Toprak Türleri Ve Durumu

Kültür Eserleri > THKK 2/C - Tarım Teknikleri > Toprak Türleri Ve Durumu

Toprak Türleri Ve Durumu

Abrak, “kum, taş ve çamurla karışık toprak”tır (Af). Sözcük Arapçadan geçmedir (bkz. A. Tietze.- Direkte arabische Entlehnungen…. s. 265). Bu dilde “sert zemin” anlamınadır.

 Abanges, “tarlanın seyrek sürülmüş yeri” (To); acartav, “sürülecek tarlanın Şubat içindeki tavı”dır (Ant). Bu tav, bölgenin iklim koşullarına göre bu aynı ayda başka yerlerde farklı olmalıdır.

 Açma-açıntı, “orman veya fundalıktan yakarak, köklenerek açılan tarla” (Dz, Ba, Brs, Sk, Kc, Bo, Zn, Sn, Sn, Ama, Tr, Ar, Ank, Mğ), “aslında mera olan bir yeri sürerek tarla haline getirme”dir (Yz).

 Ağır tav, “çamuru çokça, toprağı sabana yapışacak kadar yaş olan tarla” (Kn); aho, “ormanda, fundalık arasında açılan tarla” (Ar); ahpin de Mş’da, “sebze vs. ekilen küçük tarla” oluyor.

 Arnık-arnuk, “yağmur yağdıktan sonra nemlenen, gevşeyen toprağın durumu” (Rz); aros-arus, “sürülmemiş tarla” (Ezc, Dy, El, Sv) olup αροσις, çift sürmedir. Yine avara, “verimsiz, çorak toprak (Uş, Brd, İz, Ba, Ks, Sn, Gm, Ank, Krş, Kn, Ant, Mğ) olup αβαρετος, yorulmaz, faal manasındadır ki bu “avara” sözcüğü dilimizde teknik anlamda “boşa dönen” (avara kasnak) karşılığında kullanılmaktadır. Avara da “boşa duruyor”…

 Akcilim, Or, Gr’da “su geçirmeyen, gri renkli, killi toprak” olup bunun Brd’da adı akkaya’dır. Aküre de “taşlı tarla”ya verilen addır (Ur).

 Alacatav, “çok kurumuş toprak, hölü (nemi) kaçınış toprak” (Brs); alagönen, “suyunu iyi almamış toprak” (İç); alahanav da “yarı kuru, yarı yaş toprak” (Bt). Mr’da, bu “ne tamamıyla yaş, ne de kuru olan toprak, nemli, az tavlı toprak” aladarbız oluyor ki bu dört sözcüğün başındaki “ala” öntakısı “karışık renkli, alaca; açık kestane renginde” olanı ifade ediyor.

 Ağrem, “yeni açılmış tarlaya To, Tr, Ar’de verilen ad olup ağız-ago, ormandan açılmış boz tarla” (Or) oluyor. Buna Mğ’da aşmalık deniyor, αγον, verimsiz, çorak manasındadır. Tarlanın tavı geçince kesekleri (ağşak’ları) saban bile ezmez oluyor (Nğ).

 Aşo-aşu, “boya yapılan kırmızı toprak” (To) olup İstanbul Boğaziçi’nin eski ahşap yalıları vişne çürüğü “aşı boyası” ile boyanırdı.

 Avan, “sürülmesi güç olan tarla” (Mğ) olmanın dışında bu sözcüğün, “Osmanlı”-halk zıtlaşması çerçevesinde devlet memurlarını aşağılayıcı bir terim olarak kullanıldığını görmüştük[1]

 DLT’de (I/89) aşu, “kırmızı toprak, aşı toprağı” olarak gösterildiğine göre sözcüğün Asya Türkçesi (Hakanî) kökenli olduğu anlaşılıyor. Clauson bunun (yanlış olarak) sadece Güney-Batı Osmanlıcada devam ettiğini söylüyor (s. 256). M. Räsänen[2] de aşı-aşı tası’nın “bir kırmızı kalem” olup Osmanlıca sar-aşû’nın “kırmızı toprak” karşılığında kullanıldığını, Kazak dilinde aşû-das, aşşı-tas’ında “şap”ı ifade ettiğini yazıyor.

