşu, bunların dingiller üzerinde serbestçe döndüğünü gösterir (poyra?).

Yine aşağıda tekrar üzerine dönmek üzere Roma yüksek tabakasının taşıt araçlarını şimdilik bırakıp gelelim köylü – tarımcı düzeyininkilere, bizim için özellikle çok önemli olanlara.

Plaustrum (amaξa) (Resim 54), iki tekerlekli, genellikle öküzler tarafından çekilen, tarla işlerinin çeşitli işlevlerinde taşımayı yerine getiren bir araçmış. Aslında, iki tekerin taşıdığı bir düz levhadan oluşan Roma plaustrum’u, parmakları olmayan, tek bir yuvarlak kütükten yapılmış (tymbanum), dingil üzerinde dönmeyip onunla birlikte dönen bir araç oluyor ki onun “sesli”, “bağıran” bir araba olduğu (tıpkı bizim şimdiki kağnı gibi) belirtiliyor (Rich).

Roma idaresi, nakil araçlarını da âdeta standartlaştırmış. De cursus publico (Roma “karayolları”), çeşitli arabaların taşıyabilecekleri azamî yükleri şöyle sınırlandırmış[18]:

Birota                                    66  kg

Vereda                                            99   “

Currus                                               198  “

Carpentum, Rheda              328  “

Chabula                                          492  “

 

Birota” adı genellikle iki tekerli vasıtalara verilmiş. Vereda, menzilden menzile giden hafif ve hızlı posta arabası olup tekerleri parmaklıdır (Rich). Currus, önü kapalı, arkasından girilir parmaklı iki tekerli, Greklerin harp arabası arma’nın mukabili oluyor. Rheda, dört parmaklı tekerli, büyük ve geniş, birçok oturacak ve yük konacak yeri olan araba (Rich). Chabula, Montandon’un zikredip tarif etmediği, taşıdığı yüke göre bir “ağır” araç olmalıydı.

Bunların dışında, Fransızca carrosse, İngilizce carriage sözcüklerinin türediği carruca veya carrucha’yı hatırlayalım. Yukarda betimlenmiş olan bu araç, dış görünüşü ve umumi hatları itibarıyla günümüzün (yaylı olmayan) faytonlarına çok benzemektedir. Carrus da iki tekerli, ordu ağırlıklarının taşınmasında kullanılan ve çift öküzle çekilen bir araç olarak Trajan sütununa hakkedilmiş. Cisium ise bunun atla çekilen hızlısı olmuş. Gereğinde asker, erzak, şarap ve yolcu taşıyan dört tekerleklisine de o toplum clabulare – klavulare adını vermiş. Acaba bu sonuncusu Montandon’un chabula diye zikrettiği araç olabilir mi?

Bunların hepsinin tekeri parmaklı. Resim 53’deki araba acaba carrus’un bir devamı olarak mı karşımıza çıkıyor?

***

Pazirik kazılarında ele geçen arabalar, İskitlerde mutat olduğu gibi, parçalanıp mevta ile birlikte, yine öbür dünyada kullanılmak üzere gömülmüş, ağaç kütüğünden kesilmiş dolu tekerlekli ilkel araçlar olup bunlar hayli ağır koşullar altında kullanılma sebebiyle çokça yıpranmış durumda karşımıza çıkmışlardır. Bunlar, bir tahmine göre, cesedi mezara taşımaktan çok kurgan oluşturacak taşların taşınmasında kullanılmış olmalıdırlar.

Buna karşılık Pazirik 5. No.lu höyükten meydana, yukarda irdelemiş olduğumuzdan tamamen farklı tipte bir araba çıkmıştır (Resim 55 ve 56). Zarif ve usta bir el emeğinin mahsulü bu çok parmaklı dört tekeri haiz vasıtanın tekerleri, uzun boylu bir insanın baş üst hizasına ulaşır (yakl. 1,80m). Bunlarda, çoğu kez İskit yapısı tekerlerde rastlanan demir çember veya sair takviye mevcut değildir. Parçalarının bir kısmı “torna” edilmiş olup bunların tümü sökülüp yolsuz arazide hayvan sırtına yüklenebilecek şekilde imal edilmişlerdi. Sürücü için yüksekçe bir sahanlık tefrik edilmiş ve bütün üst yapı, üzerinde renkli keçeden kesme kuğu kuşlarıyla fevkalâde bezenmiş siyah keçe örtü ile kaplanmıştır. Bunun bir Çin yapısı olduğu kanısına kuvvet kazandıracak çok sebep var: Bu dönemin Çin imparatorları, Batı sınırlarında barış ve sükûnu sağlamak üzere gözden çıkardıkları prensesleri bu civarın fazlaca “hareketli” göçebe reisleriyle evlendirmeyi âdet edinmişlerdi. Bu, Çin ölçülerine göre “bedbahtlar”, efendilerine dört atın çektiği bir araba içinde takdim edilirlermiş. Bu araç onları, anavatanlarının çıkarlarını korumak üzere “görgüsüz ve kaba” kocalarının yanına bırakırmış[19].

