Yine bu “dostluk” çerçevesi içinde işi epey gerilerden ele alıp bu bapta, ilginç bir örnek vereceğiz: Basiret Gazetesi[1].
Basiret Gazetesi, 20 Şevval 1286 / 22 Ocak 1870 tarihinde Ali Efendi tarafından çıkarılmaya başlanmış (S.10).
Gazete idarehanesinin birkaç kez yer değiştirdiğini görüyoruz. Son yerlerinden birinin oldukça büyük ve kendisine mahsus özel bir daire olduğu anlaşılıyor. Aradan bir yıl geçer geçmez Basiret, matbaa ve idarehanesini eski yerin karşısında bir eve naklediyor. Burası eski yerinden daha büyük ve daha müsaitçe bir yerdi. Basiret, Ali Efendi’nin, aşağıda anlatacağımız gibi Almanya’ya gidip Bismarck’ı ziyaret etmesinden sonra buraya taşınmış. Burası, zamanının şartlarına göre oldukça modern ve Basiret’e ait bir basımevi idi. Bu basımevindeki matbaa ve makineleri de zamanın en modern baskı makineleri idi. Bu makineler, Ali Efendi’ye Almanya’ya ziyaretinde Bismarck tarafından hediye edilmişti (S. 26).
O dönemde çıkan gazetelerin gelir kaynakları arasında hükümetten alınan para yardımları da önemli bir yer tutar. Yayın hayatına başlayan gazetelerin hepsi hükümetten belirli bir yardım alıyorlardı. Şinasi, 27 Haziran 1802’de Tasvir-i Efkâr’ı neşretmeye başladığında buna bir mükâfat olarak Padişah Şinasi’ye 500 altın göndermiş ise de Şinasi şu cevabı vererek altınları reddetmiştir: “Benim bu kadar para ile görülecek işim yoktur”…
Ali Efendi, Basiret’i çıkarmak için hükümetten para yardımı almış olmasının ötesinde ona bundan sonra da para yardımı yapılmıştır. Prens Bismarck’ın kendisini Almanya’ya davet etmesi üzerine Sadrazam Âli Paşa’dan kendisine 500 lira verilmiş.
Basiret Gazetesi’nin önemli gelir kaynaklarından birisi de, dış yardımlardır. Bu yardımlar Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın ihsanları ile Alman yardımıdır. Cömert ve ihsanları bol İsmail Paşa, Basiret ve Philippe Efendi’nin çıkardığı Hakayiku’l – Vekayi gazetelerine bol miktarda para veriyordu. Buna karşılık da bu gazeteler kendisinin propagandasını yapıyorlardı.
Basiret Gazetesi’ne Almanya tarafından da maddî ve teknolojik yardım yapılmıştır. Bu husus Ali Efendi tarafından gizlenmemiştir. Hatıratında Almanya’ya davet edilişi, yol giderleri olarak ve bankadan alınmak üzere kendisine 10.000 frank verildiğini açıkça söylemektedir. Yine Almanya’da bir müddet kaldıktan sonra, Bismarck’tan ayrılırken kendisine nasıl para verildiğini Ali Efendi şöyle anlatır:
“Bismarck’ın ‘hangi yol ile gideceksiniz?’ buyurması üzerine, ‘Augsburg’a gidip oradan bir makine ile bazı âletler satın alacağım’ demekliğim üzerine ‘fabrikatör ahbabımdır, sizden aşırı para almamaları için bir mektup yazacağım’ deyip yazılmasını emrettiler. Mektubu imza edip zarfa koyarak elime verdi. Adı geçmiş olan Doktor Borş birlikte olduğu halde, şimendifer istasyonuna kadar geldik. İstasyonda elime kapalı bir mektup vererek benden ayrıldı. Şimendifer de kalktı. Kapalı mektup adıma yazılı olduğundan ‘Acaba bu ne içindir’ diye çevirmene sordum. ‘Almanlar bir dostundan ayrıldıkları vakit şimendiferde vakit geçirsin diyerek bir roman armağan etmeleri âdetlerinden olmakla, bu da o türden olmalıdır’ diye cevap vermesi üzerine zarfı yırtım. İçinden her biri 100 lira olarak 10 tane banknot çıktı. ‘Oh ne âlâ’ diyerek, cüzdanıma yerleştirdim”
Bu “Oh ne âlâ” cümlesi, Basiret’in Almanya eğilimli bir yayın politikası izlemesi olduğunu da birlikte getirmiştir (Resim 72).
Ali Efendi, Almanya’dan bu maddî yardımlardan başka çeşitli baskı araç ve gereçleri de almıştı. Bu yardımların sebebi, gazetemin Almanya – Fransa Harbi’nde Almanya lehine izlediği politikadır. Bu bakımdan Basiret Gazetesi, basın tarihimizde yabancı bir devletten para ve araç yardımı gören ilk gazete oluyor (S. 30-33).
