Cumhuriyet, 19 Aralık 1982
1982’de Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler Ödülü’nü aldığımda Cumhuriyet’ten Osman Ulagay arkadaşımız benimle bir röportaj yaptı. Sorulara verdiğim cevaplar hep bendeki değişmez görüşler çerçevesinde olmuştu.
“Ekonomide Diyalog”un bu haftaki konuğu “Türkiye Halkının Kültür Kökenleri” adlı dev yapıtıyla geçtiğimiz günlerde, Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler Ödülü’nü kazanan Burhan Oğuz. Sayın Oğuz’la Türkiye’de sanayileşme ve kalkınmanın önemi ve koşulları konusunda konuştuk.”
SORU- Sayın Oğuz; siz ödül alan ve yalnızca ilk iki cildi binlerce sayfa tutan geniş kapsamlı çalışmanızda Türkiye halkının kültür kökenlerini incelerken toplumsal yapı ve çeşitli katmanların bu yapı içindeki yerine sanırım sık sık değiniyorsunuz. Ben size ilk olarak Türkiye’de burjuvazinin rolü ve konumunu sormak istiyorum ama bundan da önce siz bu çok tartışmalı kelimeyi nasıl tanımlıyorsunuz, onu öğrenebilir miyim?
OĞUZ- Burjuvazi belli tariflerle saptanmış bir kavramdır. Tariflerden bir tanesi şu: Burjuva denilen adam bütün bilim dallarına, teknolojiye ve sanat dallarına, hümaniter davranışlara sahip çıkan kişidir. İkincisi burjuva denilen adam daima ileriye giden, ilerici bir adamdır. Nitekim Avrupa’da burjuvazi 1793’lerden çıkmış, 1830’dan çıkmış, 1848’lerden, 1870’lerden çıkmış ve bütün bu kanlı olaylarda gözü yılmamış, aman sağ geliyor, aman sol geliyor dememiş ve ileriye gitmiş. İşte bugünün Kruppları, Thyssenleri, Dassaultları buradan gelmiş. Demek ki burjuva dendiği zaman bütün bu özellikleri kendinde toplayan kişiyi anlamak gerekir.
Bizdeki özel teşebbüs Batıdaki burjuvayla aynı şey değildir. Burjuva olmak için gerekli bilgi, cesaret ve ilericilik bizim özel teşebbüste pek görülmez.
SORU- Peki, bizdeki girişimleri, “özel teşebbüsü” bu sizin verdiğiniz tanıma göre “burjuva” sayabilir miyiz?
OĞUZ- Burjuvazinin tarifi bu iken bizdeki özel teşebbüsü incelersek bu tarifteki özelliklerden hemen hiçbirine uymadığını görürüz. Çünkü, bunu söylemek zorundayım, bizim özel teşebbüs dediğimiz şey, Batı burjuvazisinin geri kalmış ülkelere topukladığı bir fenomen, bir olgudur. Aslında Batı burjuvazisinin emrinde çalışan, onun beşinci kolu gibi çalışan bir unsurdur geri kalmış ülkelerdeki özel teşebbüs. Kendisi ilerici değildir, üretici değildir, bilgi sahibi değildir, cesur değildir.
SORU- Türkiye’deki özel teşebbüs, son otuz – kırk yılda sizin vermiş olduğunuz burjuva tanımına doğru mesafe almadı mı? Bu tanıma çeşitli açılardan daha çok yaklaşmadı mı Sayın Oğuz?
OĞUZ- Bence hayır. Türkiye’deki müteşebbis uzun süre komisyonculuk ve mümessillikle yetindi. Ve yakın zamana kadar da Türkiye’de sanayi olmaz, Türkiye’de bir şey olmaz sloganı ağızdan ağza iyice yayılmış durumdaydı. Ancak son on-on beş yıl içinde bu memleketin ciddi bir üretim çabası içine girmediği takdirde batacağını tam anlamış değillerse de duyup hissetmeye başlamış gibi bir halleri var bizim girişimcilerin. Fakat cesur ve bilgi sahibi olmadıkları için temel endüstrilere el atmak cesaretini kendilerinde bulamıyorlar. Dolayısıyla da hep marjinal işlerle uğraşıyorlar. Bu işlerle uğraşırken bile yanı başlarına bir çokuluslu firmayı alıyorlar. Oysa bence buna gerek yok. Bugün artık bir lastik yapmak için bir yabancı firmanın koltuğuna sığınmak zorunda değiliz. Türk kimyageri, Türk mühendisi artık bunu yapacak düzeydedir…
Bizim özel teşebbüsümüz temel endüstrilere el atmak cesaretini kendinde bulamıyor, hep marjinal işlerle uğraşıyor. Bu işlerle uğraşırken bile yanına çokuluslu firmaları alamadan yapamıyor.