 Arız, “nadas edilmemiş tarla” (Sv); beyar, “iki üç sene ekilmemiş tarla” (Vn); bırakıntı, ekilmeden bırakılan tarla (Sv); bitin, “hiç sürülmemiş tarla, kıraç” (Ed); boz, “sürülmemiş, otlu bırakılan tarla” oluyor.

 Krş’de “toprağı kireçli tarla”ya böz deniyor.

 Agala, “kil yerine kullanılan beyaz toprak” (Ar) olup γάλα, süt manasındadır.

 Bor – borak – boraz – bur, “yağmurdan sonra toprak üstünde meydana gelen tuzlu beyaz tabaka (Af, Dz); taşlık, işlenmemiş sert toprak, ekilmemiş tarla (Af, Isp, Ist, Ama, Tn, Ml, Mr, Gaz, Hat, Sv, Ank, Ky, Krş, Kn, Ada, İç, Ant, Kerkük, İz, Tr); kireç, tebeşir, beyaz toprak (Kn); genel olarak boz renk (Kerkük)”tir.

 Kamusü’l Muhit Tercemesi’nde (XVIII-XIX. yy.) Âsım Efendi “El-gamir (Ar) =alâ kavlin şol arza denir ki henüz sökülüp sapan girmemiş ola ki bor tabir olunur. El-akkûk (Ar.) =… ve toprağı pek katı ve por yere denir” diye yazıyor. Aynı mütercim, Bürhan-ı Kaatı’da da “Şec (Ta.) = ol ak ve sulp zemine denir ki anda nebat kısmı nadir bitip hububat makûlesi kat’an bitmiye, Türkiye’de por tabir olunur” diyor. Amasya’lı Şeyh Mahmut bin İbrahim’in II. Bayezit adına düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlük’te (Miftahü’l lûga, XV. yy.) de bor için “boz, boz renk”, anlamında olmak üzere “Eşheb = bor at” diyor[3].

 Bozlak – bozali – bozan – bozluk – boz, “sürülmemiş boz tarla” (Bo, Zn, Ks, Ama, Sm, Ezc, Sv, Ky, Tk, Mn, Kü, Bulgaristan göçmenleri), “killi toprak” (Ant); bozlamak, “tarla boş kalmak, sürülmeden kalmak” (Or); bozlan, “kireçli toprak” (İç, Ant, Mğ); bozlatmak, “tarlayı nadasa bırakmak” (Or); bozmak, “tarlayı ilk defa sürmek” (Ba), yani “bikrini izale etmek”…; boz toprak, boz renkli, killi toprak (Isp, Gr, Ank), iyi ürün veren sert toprak (Ant), “kara toprak” (Gr) oluyor.

 Bük-buk-büh, “ova ve dere kıyılarındaki çalı ve diken topluluğu” (Ay, Kü, Es, Kc, İst, Ks, Çr, Sn, Sm, Ama, To, Gr, Gm, Ezm, Ezc, Dy, Ml, Gaz, Sv, Ank, Ada, İç, Mğ); “Irmak ve göl kenarındaki sazlık” (Hat); “Akarsu kıyılarındaki verimli tarlalar” (Dz, İz, Bil, Bo, İst, Gr, Tr, El, Ml, Mr, Ank, Kn, Ada, İç, Ant); “bostan” (Dy, İç). Bük toprağı, “dere kenarındaki dolma toprak”tır (Çkl).

 Cangalak-cankala, Ada’da “dağ yüzündeki tarla” olup sözcük, bir Haçlı mirası olarak jungle (cangil, cengel)den muharref olabilir mi?…

 Cebel-cehel, “sahipsiz, boş torla (Brd); ekilmemiş tarla (Ezc); ekime elverişli olmayan yer, bozkır” (Çkl, Sv, İç. Ant, Krk, Gm) olup Arapça cebel’in “dağ” olduğunu hatırlayalım.