Basiret Gazetesi’nin sahibi, başından sonuna kadar hiç değişmemiştir. Gazetenin sahibi ve idarecisi hep Ali Efendi olmuştur. Kendisine onun için “Basiretçi Ali Efendi” denmektedir.
Her gazetede olduğu gibi Basiret’te de sahip ve gazete yazarlarından başka çalışan işçi ve ustalar mevcuttu. Hattâ bunların küçümsenmeyecek bir kısmı Hristiyan idi. Hristiyan işçiler, Paskalya günleri olması sebebiyle iki gün çalışmayınca, gazete bu günlerde çıkmamış. Bu durum bir “ilân-ı hususî” ile okuyucuları bildirilmiş ve özür dilenmiştir.
Gazeteye yazı yazanlar sabit ve devamlı kimseler değillerdi. Muhtelif yazarlar, çeşitli zamanlarda gazeteye yazı yazmışlardır. Bunların adları şöyle:
Basiretçi Ali Efendi, Polonyalı Hayrettin Karkski, Mustafa Celâleddin Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Ali Suavi, Namık Kemal, Suphi Paşazâde Ayetullah Bey, İsmail Efendi, Halet Bey (Adliye Mektupçusu), Mustafa Âsım Bey, Esat Efendi, Tevfik Bey…
Ali Efendi, 1870 yılında çıkardığı ve yalnız dokuz yıl yayın hayatını sürdüren Basiret Gazetesi ile basın tarihinde yerini almıştır. Onun özel yaşamı hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz.
Ali Efendi, Sultan Abdülaliz’e muhalif bir gazeteci idi. Bunun sebebi de belki gazetesinin sık sık kapanmasıdır. Ali Efendi gazetede doğrudan Abdülaziz’e sataşmamakta ise de, hükümete ve onun faaliyetlerine zaman zaman karşı çıkmakta idi.
Ali Efendi, Rusya yanlısı olmakla tanınan Sadrazam Mahmut Nedim Paşa ve yandaşlarını hiç sevmezdi. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde rolü olan Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa, Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve Şeyhülislâm Hayrullah Efendi’den övgü ile söz eder.
Ali Efendi, Sultan V. Murad’a sempati ile bakarken, II. Abdülhamid’le arası hiç iyi değildi. Gerçi, onun zamanında bu tepkisini hiç göstermemişti ama padişah tahttan indirildikten sonra yazdığı hatıratında Abdülhamid’e şiddetle saldırmaktadır.
Ali Efendi Osmanlı – Rus Harbi’nde cepheye giderek üç ay kadar savaş bölgelerini gezmiş ve edindiği izlenimleri, yapılması gereken ıslahatı, cephedeki komutanların hatalarını bir lâyiha halinde Abdülhamid’e sunmuş. Layihayı Padişah okumuş ve ödül olarak Ali Efendi’ye üçüncü mertebeden bir kıt’a mecidî nişanı verileceğini başkâtip Said Bey aracılığıyla bildirmişti. Ama bir süre sonra Ali Suavi’nin Çırağan Sarayı Baskını olması ve Ali Efendi’nin de bu olayda parmağı olduğu gerekçesiyle tutuklanmasından dolayı bu nişan Ali Efendi’ye verilmemiştir.
Basiret Gazetesi’nin savunduğu fikirlerden yola çıkarak Ali Efendi’nin İttihat-ı Osmanî (= Osmanlıcılık), İttihad-ı İslâmî (Pan-İslâmizm) ve özellikle II. Meşrutiyetle birlikte, İttihat ve Terakki Cemiyeti eğitimli düşünceler olduğunu söyleyebiliyoruz.
Polonyalı Hayreddin (Karski)’nin hayatı hakkında pek fazla bilgimiz yok. Başarısız 1848 Devrimi’nden sonra Türkiye’ye yerleşen ve kendileriyle birlikte Orta Avrupa’nın romantik milliyetçiliğini de getiren Polonya’lı sürgünlerden biri olan Hayreddin, Galatasaray Mektebi’nin kuruluşunda büyük rol oynamış bir kişidir.
Lehli Hayreddin’in Basiret Gazetesi’nde İttihad-ı Osmanî ile Fransa ve Rusya aleyhinde ve Almanya lehinde, Milliyetçilik ve Türkçülük hakkında çok yazıları var.
Hayreddin, ülkesinin düşman istilâsına uğramasından dolayı çok müteessir olmuştur. Şiddetli bir şekilde Rusya’ya ve onun yayılımcı politikasına karşıdır. Türkiye’ye geldikten sonra Müslüman olduğu söylenen Hayreddin’in asıl adı Karski’dir. Çok sayıda yerli ve yabancı gazetede yazarlık ve başyazarlık yapmıştır.
Basiret’in ilk yazarlarından olan Hayreddin, Türkçe bilmezdi. Makalelerini Fransızca yazar ve dilimize çevirtirdi. Bazı zengin çocuklarına Fransızca dersi vererek ve gazetelere yazı yazarak geçimini sağlardı. Zengin bir kütüphanesi vardı. Bunda kendi eserleri de vardı. “Osmanlı Matbuat Tarihi”, bunlardan biridir. Fakat ne yazık ki, bütün kütüphanesi ve kendi eserleri bir yangında yanmıştır. Zeki ve bilgili bir insan olan Hayreddin, birçok resmî görevde de bulunmuş, Profesörlük yapmış, Tarih Encümeni’nde çalışmıştır.
