Kültür Eserleri > THKK 2/C - Tarım Teknikleri > Ekinin Yüklenmesi

Ekinin Yüklenmesi

Şek. 89 ve 90’da ekin yığını, demeti, saman ve sair otları kaldırmaya yarayan aygıtlar görülmektedir. Şek. 89 sağ altta, dirgen’in ucunun ısıtılarak kıvrılması işlemi görülüyor. Ucu çatallı ağaç, çatalın iki yanından, kıvrılacağı yerden zemine tespit edilmiş, bundan sonraki uçlar ısıtılarak yukarı kıvrılmaktadır. Şimdi bunların aldıkları çok sayıda adları görelim.

Adanat-adanak, “ekin demetlerini arabaya yüklemekte kullanılan üç çatallı alet, dirgen, anadut” (Af, Brd, Dz). Şek.89’dan görüldüğü gibi bu üç çatal, doğal bir ağaç dalından olduğu gibi tespit-bağlama şekliyle de (sol altta) oluşturuluyor. Bu alet, yine Af’da alacak adını da alıyor.

Alavut, “arabaya saman doldurmaya yarayan aygıt, dirgen” (Brs).

Anadut-anadad-anadot-anaduz-ananat-anat-anatut-anavut-anazıt-anazot-anazut-andat-andut- anduz-anıdot…, geniş kapsamlı manaya sahip, ezcümle “ekin demetlerini arabaya koymaya ve harmanı aktarmaya yarayan üç, dört, beş, yedi çatallı olabilen, uzun saplı aygıt, dirgen, yaba oluyor, az çok her yerde yaygın olarak. Bu tür aletlerin Küçük Asya’nın mutat aletlerinden olduğu bu geniş sözcük ailesinin, αναδοτι’den iştikak etmiş olmasından anlaşılmaktadır.

Ve arazut, azanat, enedut, atgı, ayrı…

Yine “arabaya buğday vs. yüklemek ve harman savunmak için kullanılan üç, dört veya beş parmaklı, uzun saplı aygıt, yaba”yı ifade eden beldanat-beldenat-belganat- bendanat-beydanat-bildanat ailesi var, daha çok Anadolu’nun ortasında kullanılan. Es’de bunun adı cıda’dır.

Ve yine Türkiye’nin her yanında yaygın dirgen-deyren-diğnen-dikren-dilgen-dilgön-diran-diren- dirgan-dirgende-dirget-dirgon-dirkon-dıvran…, kökünü δικράνι’den almış[1] bir sözcük ailesi.

Üç çatallı, tahta, ekin kaldıran dodanak, Nğ’ye özgü. Değişik bir ad olarak da gürdenk, “yığınlardan deste indirmek için kullanılan ucu çatallı ağaç”tır (İz, Sv).

“Samanı yerden kaldırırken (adamın) hakgötüre(si) kırıl(mış)”, Sm’da… “Büyük yaba” imiş bu.

Dirgenin yapıldığı çatal ağaca hapal ile hatırıp deniyor Mr’da. “Harman” ve “dal”dan harmandal, Brs’da yabayı ifade ediyor.

İgan, yabanın iki çatallısıdır Or ve Gm’de. Çkl’nın yabası kırbakça’nın bu adı, bir Slav kökeni telkin etmiyor mu?…

Seli, harman savuran bu yabanın dört dişlisi oluyor, Gm’de.

Farisî kökenli “zıpkın”dan muharref sıpkın, Brs’da balıkçı zıpkını olmanın yanı sıra bu aynı ilde “demir çatal, dirgen”dir de. Sümen de “yaba”dır Çkl’de, tebantı’nın Ky’de olduğu gibi.

Yine doğanın sağladığı olanaklardan faydalanılarak kullanılan çöte (şek.91), “orakla biçilen ekinleri toplamakta kullanılan ucu eğri değnek” (Af, Isp, Dz, Brd, Mn, Kü, Kn, Ant), “ekin bağlarının üçü dördü, kök kısmı aşağıya başak kısmı yukarıya getirilerek yapılan yığın”dır (Or). Lostar-losdar da “saman aktarmakta kullanılan beş dizli, büyük tahta yaba”dır, Vn’da. Gasnaf yine “harmanda sapı toplamaya yarayan ağaç” (Kr); hopkaldıran, “8 parmaklı yaba” (Mn); laba, “tınas atmakta kullanılan 5 dişli tahta araç”tır (Nğ).

Tohumu örtmek, toprağı eşitlemek ve sair işlerde, özellikle bahçe tarımında kullanılan bir önemli aygıt da tırmık olmaktadır. Es, Ank, Kn’da bu “demir tırmık”a barana denmektedir. Ancak bu sözcük, bazı varyantlarıyla birlikte “fasulye sırığı ve üzüm çubuklarını dayamaya yarayan çatal ağaç, kazık”ı (Isp, Brd, Dz, Nğ, Kn, İç, Mğ, Ant, Af, Ar) da ifade ediyor. Barana demiri de Kn’da “kuyu kazmak, taş çıkarmak için kullanılan 50-60 cm.lik sapı olan saban demiri biçiminde demir” oluyor. Borana, yine “toprak düzeltmekte kullanılan tırmık”tır, Es’de. Bunun borhana şeklinde bir varyantı, “çeltik tarlalarında öküze koşulan demir dişli bir araç” (Ks, Ank) olarak tanımlanıyor.

Beşmarmak, “beş dişli, tarak biçiminde tarım aleti, tırmık” (Ky) olup beşparmak da “arabaya ekin yüklemekte veya harman savurmakta kullanılan beş parmaklı, uzun saplı araç”tır (Kn).

Tırmık, Isp, Brd, İz, Çkr, Ada, Ant’da dergi-deren adlarını da alıyor. Bunlarda diren-dirgen’le bir ilişki görmek mümkün.

“Yedi, ya da dokuz dişli tırmık” dişlice-dişleme adıyla biliniyor Brs, Ada, Ed’de.

Gelberi-gelbere-geveç, “tırmık” (Af, Ba, To, Gr, Tr, Rz, Ur, Sv, Ant, İç); “ağzı enli çapa” (Isp, Dr, Çr, Tr, Mş, Ant, Mğ, Kıbrıs, Af); “maşa” (Yz); “tarla ve harman döküntülerini toplayan, fındık yığını yapmaya yarayan bir araç” (Gr, Tr, Gaz) ve daha birçok değişik şeyi ifade ediyor.

Yine birbiriyle ilişkisi olmayan manaları haiz keşan-keşen, “tırmık”ı da ifade ediyor, Ks, Sn, Sm’da. Keşanlamak-keşelemek de “tırmıkla tohumu örtmek”tir, aynı yörelerde.

 

* * *

 

Harman dövme

Biçilmiş ekinlerin tanelerini saptan ayırma işine “harman dövmek” denmesi akla bunun, genellikle Batı’da olduğu gibi, birer ucundan birbirine eklenmiş iki değnekten oluşan döveçle yapılmış olmasını hatıra getiriyorsa da biz böyle bir aygıtla (fot. 16’da Yunanistan’da kullanılan işbu Fr. “fléau”, Ing. “flail”, Alm. Dreschflegel, Latince “flagellum” = kamçı görülür) çalışıldığını görmediğimiz gibi bunu doğruca tarif eden tek bir sözcüğe rastladık: elicek: “ekim döğmekte kullanılan dirsekli değnek” (Or); catmak, “harman döğmek”tir (Mğ’da). Ağartma da “çeltik tokmağı”dır (Ank).

Cilha, “samanla taneleri ayırmakta kullanılan değnek” (Af), cılkı da yine aynı yerde “harmanda saman ile taneyi ayırmak için her ikisi arasına uzanan ağaç”tır. Bu birbirine yakın son iki sözcükte, Fot. 16’daki eklemli döveç değil, doğruca bir düz sopa bahis konusudur. Kaldı ki mısır, ayçiçeği taneleri de koçandan bir düz değnekle vurularak ayrılır.

Bu cilha’nın Farisî karşılığı goşt kob olup döven’in kendisi de khirman-kharman kob’dur[2].Bu goşt kob aynı zamanda aşağıdaki tokuç’un da karşılığı oluyor. Kob, “döğmek” manasınadır[3].

“Eğer bu gibi önemsiz işlem ve önlemleri öğrenmeye isteksiz değilseniz sizin için birçok eski düsturları tekrarlayabilirim” diyor Virgilius. “Ve başlıca, harman alanı bir ağır merdaneyle tesviye edilecek, elle yoğrulup vurulacak ve bağlayıcı kille pekiştirilecektir, aksi halde yabani otlar çıkar veya toz halinde ufalanarak yarıklar hâsıl eder ve böylece çeşitli musibet sizi maskara eder. Çoğu kez toprak altında minicik fare evini kurar ve kilerini inşa eder veya kör köstebek odalar kazar, deliklerde kara kurbağa ve topraktan doğan sayısız baş belası bulunur veya buğday kenesi koca tane kümesini tahrip eder veya karınca…”[4]

Theophrastus’un sözünü ettiği “ağır merdane”, Ist ve Çkl’nin yıvgı-yıvgıtaşı-yivi-yivitaşı’dır.