 Cıbırdan, “az sulanmış tarla” (Mğ) oluyor.

 Cızlak, “verimsiz toprak” (Brs, Ist, Ama, Ed, Krk, Tk), temizlenmiş ve toprağı sıkıştırılmış düz alan”dır (Ay). Cibin, “çamurlu toprak” (Or), “killi toprak” (Gr) olup bu sözcük Moğolca “sivrisinek” anlamında olmakla işbu “çamur”un sivrisinek tutmuş olmasıyla bir ilgisi olabilir mi?

 Cilim – cilim toprak da “çok su çeken, sıcaktan hemen etkilenerek çatlayan toprak” (Gr): akarsuların bıraktığı tortular” (Sn); daimî nemli toprak (To), bir metre derinliğinde taşsız: temiz, verimli kara toprak” (Sk); killi toprak (Gr, Tr, Gm, Sm, Or, Sv, İst); iyi cins toprak, kızıl toprak” (Gr).

 Cimiz de “sulu toprak” (Mr, Ada), yaşlık” (Ky) oluyor.

 Cirim-cerem-cırım-cıri, “sınır” (Mr, Krş, Mğ, Gm, Ba, Kr, Ada), “çevre” (Brd, Ba, İç); cirim çevirmek, “sınırlamak” (Brd, İç) olup Arapça cirm, boyut, işgal edilen alan, hacim-oylum’dur.

 Coblak, “düz arazide yağmur sularının biriktiği çukur” (Isp); coplan ve çok sayıda varyantı, “büyük, derin dere” (Mn, Es, Çkr, Sv, Krş, Ky, Af, Sk, Ank, Kü, Bil, Mr, Su, Ada, Ks, Çr), “bataklık”tır (Es, Zn, Çkr. Mr, Krş, Kn, Gm, Ar, Ezm, Tn, Kr, Ağ, Nş. Tr, Sv). “Sulu, çimenli yer”e de coç denir Ar’de.

 Coğart, “sonbaharda ekilen tarla” (Ezm), çatal, “az ürün veren kuvvetsiz toprak” (Brs, Bo, Gr, Ank, Mğ) çaşkar tarla, “taşlı+kumlu tarla” (Tn); çakıt, “verimsiz toprak”, (krk); çal-cala, “taşlık yer, çıplak tepe” (Es, Ks, Ckr, Çr, Sm, Ama, To, Ezc, Sv, Yz, Ank, Ky, Kn, Ada, Ant), “kireçli toprak” (Ba), “ormanlık, fundalık” (Dz, Kc, Ba, Kü, Sn, Sm, Ama, To, Ezc, Kn, Ky, Ant, İç, Kr), “sulu, düz ova” (Gm), “maki ile örtülü engebeli alan” (İç), “susuz çıplak engebeli alan” (Isp, Sv); çaleli, “kumsal toprak-çaleli toprak iyi bağ yetiştirir” (Çr); çalı toprak, “dağ eteklerinde olan iyi cins siyah toprak (Ank); çanak, “güneşte sertleşmiş ıslak toprak”tır (Es).

 Çaylamak, “sel suları tarlaya taş, kum getirmek” (İç); çayrak-çayşak, “otlu ve çakıllı düz toprak” (Gm, Ada, Isp); çayrampalık, “sulak, bataklık yer” (Mn); çayraz, “bataklık iken tarla haline getirilen toprak” (Ada) olup çayramak, Isp’da “hasada erişmek” iken Krş’de “ekin susuzluktan kurumak” anlamına geliyor.

 Bütün bu sözcükler, ırmağın küçüğü olan “çay” ile yani su ile ilişkili gibi görünüyorlar.