Hayreddin’in sarhoş ve sefil bir hayatı olmuş. Onun çoğunlukla hayli komik sarhoşluk öykülerine burada girmiyoruz(S.55-63).
Basiret yazarlarından olan Mustafa Celâleddin Paşa da, Hayreddin Bey gibi Polonyalı bir mültecidir. Ülkesinde katıldığı 1848 Devrimi’nin bastırılması üzerine Türkiye’ye gelerek Osmanlı Devleti’ne iltica etmiştir. Rusya’nın bunları geri çevrilmelerini talep etmesi üzerine, Müslüman olarak Osmanlı uyruğuna geçmiştir. Asıl adı Constantine Borzecki olan Celâleddin, Osmanlı ordusuna girerek önce kurmay subay, sonra Paşa olmuştur.
Celâleddin Paşa’nın 1869’da yayımlanmış “Les Turcs ancients et modernes – Eski ve çağdaş Türkler” adlı Fransızca bir eseri vardır. Bu kitapta Celâleddin Paşa, Türklerin etnik olarak Avrupa halklarıyla akraba olduklarını ve “Touro-Aryan” dediği bir ırka, Ârî ırkın Turan kolu’na mensup olduklarını ileri sürüyordu. Bu teorilerin amacı, Türklerin Avrupalı olduklarını göstermek ve onları Avrupalı tebaalarından ayıran farklılıkların önemini azaltmaktı. Kitabın tarih bölümü, birçok Avrupalı Türkoloji bilgininin eserlerine dayanan, eski Türk tarihinin bir incelemesini içine alır ve insanlık tarihinde Türk budunlarının büyük rolünü önemle belirtir. Ayrıca bu eserinde Celâleddin Paşa, Türklerin aslen bugün Avrupa milletleriyle akraba olduklarını belirtmekle o devirde Osmanlı’daki Batılılaşma hareketlerini, bir nevi eski medeniyetlerine dönüş mahiyetinde kabul etmek gerektiğini ileri sürmüştür. Fakat bu fikir, kendisinin de içinde bulunduğu “Yeni Osmanlılar Grubu” tarafından pek benimsenmemiştir. Celâleddin Paşa gençliğinde ilâhiyat öğrencisi olduğu halde, Avrupa anlamında Jonne (yani devrimci, milliyetçi) olduğu için, Prusya – Fransa Harbi’nde tutucu ve milliyetçilik düşmanı III. Napoleon Fransa’sı aleyhine, Basiret’e ve Courrier d’Orient’a yazılar yazmıştır.
Prusya – Fransa Harbi çıktığı günlerde Basiret’in yazı kurulu toplanmış; yazar Ayetullah Bey, yapılan bu savaşta gazete olarak tarafsız kalması gerektiği yolunda bir görüş ileri sürmüştür. Napoleon’un ününün dünyaya yayılmış olmasına, Padişah ve Bâbiâli Fransız politikasından yana olmasına rağmen, Celâleddin Paşa, gazetede sık sık Almanya’yı destekleyici yazılar yazmıştır. Paşa, yazdıklarını çoğunlukla imzasız olarak yayınlamıştır. Fakat gazetede sık sık çıkan Almanya propagandası kokan yazıların birçoğunun, Celâleddin Paşa’nın yazısı olduğu şüphesizdir. Basiret’in ilk dönemlerindeki yayın politikasında, Polonyalı bu iki yazarın etkinliği oldukça fazladır.
Celâleddin Paşa, Osmanlı ordusunda çok kez bizzat savaşmış olup ölümü de Karadağ muharebesinde aldığı bir yara sonucu olmuştu. Türklüğü benimsemiş olan bu değerli şahsiyet, Türkçe ve Lehçenin yanında Rusça, Almanca ve Fransızca bilmekteydi.
Polonya asıllı olan Celâleddin Paşa ve diğer mülteciler, çevrelerine yeni bir hayat tarzı getirmişlerdir. XIX. yy.ın Osmanlı yüksek sınıfı arasında milliyetçi bir Batılılaşma, bu çevrede başlamıştı(S.66-67)[2].
Ahlâkî sağlamlığı hayli şüphe kaldıran Ahmet Mithat Efendi Basiret’te yazdığı “Devlet-i Aliyye ve Avusturya” başlıklı makalesi ile o dönem için yeni olan İslâm ittihadı meselesini ortaya atmış ve bu meseleye uluslararası platformda yer bulmuştur. Bu makalede İslâm ittihadı fikri ile Cermen ittihadı birlikte olarak Avrupa ve Osmanlı için büyük bir tehlike olan İngiliz sömürgeciliği ve Panslavizme karşı durabilecekleri fikri işlenmiştir (S.69).