Ekinler genellikle harman yerinin etrafına, Doğu tarafı açık bir halka şeklinde istif edilir ve saplar kırıldıkça bunlardan bir miktar ortaya çekilir.

Çatma, “harmanın çevresine bir seferde yayılan sap”, çatma çekmek de “sapı, harmanın etrafına yaymak”tır, Dz’de. El’da “ekini, döğenlemek üzere harmana dökmek, yaymak”a çeçlemek deniyor.

Kürenk-köpük-kürenpe-kürepe, “harmanda ekin saplarını çekip dağıtmaya yarayan ucu eğri tarım aracı”dır (Dz, Bo, Brs, Çkl), çek-çekberi (Bil, Kn, Ank), çekmel (Dz) gibi. “Harmandaki yığınlar ucu çengelli tartı ile çekilir, ya da dağıtılır, Mğ’da.

Dokurcun-dokurcum, “çeşitli sayılardaki ekin demetlerinden yapılmış yığın” oluyor İz, Ba, Kc, Gaz, Ed, Krk, Tk’da. Tk’da bunun dokuz demetten ibaret olanına da dokuzarlama deniyor. Ekin de harmana egan ile yayılıyor, Gm’de, demetler gem adı verilen uzun buğday sapıyla bağlanıyor (Kc, Sn, Sm). Bunun dışında desteler kem ile, yani “bükülerek ip biçimine getirilmiş ot” ile de bağlanır (Sm, Gm, Ar, Ezm, Ezc, Tk).

Harmanda dövülecek ya da sürülecek sap yığını, tahıl demetleri (ıramas-ırambas- ırampas-ıramus, Af, Isp, Dz, Kü), harman yeri olarak seçilmiş bir düzlüğe yığılır. (Mezkûr sözcükler, kağnı okunu ifade etmeden başka, Brd, Dz, Isp’da “tarlada yığın yapılan biçilmiş ekin” karşılığıdır. Latince ramus,”ince dal, sap” manasındadır.)

Seçilen düzlük yıvgı-yivi… ile iyice silindirlenir, kalan toz ve sair çöpler çalı süpürgesi (çalgı-gevene) (fot. 54’de okla gösterilmiş, şek. 92) veya sıyırgı ile temizlenir. Kofurgalık, “dağlarda yetişen, ilkbaharda sarı çiçek açan ve harman süpürgesi yapılan bir çeşit bitki”dir, Mğ’da.

Yukarda saydığımız çekme-serme aygıtlarıyla alana serilen döşek, yani “döğülmek için harman yerine serilen ekin sapları (Isp, Brd, Dz, Ba, Es, Vn, Sv, Ky, Nğ, Mğ, Krk, Çkr, Krş); daha önce orta yığını (hotare, hotarya, hotayre – Kn, Nğ, Nş) halinde bulunur.

Tanenin saptan ayrılması işlemi, etkin güç itibariyle, üç esas yöntemle icra edilir: insan eli, hayvan ayağı ve yine hayvanla muharrik âletle.

İnsan elinin bunda yardımcısı bir basit sopa-değnekten ibaret: gom (Gaz, Yz), tokuç ve çok sayıda varyantı (genel olarak Anadolu’nun Batı yarısı).

Bu arada goma’nın “deste, demet, bag” (Kr) demek olduğuna dikkati çekelim. Tokuç ve varyantları tahta tokmakla yapılan işlerde kullanılan alete alem olmuş: “kirli giysileri yıkamaya yarayan tahta tokmak”, “et döveceği, tokmağı”…

Yukarda söylediğimiz gibi gom-tokuç, mısır, ayçiçeği tanelerini saplarından ayırmakta ve I.ciltte gördüğümüz seten’in bulunmadığı yerlerde, düz bir kaya üzerinde kadınların elinde bulgur döğer, söylenen türkülere tempo tutarak.

Romalıların hem düz değnek (pertica), hem de mezkûr mafsallı döğeç (fustis)i bu amaç için kullanmış oldukları mukayyettir.

Çığlamak, “kabuğundan ayırmak: cevizi çığladık” (Ay); “mısır tanelerini koçanından ayırmak”tır (Kü).

Komlamak, “kalın sopa ile döverek mısır tanelerini koçanından ayırmak” (Gaz) olup kombelik’in “iki bölük örülmüş saç”ı (Af) ifade etmesi dikkatimizi İngilizce “comb” sözcüğü üzerinde toplamaya sevk ediyor. Gerçekten “kom” telâffuz edilen bu sözcük, ad olarak bildiğimiz, çok yönlü kullanılabilen tarak’ı, başı ve kuşların hotozunu vs. ifade ediyor. Fiil olarak da “bir tarakla ayırmak, çözmek, düzeltmek veya tanzim etmek” manalarına geliyor. Haçlıların bir yadigârı olması melhuz sözcükle mısır tanelerinin koçandan “tarandığı” anlatılıyor.

Aşağıda enine boyuna irdeleyeceğimiz döğen-döven’in, adını bu döğmek-dövmek fiilinden aldığı sanılır: döğen’in icadından önce insanoğlu tahıl tanelerini de saptan “döğerek” ayırmış, birçok teknikte olduğu gibi burada da en ilkel değnek, daha gelişmişi, yani “mafsallı” sopa ve nihayet döğen ile koşut olarak yaşamını sürdürmüştür. Ancak Anadolu’nun Batı yarısında yaygın düğen-dugen-düden-dügen-düyen-düven’in τυκανη’nın bir varyantı olan δουκανη’den geldiği anlaşılıyor (Tietze ve BTL). Nitekim kundıgu, Kaşgar Türkçesinde döğen oluyor (DLT I/491).

Yukarda Virgilius’un, harman yerinin hazırlanması için önerilerini görmüştük. Cato da “bir harman yeri yapmak için: alanın toprağını çevir ve üstüne kalınca amurca (ezilmiş zeytinden yağ akıtıldıktan sonra kalan sulu bakiye) dök ve toprağı iyice ıslatmasını sağla. Sonra kesek-topakları özenle kır, zemini tesviye et ve tokmakla döv; sonra tekrar amurca ile kapla ve kurumaya bırak. Böyle yaptığınız takdirde karıncalar onu bozmayacaklar ve yabani otlar çıkmayacaklardır” diyor[5]. Varro ise bu konuda daha cömertçe bilgi veriyor: “harman yeri az çok yüksekte bir yerde olacak şöyle ki rüzgar, üzerinden esebilsin; boyutu, hasat miktarına göre saptanacaktır. Tercihan yuvarlak olup merkezi hafifçe yüksek olacaktır şöyle ki yağmur yağdığında su durmayıp en kısa yoldan akıp gitsin – bittabi bir dairede en kısa yol merkezden çevreye doğru olanıdır. Sağlam çamurdan yapılıp iyi sıkıştırılacak ve özellikle kilden ise sıcaktan çatlayıp araya tanelerin gitmesi ya da su alıp fare ve karıncalara kapı açması önlenecektir. Bu nedenle de yabani otlar, karıncalar ve köstebekler için bir zehir olan amurca ile kaplanması mutat olmuştur. Bazı çiftçiler zemini taş döşeyerek oluştururlar…”

“Harman yerinde en iri ve en iyi başaklar, en iyi tohumu sağlamak üzere, ayrı konacak ve tane burada döğülecektir. Bu işlem bir öküz boyunduruğu ve bir kızak vasıtasıyla yapılır. Bu sonuncusu ya taş veya demirle pürüzlendirilmiş bir levhadan imal edilip bir öküz boyunduruğu ile çekildiğinde taneyi saptan ayırır ve sürücü üstüne çıkar veya buraya bir büyük ağırlık konur veya bu kızak, alçak tekerler üzerinde dönen bir dişli dingilden oluşur; buna Kartaca arabası denir, sürücü üstünde oturur ve onu çeken öküzleri sürer. Bu tertip İspanya ve sair yerlerde kullanılmaktadır. Başka uluslar arasında harman, burada sığırları dolandırarak ve bunları çevrede üvendireyle sürerek yapılır, taneler, bunların tırnakları tarafından saplarından ayrılır…”[6]

Ve nihayet Columella da şunları öneriyor: “… Böyle bir harman yeri, sert taşla döşenmiş olduğunda en iyisi olur zira tane hızla harmanlanır şöyle ki harman kızakları (döğenler) ve tırnakların tepmesiyle çökmez ve savrulmuş tane daha temiz olur…”[7] Bir başka yerde “harman yeri de, eğer topraktansa, uygun şekilde hazırlanması için önce kazınacak, sonra saman çöpü ve rutubet almamış ve tuzlanmamış zeytin yağı tortusu karışımıyla iyice kazılacak; zira böyle bir işlem taneyi fare ve karıncaların tahribatından korur. Düzlendikten sonra, tokmak ya da bir değirmen taşıyla sıkıştırılacak ve yine saman çöpü serpilecek, çiğnenecek ve bu haliyle güneşte kurumaya terk edilecek. Mamafih bazı kişiler, Batı rüzgârına maruz bir çayır parçasını harman yerine tahsis ederler ve burasını; üzerine fasulye (veya bakla) atarlar şöyle ki sebzeler sığırlar tarafından çiğnenirken bitkiler de bunların tırnakları tarafından yıpranır ve böylece yer çıplak kalır ve tahıl için harman yeri olarak uygun hale gelir”[8].