Pazirik’te olduğu gibi İskit diyarında da araba oku, üç metre kadar uzunlukta olup bunu, dikey olarak ucunda ortalama iki metre uzunluğunda, özel şekilde hafif kavis verilmiş bir boyunduruk tamamlıyor. Atlar bu boyunduruğa vuruluyor. Bunların dört adedi genellikle mutat olup bu sayı, özellikle cenaze törenlerinde altı ve hattâ sekize yükselirmiş[20].

İran’ın Kuzey’inde yurt tutmuş Osset’lerin ölü gömme âdetlerinin Herodotus’un tarif ettiği İskit usullerine çok yakın olduğu, burada “… cesedin bir araba üzerine yerleştirildiği ve İskit mülkü içinde kabileden kabileye dolaştırıldığı mukayyettir[21]. Osset aracı, devrin Greklerince bugün dahi “araba” karşılığında kullanılan amax ile ifade edilmiş[22]. A. Rich ise bu sonuncu kelimeyi, Romalıların bugünkü kağnı ile tamamen aynı olan plaustrum’larının Grekçe karşılığı olarak göstermişti.

Yine aynı Kurıkan kaya resimlerinde birbiri arkasına sıralanmış ve atlarla çekilen araba kafilelerine rastlanıyor. Bunlar iki tekerlekli olup Uygurların ataları olan Kao – ch’e’leri, yani “yüksek tekerlekli arabaları olan kavim”i akla getiriyor. Bu kavim, Kurıkan’ların Güney’inde yurt tutarmış[23].

Antik çağların koşum şeklinin son derece zayıf olduğu, atın çekme kabiliyetinin çok küçük bir kısmından istifade edildiği malûmdur. Şöyle ki çekme, boğazı saran ve omuz kürekleriyle hiçbir teması olmayan bir yumuşak deri kolan aracılığıyla sağlanmış. Hayvan zora gelip başını öne eğdiğinde gırtlağı sıkılmış, bu yüzden de derhal başını yukarı kaldırmış ki bu tavır, bütün eski tasvirlerde görülür. Sınırlı yük ve ağır gidişlerde bu koşum tarzı fazla sakınca arz etmese de attan ciddî bir çaba beklendiği zaman, yani boynun aşağı eğilmesi ve çekmek için ağırlığının ileri verilmesi gerektiğinde bu tarz son derece olumsuz olmuş. Milâdî X. yy.da Orta Asya’dan, insanoğlunun ateş ve tekerlekten sonra belki en önemli buluşu olan hamut (Resim 21), yani omuz kemiklerine oturup boğazı serbest bırakan, etrafı keçe sarılı tahta halka ile aynı şekilde yapılmış eyer, dünyaya yayılmış[24].

Antik çağlarda ve hattâ X. yy.a kadar arabanın bir taktik silâh, süvarininkine muadil bir hızla düşman içine dalıp hareketleri serbest, yani süvaride olduğu gibi atı bacak ve ayaklarla sıkma ve dizgin tutma zorunluluğunda bulunmayan bir muharibe uzak veya yakın silâhını, sırasıyla ok ve kılıç veya mızrağını azamî ölçüde kullanma imkânını sağlamaktaydı[25]. Ancak çok sonralarıdır ki, yani Ortaçağlarda, Orta Asya insanı atı ile bir bütün teşkil edip, yani Antikçağların araba sürücüsünün işini de kendi görerek, geriye bile büyük isabetle ok atabilen birlikler halinde hareket etmişler. Kabartma ve sair tarihî belgelerden elde ettiğimiz bilgilere göre tekerler hep parmaklı olup bunların zikrettiğimiz işlevlere bakarak sabit dingil etrafında serbest dönen tipten oldukları, yani aşağıda göreceğimiz kağnı (ve demiryolu) tekeri gibi dingile kamalı ve onunla birlikte dönen cinsten olmadıkları kanaatine varabilmekteyiz. Bunlarda poyra var mıydı? Varsa hangi malzemeden ve ne biçimdi? Yoksa, dingil aksı nasıldı? Cevabına rastlamadığımız soru kervanını teşkil ediyor bunlar.

Cengiz’in generallerinden “demir arabalı” lâkabı ile bilinen Sube’etai ba’atur, fazla cüsseli olmasından ötürü olacak, harekâtı hep arabadan idare edermiş. Kumanda ettiği birlikler de ünlü Moğol süvari kıtaları olduğuna göre bahadırın arabasının da bunların hızına ayak uyduracak cinsten olması gerekirdi. “Demir araba” lâfzı, büyük ihtimalle “demir dingilli araba” anlamında olmalıdır. Ama dediğimiz gibi aksı, poyrası ve sair aksamı nasıldı? Bilemiyoruz.