.
. .
Basiret Gazetesi’nin çıktığı 1870’li yıllarda Avrupa’da, Almanya rüzgârı çoktan esmeye başlamıştı. Bu rüzgâr, Alman Birliği’ni sağlayan Prusya Başbakanı Bismarck tarafından estirilmişti.
“Üçü daima havada olan beş topla oynayabilen tek hokkabaz” olarak nitelenen Bismarck, bu Alman Birliği’ni, bildiğimiz üç aşamada, Danimarka, Avusturya ve Fransa harpleriyle gerçekleştirmişti.
Basiret Gazetesi, Alman Birliği’ni tesis eden bu sonuncu harp öncesinde yayın hayatına başlamıştı. Bu dönemde Alman nüfuzu, yukarda da ifade etmiş olduğumuz gibi, henüz Osmanlı Sarayı ve hükümeti üzerinde etkili değildi.
Bismarck, basının güç ve etkisini çok iyi biliyor ve onu daima kontrol altında bulundurmaya gayret ediyordu. Hattâ dış basını da yakından takip ediyordu. Fransa harbinin başladığı günlerde Bismarck, İstanbul Büyükelçiliği’ne şu emri göndermişti: “İstanbul’da en saygın Türkçe gazete hangisi ise, her günkü sayısında hakkımızda yazmış olduğu fıkraların çevrilerek aslıyla beraber tarafıma gönderilmesi”. Bunun üzerine Büyükelçi, Basiret Gazetesi’nde bulunan Almanya ile alâkalı yazıları göndermeye başlamıştı. Burada belirtilmesi gereken husus, Alman nüfuzunun Osmanlı’ya ilk giriş kanalının Basiret Gazetesi olmuş olduğudur.
Harbin patlak vermesinden bir gün sonra çıkan Basiret’te Polonyalı Hayreddin, “Harb” başlıklı bir makale yazarak savaşan taraflar ve savaşın sonucu hakkında tam isabet kaydeden bir yorum yapmıştır. Bu yorum, Basiret’in savaş karşısındaki tavır ve eğilimini belirtmesi bakımından önemli olmuştur. Gazete, çatışmanın ilk gününden itibaren Prusya lehine tavrını koymuş ve savaş boyunca bu tavrını sürdürmüştür.
Bu harpte Prusya’nın Güney’indeki Bavyera, Württenberg ve Baden gibi devletçikler Prusya’ya ilhak olmuşlar, harpte Prusya’ya büyük yardımda bulunmuşlardır. Basiret, Alman prensliklerinin Prusya etrafında birleşmelerinden övgü ile söz etmekte ve bu durumun hem harp dolayısıyla başı darda olan Prusya’nın, hem de bahsedilen prensliklerin lehine olduğu vurgulanmaktadır.
Basiret, harbin ilk günlerinde tarafsız ve Paris kaynaklı haberler veriyorken, sonraları “Prusya resmî havadisi” adı altında Prusya’nın bizzat kendisinin verdiği “resmî kaynaklı” ve yanlı haberler vermeye başlamıştır. Bu arada gazetede sık sık Prusya lehinde makaleler ve yorumlar yayınlanıyordu. “Devlet-i Aliyye ve Prusya” başlıklı bir yazıda özetle şöyle deniyordu:
“Osmanlı Devleti bu harpte tarafsız kalmıştır. Bu durum milletimiz için gayet iyi olmuştur. Şu anda devam etmekte olan savaşta eğer Prusya Fransa’yı kesin olarak yenerse, istikameti Rusya olacaktır. Prusya ve Rusya arasında çıkması muhtemel olan bu savaşta Avusturya da Prusya tarafını tutacaktır. Çünkü Rusya’nın Slav olan bazı Avusturya topraklarında gözü vardır. İngiltere de Hindistan’da ve Orta Asya’da rahatça sömürgecilik faaliyetlerini yürütebilmek için Rusya’ya karşı Prusya’yı tutacaktır. Hal böyle olursa Osmanlı Devleti, bu fırsatı kaçırmamak ve Prusya ile ittifak edip Osmanlı için en büyük tehlike olan Rusya’ya büyük bir darbe indirebileceği gibi, yüzyıllık acıların da intikamı alınacaktır”.
Yazar Hayreddin, bu makalede Osmanlı halk ve devlet erkânını Prusya lehinde yönlendirmeye çalışmıştır.
Basiret, zaman zaman Almanya’nın ünlü gazetelerinden tercümeler yaparak savaş ve uluslararası politika hakkında Alman görüşlerini Osmanlı toplumuna yansıtmıştır. Ünlü bir Alman gazetesinden “Rusya’nın tedarik-i askeriyesi” adlı bir çeviride, Rusya’daki gazetelerin Prusya aleyhinde yazılar yazdığı, halkı bu yöne kışkırttığı, esasen Rus devlet erkânının da bu görüşleri taşıdığı ve Prusya’nın zafer haberlerinden endişelendikleri belirtiliyordu.
