Turancılık

Aralık 12, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler – Cilt 2 > Turancılık

Turancılık

Turancılık, Türkiye’de 60 yıldan beri tartışılan bir konudur. Zaman zaman, Türklerle akraba milletleri de içine alan bir sistem halinde düşünülmekle beraber bugün “Turancılık” deyince Türkiye’de anlaşılan şey, tarihî mirasları da dâhil olduğu halde bütün Türkleri tek devlet halinde birleştirmek ülküsüdür ve her ülkü gibi nesillere bakan, kan ve can vergisi isteyen, gönüllere heyecan katan bir inançtır.

 

Tarihi, savaşları ve fütuhatı dolayısıyla hemen bütün dünyaya antipatik gelen Türk milletinin yeniden birleşerek şahlanması birçok milleti korkuttuğu için, bu şahlanış sonunda bazı devletler ortadan kalkacağı veya küçüleceği için, hattâ dünya çapındaki büyük ticaret ortaklıklarının çıkarları baltalanacağı için Turancılık ülküsü büyük bir direnişle karşılanmakta, bu direnişin propagandası ve fikriyatı yapılmakta, bu propaganda Türkiye için de tesirli olmaktadır.

 

.

. .

 

SAĞCI KİMDİR?

 

Sosyalistler ve komünistler “solcu” diye tanındıkları için, onların karşısında olanlara da “sağcı” demek âdet olmuştur. İktisadî bakışla devletçi olmayan, liberal olan, muhafazakâr olanlar sağcı sayılmıştır. Sol taraf, çoğunlukla dini inkâr ettiğinden dindarlar da sağcı diye gösterilmiştir.

 

Fakat bu tarifler eksik ve kısırdır. Son zamanlarda her şey gibi bu tabirler de müptezel olmuş, sağ ve sol birbirine karışmıştır. Kendilerine “mukaddesatçı” diyen dindarlar milliyetçi ve sağcı sayıldığı gibi, sosyalist, aşırı sosyalist ve komünistlerin de kendilerini “milliyetçi” diye öne sürdükleri görülmüştür.

 

Sağ ve sol deyimleri kabataslak ele alındığı takdirde Turancılarla İslâm birliği taraftarları sağda birleştikleri gibi, yalnız sosyal adalet kavramı düşünüldüğü anda da Türkçülerin sosyalistlerle aynı hizada olmaları gerekmektedir.

 

Demek ki sağ ve solu iyi anlatmak, eksiklik ve kısırlıktan kurtararak öne sürmek lâzım. Çünkü sağ ve sol yalnız iktisadî ve sosyal bakımdan değil, millî şuur bakımından da ele alınıp değerlendirilmelidir.

 

Türkiye’de koyu dindarların bir takımı milliyeti inkâr ederek yalnız dinle yetinmek taraftarıdırlar. Bunlardan biri camideki vaazında “vatan için ölenler cehenneme gider. Cennete gidecekler ancak din uğrunda ölenlerdir” demiş. Şimdi, bu seviyesiz yobazla Türkçüleri aynı cephede saymak hem bir anlayış kıtlığı, hem de gerçeklere sırt çevirmek demektir. İktisadî görüşe göre sosyal adalet düşüncesi bugün hemen herkes tarafından benimsenmiş olduğundan artık millet meclislerinde partileri bu görüşe göre sıralamak asla doğru değildir.

 

Bizdeki dincileri ve hilafetçileri sağa koymak, Batı ülkelerindeki teamüle de aykırıdır. Hitler’in iktidara gelmesinden önce Alman meclisindeki kuvvetli Hristiyan partisinin adı “Merkez Katolik Partisi” idi ve İmparatorcu Çelik Tulgalılar Partisi ile Hitler’in Milliyetçi Sosyalist Partisi, Katoliklerin sağında yer almıştı. Hitler’in partisi “sosyalist” bir parti olduğu halde sırf milliyetçi olduğu için sağcı sayılmış ve iktidara geçtikten sonraki tutumu ile de milliyetçilik, milletin toplum ve fert olarak yükselmesini güttüğünü ispat etmişti.

