Şimdi de işbu koşum – cer hayvanlarının barındırıldıkları yerlere kısaca bir göz atacağız.
Istabl (ahır), binek ve yük hayvanlarının (at, eşek, deve) bağlandığı ve, metonimi olarak da, tek bir sahibin hayvanlarının tümünü ifade ediyor. Istabl, aşağı Yunancanın stablon – stablion – staulion’nun muarrebi (Arapçalaştırılması) olup bu dahi Latin stabulum’dan türemiş[1].
Merkezî İslâm ülkelerinde atları kapalı yerde tutma, ancak yerleşik olanların işi olmuş, göçebe Araplar bir ahır fikrine sahip olmamışlar; bu sonuncuların atları basit bir tente ya da çalı gölgesinde kazığa bağlanırmış. Tesadüfen bu âdet, hattâ kentler ve kervansaraylarda sürdürülmüş, buralarda hayvanlar geniş orta avluda bağlanmışlar. (Bu “sistem”, yakın zamanlara kadar Anadolu’da, büyük kentler dışında, sürmüştü. Resim 44’de, bir taşra hanının “açık hava garajı” görülür. Kentlerde ise, meselâ Kayseri’de ev sahibi, kiracı adayına evini methederken “gapıdan girdinni burnun dibinde helâ, yanında ahır” derdi – B.O.). Bu itibarla “ıstabl” tabiri, sadece sağlam katı malzemeden inşa edilmiş hayvan barınaklarına ıtlâk edilmiş[2].
Arabî “emîr”den kısaltılmış Farisî “mîr”, onun manalarını aynen taşıyor. “Mîr-Akhûr”da, Osmanlı sultanlarının ahırlarının (istabl âmire) levazım ve bakımından sorumlu memur oluyor[3]. Istabl-ı âmire’nin gerektirdiği hizmetlerin çokluğu dolayısıyla bu memuriyet ikiye ayrılmış: Küçük mîr-i akhûr ile Büyük mîr-i akhûr. Bunlardan her ikisi de Rikâb (üzengi) ağası rütbesini haiz olup her ne kadar işlerin çoğu Büyük mîr-i akhur tarafından görülüyorsa da, öbürü Khass âkhûr, yani padişahın özel cins atlarının bakımından sorumlu oluyordu. Büyük mîr-i âkhûr, aynı zamanda devlete ait, seferde kullanılan yük hayvanları ve develerden de sorumluydu[4]. Konuyu daha fazla uzatmıyoruz.