Basiret, harp sonrası da Prusya lehinde ve onun propagandasını yapan yayınlarını sürdürdü. Örneğin 413 numaralı Basiret’teki “Almanya tertibat-ı askeriyyesi” adlı bir makalede Almanya’nın askerî gücü ve üstünlüğü teknik bir şekilde ortaya konuyordu. Kanaatimizce bu bilgilerin çoğu, bizzat Almanya tarafından Basiret Gazetesi’ne sızdırılıyordu.
Basiret, Prusya lehindeki yayınlarının karşılığını çok geçmeden gördü. Harpten bir yıl kadar sonra Ali Efendi, Alman Büyükelçiliği’ne çağırılarak Prens Bismarck’ın mektubu kendisine bildirildi. Büyükelçiye hitaben kaleme alınmış mektupta özetle şöyle deniyordu:
“Basiret Gazetesi sahibini bulup görüşünüz. Harp sırasında devletimiz ve milletimiz hakkında yazmış olduğu fıkralardan dolayı bizi minnet altında bırakmış olduğundan tarafımdan Alman milleti adına teşekkürlerimi bildirmekle beraber yol giderleri Büyükelçilikten ödenmek üzere Berlin’e kadar zahmete katlanarak kendisiyle görüşürsem başkaca sevineceğimi bildiriniz”.
Ali Efendi için artık bağ bozumu başlamıştı. Sadrazamdan izin alıp Almanya’ya seyahate çıkan Ali Efendi’nin tüm masrafları Almanya tarafından karşılandığı gibi dönüşte kendisine birçok para ve matbaa makineleri da verilmiştir.
Ali Efendi Almanya’da 29 gün ağırlanıp gezdirildikten sonra, memleketine uğurlanmıştır. Bu geziden sonra Ali Efendi’nin Almanya ve Bismarck muhabbeti bir kat daha artmış ve gazetesinde Alman politikası istikametinde yazılar yazmaya devam etmiştir. Örneğin, Basiret’in 592 numaralı sayısında, Pancermanizm özetle şöyle savunuluyordu:
“Avrupa’da şu sıralarda İttihâd-ı Slav (=Panslavizm) ve İttihad-ı Cermen (=Pancermanizm) fikri yayılmakta ve kuvvet bulmaktadır. Bunlardan İttihad-ı Slav Osmanlı Devleti için oldukça tehlikeli bir fikir akımıdır ve hızla güçlenmektedir. Bunun için Avusturya ve Osmanlı Devleti Panslavizme karşı Pancermanizmi desteklemek zorundadırlar. Böylece büyük bir güç yine büyük bir güçle bertaraf edilmiş olur. Cermen fikrinin canlanması ne Avusturya’ya ne Osmanlı Devleti’ne zarar verir. Cermen akımının Slavizm karşısında başarı sağlayabilmesi için İttihat-ı İslâm (Panislâmizm) fikri ortaya atılmıştır. Böylece Rusya içindeki Müslüman halk Rusya’ya karşı kışkırtılarak onların da Panslavizme karşı ayaklanması sağlanmış olur…”
Bu haber, yazı ve makalelerden de anlaşıldığı gibi, Basiret Gazetesi’ne Alman yardımı yapıldıktan sonra gazetenin teknolojik, içerik ve maddî bakımdan dışa bağımlılığı haylice artmış, gazete adeta bir Alman yayın organı durumuna gelmişti. Bu durum, o dönem insanlarının gözünden kaçmamış. O dönemde yayınlanan Hadika Gazetesi’nde, Basiret’in dıştan (Almanya’dan) gördüğü bu yardım şiddetle eleştirilmiş. Ali Efendi’nin Bismarck’a yaranmak için Prusya’nın zafer haberlerini havi Basiret nüshalarını ciltletip Berlin’e gittiği anlatılır. Bunun karşılığında Bismarck’tan “Aferin” aldı diye Ali Efendi ile alay edilir (bkz. Resim 72).
Bütün bu anlatılanlardan sonra denebilir ki, Basiret Gazetesi’ne Alman desteği, gazetenin kapanışına kadar sürmüştür. Hattâ Ali Suavî Vakası ile birlikte, Basiret’in kapatılması ve Ali Efendi’nin sorgulanması sırasında da Almanya’nın desteği Ali Efendi ile beraber olmuştur.
Bunun karşılığında ise Basiret Gazetesi, Osmanlı halkı ve devlet erkânı arasında Almanya sevgisinin gelişmesine yardımcı olmuştur. Zamanın en güçlü ve en fazla okunan gazetelerinden olan Basiret, Saray’da da yakından takip edilip okunuyordu. Bu cümleden olarak II. Abdülhamid ve İttihat ve Terakki Partisi mensubu kimselerin Alman sempatizanı olmasında Basiret Gazetesi’nin küçümsenmeyecek bir payı vardır. Çünkü bu kimseler, yetişme devrelerinde şüphesiz Basiret Gazetesi okumuşlar ve ondan etkilenmişlerdir. Bu sebeplerin de etkisiyle olacak ki, 1870’li yıllardan sonra Osmanlı siyasî hayatında Alman etkisi I. Dünya Harbi’ne kadar giderek artan bir surette kendini göstermiştir. Hattâ günümüze kadar bu Alman sempatisinin izlerini görmek mümkündür[3]. Şüphesiz Osmanlı toplumunda 1870’lerden sonra başlayan bu Alman etkisi, sadece Basiret Gazetesi sayesinde olmamıştı. Bunun yanında birçok siyasî, jeopolitik ve ekonomik sebepler bu olayda etkili olmuştur (S.81-92).
