Türk Gençliği Nasıl Yetişmeli

Aralık 12, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler – Cilt 2 > Türk Gençliği Nasıl Yetişmeli

Türk Gençliği Nasıl Yetişmeli

Dünya bir devler ve kahramanlar ülkesi olmaya doğru gidiyor. Bir yandan çok nüfuslu, akraba milletleri de kendi topluluğu içine alan devletler kurulurken bir yandan da kendi milletlerinin şan ve şerefi uğrunda hayatlarını hiçe sayan, bile bile yüzde yüz ölüme atılan kahramanların çoğaldığını görüyoruz. Artık ferdî hürriyet içinde biraz gayri ahlâkî ve oldukça gevşek bir hayat yaşayan fertlerden mürekkep millet örneğine dünyada yer kalmıyor. Yüksek ahlâklı, dövüşçü, disiplinli ve fedakâr milletlerin devri başlıyor. Milletler de insanlar gibi bazen tembel, bazen verimli zamanlar geçirebilirler. Fakat fertlerin hayatında olduğu gibi milletlerin hayatında da en doğru hareket tarzı, çalışarak, dövüşerek, fedakârlık yaparak bir ülkü ardında koşarak geçirilen hayattır.

 

Biyoloji bakımından hayat, bir savaştır. Tarihte hayatın milletler arasındaki çarpışmadan ibaret olduğunu ve medeniyetin ilerlemesine de savaşların sebep olduğunu katî olarak ispat ediyor. O halde yaşamak isteyen millet dövüşmeyi göze alacak demektir. Bizim milletimiz dövüşçülük bakımından talihin iyiliğine uğramış bir millettir. 25 asırlık tarihî hayatımızın başlangıcından bugüne kadar tarihimiz iki büyük savaşla geçmektedir: Biri milletlere karşı savaş, biri de tabiata karşı savaş. En eski zamanlardan beri nüfusunun azlığına rağmen Türk milleti hem kalabalık milletleri yenmiş; hem de çorak, kurak yerlerde, tabiî afetlere karşı da çarpışarak bugüne kadar varlığını korumuştur. 

 

Fakat bugün, artık durum değişiyor. Bugün “teknik” denilen yeni bir amil de milletler arasındaki savaşta rol almaya başlamıştır. O halde tekniği geri ve nüfusu az olan milletler ne yapacaklardır? Kalabalık ve ileri teknikli milletlere karşı hangi kuvvetle dövüşeceklerdir? Cevap basittir; ahlâkî ve manevî kuvvetlerle…

 

Manevî ve ahlâkî değerleri üstün olan milletler sayı ve teknik bakımından olan geriliklerini örtebilirler. İnanmış kahramanlardan mürekkep bir milleti yenmeye imkân olmadığını eski ve yeni örnekler ile hepimiz biliyoruz.

 

Biz Türkler bugün 60 milyonluk bir millet olduğumuz halde henüz birleşmiş değiliz. Türk birliği meydana gelinceye kadar da ancak müstakil Türkleri ile iş görmeğe, hesaplarımızı bu kadroya göre yapmaya mecburuz. 18 milyon nüfuslu Türkiye, bütün nüfusu Türk olsa bile, az nüfuslu milletlerdendir.

 

Teknik bakımından da geride olduğumuz malûmdur. Demek ki milletler arasındaki savaşta ancak üçüncü silâhımızın, yani manevî ve ahlâkî tarafımızın olgunluğuna güvenebiliriz. Böyle yüksek bir genç nesil yetiştirmek için acaba ne yapıyoruz?

 

Türk gençliği acaba yeni harikalar yaratabilecek bir kabiliyetle mi yetişiyor? Bunlara düşünmeden cevap verebilecek durumda değiliz. Türk gençliği bugün yeniden bir Sakarya ve hattâ yeniden bir Çanakkale yaratabilir. Fakat bu son yılların icapları öyle kahramanlıklar ve kabiliyetler istiyor ki Sakarya ve Çanakkale mucizelerini yapan nesilden daha üstün bir nesle malik olmadıkça bu işleri başarmaya imkân yoktur.