Area (άλωή) “alan, daha doğru olarak, açık havada, çakıl döşenmiş, sonra kil veya kireç, kaya ile kaplanıp silindirle tesviye edilmiş dairesel ve düz bir yüzey; buğday tanesi burada saptan, üzerinde dolandırılan hayvanlar tarafından ayrılır: Mısır, Yunanistan ve İtalya’da, hattâ bugün bile genel olarak kabul edilmiş ve bir Mısır mezarından alınmış gravürde açıkça belirtilmiş bir buğday döğme şeklidir” diye tarif ediliyor[9].

Günümüzde çatma, “bir arada bağlı on-on iki hayvana dövensiz hayvana dövensiz harman dövdürme” (Af, Isp, Brd, Dz, İz, Ant, Mğ), çatmalamak da “harman üzerinde dövensiz hayvan dolaştırmak”tır (Dz).

Yine holletmek “hayvana tırnağıyla ezdirmek suretiyle mısır harmanı döğmek (Gaz)[10] olup hollamak” ceviz, badem, soğan gibi şeylerin kabuğunu soymak (Isp, Kn); holliklamak da “gelişigüzel savurmak, atmak”tır (Ezm, Ezc).

Bunların Almanca “öküz yürüyüşü” manasına gelen Holländer kelimesiyle ilişkisinde Haçlıların hiç mi dahli yok?

“Bazen dövensiz ve yalnız hayvan ayağı ile harman yapıldığına tesadüf edilmektedir. Bu hallerde çiftçi 2-3 beygiri bir araya koşarak harman yerinde muhtelif istikametlerde koşturur. Beygirlerin ayaklarıyla bastığı yerlerdeki başaklar ezilmekle taneler başaktan ayrılır.”[11] 1959 yılı yazında Korkuteli Elmalı (Ant) arasında dört beş siyah merkebin, burunları bir hizaya gelecek şekilde yan yana bir sırığa bağlanmış olarak harman yerinde koşturularak döndürüldüğünü bizzat görmüş ancak sabahın alaca karanlığı olduğundan fotoğrafını çekememiştik. Eşeklerin hepsinin siyah oluşu dikkatimizi çekmişti. Ky’de Kültepe’ye (Kaniş) yerleşmiş Asurlu ticaret kolonisinin az çok bütün nakliyatı eşek sırtında oluyordu ve bunlar mutat olarak kayıtlarda “siyah eşek” olarak geçiyor. Bunların Şam’dan getirtildiği tahmin ediliyor[12]. Bunda bir uğurluluk inancı bahis konusu mudur?…

Farça gâvanî khirman-kobî, buğdayı çiğneyen öküzlerdir[13].

Halk dilinde gehre, doğruca “bir tarım aracı, döven” (Vn, Ank) oluyor. Oysaki Kürtçe gêre, “öküzlerin harmandaki sapların üzerinde dönmesi, harman dövme işi (bazı yörelerde ‘gêle’ şeklinde söylenir)”; gêrevan, “öküzleri harmandaki sapların üzerinde dolaştıran, harman döven kimse”; gêrekırın, “öküzleri harmandaki buğday ve benzerlerinin sapları üzerinde dolaştırmak, harman dövmek anlamına bileşik fiil. Şimdiki zaman fiili ‘gêre dıke’dir[14]. (Sözlüğün müellifi, XIX. yy.ın sonlarında Bitlis’in Modkan (Mutki) ilçesinde kaymakamlık yaptığı sırada bu sözlüğü hazırlamıştır.)

Mısır tanelerini koçandan ayırmanın bir yolu da siftlemek-siftirmek, yani “birbirine sürterek mısırları koçanından ayırmak”tır (Isp, Mr, Nğ, Ada, Ant, Kn).

Bu vesileyle “koçan”ın, ekin, meyve sapı karşılığı olan κοτσανι’den geçme olduğunu hatırlatalım.

“Dövmek” fiilini hatırlatmadan, doğruca döven’i ifade eden daldız, “marangozların kullandığı, ağaç oymaya yarayan oluklu demir aygıt” (Isp, Brd, Dz, İz, Kü, Bo, Tr, Rz, İç, Mğ, Çkr); petekten bal almak için kullanılan demir kepçe, demir bıçak” (Isp, Dz, Ay, Kn, İç, Ant); “döven” (Yz); “döven taşlarının konulduğu oyuk yerler” (Dz); “döven taşı”dır (Yz). Anlaşıldığı kadarıyla döğenin altına çakmak taşlarını sıkıştırmak için yarıkları açan demir aygıtın adı, bu tarım aletine, bunun taşına da alem olmuş.

Yine Vn’da gam, “döven” oluyor. Bu sözcük, Anadolu’nun Doğu yarısında aynı şeyi ifade eden gem-gemi-gemtahta-gen’in bir başka varyantı olmalı. Gem, anlam genişlemesiyle, Ank’da “harman yeri” oluyor.

Döven’in bir sal manzarası arz etmesi bu sözcük ailesini “gemi”ye bağlar mı?…

Şek.49’da görülen tribulum (τα τριβολα)’un altında çakmak taşı, ya da demir dişler bulunurdu. Varro, döğeni tarif ederken “taş veya demirle pürüzlendirilmiş levha”dan söz etmişti. “Dövenler de çeşit çeşittir. Bunların en çok kullanılan şekli tahminen 60 cm genişliği, 1,90 m uzunluğu ve 10 cm kalınlığında, sapın üzerinde giderken, bir tarafa takılmaması için, ön tarafı biraz yukarıya doğru kıvrılmış bir tahta parçasıdır. Bu tahtaların alt tarafında sapları kolayca kesebilecek bir şekilde çakmak taşları raptedilmiştir. Bazı yerlerde çakmak taşı yerine demir bıçaklar yerleştirilmiştir ki, bunlar da saman ve başakları aynı tarzda keser.”[15]

Biz bu “demir bıçaklar”a tesadüf etmedik ama kasaba pazarlarında çuvallarla çakmak taşının satıldığını çok gördük. Ciddi bir ticaret metaı idi, bu taşlar.

Döğen’in altı, fot. 17’de görüldüğü gibidir. Kendisi de fot. 50 ve şek. 94’de verilmiştir.

Bu araç iki çenet-çent (Ml, Gaz, Mr, Hat, Sv, Ank, Krş, Ky, Nş, Nğ, Kn, Uş, Brd, Gm, Ar, Mğ, Dz, Es, Ur, Ada, İç), yani “birbirine yapışık iki eşit parçadan meydana gelmiş olan cisimlerin bu her bir parçası”ndan oluşur. Bunun ok’u, sabanınkinden farklı adlar alır: arkıt (Isp, Gaz, Kn, İç); dargam, “dövene bağlanan boyunduruğun halkasına geçirilmiş olan ve döveni çekmeye yarayan ağaç” (Tn); zan, “harmanda döğeni boyunduruğa takan, iki ucu çengelli ağaç araç” (Gm).

Cenet’ler duşak’larla (ve varyantları) birbirlerine tutturulur (Brd) (“döşek”ten galat olmalı). Düvençere yine bu çenetleri boyunduruğa bağlayan “döven oku” (Gr) oluyor, düvenselik-düvensalık -düvensele-düvensırıt-düvensil-düvensilik-düvensiz’in (Af, Dz, Mn, Ba, Brs, Kü, Bo, Sn, Sm, Çkl, Kc, Ist, Krk, Or) olduğu gibi, Sürüt de “döveni boyunduruğa bağlayan ok” tur (Çkl, Ks, To, Sv, Ank, Ky, Nş). Döven ok’unun sair adlarından gömeni-gemilti-gemindi-gömdene-göndel (Sm, Or, S, Ml, To); gündem, döveni boyunduruğa bağlayan eğri ağaç (Sv, Or); kamilder (Ml); örke (Nğ) sayılabilir.

Şek. 94’de görüldüğü gibi ok boyunduruğa ya doğrudan doğruya bir kocabaş demiri; bunun ağaçtan olanı (çomaca-Çkr, Ed), zivik’lerle (Mr), veya halkalarla bağlanır. Dalgı da “düveni boyunduruk okuna bağlamak için açılan delik”tir (Gr). Bo’da dövenle ok birbirlerine düvensi tesmiye edilen bir çatal ağaçla bağlanıyormuş. Ok bazen L şeklinde oluyormuş: garavu – Ama. Boyunsırık, “öküzle döven arasında bağlantı kuran çatallı ağaç” imiş Brd’da. Valok ise “döveni çekmeye yarayan pastu- runga’yi dövene bağlayan ip” oluyor Kr’da. Bu sonuncu sözcükler Rusçadan geçme olabilir mi?…

Düven dişi, alta çakılan keskin çakmak taşları (Brd) olup bunlar, açılmış oyuklar, dişevi’lere takılır (Ba, Ml, Kn).