Basiret’in Rus ve İngiliz antipatisi ve bu yöndeki yayınlarına girmiyoruz. Mısır Hidivi İsmail Paşa ile olan yakınlığı ve gördüğü “ihsan”lardan yukarda söz etmiştik. Bunun da ayrıntılarına girmiyoruz.
Gazete yayın hayatına 1870’ler için okudukça sivri ve aşırı olan Meşrutiyet ve Cumhuriyet fikirleri ile başladı. Bu tarihlerde Abdülaziz tahtta idi. Hükümet bu gidişi aşırı bulup Basiret Gazetesi’ni uyarmış olacak ki bundan sonra Meşrutiyet ve Cumhuriyet’le ilgili yazılar I. Meşrutiyet’e kadar pek görülmedi.
Eski deyimle “İttihad-ı Osmanî” denilen Osmanlıcılık, Osmanoğulları Ocağı’nın etrafında din farkı gözetmeksizin aynı haklara sahip muhtelif kavim ve milletlerin toplanmasından doğan siyasî bir fikir akımı olmuştu. Osmanlı Vatanı üzerinde yaşayan çeşitli unsurların birliği demek olan Osmanlıcılık, Islahat Fermanı’nın neticelerinden biri oluyor. Bu fikrin doğup gelişmesinde Âli ve Fuad Paşalar, Namık Kemal ve Ahmed Mithat Efendi gibi şahısların büyük rolü olmuştu. Bu kişiler Basiret’in yayınlandığı dönemde yaşamış ve bazıları, Namık Kemal ve Ahmet Mithat, Basiret’in yazı kadrosunda bulunmuşlardır.
Basiret, daha ilk sayılarından itibaren “Osmanlı Milleti”, “Osmanlılık şerefi” gibi sözler telâffuz etmeye başlamıştı. Gazetenin 130. Sayısında ise Hayreddin Bey’in “İttihad-ı Osmanî” başlıklı bir yazısı yayınlanmıştı. Bu makalede Fransa – Almanya harbi sırasında Almanya küçük prensliklerinin Prusya yanında yer aldıkları hatırlatılıyor. Bu durumun küçük prensliklerin hukukuna zarar vermediği, bilâkis Almanyalılık Millî sıfatları ile vatanlarını korumak için en büyük hükümdarları etrafında toplanmalarının iyi bir şey olduğu vurgulanıyor.
Basiret Gazetesi bazı kez de, Osmanlılık fikrine uygulama alanı bulmuştur. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra çıkan II. Basiret Gazetesi, Avusturya yapımı fes ve başlıkların giyilmemesi ve yerli başlıkların giyilmesi için Rum, Ermeni, Musevi ve tüm Osmanlıları uyarmış ve bunda başarılı olmuştur. İslâmcılık (İttihad-ı İslâmî) fikrinin siyasî bir ideoloji olarak ilk kez tarih sahnesine çıkışı, 1870’li yıllara rastlamaktadır. Bu fikir II. Abdülhamid döneminde bir politika olarak benimsenmiş, II. Meşrutiyet yıllarında çeşitli yönleriyle tartışılmış ve I. Dünya Harbi yıllarında ise, İttihad ve Terakki hükümetince son perdesi sahneye konulmuştur.
Panislâmizm de denilen İslâmcılık, dünyadaki bütün Müslümanların siyasî bir birlik etrafında birleşerek, büyük İslâm İmparatorluğu’nun kurulmasını amaçlayan bir akım olmuştu.
Osmancılık fikrinde olduğu gibi, İslâmcılık fikrini de ortaya atıp sistematik bir temele oturtmaya çalışan, Basiret Gazetesi’dir.
Basiret, daha ilk sayılarından itibaren Osmanlı Sultanlarının dünyadaki tüm Müslümanların Halifesi olduğunu ve Halife’nin bir emri ile çeşitli ülkelerden bir milyon İslâm askeri toplanabileceğinden bahsediyor. Gazetenin böyle bir gövde gösterisi yapmasının sebebi, İngiltere ve Rusya gibi devletlerin Osmanlı için bir tehdit unsuru olmalarından ve Osmanlıların iç işlerine sık sık müdahaleye yeltenmelerinden dolayı idi. Bu ülkelere bir gözdağı vermeyi amaçlıyordu. Gazetenin bir sayısında, Çin’de, İslâm halkının hükümete ve imparatora karşı ayaklandığı haberi yayınlanmıştı. Haberi veren yazı, şu cümle ile bitiyordu: “İngiltere nasıl Hristiyanlığın lideri olmuşsa, Osmanlı Devleti de İslâmların önderi olabilir”.