 

Kahramanlık terbiyesi beşikten başlayıp yüksek tahsilin sonuna kadar devam etmelidir. Evlerimizde, savaşlarda şehit düşmüş babaların ve dedelerin hikâyeleri belki bir dereceye kadar bu terbiyeyi verebilir. Bu kâfi olmamakla beraber şimdilik buna yetişir diyelim. Fakat ilkokulda, ortaokulda, lisede ne yapılıyor. Kahraman yetiştirmek için bir kımıldama var mıdır? Buna hayır diye cevap vereceğiz. Kahramanlar, ancak kahramanlığa inanmış öğretmenlerin telkini ile yetişir. İlkokul öğretmenlerinin yüzde kaçı kahramanlığa inanmıştır? Ben, “çocuklara harp aleyhtarlığı aşılıyorum” diye öğünen ilkokul öğretmenleri biliyorum. Bundan başka biz öyle sistemler kuruyoruz ki çocuk ister istemez orada kahramandan başka her şey olmaya mahkûmdur.

 

İlkokullarda çocuklara dans öğretiliyor. Ben kendim balet oynanan ilkokul temsillerinde bizzat bulundum. Çocuklarımız aktörlük de öğreniyor. Fakat hiç bir ilkokulda çocuklara güreş öğretildiğini görmedim. İnsaflı düşünelim: Bir Türk çocuğuna güreş mi yakışır, yoksa aktörlük mü? Bize askerlik terbiyesi mi gerek, yoksa Güzel Sanatların Tiyatroculuk şubesi mi? Birinciyi bırakıp ikinciye ehemmiyet vermek aç insana süslü elbise giydirmekten farksızdır.

 

İlkokullarda çocuklara hiç bir şey öğretilmiyor. Bizim zamanımızda tarih dersi ikinci sınıfta başlardı. Biz ilk Osmanlı kahramanlarını, Sırpsındığı’nı, Kosova’yı, Niğebolu’yu, Varna’yı, Mohac’ı ikinci sınıfta öğrenirdik. Bize bu savaşları anlatan fedakâr öğretmenlerimiz bizde millî şuuru kamçılardı. Şimdi ilkokulların ilk üç yılında havaiyattan, şarkı söylemekten başka bir şey öğretilmiyor. Talebe gevşek alıştırılıyor. İstikbali temin edilmemiş ilkokul öğretmeni de cemiyete karşı kırgın olduğu için fazla gayret göstermiyor. İlk mektepte çocuğu doğru yola getirecek bir müeyyide yoktur. Dayak gayri insanî (!) olduğu için kaldırılmıştır. Okuldan kovmak da yok. Bu yüzden ilkokulların bazıları haşarat yuvası haline geliyor ve bizim asrî pedagojimiz (!) bunu normal buluyor.

 

Biz ilkokulda çocuklarımız yorulmasınlar, hiç bir güçlüğe uğramasınlar prensibi ile yürüdükçe, ilk tahsil bitirilecektir diye ahlâksızları okuldan kovmadıkça, icap ettiği zaman dayak da dâhil olmak üzere ceza müeyyidesini koymadıkça ilkokullarımızda kahramanlık tohumları atılamaz. Çünkü kolay şartlar altında, kendini zora sokmadan büyüyen çocuklarda en güç iş olan kahramanlığa karşı istidat kalmaz.

 

Ortaokullarla liselere gelince; burada yüklü programlardan başka hiç bir şey yoktur. Talebeye milliyet aşkı ve kahramanlık duygusu verecek olan Türkçe, edebiyat, tarih, yurt bilgisi, coğrafya derslerinin kitaplarına bakmak kâfidir. Bu kültür derslerinden asıl maksat talebeye milliyetini sevdirmek iken bizim okullarımızda bunlar birer angaryadan başka bir şey değildir. Meselâ dokuzuncu sınıflarda okutulan 400 sahifelik tarih kitabında Türklere ait kısmın ancak 30 sahife tutması da dersin ne kadar manasız olduğunu göstermeğe kâfidir.

 

Ortaokulların okuma kitaplarında ise insanı çileden çıkaracak bir kayıtsızlık ve millî kültüre yabancılık göze çarpar. İçindeki parçaların çoğu manasız şeylerdir. Başka dillerden tercüme olunmuş çoğu saçma hikâyeler, insanı şiirden tiksindirecek kadar bayağı manzumeler yanında Türk çocuğuna millî kin, millî ruh aşılayacak hiç bir parça yoktur. Mehmet Emin’in, Ziya Gökalp’ın o pek terbiyevî ve millî ruhlu manzumelerine yer verilmemiştir. Yahya Kemal’in “Akıncılar’ı dururken sanki kasten yapılmış gibi “Açık Deniz” manzumesi alınmıştır. Sekizinci sınıf talebesinin bu manzumeyi anlayamayacağı hiç düşünülmemiştir. Hececilerin vatanî şiirlerinden hiç biri alınmamıştır. Buna mukabil neler alınmıştır bilir misiniz?… Ben söylemekten utanıyorum. İsterseniz siz o kitapları alıp bir bakın da hükmünüzü verin…