Harman temizliği önemli olduğundan, sürücünün yanında, hayvanlar pisleyecekleri zaman hemen arkalarına tuttuğu boklağı-boklangeç-boksak-bokslak… (Dz, Brd, Af, Isp, Bo, Ank, Ks) diye adlandırılan bir kap bulunur. Bunun Mğ’da adı çolgu’dur. Sürücü, dövenin üstünde genellikle ayakta durduğu gibi bazen oturmak için bir oturak bulundurur ki buna, biraz mizahî olarak, düven eşeği denir, Dz’de.

Harmanı kirletmeyecek olan öküzler ayrıca buradaki saman ve tanelerden de yemeyeceklerdir. Fot.51’de böyle bir ağız bağı görülür. Bu terim “çift sürerken öküzlerin ot yememeleri için ağızlarına takılan ip veya telden örülmüş bağ” (Dz), “güreşlerde devenin ağzını bağlamakta kullanılan ip” (Çkl)i ifade ediyor.

Ağızlık, “çift sürerken hayvanların bir şey yemelerine engel olmak için ağızlarına takılan tel, ip, kendir, sazdan örülen veya çuvaldan yapılan torba” (Dz, Az, Gaz, Nğ); “kuzu ve oğlakların süt emmemeleri için ağızlarına takılan tel kafes” (Yz), “ineklerin kendi kendilerini emmemeleri için ağızlarına takılan tel veya kirpi dikeninden yapılan kafes”tir (Yz). Ar’de “ilkbaharda çift sürerken öküzlerin otlamaması için ağızlarına takılan, ince dallardan örülmüş bir alet”e ahorak-ahurik deniyor.

Burunsak-burunsalık…, aynı işlevi haiz bağa Anadolu’nun Batı yarısında verilen adlardır. Aynı şekilde, burun, hayvan burnu, çenesi, ağzı anlamlarına gelen munzur-muncur’dan (Tr, Rz, Gm, Sm) da munzurluk sözcüğü türemiş bu bağı ifade etmek üzere. Doğu Anadolu’nun ortasındaki Munzur dağları (ve Munzur suyu) bu adları nereden almışlar?…

Yukarda, koşulu hayvanlardan soldakinin daima yükün çoğunu sağındaki omuzdaşına bırakma eğiliminde olduğundan söz etmiştik. Bunu bilen Isp, Brd, Kn, İç köylüleri dıraf etmek’tedirler, yani “döven sürerken öküzlerin yönünü değiştirerek, içteki öküzü dışa, dıştaki öküzü içe getirmek”tedirler.

Biraz yukarda dinlediğimiz Varro, “bu kızak (döven), alçak tekerler üzerinde dönen bir dişli dingilden oluşur…” derken plostellum punicum, yani “Kartaca arabası”nı, bizim carcar-cercer’i, kastediyordu. Buna böyle bir ad vermiş olmaları bunun bu Samî kökenli uygarlıktan Roma İtalyası’na telkin edilmiş olduğunu telmih ediyor.

Kamûs Tercemesi’nde “el-cercer… şol kanlıya denir ki demürden ve ağzı bıçak gibi diş diş tekerlekli olmağla öküze koşup anında harman döğerler harman arabası tabir olunur ve bakla dedikleri sebzeye denir…”[16] tarifinin verilmiş olması, kelimenin Arabî kökenli olduğunda şüphe bırakmıyor. Araplar da Finike-Kartaca’lılar gibi Samî değil mi?…

Antepli (Mütercim) Ahmet Asım Efendi’nin çevirdiği Kamus, XIV-XV. yüzyıl bilginlerinden, Mecdüddin Firuzâbadî’nin telif ettiği ünlü Arapça Kamus-ül Muhittir. Ancak Arap istilâları, Hristiyan Anadolu’nun bu âletle tanışması, yüzyıllar önce vaki olmuş olmalıydı.

Bu döğen tipinin, herhalde yine Arap istilâsıyla, İran’da “Rede” adıyla yerleşmiş bulunduğunu, bu kez Bürhan-ı Kaatı’dan öğreniyoruz: “Rede… sıra ve saf ve tabur manasınadır ki gerek insan ve sair hayvan ve gerek büyut (evler) ve dekâkin (dükkânlar) ve esnan (dişer) ve gayrı eşya sırası olsun ve harman çarhına da denir araba ve kanlı gibi altında demürden masnu ağzı destereli tekerlekleri olur öküzün ya bargirin boyunlarına boyundurukla geçürüp harman üzre döndükçe gılâlin sapları kesilüb daneleri başkaca çıkartır Türkîde “cercer” dirler[17].

Zamanla İran’da da kavramlar birbirine girmiş: “rede: saf, sıra; insan ve eşyaya da şamildir, döğen, buğdayı döğdükleri çakmak taşlı âlet”. “Cercer”den muharref Kavram karışması ülkemizde de, İran’da olduğu gibi, vaki olmuş şöyle ki carcar- cancar-cercer-cırcır, “döven” olmuş Kr, Vn, Gaz, Ur, Kerkük, Mr, Çkl’de. (carcar ayrıca “un ve bulgur çekilen makine” oluvermiş, Mr’da).

“Memleketin bazı mıntıkalarında da bir tahta parçasının altına sivri dişli demir silindirler yerleştirilmiştir ki, çiftçi tahta parçasının üzerinde oturur ve hayvanları oradan idare eder. Fakat bu demir silindir adamakıllı saman yapmaz; saman yalnız ezilir, büyük ve kaba olarak kalır. Eskişehir civarında taştan yapılmış böyle büyük yuvarlak ve dişli döven valslarına (merdane) tesadüf edilir”[18] derken M. Gökgil, bizim Van’da, 1951 yılında rastladığımız (Fot. 52) ve adının cercer-carcar -cencere olduğunu orada öğrendiğimiz döğen tipini kastetmiş oluyor. Bu, Fot. 53’den de görüleceği gibi, bir nevi kızak olup (bkz. şek.50, 139-141) şasi (Gökgöl’ün “tahta parçası” dediği) arasına yerleştirilmiş iki silindir üzerine keser ağzına benzer keskin demirler yerleştirilmiştir. Kızak yürüdüğünde, yere temas eden bu demirler silindirleri de döndürür, böylece sıra ile her iki silindir üzerinde birbirlerine göre şaşırtmaca konmuş demirler, aletin altındaki zeminin bütün alanını kapsayacak şekilde, buğday saplarını kırar.

Van’da, handaki odayı paylaştığımız, oraya yeni atanmış bir tarım öğretmeni, cercer’le döğülen buğday sapı uçlarının fazla keskin olması nedeniyle bunu yiyen hayvanların ağızlarının bazen yara olduğunu söylemişti. Biz o günü bu iddiayı Orta ve Batı Anadolu’nun çakmak taşlı döğen alışkanlığının tahrik ettiği abartma veya yanlış teşhise (öğretmen İzmirliydi) bağlamıştık. Cercer’i görmediğini tahmin ettiğimiz Gökgöl’ün yukarıdaki (nakli?…) ifadesi, bunda, ne tür olduğunu kestiremediğimiz bir gerçek payının varlığını kanıtlıyor. Ama her şeye rağmen bu alet Doğu’da çok kullanılmaktadır.

Cencere’nin, DS’de bulunmamasına karşın onu cercer şekliyle ve “harman kızağı, makara, su çarkı” karşılığında Kürtçede buluyoruz[19]. Yusuf Ziyaeddin Paşa da cercer’i “harman dövmekte kullanılan çırçır. Onu kullanana da cercervan denir” diye kaydediyor[20]. Şu halde bizim Van’da tespit ettiğimiz cencere de yerini koruyor.

Nitekim bir başka Kürtçe sözlük de[21] cercere’yi “döven, harman makinesi” olarak gösteriyor.

Fot.52 ile şek. 95’de, bir harman yerinin genel hali görülür. Ekinler ortaya yığılmış, (hotare) döğüldükçe bu orta yığından çevre alana çekile çekile iş bitiriliyor.

 

“Üstü tahta, altı taş – sekiz ayak, İki baş-ha dolaş ha dolaş”: döğen[22].

Kaşgarlı bize harman tekniğinden söz ederken bazı tarifler veriyor: “mama: harman döğerken ortada bulunan öküz. Öbür öküzler bunun etrafında dönerler” (III/235); “op: harman döğmek için koşulan öküzlerin ortasında bulunan öküz. Arguca” (1/34).

Biz bu “ortada, ortası” sözcüğüne pek anlam veremedik. Bu öküz, hotare’siz bir sistemde onun yerini mi alıyordu? Yoksa dönüş yönüne göre içte bulunan öküz müdür?…

Hotare tamamen yayılıp döven-cercer işini bitirdikten sonra alanda karışık halde tane, cecüm-cecün (“harmanda aktarılacak hale gelmiş hububat sapı” – Rz), cegen-ceğan-ceğen-ceyen (“dövende ezilmeyen çavdar, buğday sapı-Ezm, Ar); kes-kesbik-keslik-kesmig-key (“iri saman”- Af, Isp, Brd, Dz, İz, Ba, Kü, Es, Ks, Çr, Sn, Ama, To, Gm, Tn, Ezc, Ezm, El, Ml, Sv, Ky, Nğ, İç, Ant) çığ (“harmandaki taneli hububat”-Gm) kalır. Ezm’da kullanılan bu key’in, aynı şeyi ifade eden İngilizce “hay” (“hey” okunur) ile yakınlığı dikkatimizi çekti.