 

Sağ ve solun Türkiye için en doğru tarifi, milliyetçilik açısından ele alınarak yapılabilir. Bir parti, milliyetçi olduğu nispette sağcıdır. Milliyetçilikte millî gelenekler mühim olduğundan bu türlü partiler millî ahlâk bakımından muhafazakârdır. Fakat milliyetçilik, milletin toplum ve fert olarak yükselmesi demek olduğundan milliyetçi bir parti adaletin ve servetin dağıtımı bakımından sosyalistlerin fikirlerine yakın olabilir.

 

Dincilik ve siyasî ümmetçilik, Türklüğü ikinci plâna itmek veya var saymamak olduğundan milliyetçiliğe aykırı veya düşmandır. Bu bakımdan dinciler, siyasî ümmetçiler, hilafetçiler “sağcı” olamazlar. Siyasî ümmetçiler, İslâm beynelmilel düşüncesinde olup Türklüğü İslâm topluluğu içinde eritmek malihulyasına kapılmış olduklarından beynelmilelcidirler ve her beynelmilelci gibi soldurlar.

 

Moskovacı veya Pekinci sosyalistlerin kendilerine “milliyetçi” demesi de hem yanlış, hem gülünç, hem de taktik icabı olduğundan yalandır. Milliyetçilik, bir milleti “millet” olmaktan çıkarıp “halk yığını” haline getirdikten sonra onun yalnız iktisadî refahını düşünmekle olmaz. Çünkü insanlarda yalnız mide değil, zihniyet ve inanç da vardır. Milliyetçilik yüzyıllardan kopup gelen manevî bir mirastır. Büyüklük duygusudur. Tarih şuurudur. Mukaddes hodkâmlıktır, yaratılış hâsılasıdır.

 

Türk milleti üç bin yıldan beri vardır. Onun var oluşu, büyüklüğü, gücü, tarihe damgasını vuruşu yalnız millî karakteriyle mümkün olabilmiştir. Türklüğün büyüklüğünü veya var oluşunu Türklüğün dışındaki şu veya bu faktöre bağlamak aslâ doğru değildir.

 

Gazetelerde çok görülen, siyasîlerin dillerinde dolaşan “aşırı sağ” deyimi yanlış olarak kullanılmaktadır. Çünkü aşın sağ diye çok defa İslâm beynelmilelcileri kast olunmaktadır. Geçen yılın sonlarında yakalanan “Hizbüttahrir” adlı derneğin hilafetçi olduğu, Türkiye’yi şeriata göre idare etmek istediği, resmî dilin Arapça olmasını istedikleri açıklanmış ve başlarında bir Arap bulunan bu güruh “aşırı sağcı” diye vasıflandırılmıştır.

 

Şimdi soğukkanlılıkla düşünülsün: Türk milletinin üstünlüğüne inanmış ve bütün Türklerin birleşip tek devlet halinde toplanmasını ülkü edinmiş Türkçülerle bu yobazlar aynı gurupta nasıl toplanabilir? Yalnız Türklerden mürekkep bir devlet kurmak isteyen Türkçülerle, Müslümanları bir devlet yapıp resmî dilin Arapça olmasını isteyenler bir tutulur mu? Türk devletinin büyük makamlarında yarım kan Türklere bile tahammülü olmayan Türkçülerle başkanlarını Arap’tan seçen budalalar aynı kazanda kaynar mı?