 

Genç nesli kahraman yetiştirmek için ona iyi öğretmen ve iyi kitap vermek lâzımdır. İyi öğretmen kolay bulunamaz ama iyi kitap yazmak daima kabildir. Bunun için de kitap müsabakası açarak birinciden beşinciye kadar binlerce lira mükâfat vermeye lüzum yoktur. Bu iş menfaat beklemeyen bir öğretmene havale olunursa bir yılda en mükemmel kitap elde edilmiş olur ve talebeler ister istemez kitabın tesirinde kalacakları için de kahramanlık tohumu kısmen atılmış olur.

 

Eğer Türkiye’de para menfaati beklemeden kitap yazacak öğretmenler yoksa okulları kapatıp öğretmenliği kaldırmalıyız. Çünkü bu kadar maddileşmiş bir öğretmen ordusu ile cehalet ve ülküsüzlük gibi sarp düşmanları yenmeye imkân yoktur. Önce maddî düşünceyi kaldırarak işe başlamalı ve kitap yazmayı bezirgânlık halinden çıkarmalıyız. Yıllarca gençliğe sunduğumuz kitaplardan nasıl bir nesil hâsıl olduğu gün gibi meydandadır. Siz “Deli Petro sultan Mustafa’nın oğludur” diyen bir onuncu sınıf talebesi gördünüz mü? “Avustralya’da yapılan Mohaç muharebesine İngiliz donanmasının iştirak ettiğini” söyleyen bir son sınıf talebesine ne dersiniz? Biz dokuzuncu sınıf talebesi “Avrupa’da üç millet vardır. Biri Amerikalılardır.” derse inanır mısınız? Bütün bunlar gevşeklik, fena kitapların, cezasız mektep hayatının sonuçlarıdır.

 

Bence Türk gençliğini kahraman yetiştirmek için maarifte bazı değişiklikler yapmak lâzımdır. Fikrimce bunların ana çizgileri şunlardır:

 

1- İlkokullardan başlayarak yüksek tahsil müstesna olmak üzere bütün okullardan muhtelit tedrisatı kaldırmalıyız. Küçük sınıflarda kız ekseriyeti arasında kalan bazı erkek çocukların erkeklik ruhlarını kaybettikleri ve kısmen avareleştikleri muhakkaktır.

 

2- İlkokulların programları bizim talebelik zamanımızda olduğu gibi olgunlaştırılmalı, ikinci sınıftan başlayarak her yıl biraz daha mufassal olmak üzere Türk tarihi ve grameri gösterilmelidir.

 

3- İlkokul talebesine verilen sınırsız hürriyet derhal kaldırılarak çocuk sıkı bir disiplin muhiti içine alınmalı ve hayatta disiplin denilen bir şeyin var olduğunu daha pek küçükken idrak etmelidir.

 

4- Ceza bütün şiddetiyle okullara girmeli ve kötü aile muhitlerinde yetişen veya şahsen fenalığa istidadı olan çocuklar yaptıkları hareketlerin mukabelesiz kalmadığını görmeli ve iyi çocukların da bozulmasının önüne geçilmelidir.

 

5- İyilerin ahlâkını bozacak kabiliyette olanlar derhal okullardan çıkartılmalı ve bir kişi kazanmak için 40 kişinin önünden fena örnek bulunmasının önüne geçilmelidir.

 

6- Bütün oyunlar, ders kitapları, vazifeler, kahramanlar, Türkçülük, fedakârlık aşılayacak şekilde olmalıdır.

 

7- Kadın öğretmenler erkek talebeye ders vermemelidir. Bütün öğretmenler sade kılıkları ile talebeye örnek olmalıdır. Boyalı veya bobstil hocalar derhal meslekten uzaklaştırılmalıdır.

 

8- Ortaokullarda askerlik dersi nazarî ve amelî olarak çoğaltılmalı ve ciddî tutulmalıdır. Talebe askerî kanunlara ve cezalara tabî olmalı ve mektep üniformasını giymeye mecbur edilmelidir. Ortaokula girerken kendisinden ortaokul usullerine tâbi olacağına dair imza alınarak söz ve mesuliyetin ne demek olduğu kendisine anlatılmalı ve nizamata aykırı gidenler tahsilden men edilmelidir.