 Çemlik, “çimenlik, çayırlık” (Hat, Ada); çepel, “engebeli arazi” (Isp, Bil, Çr, Gr), “cebel”den galat olmalı; çerme-çerma, “çay kararlarında sulu ve yeşil yer (Ezm, MI, Ar), “akarsuların tarladan çıkan sızıntısı, memba, kaynak” (Ezm, Ezc, El, Ank), “çeşme” (Ist). Çermik-çerme-çarmük, “sıcak su kaynağı, kaplıca (Ba, Ke, Ks, Sm, To, Or, Tn, Ar, Kr, Ezm, Ezc, El, MI, Sv, Nğ, Kn, Mğ, Krk, Tk, Gm); kelime Ermenice olup yukarıdaki “çerme”de bununla ilgili olmalı (memba, kaynak).

 Çavsak-Çevşek, “çakıllı tarla” (Ada, Or); çeyil, “taşlı, kumlu yer (Zn, Ks, Çkr, Ama, Ar, Kr, Ezc, Ank), “verimsiz toprak” (Ank); çeyle-çeylek-çeylan, “killi toprak” (Brs), “kumlu toprak” (Brs, Zn, Ks), “ufak taşlı tarla” (Sn. Çkl).

 Çeysek, “taşlı, kumlu yer” (Ank); çığsak-çığsık, “nemli” (Brd, Sm, Ama, Ank, Çkr); çığşak, “taşlı arazi” (Ada); çiğili-çiğle, “taşlı tarla” (Ada) olup çiğil’in kendisi de “çakıl taşı” oluyor (Af, Uş, Isp, Brd, Dz. Mn, To, Es, Ank)’da.

 Çibil, “çok sulak yer, çayır”dır (Es, Ank, Nğ).

 Çiyle, “engebeli arazide, etrafı orman, ortası çimenlik olan yer” (Ba); çiylelik de, manâ değişikliğiyle “çakıllı, kumsal toprak” oluyor Tk’da.

 Çokek, “bataklık, sulu arazi” (Avşar aşireti-Ky); çokrak, “memba, pınar” (Kn), “kaplıca, ılıca”(Kü), “çamurlu, bataklık yer” (Isp); taşlı arazi (Mr); çoldurum, “taşlık yer” (Isp. Ant), “kayalık üzerinde olan ağaçlık yer” (Brd), “fundalık” (Isp).

 Çoran, “tuzlu toprak, çorak”tır (İz), “çorak” dahi Ermenice olup bu dilde “çor=kuru”dur.

 Çor, Nitekim “kısır, mahsul vermeyen toprak” (Gaz) oluyor., “bataklık yer”dir (Ba, Tr, Gm). Burada da Ermenice kökenle karşılaşıyor gibiyiz: “çur”= su.

 Çotur, “fundalık” (Or, Gr), “taş oluk”tur (Sv).

 Çöm, “çimenli ve nemli toprak parçası” (Dz) iken çömrük; “kaplıca” (Ng) oluyor ki bu sonuncusu “çermik”ten galat olabilir mi?

 Çörtle, “memba, pınar”dır (Zn. Sm, Ama, Ezm).

 Sv’dan itibaren Anadolu’nun Batı bölümünde daban-daban tarla, “taşsız, düz ve verimli toprak tarla”dır.

Darbız, “nemli toprak” (Çr, Mr) -debiz (Kn), “hasattan sonra tarlayı sürerek, nemlendirerek tava getirme, tavlanmış toprak” (Gaz, Mr, Ky) – daras (To) – darbuz (Çr) – daros (Gr) – darus (To, Gr, Sv) -darust (Sv), “rutubet, nem”; darbız etmek, “tarlayı sulamak”tır (Gaz).

 Arapça tarbîs, tarlanın yaz ekiminden önce sulanması; sulama ile zeminin takviyesidir (A.Tietze.-Direkte arabische Entlehungen, s.279) ki mezkûr sözcükler bundan iştikak etmiştir.

 Dehre, Krş’de “tarla”yı ifade ediyor. Köylünün dünyası da tarlası olduğuna göre kelimenin Arapça “dehr=zaman, devir dünya” ile bir tarihî ilişkisi olabilir mi?…

 Gaz’de deşti, “suyu olmayan tarla olup Farsçada bu, aynen kullanılmaktadır (GA I, s.330)

 Demi de “su gelmesi mümkün olmayan tarla”dır (Ağ).