Sıra gelir bunları ayırmaya. Bunun için önce bunlar çekdirik (“harmanda saman toplamak için kullanılan tahta sürgü” – Dz, Brs), hel (“harman sıyırgısı” – Or), kapu (“harmanda tahıl toplamaya yarayan, hayvanla çekilen kapı büyüklüğünde bir araç, sıyırgı” -Çkl), gabdo (“harman toplamaya yarayan, öküze koşularak kullanılan bir çeşit tahta tarım aracı”- Kr) ile bir araya toplanır.

Bu yığın bada (“savrulmak üzere yığılmış ekin, tınaz” -Ant), höbet (“savrulmak için hazırlanmış buğday yığını”-Ky. Bu terim, kendisi dahi öbek’ten galat höbek, yani “yığın, öbek”ten muharref olmalı) tınar-tınas-tınır-tınıs (“harman dövüldükten sonra savrulmak için yapılan yığın” – Zn, Ks, Sn, Sm, Ada) gibi adlar alır.

Bundan sonra da taneyi samandan ayırmak için “savurma” işlemine (fot. 54 ve 55) geçilir. Buna çeş çıkarma, yani “harman savurmak” (Af) denir. “Sawurdı: er tarığ sawurdı= adam ekin savurdu’. Harman yerinde rüzgârda savrularak temizlenen her şey için de böyle denir” diyor Mahmud (DLT, II/82)

Yabayla havaya fırlatılan karışımı rüzgâr, ağırlık farkı dolayısıyla, tane ve saman yığınları halinde ayırır. Bazen, bunların arasında kaçınılmaz olan karışmaları bir ölçüde önlemek için araya bir ağ gerilir ve bunu taşıyan uzun değneğe çığ adı verilir, Brd’da.

 

Böylece ayrılmış tahıl yığınına Ks’da çeğil denirse de bunun her tarafta yaygın adı çeç ve varyantları cec-ceç-cej-ceş-cez-çec…dir. Bu çeç ailesi aynı zamanda “kabuğu çıkarılmış fındık, ceviz ve mısır”ı (Or, Gr, Tr, Mr, Ank, Mğ, Uş) da ifade ediyor, sair manalarının yanı sıra. c-t değişimiyle tec-teç de “harmanda samandan ayrılmış arpa ya da buğday- tahıl- yığını” (Ks, Ar, Ezm, Ezc, Ağ, Nğ, Ada, Çr, Gm, Kr, Mğ) oluyor.

”Enbis = saman çöpü, temizlenmiş zahire harmanı = câc = câş; Türkçesi çeç’tir” (GG).

Fot. 54’de tınas’ın sağında hazır bekleyen kalbur (şek. 96), savurma işi bittikten sonra, çeç’i, içine karışmış olan taş, toprak ve sair istenmeyen maddelerden ayırmak için hemen el atılan araç olmaktadır. Bunun çok sayıda isim almış olması, bu işler içindeki öneminin delilidir. Görelim bunları.

Şek. 96.- Kalbur (H. Z. Koşay’dan)

Abara, “toprak, kum ve saman elemeye yarayan iri delikli kalbur” (Gaz, Hat), “buğdayla karışık saman” (Gaz); arpa güzeli, “arpayı samandan ayıran kalbur” (Hat); buğda güzeli, “seyrek kalbur” (Hat); çeltek, “deriden yapılan kalbur” (Kn); çilingir, “iri gözlü kalbur” (Zn, Ks, Sv, Yz, Ky); Çinedir-cinar-çimeder-çinağar- çinar-çine-çineder-çineğir-çiner-çineter, “iri gözlü kalbur” (Nş, Nğ, Kn, Ank, Krş, Çkl, Kıbrıs, Ky, İç); elemen-eliman, “elek” (Af, Çr); folus-foloz-foluz, “seyrek kalbur” (Af, Isp, Brd, Dz, Ay, Kn, Mğ); gerbil, “kalbur” (Hat); gön, “harmanda kullanılan büyük kalbur” (Çkl-acaba bu da mı deriden?…); gözer-gozal-gozel-gozer-gözal-gözar-gözel-gözenek-gözerek, “buğday, toprak vb. şeyler elenen iri gözlü büyük kalbur.” (Anadolu’nun Batı yarısı); közer, “dövülmüş buğday ve saman elemeye yarayan iri gözlü kalbur” (Ba, Sv), “iyice dövülerek kabuğundan ayrılmamış buğday başakları, harman altı” (Vn, Bt); holuz-habız-halus-holaz -holas-holus-huluz, “iri gözlü kalbur” (Isp, Brd, Dz, Ay, Ant, Mğ, Af, Nş, Kn, Ant); horot, “büyük delikli kalbur” (Isp); ilistir-ikistir-iliştir, “süzgeç, kevgir” (Isp, Dz, İz, Mn, Kü, Bil, Bo, Çkr, Çr, Sn, Sm, Ama, To, Or, Gr, Tr, Ar, El, Ml, Sv, Yz, Ank, Ky, Nğ, Kn, İç, Ant, Ed, Es, Brd, Brs, Ezm, Ezc, Krş). Bunun kökeni “kalbur süzgeç” manasına gelen ύλιστήρ’dir (Tietze). Devam edelim.

Kermah, “bir çeşit kalbur” (Vn) (Farisî germe bîz= sık gözlü kalbur ve elek)[23]; kelmak-kelmuh, “iri delikli büyük kalbur” (Gm, Ezc, Ba); sarat-saraç-sarad-şadara-şadra, “büyük delikli kalbur” (Ezc, Vn, Bt, Dy, Tn, El, Ml, Ur, Gaz, Mr, Hat, Sv, Ank, İç, Md, Tk, Kr, Ezm, Ar, Kr, Ky).

Bazı kalburlar, yarım daire şeklinde kasnaklı ve önü açık olur, buradan tınas’a daldırılır ve savurmaksızın tane ile sairlerini ayırır. Aslında bütün bu “iri gözlü” kalburlar, küçük harmanlarda, doğruca savurmanın yerini tutarlar.

Samandan ayrılan taneler, rüzgârın daha uzağa sürüklediği saman yığınından ayrı olarak oluşturdukları çeç, “çeç görmek”, yani hâsıl olan miktarı ölçerek, ortaklar arasında paylaşılır.

Sadece kalburla ayrılan tane-samanda, “kolay çalkalayabilmek için kalburun altına konulan destek”e (Bo), biraz alaylı salacak bir ad verilmiş: kadı…

Bu arada Kaşgarlı, “saman”ın Çiğilce olduğunu belirtiyor (DLT, I/45). Ayrıca da bir arıtası, yani “arıtacak” kavramını, gramer kaidelerini izah ederken zikrediyor: “zaman, mekân ve âlet isimlerinin aralarındaki fark şudur”:

“Zaman ismi yapmak istenilirse sonuna ‘ödh’ yahut ‘ogur’ kelimeleri getirilir: ‘tarığ arıtgu’ ‘ogur’ gibi ki, ‘buğday temizleyecek vakit’ demektir”.

“Mekân ismi yapılmak istenirse sonuna ‘yer-yir’ kelimesi getirilir: ‘arıtgu yer’ gibi ki, ‘arıtacak yer’ demektir.”

Âlet ismi yapılmak istendiği zaman sonuna ‘neng’ getirilir: tarığ arıtgu nenğ’ denir ki ‘buğday arıtacak nesne’ demektir”.

“Oğuzlar, bu isimlerin hepsinde ‘gayn’ veya ‘kef’ yerine ‘elif’, ‘vav’ yerine ‘sin’ getirirler ve şöyle söylerler,”:

“…‘tarığ arıtası ogur, tarığ arıtası yer, tarığ arıtası nenğ’…” (II/321-322).

Bahsi kapatmadan önce, çelteğin saptan ayrılması için bir çatallı ağacın kullanıldığını, bunun Ank’da taya tesmiye edildiğini zikredelim.

 

*    *    *

 

Buraya kadar olan işlemlerde bir taşıma keyfiyeti hep devreye giriyor: ekinin biçildiği tarladan mahsulün harman yerine, savrulmuş ve ayrılmış değişik kısımların değirmene, ambara… nakli. Bunun için kağnı[24] başta olmak üzere değişik nakil araçlarında, taşınacak malzemenin cinsine göre, çeşitli önlemler alınır. Bu arada dokunmuş “kap”lar da devreye girer ki hararlar, yani yün ya da kıldan örülmüş büyük, bazen bağlı süslü (fot. 56) çuvallar, bunlardandır[25]. Arabî kökenli olan “harar” Tr ve Gr’da yine harar-harel şekliyle, bu kez “büyük sepet ya da küfe”yi ifade ediyor. Fakat “harar”dan muharref haral-hapan-hara-haran-harat-harer-herel-herer, “kıldan ya da ketenden yapılmış büyük çuval”ı ifade ediyor (Isp, Brd, İz, Çkl, Es, Bo, Zn, Ks, Ama, To, Gr, Ar, Kr, Vn, Ml, Gaz, Mr, Sv, Yz, Ank-Rumeli göçmenleri-.Ky, Ada, Dz, Ay, Ba, Ezm, Gm).