SORU- Yani Türkiye’deki teknoloji birikimi daha ileri sanayilerin kurulmasına elverişlidir diyorsunuz…
OĞUZ- Yüzde 100 elverişlidir. Motor yapmak için ne Mercedes’e, ne M.A.N.’a ihtiyaç vardır. Türk mühendisi bu motoru yapar. Yirmi yıl önce de yapabilirdi…
SORU- Peki o zaman burada eksik olan faktör ne? Girişimcilik yani, müteşebbislik unsuru mu, sermaye eksikliği mi, ya da başka bir faktör mü?
OĞUZ- Bence müteşebbislik unsuru. Ancak son yıllarda özel teşebbüs kesiminde bir burjuvalaşma eğilimi görülür gibi oluyor. Sanata meyledenler, bir takım araştırmalara vs., yönelenler, bir takım işler yapmaya çalışanlar var. Fakat bütün bunlar daha embriyoner, yani ruşeym durumda. Bu bakımdan işin nereye varacağını görmek için bir süre daha beklemek gerek. Ayrıca son zamanlarda özel sektörün bazı büyük isimlerinin mali polisin pençesine düştüğünü duyuyoruz. Bu da bu kesimin hâlâ asıl üretimle değil, spekülasyonla uğraştığını gösteriyor.
SORU- Şimdi bizim sanayicilerin şöyle bir iddiaları var: Diyorlar ki: bundan yirmi-otuz yıl önce hiç birini yapamadığımız birçok mal bugün Türkiye’de yapılıyor. Sizce bu sanayileşme yolunda özel sektörün vardığı noktayı gösterme açısından önemli mi?
OĞUZ- Efendim, aslında Türkiye’deki teknoloji birikimi biraz da bu sayede oldu. Bugün buzdolabının kompresörünü yapıyoruz. Bunu yapan adam kendi motorunu da yapar. Dolayısıyla bizdeki türüyle bile sanayileşmenin teknoloji birikimine yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bizdeki sınaî üretim, toplumu kurtaracak üretim olmaktan çok uzak. Biz üretimde devletin öncülüğünü bir kere köşeye itmişiz, şu halde bu işi özel teşebbüsün ele alması lazım. Ama bizim özel sektör hep marjinal işlerde oynuyor. Demire, çeliğe, enerjiye, demiryoluna girmiyor. İşte Asilçelik örneği ortada…
SORU- Asilçelik örneği aslında özel sektörün sizin belirttiğiniz sınırları zorlamasının bir örneği mi acaba? Ya da neyin örneği sizce?
OĞUZ- Şimdi bir kere bu örnek, özel sektörün hâlâ 200-300 bin tonluk bir soğuk çekme haddehanesinin yaklaşamadığını, korktuğunu gösteriyor. Daha önemlisi özel sektörümüz Asilçelik’i kurtarma operasyonuna gösterdiği reaksiyonla, tepkiyle kendi kendisini inkâr etmiş bulunuyor. Sağlam bir unsur olmadığını ispat etmiş bulunuyor. Bu olayda ne yaptı özel sektör? İleri bir sanayi koluna girme cesaretini gösteren kesiminin başarısızlığına adeta sevindi. Ve demeye getirdi ki; “Bak, boyundan büyük işe kalkma, işte böyle olursun. Böyle durumlara düşmemek için bir daha böyle işlere kalkışmayın.”