Dağılan Hun imparatorluğundan arta kalan kavimler bu kez Çinlilerce verilen Tou-kiu veya Tu-kue adı ile tarihe geçmiş olup bu adlar aslında “Türk” kelimesinin Çinlilerce tahrif edilmiş şekli oluyor. Bunlardan Semerkant ve havalisini (Sogdian) zapt etmiş olan bir kol, ipek ticaretinin kontrolünü İranlılardan koparmak amacıyla bir ittifak kurmak üzere Bizans’a bir sefaret heyetini göndermişler, buna karşılık Justin II de meşhur general ve seyyah Kilikyalı Zemarchus’u heyete terfik ederek büyük han Moko’ya, mukabil hislerini iletmiş(568). Zemarchus Sogdian’a varıp ateş tathirinden sonra huzura alındığında büyük hanı iki tekerlekli bir iskemlede oturur görmüş[26].

Yine bunların bir başka kolu olan Huey-ka’lar (V. yy.), arabalarının yüksek tekerleriyle temayüz etmiş olup Çinliler bundan dolayı bunlara Kao-çe, yani “yüksek araba” adını vermişler[27]. Sonunda Tupa Tatarlarının başbuğu Tao – vu – ti bunları iyice mağlup ettiğinde, ele geçirdiği ganimetler arasında iki yüz bin (!) araba zikredilmektedir[28].

Antik çağların arabayı sadece hızlı bir vurucu araç olarak kullanmasına karşılık Asya bunu ağır nakil vasıtası ve hattâ ev olarak kullanmış: “… sürüleri onları göçlerinde takip eder, içlerinde ailelerin bulunduğu arabaları çeker. Kadınlar burada iplik bürüp giysi dikerler, çocuk doğurup bunları bülûğ çağına kadar geliştirirler…” diye anlatır Ammien Marcelin, Hunların Roma ve Cermen dünyasına huruç etmeleriyle hasıl olan dehşet havasına tercüman olarak[29]. Çok daha gerilere giderek, işbu üstü örtülü arabaların İskitlere daimî bir ikametgâh teşkil edip etmediği sorununa kesin bir yanıt vermek mümkün olmuyor[30]. M.Ö. III. yy.da Ts’in (Chen-si) ve Tchao (Chan – si) krallıkları, Çinlileri Hiong – Nu’ların ardı gelmez talanlarına karşı koyabilmek üzere piyadenin ağırlıklarını taşıyan nakil arabasına hareketli süvari birliklerini ikame etmek suretiyle savaş taktiklerinde onlar için yeni bir sistem benimsemek zorunda kalmışlar. Daha önce de gördüğümüz gibi (“Dokuma ve Giyim Teknikleri” cildi) giyim sistemleri de bunun paralelinde değişmiş.


[1] Suat Sinanoğlu . – op. cit.

[2] op. cit.

[3] G. Contenau. – op. cit., s. 176.

[4] G. Contenau. – La civilisation phénicienne,  s. 339-340.

[5] Jean Capart et G. Contenau. – Histoire de l’Orient ancien, Paris 1936, s. 165.

[6] Leonard R. Palmer. – op. cit., s. 193

[7] ibd., s. 193-194.

[8] J. – P. Vernant. – op. cit., s.8.

[9] O. R. Gurney.- op. cit. s. 104-105

[10] G. Contenau . – La civilisation des Hittites,, s. 100.

[11] G. Contenau. – La civilisation phénicienne, s. 71.

[12] ibd., s. 227.

[13] S. Moscati. – op. cit., s.95.

[14] ibd., s. 91.

[15] G. Montandon. – op. cit., s. 451.

[16] Bu konuda bkz. Kültür kökenleri C.I, s. 81.

[17] Laszlo Tarr. – op. cit., s.136.

[18] G. Montandon. – op. cit., s. 561.

[19] Tamara Talbot Rice. – op. cit., s. 120-122.

[20] ibd., s. 134.

[21] Herodotus IV/72.

[22] Geo Widengren. – Les religions de l’İran, Paris 1968, s. 195.

[23] Bahaeddin Ögel. – op. cit., s. 204.

[24] Montandon. – s. 561; P. Ducassé, s. 53 – 54; P. Rousseau, s. 91, 93.

[25] Gördüklerimizin dışında bkz. Şemseddin Günaltay. – Yakın Şark II. Anadolu, Ank. 1946, s. 142, 165, 291, 298.

[26] Deguignes. – Hunların, Türklerin, Moğolların ve daha sair Tatarların tarih-i umumîsi, terc. Hüseyin Cahit, 1923, c.II, s. 295.

[27] ibd., c. III, s. 9.

[28] ibd.

[29] René Grousset. – L’empire des steppes, Paris 1960, s. 118.

 

[30] Tamara T. Rice. – op. cit., s. 61.