Angıç-ankıç-ankış, “harman zamanı, fazla sap yüklemek için öküz ve at arabalarının iki tarafın konan tahta parmaklıklı kanat” (Uş, İz, Ba, Çkl, Brs, İst, Sv, Ank, Kn, Ed, Krk, Tk); apkın-abhun, “gübre taşınacağı zaman arabaların yanlarına konan geniş tahta (Ada) (Bu iki sözcüğün yaygın olarak doğruca “gübre” karşılığında kullanıldığını görmüştük); cağ-ca-cağa-çağ-cakak, “kağnının yan taraflarına, yükün düşmemesi için konulan ağaçlar” (Çr, Sm, Ama, To, Gm, Ezc, Ezm, Sv, Ky, El, Yz, Rz, Nş, İç, Or, Gr), “ekin taşımaya yarayan kızakların altına konulan çatal ağaçlar” (Or, Sm); çatana, “saman taşımak için arabaya yapılan parmaklık” (Nğ); çatıtma, “buğday sapı yüklenecek kağnıda boyunduruğun yanlarına konan bir metre boyunda iki ağaç” (Ky); delice-delce-delece-dilice, “kağnılarda ot ve samanın dökülmemesi için, kağnının yan tarafına konulan birbirine çatılmış iki uzun sırık” (Af, Kü, Es, Dz); geri-gori, “saman vb. şeyleri taşımak için kağnı arabalarına gerilen hasır, çul” (Af, Uş, Isp, Brd, Dz, Kü, Es, Nş, Kn, Ky); keri, “saman taşımak için kağnıya gerilen kilim, harar” (Mr, Kn); öğcek, “sap arabasının ekin taşınırken ön tarafına dikine konulan ağaç” (Ezc, Sv). Fot. 57’de bu geri-keri görülür.

Şimdi de yine gübre, saman vb. şeyleri taşımaya yarayan sepetlerden birkaç tanesini sayalım: cebere, “saman, gübre taşımak için koltuk altında veya sırtta taşınan küçük sepet” (Kr); çar, “saman sepeti” (Ar); çatran, “gübre çekmeye yarayan, çubuklardan örülmüş derin sepet” (Ar).

Çuvallara gelince: bardan, “saman taşımak için kıldan yapılan büyük çuval, teliz” (Gm, Kr, Ezm); haşa, “büyük çuval” (Çr, Tr, Gaz, Mr„ Sv, Ky, Nğ, Kn, Ada, Kıbrıs); haşal, “yün çuval” (Kr); kelete, “çuval” (Af, Es, Sv, Mr, Yz, Ank, Nş, Nğ, Kn): καλάθα, “büyük sepet” karşılığındadır.

Meşik-meşük, “ekin çuvalı” (İz, Gr, Ar, Ezm, Kr); pahni, “kulplu, kulpsuz sepet” (Brs): παχνί,”yemlik”tir.

Seklem-sehlem-seklâm, “kıldan, yünden dokunmuş çuval” (Af, Isp, Brd, Brs, Kü, Ks, Çkr, Çr, Sm, Ama, To, Or, Ezm, Ezc, Mr, Sv, Yz, Ank, Krş, Ky, Nş, İç, Çkl, Kr, Gm), “dolu çuval (aynı yerler): σίκλα, “kova”dır.

Tahıl ve sair yiyecek maddelerin muhafazası konusunu, I. ciltte etraflıca irdelemiş olduğumuzdan burada sadece samanın korunmasını zikredeceğiz.

Bu koruma şekli, gözlemlerimize göre, iki prensibe göre yapılmaktadır. Bunlardan ilki, özellikle Orta ve Doğu Anadolu’da uygulanıp samandan büyük kitleler meydana getirmek suretiyle rüzgâra mukavemeti sağlama esasına dayanır. Fot. 58 ve 59’da bu saman piramitleri görülür. Özellik Muş ovasında köylerin çoğunun yeraltında olması itibariyle bunların varlığı uzaktan bu piramitlerden saptanır (bir de tüten bacalardan)[26].

Birçok yerde de, örneğin Nğ ve Ezc yörelerinde, bu piramitlerden daha küçükleri, toprak damlı evlerin dam köşelerine oturtulur.

Fot. 60 ise, genellikle Batı Anadolu’da revaçta olan, yere kakılmış bir kazık etrafında oluşturulmuş saman konisini irae eder. Bunun, şek. 65’de Rich’ten aktarılmış ve Antonine sütunundan alınmış gravürle ayniyeti çarpıcı olmaktadır. Columella’nın yazdıkları (II.18.2) günümüzde yaşıyor…

Tarlalara konulan bostan korkulukları, kuşları korkutur, bu nedenle de korkucak-kork-korkudak-korkuldak adlarını alırlar, Bo, Ezm, Mğ’de. Bunun bir başka adı da hoyok (Yz, Krş) – hoyuk (İz, Bil, Es, Çr, Gaz, Mr, Hat, Sv, Krş, Nş, Kn, Ada, İç, Mğ) tur. Ürünleri kuşlardan olduğu kadar sair hayvanlardan da koruyan, rüzgâr etkisiyle dönerken ya da bir tenekeye vurarak ses çıkaran çark veya değnekler vardır ki bunlara sırasıyla çakırdak-çakırdaka (Tn) ve çalçıko (Rz) denir. Her iki sözcük de, anlam genişlemesiyle, insanların davranışlarıyla ilgili olanlara yol açmış: çakırdamak, “kahkaha ile gülmek” (fazla makbul sayılmaz Anadolu’da) (Tr), çalçubuk, “kendini bilmez, terbiyesiz” (Ks). Bir de takatuka var ki bu da “karga, tilki, tavşan vs.nin tarlaya girmemesi için direk üzerine yapılan sesli fırıldak” (Gr) olup bunun Or’daki adı takılcak’tır. Cahcahana (Ar) ise, “mısır tarlalarını domuzdan korumak için kullanılan ve gürültü yapan bir aygıt’tır.

 

*    *   *

Buraya kadar söylediklerimizi toparlamak amacıyla bir somut örneği özetleyeceğiz. Örnek, Nuri Taner’in Ağrı bölgesinde yaptığı derlemelerden alınmıştır.

Gün doğmadan önce kalkıp tarlaya gidecek kişi önce ahıra gider, hayvanların alaf’ını (yem, saman, ot) verir. Merek (samanlık) genellikle ahıra bitişiktir. Saman dağıtma işine önce tarlaya götürülecek hayvanlardan başlanarak bunların nusrani’lerine saman konur. Yardımcı hizmetkâr sakavel’le (harman yerini, ahırı süpürmek için iri çubuklardan yapılmış, 70-80 cm uzunluğunda süpürge) hayvanların altındaki mayıs’ları (gübre) temizler ve bunları kerik/mazgal’da (ahırın ortasında boydan boya, 60-80 cm eninde dışkı ve pisliklerin toplandığı kanal) biriktirir.

Tarlaya gitmek üzere her şey hazırlandığında önce “Bismillah! Tanrım, sen hırtlığın, hayınlığın zararından, ziyanından bizi koru. Tarlaya, tohuma bin bereket ver. Torpağa kuvvet, kudret ver. Torpağı, tohumu bize karşı utandırma. Kök verdir, torpağa tuttur!” denir.

Güneş doğduğunda tarlanın başına gelinir. Tarla sahibi dua eder, eğilip üç kez toprağı öper.

Tarlaya gelindiğinde ilk iş olarak tarlanın topçin’lere ayrılması gerekir. Arabayı açtığı yerden (yönden) karşı tarafa doğru tarla sahibi yedi adım sayar, orayı işaretler. İşaret olarak da tarla içindeki kersek’lerden (iri toprak parçası) yararlanır. Sekiz on kersek’i üst üste koyarak ilk işaretini yapar ve ilk topçin’i ayırır. Böylece tarlayı enine doğru yedi bölüme ayırarak yedi topçin yapar.

Bu kez sıra tohum ekmeye gelir. Tarla sahibi sağ avucuna bir avuç tohum alıp serper: “Allah bin bereket versin. Bu çobanların, bu kuşların, bu kartalların, bu her türlü şeyin, inin-cinin, perinin rızık, payı…” deyip önce yedi avuç tohum serper. Bu işlem yapılırken yiyen her türlü hayvana yolcuya, insana “helâl olsun” demek ihmal edilmez şöyle ki belki yerler, belki kavururlar (tohumdan ilk yedi avuç, bu sayılanlar için ekilir. Böylece çeşitli güçlerin hakkı verilmiş olup bunların kötülüklerinden sakınılmış olunacağına inanılır. Ekinler biçilmeye yakın çocuklar, yolcular tarafından tarladan bir kucak yolunur, kuru otlar yardımıyla tutuşturulur. Böylece başakların içindeki buğdaylar kavrulur. Bunlar avuç içinde kabuklardan ayrılır. Çıkan buğdaylar cebe konup yenir. Ekinin tam olgunlaşmadığı bir dönemde yapıldığı için tanenin tadı çok güzel olur).