 Demiralan, “kumlu toprak” (Ank, Ada), “siyah ve sert taş, granit” (Isp); Devegönü de “verimsiz, sert, killi toprak” (Dz, Ist, Sm) oluyor.

 Dike, “sabanın toprağı iyi yaramadığı yer” (Ky), “sabanın çok derin battığı yer”dir (Ky).

 Dingin, “birkaç yıl işlenmeyen tarlanın ot kaplamış hali” (Dz); dipçik de “tarlanın sürülemeyen killi, kireçli kısmı” (Mr), “çayır-hayvanlar dipçik yiyor” (Ada).

 Düdenlik, “tarıma elverişli olmayan yer”dir (Kü). Düşek-döşek de “birkaç yıl dinlendirilmiş, ekime elverişli tarla, çeltik tarlası” (Mn) oluyor. Sürülüp üzerinden tırmık geçirilerek ekime hazır hale getirilen tarlaya da düzbastı deniyor, İç’de.

 Elbiz, “verimsiz toprak” (Çr, Ada); en, “iki yamaç arasındaki düz ve verimli toprak parçası” (Ba), “tarla sınırı” (Dz) – mana değişikliği.

 Engüç, “kırmızı toprak” (Ist); eniz, “boş duran tarla, anız”dır (Nğ).

 “Güneş almayan yer” (Or) ile evde kalmış kız (Sm, Ama, Or, Gr, Dz, Tr, Gm, Sv), aynı galuk sözcüğü ile ifade ediliyor.

 Gaskan, “ekime elverişli olmayan, çorak toprak” (Gm, Sv, Tr); gangaz da “siyah çürük toprak” (Mr); gayasa, “killi toprak” (Isp); gaygana, (kuraklıktan) “toprağın sertleşmiş hali” (Isp); gayrak-gayran, “kırmızımtırak toprak-gayrakta buğday az olur” (Isp), “verimsiz toprak” (Sm, Kc, Ks), “kumlu toprak” (Or, Ant, Es) olup gayşa-gayasa-gayse-gaysık da “yağmurdan sonra toprağın bağladığı sert kabuk”tur (Dz, Krş, Nğ, Isp, İç).

 Gebik-gebiz-gevit, “tatlı, sert, sıkışık toprak” (Ky, Ay, Dz, Mğ, Brd), “killi toprak” (Ky, Mğ); ayrıca gebiz, “su basan alan” (Brd, Dz), “verimli toprak” (Brd), “yağmurda çatlayan toprak” (Dz) oluyor. Geçek de “verimsizleşen tarla” (Kn), ihtiyar kişiye “geçkin” dendiği gibi…

 Gen salısı, “tarlanın dinlenmek için boş bırakıldığı yıl” (Kn); geng, “birkaç sene ekilmemiş tarla (Isp, Dz); genlemek-gennemek, “tarla birkaç sene ekilmeyerek dinlenmek, kuvvetlenmek”tir (Mğ, Çr, Uş). Tarla dinlenip kuvvetlenince yeniden ürün verecek, “tevlit edecektir” – Bu itibarla bu sözcüklerin γεννῶ, “döllemek, doğurmak” ve Latin generatio, “döl, üreme”den müştak olduklarında şüphe yoktur. “Hasan bizim genekoptandır, yani ailedendir” diyor Artvinli…

 Ve yine gen-geleğen-geleğen-genbağ-genk-gentoprak-gen yer-gey, “bir müddet sürülmeyerek boş kalmış ve otla kaplanmış tarla-gen araziyi koca öküze söktürürler” (Af, Uş. Isp, Brd, Dz, Ay, İz, Mn, Ba, Çkl, Brs, Kü, Es, Ks, Sm, Ama, Ml, Ky, Nğ, Kn, Ada. İç, Ant, Mğ), “ham araziden açılmış hiç işlenmemiş, sürülmemiş tarla” (Ankara ve Batı’sında kalan iller), “yeni sürülmüş tarla” (Mr, Mğ, Sv), “verimi fazla olan tarla” (Uş, Or, Ed), “otları ayıklanarak tarla haline getirilen dağlardaki sahipsiz yerler” (Nğ), “kabarık toprak” (Es, Ml, Sv), “bağlan kuvvetlendirmek için hariçten getirilen taze toprak” (Ky, Nş, Ank).