İttihâd-ı İslâm fikrinin aydın sohbetlerinden gazetelere geçmesine, Osmanlıcılığın yanında bir diğer endişe engel oluyordu. Bu endişe, “Avrupa ne der?” sorusudur. İttihad-ı İslâm düşüncesinin dönüm noktası, Basiret’te çıkan “Devlet-i Aliyye ve Avusturya” başlıklı makale olup bununla Avrupa dengesi, Prusya ve Avusturya işin içine sokulmuş oluyordu. Böylece Avrupa güç dengesi içinde İslâmcılık fikrine bir dayanak bulmuş oluyordu.
Bu makalede Avrupa’da Panslavizm ve Pancermenizm diye iki büyük güç olduğu belirtilerek Panslavizm’in Osmanlı için büyük bir tehlike olduğu belirtiliyordu. Özetle şöyle deniyordu:
“Eğer ortaya bir küçük İttihad-ı İslâm(=İslâmcılık) fikri çıkarılır ise Karadeniz’den Kazan’a, Orta Asya’ya ve Gülcü Hanlığı’na kadar İslâmî Kabilelerinin derhal birleşebilecekleri inkâr edilemez… Eğer bu hususta bir çalışma yapılırsa İslâmî bağların etkisiyle sonuç, Slav birleşmesinden de hızlı ve başarılı bir şekilde elde edilecektir. Panslavizm fikri karşısında ise Pancermanizm ve Panislâmizm birlikte olurlarsa ancak o zaman başarılı olurlar. Onun için Panislâmizm, Panslavizm’e karşı olan Pancermenizm’in yanında yer almalıdır…”.
Basiret Gazetesi’nin savunduğu İslâm Birliği siyasetinde biraz Alman desteği vardır. Çünkü İngiltere ve Rusya, Almanya için ciddî birer rakip idiler. Bu bakımdan Almanya bu iki devleti (Uzakdoğu ve Türkistan’da) İslâm ahalisi ile vurmak istiyordu. Gazetedeki makalelerde İslâm Birliği’nin hep Alman Birliği ile beraber zikredilmesi ve müttefik olarak lanse edilmeye çalışılması da buna bir delildir (S. 107 – 119).
Basiret Gazetesi yayın hayatının başladıktan kısa bir süre sonra, uluslararası haber ağı ile ilişki kurmuştu. Telgraf alışverişi genişledikçe, faaliyet alanları da istihbarat ajanslarının ilk Havass’ıdır. Onun hemen arkasından Reuter ve Wolff ajansları kurulmuş. Bu ilk haber ajanslarının etki alanı içine Basiret, 1871 Fransa-Prusya Harbi sırasında girmiştir. Bu tarihte Ali Efendi Beyoğlu’na giderek, Ajans Havass ve Reuter telgraf şirketlerinden altı aylığı 25 İngiliz lirasına abone olmuştur. Bu kaynaklardan haber aktarılırken, haberin ya altında veya üstünde kaynağı belirtilmekteydi. Basiret, Fransa-Prusya Harbi’nde Almanya taraftarı bir politika izlediği için, savaşla ilgili haberlerini daha çok Almanya kaynaklı (Prusya resmî havadisi) olarak vermiştir(S.122).
.
. .
Yerlikaya’nın bu çok değerli çalışmasını burada kesip aynı doğrultuda Avni Özgürel’in, Radikal’in 18.05.1903 günkü sayısında vermiş olduğu mütemmim bilgileri, Yerlikaya’nın verdiklerini ayıklayarak özetleyeceğiz. Okuyoruz Özgürel’i:
Almanya’yla Fransa’nın savaşa tutuşması Avrupa’da 1870 yılının en önemli olayıydı. Osmanlı başkentinde de harp yakından izlendi. Tanzimat döneminin Osmanlı basını her konuda olduğu gibi bu konuda da hemen iki kampa ayrıldı. Bir yandan Almanya yanlısı vardı, diğer yandan Fransa yanlıları. Taraftarlık yarışı öylesine kızışmıştı ki, atlatma haber ve karşı kampın moralini bozmak için yalan haber üretmek, “ahval-i âdiyeden” oldu.
Basiret, Alman yanlısı gazeteler içinde en ateşli olandı. Gayretkeşliği daha savaş sürerken çatışmaların Berlin’in ezici zaferiyle sonuçlandığını ve Fransız ordusunun teslim olduğunu yazacak kadar ileriye vardırdı[4]. Telgrafla aldığını söylediği öyle inandırıcı ayrıntılar ekliyordu ki haberlerine Basiret, Türkiye’de yaşayan Almanlar da dâhil, pek çok yabancı kendi gazetelerinden önce Basiret’in yazdığını merak eder hale geldi.
.
. .