 

9- Gramer, Türk tarihi, Türk coğrafyası, yurt bilgisi dersleri ortaokulun her üç sınıfına biraz daha genişletilmek üzere gösterilmelidir. Tekrar edilen derslerin ne kadar iyi öğrenildiği malumdur.

 

10- Ortaokulda millî sporlar başlamalı, kılıç, güreş, cirit gibi ananevî sporlarla, yüzücülük, kürekçilik vesaire gibi savaşa yardıma sporlar birinci mevkii tutmalıdır.

 

11- Askerlik dersler ile sporlar en mühim dersler haline gelip her birinden ayrı not verme usulü konulmalı, gösteriş izciliği, caka resmigeçitleri kaldırılarak yerine hakikî ve sert askerlik konulmalıdır.

 

12- Ortaokullarda hiç bir faydası görülmeyen, boşuna zaman, emek ve para harcamaktan başka bir şeye yaramayan ecnebi dili dersleri tamamen kaldırılarak bunun yerine askerlik ve spor dersleri konulmalıdır,

 

13- Lisenin ilk sunundan itibaren edebiyat ve fen kolları ayrılarak yalnız bir tarafta istidadı olan pek çok değerli talebemizin parlak istidatlarının körleşmesinin önüne geçilmelidir.

 

14- Gramer ve yurt bilgisi dersleri bilhassa liselerde devam ederek talebenin kendi dilini ve memleketin kanunlarını kavraması temin edilmelidir. Geçen yıl liselerde okutulan gramer derslerinden benim aldığım iyi netice gramerin muhakkak liselerde de okutulması lüzumunu bana ispat etti. Böylelikle ilkokuldan itibaren gramer okumuş talebe liseyi bitirirken kendi diline tamamen hâkim olacak ve artık memlekette “Kuyu sokak, Nur apartıman” diyecek edebiyat öğretmenleri ve dil mütehassısları kalmayacaktır.

 

15- Askerlik ve spor liselerde daha sıkı olarak devam etmeli ve talebeler silâhla toplu bir halde talime, hakikî süngü ve kılıçlarla hakikî mübarezeler yapmaya alışmalıdır. Zarar yok, aralarında tehlikeli yara olanlar bulunsun… Bu yaralar sinemaların, baloların yaptığı tahribat kadar zararlı değil; talebeyi tehlikeleri azımsamaya alıştırmak bakımından faydalıdır.

 

16- Ortaokul ve liselerden en ufak ahlâkî ve zaaf tartla ceza görmeli ve bu talebeler başka hiç bir okula alınmamalıdır.

 

17- Talebenin başına daima otoriter, seciyeli ve Türk öğretmenler getirilmelidir. Bizim talebemiz, hattâ kız talebemiz, gayri Türk öğretmenlere tahammül edememektedir.

 

18- Okullar birer kışla haline gelmeli, hattâ liselerin müdürleri yüksek rütbeli subaylardan olmalıdır.

 

19- Okullar birbiri ile futbol gibi manasız ve voleybol gibi kadınca müsabakalar değil, askerî ve millî müsabakalar yapmalıdır. Türk kılıcı, okçuluk gibi millî sporlarımız ihya olunarak liselere sokulmalıdır. Bir stadyumda iki okulu temsil eden 22 gencin lâstik top ardında koşmasıyla, iki okulu temsil eden 200 gencin başlarında tulgalar, göğüslerinde zırhlar olduğu halde, hakikî kılıçlar veya süngülerle çarpışmaları arasındaki farkı düşünün.

 

20- Bütün okul kitapları mütehassıs ve fedakâr öğretmenlere, millî ve askerî ruh göz önüne alınmak şartıyla yeniden yazdırılmalı ve öğretmenler bu işin şerefi ile kanarak maddî kazanç beklememelidir.

 

21- Liselerin fen kollarında laboratuar çalışmaları arttırılmalı ve talebe yurt için yaratıcılık kabiliyeti daha bu sıralarda inkişaf ettirilmelidir.

 

22- Askerlik ve spor derslerinde liyakat gösterenler için eski ananelerimizde olduğu gibi alplık ve batırlık unvanları, bilgide başarı gösterenler için bilgelik ve danışmalık unvanları ihdas olunarak hakkaniyet dairesinde talebelere verilmeli.

 

 

Böyle sıkı şartlarla okullarımızda yeni bir ruh yaratmazsak yüksek kabiliyetli gençlerden ve kahramanlardan ümidimizi kesmeliyiz.

 

(21 Mart 1942), Çınaralü, (1942), Sayı: 35