Tohum ekecek kişinin durulanmış “abdestli” olması gerekir. Pis (cenabet olma durumu) olarak tohum atan kişinin tarlasının bitmeyeceğine, yeşerse bile baş vermeyeceğine inanılır.

Abdestli kişinin tohumu mutlaka tutar. Kök salar. Hamuru iyi olur, ekmeği iyi açılır. Küt gitmez (tandıra ekmek vurulduğunda tandırın duvarını tutmaz ve dibe yığılır, küllerin üzerinde yanarak pişer. Buna “küt gitme” denir).

Tohum ekildikten sonra, belirlenen topçinlerden çıkılır. Arabanın yanına gelinir. Orada yemlerini yiyen öküzler alınıp boyunduruğa bağlanır. Korzevel demiri (çiftin boyunduruğa tutturulmasını sağlayan deliğe takılan demir) takılır.

Çiftin ucu toprağa gömülmeye ve onu ot kökleriyle birlikte sökmeye başlar. Topçinin başına gelindiğinde tekrardan dönüp öküzün biri önceden açılan herkin çukurunda yürürken öbürü de sürülmemiş yerde yürür. Böylece çift de önüne gelen öbür yeri sökmeye başlar.

Eskiden tarla sürülmeden önce bunun ortasında çalı çırpı toplayıp yakarlarmış. Çalılar yanarken de havaya yükselen dumanlara bakıp “bu bulutlar şimde senin olsun. Ekinim çıktığında tekrar yağmurla geri ver Tanrı’m…” denirmiş.

Zaman geçip tohumun ilk baş verdiğini gören tarla sahibi elini göğe kaldırıp “çok şükür Tanrım. Çoluğ çocuğumun rızkını boşa çıkarmadın. Nimeteen çok şükür. Nazardan gözden sağlasın. Her türlü kötü bağıştan (bakıştan), nefisten (nefesten) muhafaza edesin” der. Daha sonra tarlanın yolu veya gidilip gelinilen en işlek tarafına bir mal (büyük baş hayvan) kafası veya eşek kafası diker, tarlayı kötülüklerden korumak üzere[27].

Ekine yörede su verme-suvarma gün dönümü’nde (22 Haziran) başlar. Daha önce olursa, “tarlaya su değer”, ekilen tohumlar ya çürür ya da kısa ve cılız kalır şöyle ki “gün dönümünden önce tarlalara cinler çocuklarıyla birlikte yerleşir, orada yaşarlar. Cinlerin mahalleleri, evleri, köyleri hep tarlaların içidir. Gün dönümünden önce tarlaların içi cinlerle kaynaşır durur. Gün dönümünden sonra cinler buradan göçer, başka yerlere giderler. Gün dönümünden önce tarlasına su veren kişi cinlerin evlerini, mahallelerini suya vermiş, sele tutmuş olur. Binlerce cinin ölmesine neden olur. Onlar da kaçıp giderlerken tarlayı yıkıp tohumları mahveder, öyle giderler. Artık o tarlada ekin bitmez, verim olmaz.”

Yörede yine yaygın bir inanç da şöyle: “gün dönümünden önce bir (iyiliksever) peri tarlaların içinde tahılın köklerini toprağa iyice bağlar. Sulandığı zaman hem iyi su emer, hem de toprağı iyi tutar. Gün dönümünden sonra tarlanın içinde hep bu periler kalır, onlar tarlaya yerleşirler. Zamansız sulanırsa (gündüzleri) perinin eli, ayağı çamura bulanır, iyice bağlayamaz, ekin de kök tutmaz, çürür.”

Tarlanın gece daha iyi sulandığına inanılır: “Toprak insanın tersine gece uyanır, gündüz uyur. Geceleri tarla sulandığında toprak da suyu duyar, daha iyi emer… Gece ay ışığında daha güzel ve iyi sulanır”.

Sulanan tarlaların bereketli olması için sulara birçok büyülü ve muskalı sular katılır: “İlk su tarlaya girdiği an önceden hazırlanan ve bir hocaya okutulan bereket dualı muska alınıp suya atılır. Muska suda akarak tarlanın tam orta yerine geldiğinde alınıp yumuşamış hali ile tarlaya sıkılır. Bu sıkma işlemi muska parçalanıncaya kadar devam eder. Böylece tarlaya ilk su girdiğinde, yumuşamış olan bereket dualı muskanın suyu da akıtılmış olur”.

“Çok iyi verim vermiş olan tarlaların saklanan sap ve başakları alınıp ufalanır, saman haline getirilir. Tarlaya giren ilk suya katılır. Böylece tarla, örnekleri alınan tarla gibi verim verir.”

“Zengin bir evin tandır külü ilk su tarlaya girdiğinde suya katılır…”

Tarlanın bereketli olması için önceden denenmiş veya uğuruna inanılmış suları tarlanın suyuna katma geleneği de vardır: “Uğuruna inanılmış ufak dere veya gölün suları bir tasa alınıp ay ışığında bekletilir. Ay ışığında bekleyen su ertesi günü okutulur. Tarla sulanmadan önce tarlanın suyuna katılır”.

Yukarda, nazar değmesine karşı tarla kenarına mal kellesi (bukranion) ile eşek kellesi’nin dikildiğini görmüştük. Bu sonuncusu ile it kellesi, “Pis hayvan kellesi” olarak anılıyor ki bu, eti yenilmeyen hayvan kellesi oluyor. “Tarlasına pis kelle dikleden (diken) istirki (ister ki) buna bakan kişi kelleyi görsün. Görsün kü o da öleceğini annasın, hatırlasın. İçindeki ‘pis nefis’i unutsun. O zaman tarlaya bakınca nazarı unutur…”

Bunun dışında “kurban kesme işlemi daha çok başakların çok uzadığı ve birbirine girdiği zaman yapılır. Bu zamana Ocak Bağlama zamanı denir”.

“Ekin Ocak Bağladığı (bir metreden fazla yükseldiği zaman başaklar tarlanın belli yerlerinde kümelenmiş, kafa kafaya vermiş bir hal alır. Bu halin birkaç yerde vaki olmasına Ocak Bağlama adı verilir) zaman o tarlanın içinde Hızır Aleyhisselâm’ın atının otladığına inanılır. Hızır’ın atı kimin tarlasında otlarsa o tarla Ocak Bağlar. Eğer bu Ocak Bağlama tarlanın üç yerinde ise tam olarak buna inanılır. Hızır’ın atı mutlaka tarlaya girmiştir. Ocak bağlama tarlanın bir veya iki yerinde ise Hızır’ın atı uğramış, geçmiştir. Geçmesi bile o tarlaya bereketinden, yelinden bir şeyler bırakmış olduğuna inanılır.”

Bunun karşılığında da Hızır’a kurban kesilir. Bu yapılmazsa Hızır’ın bereketi kaybolur, tarla Puç olur (çürür), verim vermez. Başaklar dökülür…

Ekinin zarar görmemesi için de muskalar yazdırılır, ayetler okunur. Ayrıca “tarlanın yedi köşesine yedi küçük kuyu kazılır. Tanrı’nın adı yedi defa yazılarak her kuyunun içine konup üzerine yedi defa toprak atılır”.

Tırpancıların tırpanlarını sallayarak ekini biçtikleri açıklığa hon denir. Bunlar birbirlerine bir hon arayla dizilirler. Bunların ünü, çektikleri hon’la ölçülür. En geniş hon’da çalışan tırpancı ovada aranır.

Tırpancıların da ardında ekinin kesilip yığılan saplarını tırmıkçılar toplar, bir araya getirirler. Tırpancının çıkış yönünde uzanarak biçilen ekin tarla boyunca toplanır. Bu işleme las adı verilir.

Tırmıkçıların hemen ardından dirgenciler gelir, bunlar tırmıkçıların las haline getirdikleri sapları toplayarak lus’larda (las’ların da üst üste getirilip büyük yığın teşkili) biriktirirler[28].

Harmanın döğüldüğünü anlamak için bir miktar ekin harmanın altından ve üstünden dirgenle ayrı ayrı alınıp havaya savrulur. Den’lerin (başaktaki kabuğundan ayrılması istenen tahıl taneleri) samandan ayrıldığı görülürse, harmanın kaldırılmasına karar verilir. Ama daha önce harmanın altının da çevrilip iyice döğülmesi sağlanır. Harmanı çevirme işlemi birkaç aşamada yapılır:                                                                                         

Birinci çevirme, ekinin sap olarak harman yerine dökülüp harmanlanması ve aşan (harman yerindeki sapların alt üst edilme işlemi) yapılmasıyla başlar. Bunda çevirme aracı olarak dirgen kullanılır.

İkinci çevirme, sapın ve başağın biraz daha döğüldüğü dönemde yapılır. Bu aşamada sap, saman haline gelmiştir. Çevirme işleminde meleb (çevirme ve savurmada kullanılan beş parmaklı tahta araç) – yaba kullanılır.