Ali Efendi sefarethaneden çıkar çıkmaz soluğu sadaret binasında alıyor. Dönemin Sadrazamı Âli Paşa’yı mekânında bulamayınca kâtiplere, konunun ehemmiyetli ve acil olduğunu söyleyip Paşa’yla Bebek’teki yalısında görüşmek için randevu aldığı ve oraya faytonla ulaştığı biliniyor.
“Keyfiyeti arz ettim. Çok memnun oldu, bunun bir millî görev olduğunu söyledi. Hemen hareket ediniz ve alafranga hareket etmeyip alaturka davranırsanız onları daha fazla memnun edersiniz, dedi. İzin isteyip ayrıldım. Mühürdar Mustafa Bey beni odasına götürdü, Sadrazam Paşa hazretlerinin bana yardım olarak verilmesini istediği bir çıkın para uzattı. Saydım 500 liraydı. Tercümanımla birlikte birinci sınıfta seyahat masraflarımın sefaretçe karşılanacağını paşaya söylemiştim. Ertesi gün Alman sefaretine gidip seyahatime izin verildiğini, üç güne kadar Tuna yoluyla hareket edeceğimi bildirdim. Sefir, seyahat harcamalarımıza destek olmak üzere 10 bin Franklık çek verdi. Almak istemedimse de “Prensin emri böyle, talimatının dışına çıkamam” denilince mecburen kabul ettim”[5].
Oturup kalktığı, yiyip içtiği hiçbir yerde ona para ödetmedi Almanlar. Her yerde el üstünde tutuldu. Bir hafta sonra, Bismarck yeniden davet etti Ali Efendi’yi. Bu sefer çağrının sebebi Berlin’e ulaşan acı bir haberi iletmekti. Âli Paşa ölmüştü. Bismarck, sadrazamın şahsında Avrupa’nın çok kıymetli bir diplomat yitirdiğini söyledi, “Almanlar üzüntü içinde” dedi. Bismarck gerçeği söylüyordu aslında. Ama bunun sebebi paşanın ölümü değil, bu haberle, satın aldıkları Osmanlı tahvillerinin değerinin yarı yarıya düşmesiydi…
.
. .
Ali Efendi’nin bu öyküsü bizi 40’lı yılların başlarına, II. Dünya Harbi’nin ilk safhasındaki gelişmelere taşıyor. Harp başlamış ve Alman orduları her yerde yıldırım gibi zaferler kaydediyorlardı. O günlerde yaygın bir kanaat, “bu adamların karşısında duracak güç yoktur” merkezinde idi. Basın, genelde harp haberlerini vermekle yetinirken Cumhuriyet Gazetesi Almanları pohpohlamak, övmek, koltuklamakla iyice ileri gidiyor, sahibi Nadir Nadi, “Almanlar safında harbe girmek için ne bekliyoruz?” mealinde yazılar yazıyordu. Gazetenin yazarları arasında emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Naziler tarafından cepheleri gezmeye (halen orduda bulunan General Ali Fuad Erden’le birlikte) davet ediliyordu. O da gördüklerini, bire bin katarak Cumhuriyet sütunlarına döküyordu. Bu işte komik olacak derecede ileri giden Erkilet Paşa[6], Alman talihinin ters dönüşünün başlangıcı olan Stalingrad felâketi ve Sovyet ordularının artık karşı taarruza geçerek Nazileri Batı’ya doğru sürmeye başladıklarından sonra da, her Alman çekilişini “dâhiyane bir rüc’at” olarak niteliyordu.
Bunlara karşılık da Almanlar Cumhuriyet’e (yanlış hatırlamıyorsak Tasvir’e de) bedel ödüyorlardı. Bunun da şekli şöyle idi: O tarihlerde Türkiye’de gazete kâğıdı üretimi yoktu ve kâğıt Baltık ülkelerinden geliyordu. Almanlar Norveç’i istilâ etmiş, İsveç ve Finlandiya’ya istedikleri gibi söz geçiriyorlardı. Yani kâğıt ithalâtımız, tamamen Almanların eline bakıyordu.
Kâğıt kıtlığından bütün gazeteler tek yaprak halinde çıkarken Cumhuriyet (ve Tasvir) sekiz sahife olarak çıkıyordu.
[1] İlhan Yerlikaya. – XIX. yüzyıl Osmanlı siyasî hayatında Basiret Gazetesi, Van 1994.
[2] Bildiğimiz kadarıyla Mustafa Celâleddin Paşa, Nazım Hikmet’in ana tarafından büyük dedesi oluyordu.
[3] Biz aşağıda bu sempatinin II. Dünya Harbi sırasındaki devamından söz edeceğiz.
[4] Ali Efendi, doğru ata oynamıştı.
[5] Hani “istemem, yan cebime koy” derler ya…
[6] Bütün bunları ayrıntılarıyla “Yüzyıllar boyunca Alman gerçeği ve Türkler” ve “Yaşadıklarım, dinlediklerim, tarihî ve toplumsal anılar” kitaplarımızda vermiştik.