 

Demek ki aşırı sağ ve sağ tabirleri yanlış kullanılmaktadır. İdeoloji bakımından “sağ” milliyetçiliği, “sol” beynelmilelciliği temsil ettiği için sağda Türkçüler, solda da beynelmilelciler vardır. İster dünya beynelmilelcisi, isterse İslâm beynelmilelcisi olsun, Türklüğü başa geçirmeyen, ihmal eden veya yok sayan bütün düşünceler soldur. İktisadî bakımdan devletçi, sosyalist, komünist olmanın sağ ve solla ilgisi yoktur. Nitekim ikinci Cihan Savaşından önce Japonya’daki “Milliyetçi Komünist Partisi” adından da anlaşılacağı üzere milliyetçi, yani sağcı olduğu gibi, bugünkü İngiltere’nin “İşçi Partisi” de adına ve iktisadî ilkelerine rağmen milliyetçidir.

 

İktisadî doktrinler çabuk değişir. Değişmeyen prensipler milliyetçilik ve beynelmilelciliktir. (Milliyetçilik) derken bu kelimenin asıl anlamını kastediyorum. Yoksa son zamanlarda İslâm beynelmilelcileri, siyasî ümmetçiler ve kozmopolit beynelmilelcilerle dünya vatandaşı sosyalistlerin, Moskofçuların kast ettiği milliyetçiliği elbette düşünmüyorum. Aslında bunların hiçbiri milliyetçi olmayıp aksine milliyetçilik düşmanı iseler de, herhangi bir iltibasa meydan vermemek için, karıştırılmasına aslâ imkân olmayan “TÜRKÇÜLÜK” kelimesini Türk milliyetçiliği olarak kullanıyorum.

 

Sağcı biziz: Türkçüler. Sosyal adaletçi olmamız, vatanın nimetlerini turistlere değil de soydaşlarımıza üleştirmek istememiz, gerektirdiği adaleti sağlamak istememiz “solcu” olmamızı gerektirmez. Türkiye’nin solcuları daha ortada yokken, Türkçü şair Mehmet Emin Yurdakul o basit şiirleriyle Türk milleti için sosyal adalet istiyordu. Bu fikir onun Türkçülüğünden doğmuştur. Kendisinden yıllarca sonra “sömürü” nakaratına başlayan plaklar gibi bu fikri Yahudi Marks’tan almış değildi.

 

Milliyetçilik, yalnızca vatandaşlık şuurundan ibaret değildir. Milliyetçilik siyasî sınırların dışında kalan soydaşları da kavrayan bir şuurdur. Bunun Türkiye’deki en açık delili Kıbrıs Türklerine karşı duyulan ilgidir. Bu ilgi yarın Sovyetlerdeki Türklere de yönelecektir.

 

Milliyetçilik, “ben bu milletin sömürülen fertlerini düşünüyorum” demekle de olmaz. Bir milletin sömürülen fertlerini başka milletlerin merhametli insanları da düşünebilir.

 

Milliyetçilik Zenci Lumumba’ya, Viyetkong’a destan yazıp da Özbekleri Tatarları, Kazakları, Kırgızları, Azerileri, Başkurtları, Türkmenleri, Tarançıları, Uygurları, Karakalpaklari, Çuvaşları, Yakutları, Karaçayları, Balkarları, Kumukları, Kırımlıları, Kerküklüleri geçmek değildir.

 

Milliyetçilik, Bolivya dağlarında öldürülen Arjantinli maceracı serseri Guevera için zırlayıp da sıra Kazak kahramanı Osman Batur’a gelince susmak hiç değildir.

 

Milliyetçi insan, eğer insansa, kendi milletinin kahramanlarına, hürriyet savaşçılarına bakar, yanar, ağlar. O zaman “sağcı” olur. Bunu yapmayıp mazisi meçhul, gayesi belirsiz, şahsiyeti karanlık insanlara sempati gösterdi mi o insan, insan değildir. En aşağısından sinir ve ruh sistemi bozuk bir hastadır.

 

Sözün kısası: Türkçüler sağcı olduğuna göre sol uçta komünistler vardır. Bu ikisinin arasındaki yerleri millî fikre veya beynelmilelciliğe olan yakınlık veya uzaklıklarına göre ötekiler doldurur.

 

ÖTÜKEN, Şubat 1968, 50. Sayı