SORU- Anladığım kadar siz Türkiye’de adı çok duyulan sanayici ve girişimci grupların bir üretim patlamasını, derinlemesine bir sanayileşmeyi gerçekleştirebileceğine pek inanmıyorsunuz…
OĞUZ- Gerçekten de öyle. Türkiye bu açıdan patlamaya hazır bir görünümde. Yalnız fitili kim ateşleyecek? Benim ortadaki büyük isimlerden ümidim yok. Burada öyle sanıyorum ki, devlet babaya gene ciddi bir rol düşecek. Öğretmenlik, yol göstericilik rolü düşecek. Bu nedenle rafa kalkmış olan planlamayı bu kez ciddi olarak ele alma zarureti var. Bizde 1960’dan sonra ortaya çıkan Planlama Teşkilatı’na dış etkenler ve onların buradaki temsilcileri hâkim oldular. Böylece plan fayda sağlayan bir unsur olmaktan çıktı. Ayrıca kavramını kirletmek için de çeşitli haklı-haksız laflar edildi. Son yıllarda ise plan fikri tümden rafa kalktı. Dolayısıyla bu sefer devletin gayet realist ve objektif bir gözle bu işi ele alması, kalkınmayı gerçekten istiyor mu, istemiyor mu buna karar vermesi lazım…
SORU- Bu noktada biliyorsunuz özel kesim sözcülerinin sıkça tekrarladıkları bir iddia var: Özel sektör verimli çalışıyor, kâr ediyor: kamu kesimi ise hep zarar ediyor, ekonomiye yük oluyor, bu nedenle kamu kesimine ekonomide daha fazla ağırlık verilmesi sakıncalıdır diyorlar…
OĞUZ- Bu görüşe kesinlikle katılmam. Özel sektör para kazanır ama para kazanmak başka şeydir, verimli çalışmak başka şeydir. Aslında devlet daha rasyonel çalışır. Bütün muhasebe teşkilatı, kontrol teşkilatı vs.si en son metotlara göre örgütlenmiştir. Ama devlet para kazanamaz, çünkü birincisi, politik oyunlarla kamu kuruluşlarına insan doldurulmuştur, bir kişinin işini üç kişi yapar. İkincisi, devlet çok ağır sosyal yükleri üstlenmiştir, bu yüzden fazla kâr edemez. Özel sektör kâr eder ama kazandığı para, kazanç potansiyelinin onda biri bile değildir.
Asilçelik olayında özel sektör kendini inkâr etti. İleri bir sanayi koluna girme cesaretini gösteren unsurlarının başarısızlığına adeta sevindi, “boyundan büyük işlere kalkma” uyarısını yaptı.
SORU- Siz yapıtınızda çeşitli üretim tekniklerini ayrıntılı biçimde ele alıyorsunuz. Şimdi burada benim sormak istediğim bir soru da şu: Bazen sanayileşmeyi ikinci plana atıp tarıma önem verelim, türünden öneriler ortaya atıyor. Bu gibi önerilere ne diyorsunuz?
OĞUZ- Kalkınmanın tek yolu sanayileşmedir. Başka türlü düşünemem. Hele tarıma önem verelim, sanayiden vazgeçelim lafını kesinlikle kabul edemem. Gayet tabii tarıma önem verilecek. Ancak nasıl ki bir kimya, bir dokuma sanayisi varsa, bir de tarım sanayisi vardır. Dolayısıyla biz tarımı sanayiden soyutlayamayız. Soyutladık mı geriye karasaban kalır. Tarım demek her türlü teknoloji demek, makine demek. Sanayisi olmayan bir toplumun tarımda ilerlemesi söz konusu olamaz. Bundan sonra yapılacak planların bu açıdan da sanayileşmeyi gayet ciddi, gayet realist bir gözle öne alması lazımdır.
Özel sektör para kazanır ama verimli çalışmaz. Devlet sektörü daha verimli çalışır ama politik etkenler ve sosyal yükler nedeniyle kâr edemez.
SORU- Siz sanayileşme ile kalkınmayı çok yakından ilişkili görüyorsunuz Sayın Oğuz. Sizce sanayileşme neden bu denli önemli ve sanayileşmenin başlıca göstergeleri neler?
OĞUZ- Sanayileşmenin göstergesi olarak çelik üretimi esastır. Biz aşağı yukarı on yıldır 2 milyon ton dolayında bir çelik üretiminde dolaşıp duruyoruz. Oysa çelik her şeyin, insan yapısının, düşünce sisteminin göstergesidir. İki milyon ton çelikte kalan bir toplumun futbol takımı hiçbir kaleye gol atamaz, çünkü bunun için gerekli kafa yapısına erişmemiştir. Futbol kafa işidir, ayak işi değil. Sanayileşmeyle üretim artacak kafa yapısı değişecek toplumda bir disiplin oluşacak. Köylü toplumda disiplin olmaz. Ancak sanayidir insanlara disiplin ve sorumluluk kavramlarını getiren, şahsiyeti geliştiren. Köylünün saati yoktur, istediği işi istediği zaman yapar. Sanayideki insan ise belli saatte, hatta dakikada tezgâhının başında olacak, milimetrenin binde biri hassasiyetle bir iş yapacak. Onu kaçırdığı anda bütün sistemin bozulacağı düşüncesi içine sinmiş olacak. Sanayileşip bu sorumluluğa erişmeden sokağa kâğıt atmayı önleyemezsiniz. Adam tarlasına atar gibi atar. Onun için kalkınmak, sanayi toplumunun bir ürünü olan kentlerde oturmak istiyorsak sanayileşmekten başka seçeneğimiz yoktur.