Üçüncü çevirme, harmanın üst kesiminin artık kesin olarak döğüldüğü dönemde uygulanır. Harman bu kez de alt üst edilir. Biraz döğüldükten sonra harman tığ’a (tane ve samanın ayrışması için rüzgârda savurmak üzere toplanan döğülmüş buğday ya da arpa yığını) hazırlanır. Bu aşamada çevirme aracı ber’dir (tahta kürek).

 

Harmanın kıvamında olup olmadığını anlamak için evdeki en deneyimli kişi harman başına gelip bir avuç alır, sağ elini yüksekten tutup sol eline boşaltır. Den’ler ve samanlar sol ele inerken o kişi hafiften de üfler. Saman uçuşup den avuçlarında kalırsa ve kabuklu değilse zamanın geldiğine karar verilir.

Harmanı toplamak için bir karap (eni 0,40-0,50 m, boyu 2,5-3,0 m, en az 5 cm kalınlığında tahtanın iki ucuna ipler bağlanarak yapılan düzen. İpler bağlandıktan sonra boyunduruğa geçirilir. Bir boyun (duruk) hayvan tarafından çekilerek kullanılır) hazırlanır. Karap, kalın ve geniş bir kop (kağnı arabasının arka ve ön tarafındaki tahtalar)dan oluşur.

Hazırlanan karap harmanın bir ucuna getirilir. Kop dikeltilir, enine bırakılır. Karap’ın ucuna ağırlık olsun diye çocuklar ve büyükler oturur.

Hayvanlar karap’ı çekince döğülmüş harmanın, sapı samanı ortaya doğru toplanır. Böylece yaklaşık 13-15 m çapında harman ortaya çekilmiş, toğ’lamaya (savurulmaya) hazır hale gelmiştir.

Artık sıra rüzgârın yönünde tığ’ı kurmaya gelmiştir. Bu iş bilgelik ister şöyle ki mevsime ve güne göre rüzgâr yönünün bilinmesini gerektirir.

Yörede Ağustos ayı içinde yazlık (ilkbaharda ekilen ve güzde biçilen ekin) ve Eylül’de de kışlık (güzde ekilip kış boyu kar altında kalan, yazın Temmuz ya da Ağustos’ta biçilen ekin) ekinlerin harmanı yapılır.

Harmanın altı, kadınlar tarafından sakavel’lerle[29] (ağıl, bahçe ve harman süpürme işinde kullanılan, çalıdan yapılmış iri süpürge) süpürülür.

Mezkûr aylarda Ağrı bölgesinde Doğu’dan esen rüzgâra Acem yeli denir ki tıg’lar en iyi bu yelle savrulur. Güçlü bir yeldir. Dağ yeli ise daha zayıftır. Harmanın savrulması buna bırakılmaz. Kuzeydoğu’dan, dağdan ovaya doğru eser, akşam üstleri hızlanır[30].

Tığ yığıldıktan sonra birkaç yapraklı ağaç dalı tığ’ın bir metre kadar ilerisine ve tığ’a paralel olarak belli aralıklarla dikilir. Bununla savurma işlemi sırasında den ile samanın ayrıldığı yerin karışmaması amaçlanır. Rüzgârın estiği bu yapraklı dalların sallanmasıyla belli olur. Rüzgârın estiğini gören kişi eline dirgen’ini alıp “Ya Allah!” der. Sonra tığ’ın üstüne çıkar. Ardından tığ’dan bir avuç alıp rüzgârda savurur: “Ya Rabbi, her türlü böceğin, kuşun, hayvanın, insanın nefsini buğdamdan uzağ tut. Onların nefsini buğdamda bırağma. Kem gözden, nazardan sakındır” deyip bunu üç kez yineler.

Savrulmuş buğdayda çok sayıda yabancı madde bulunur: taşlar, çöpler, iri samanlar. Bunları ayırmak için birkaç çeşit elek kullanılır.

Karmağ (taş gözer) en iri elek olup taş ve çöpler bununla ayıklanır. Bundan daha küçük delikli olan serat, karmağ-taş gözer’in tutamadığı yabani maddeleri ayırır. Halbur-kalbur-bejing[31] ise en sık deliklisi olup öbür ikisinden kaçan maddeleri tutar.

Bu üç eleği kullanan kadınlar yan yana otururlar. En başta, savrulan buğdaya yakın karmağcı, onun yanında seratcı, onun yanında da kalburcu oturur. Elediklerini önlerine yığarlar. Karmağcı’nın önündeki seratcı, bunun önündekini de kalburcu alıp eler[32].

Böylece de Ağrı yöresinde, tohum atmadan tahılı öğütülmeye hazır hale getirmeye kadarki süreç, Nuri Taner’den naklen, özetlenmiş oldu. Bunda bir takım inanmalar, bunlara bağlı olarak ritüeller özellikle dikkatimizi çekiyor. Ezcümle:

Tohum ekme sırasında ilk yedi avuç’un “çobanların, kuşların, … inin cinin, perinin rızkı, payı” olarak atılması. Çeşitli somut ve de soyut unsurlara pay ayrılması geleneğinin (bu geleneğin pragmatik yanını bir kenara bırakıyoruz) çok eskilere dayandığını bundan önceki çalışmalarımızda görmüştük. Keza yedi rakamı üzerinde de uzunca durmuştuk. Aynı şekilde tarlalara, ağaçlara (zeytin vs.) nazarlık olarak hayvan kafatasları dikilmesi-asılması geleneğini de ayrıntılarıyla irdelemiş, çok sayıda fotoğraf da sergilemiştik[33].

Ağrı yöresi için yukarda söylediklerimiz, çok yeni tarihlerin uygulamalarıdır. Gerçi zaman içinde çok şey değişmiştir ama eskiden kağnı üzerinde asılı muska ya da mavi boncuk, günümüzde traktör üzerinde göze çarpmaya devam ediyor…

 

[1] A. Tietze.- Griechische Lehnwörter, s. 217.

[2] İbrahim Olgun ve Cemşid Drahşan.- Ferhang-i Türkî be Parsî, Türkçe-Farsça sözlük, İran 1350

[3] F. Steingass.- A Persian – English dictionary, London 1977

[4] Virgil.- Georgics I/176

[5] Cato.- De Re Rustica XCI. 1

[6]  Varro.- De Re Rustica I. LI. 1-2, LII. 1-2

[7]  Columella.- De Re Rustica I. VI. 23

[8]  ibd. II. XIX. I

[9]  Rich. s. 52

[10]  H. Z. Koşay.- op. cit. Lûgatçe, s. 33

[11]  Mirza Gökgöl.- op cit., s. 255-6

[12]  Paul Garelli.- Les Assyriens en Cappadoce. Paris 1963. s. 299

[13]  F. Steingass

[14]  Yusuf  Ziyaeddin Paşa.- Kürtçe – Türkçe sözlük, düz. M.E. Bozarslan, İst. 1978, s. 106

[15]  Mirza Gökgöl.- op. cit., s. 254-5

[16]  Kamus Tercemesi, C.2, s. 213

[17]  Bürhan-ı Kaatı. C.I, s. 324

[18] Mirza Gökgöl.- op. cit.. s. 255

[19] Taufiq Wahby and C. J. Edmons- A Kurdish-English dictionary, Oxford 1971. s. 22

[20]  op. cit.. s. 44

[21]  Mûsa Anter.- Ferhenga Khurdî-Tirkî. İst. 1967. s. 28

[22]  İlhan Başgöz and Andreas Tietze.- op . cit., s. 757

[23]  GG. s. 1666

[24]  “Münakale Teknikleri” cildinde ayrıntılarıyla incelenecek.

[25]  Bunlara dair ayrıntılar da “Münakale Teknikleri” cildinde verilecektir…

[26] Bu meskenlerin ayrıntıları önümüzdeki “İnşa teknikleri” cildinde verilecektir.  

[27] Nuri Taner. Ağrı’da ekin ekme ve çift sürmeyle ilgili inanma ve uygulamalar, in Halk Kültürü 1984/I, s. 113-118

[28] Nuri Taner.- Ağrı’da tarla sulama ve ekin biçmeye ilişkin inanmalar ve büyüsel işlemler, in Halk Kültürü 1984/3. s. 123-136

[29] Ermenice “tsakavel”, çalı  süpürgesidir.

[30] Tokat yöresinde Kuzey yeline tobengi denir.

[31] “Kalbur”, Batı Türkçesinde oluşmuş bir sözcük olup Arapça “gırbal”, Farisî “kırbal” muharrefidir. “Bejıng” hususunda ise bulabildiğimiz şundan ibaret: “bıjıldamak”, Kazan lehçesinde “vızlamak”tır (BTL). Bu adı, kalburun eleme işlemi sırasında çıkarttığı sesten almış olabilir mi?

[32] Nuri Taner.- Ağrı’da harman toplama, tığ savunma, buğday eleme gelenekleri, in Folklor 42, Ocak 1992. s. 13-16

[33] Bu hususlarda bkz. Burhan Oğuz.- Türkiye halkının kültür kökenleri C.II/1 ve II/2 ve Türk ve Yahudi kültürlerine bir mukayeseli bakış. İst. 1992, passim