 Bu arada gelemge, “ekime elverişli kıraç tarla” (Ant), “fundalıklardan açılmış tarla”dır (Ant). Geleme-gelemiye-gelmir de “iki yıl sürülmemiş boş tarla” (Brs, Sv, Af, Kn) oluyor.

                                                                                    Bu kez geren-gerenlik-gerin-geriş-gerit-gesger-gev, “verimsiz tuzlu, çorak tarla” (Af, Isp, Dz, Ay, İz, Mn, Ba, Kü, Es, İst, Kn, Ant, Mğ, Tk, Krk), “bataklık yer” (Tk), “yağlı ve kaygan toprak” (Brd); gerenlik de Ed’de “az sulak yer”; gerensi, “deniz kenarında yerden kaynayan tuzlu, acımsı su” (Ant, Mğ), “boz renkte toprak” (Ant) oluyor.

 

Gevin, “ot bitmeyen, çakıllı taşlı yer”dir (Mr, Sv, Ank). Girizme de “ormandan açılan toprak” (Brs) olmasıyla bunun Grek kökenli ve toprağı derin bellemek demek olan “kirizma”dan galat olduğu anlaşılıyor.

 

Gogot, “koyu kırmızı toprak” (Sv); goğalık, “göl ve bataklık halinde olan, ekime elverişli olmayan yer” (Nğ) (“kovalık”tan galat olabilir mi?…)

 

Goğnük, “ormanın yakılmasıyla elde edilen tarla” (Sv). Bunun göynük şekli de aynı anlamda Isp, Kc, Zn, Ks, Sn, İç’de geçiyor.

 

“Göğnük”, acı, yanık, yanmış, yanma, kızarmış, hicran, ıstırap, keder anlamlarında eskiden beri dilimize yerleşmiş bir sözcük oluyor: Yunus Divanı’nda (XIII – XIV. yy.)

 

“Canım talaptır uçmağa dost illerine geçmeğe

göynüklerim arz etmeğe dostu halvet bulmayam mı”[4]

 

Yine, XIV. yy.da yetişen Türk hekimlerinden Gerede’li İshak bin Murat’ın 792/1389’da Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey adına yazdığı hekimliğe dair “Edviye-i müfrede” adlı eserde

 

“…ve külünü od göynüğüne vurucak hoş eyler”

deniyor[5].

 

Goli, “tarla bellenirken çıkan iri toprak parçaları, kesdi”dir Rz’de. Fonetik bakımdan düşündürücü olan bu sözcük için akla, İtalyanca colli (ense üzerine yük)den Fransızcaya ve bu dilden de Türkçeye geçmiş, posta paketi (hacim ve ağırlık kavramı olarak) “koli” geliyorsa da Rize’de İtalyan etkisi şüpheli kalıyor. Bunun dışında, Latince colliculus, tümsek, tepecik anlamındadır…

 Gonen, “tarlayı yumuşak ve kaba tutan ıslaklık, nem” (İç), “nemli toprak” (Krş) olarak daha önce “Sulama” bahsinde gördüğümüz gönen’den galat olduğu şüphesizdir.

 

“Gönenmek”, nimete, refaha kavuşmak, faydalanmak, mutlu olmak, sevinmek, sevgi bağlamak manalarında olmak üzere çok eskiden beri dilimizde kullanılmaktadır. Tarla, bol suya kavuştuğunda da, nimete, refaha kavuşulmuyor mu?

 

“Ulu kiçi ni’metinden gönene

Doyuna açlar u yalın tonana”

 

diye yazıyor Âşık Paşa, tasavvufî eseri “Garipnâme”de[6].

 Halk beyninde orman yakmanın aslında iyi bir şey olmadığı da “çapurculuk etmek-tarla açmak için ormanları yakmak (Sm)” sözcüğünden anlaşılıyor (çapulculuk…).

 Gonarga, “bitek, verimli yer” (Isp), “gönenecek yer” oluyor… Gongun da Af da birkaç yıl üst üste ekilmiş tarla oluyor, Kr’de de tarlanın bir adı gordu’dur.

 Gort, “ekilip sürülmemiş tarla”. (Ezc. Vn, Bt, Dy, Sv), “çimenlik”tir (Ar); goruh da “ilkbahar mevsimi boyunca korunan ekilmemiş tarla” (Kr, Sv) oluyor (“korumak” mastarından?).

 Govalık, “üzerinde saz yetişen bataklık alan” (Dz, İç) olup “kova” ile ilgili olmalı.

 Goyak, “taşlı ve kumlu tarla” (Kn); göbedde-göbette, “su basmayan tarla” (Kn, Sv, İç); göbele-gobüle, “uzun müddet sürülmemiş tarla” (Af, Kü, Es, Sv); göbet-göbertlen-göbette, “orman veya çalılıktan açılan tarla”dır (Af, Brs, Bo, Ist, Ank, Sm, Ant).

 Göğeri-gökeri-göveri, “sebze” (Af, Isp, Dz, Kü, Gaz, To, Mn, Bt), “çayır, çimen, yeşillik” (Isp, Dz, Ba, Sn, Sv, Kn, İz, To) olup sözcük grubunun “gök”, yani mavi-yeşil ile ilişkisi ayan oluyor. Nitekim göğerilik, “su yakınında sebze ekmek için ayrılan tarla” (Kn); göğermek ve vary., az çok bütün Anadolu’da “bitki büyüyerek yeşermek, yeşillenmek”, darbe sonucu vücudun herhangi bir yerinin morarması, küflenme, kalaysız kapların oksitlenerek aldıkları mavi-yeşil renk oluyor. Keza go-gö-göğ-gömgö-gömgök-göv, “olgunlaşmamış ham (meyve ham iken yeşildir). Yine aynı bağlamda gökderike, “sebze” (Dz); gökgöğerti, “bahçede bulunan çeşitli sebzeler” (Brd); gökterke, “her çeşit yeşil, taze sebze”dir (Brd, Dz, Ay).

 “Sebz”, Farsça “yeşil” manasında olduğuna göre burada bir yeşil-mavi ikiliği bahis konusudur şöyle ki her sebze ve sair yeşilliğin rengi tam yeşil olmayıp maviye kaçar. “Gök” ise, Türkmen beyninde kutsallık kavramını korumuş olmalı.

 Gömük, “ormandan açılan yeni tarla” (Sn, Sm); gönük, “ormandan yakarak açılan tarla” (Kü, Çr). “ağaçları sökerek açılan tarla”dır (Çkl).

Göven-güven, “tarlanın biteklik (inbat) kuvveti”dir (Sv, Mğ, Ada). Köylü, buna güvenmeyip neye dayanacak?

 Gübah da “toprağı kabarık tarla” oluyor, Sv’da; Gubatarla, “taşsız, otsuz, iyi topraklı tarla” (Kü) olup gubar, Dy Türkmenleri’nce “ilk ekilen ekim” oluyor. “Gubar”, Arapça toz, “gubar-ı tal” de polendir.

 Güre, İz, Çkl ve Ed’de “verimli olmayan toprak, mera” iken güre olmak, Ky’da “tarla ekilecek duruma gelmek” manasını taşıyor.

 Haban, “bakımsız körelmiş bağ” (El); hamaz, “verimsizleşmiş tarla” (Or), “tarlada yığın halindeki büyük taşlar”dır (Çkl).

 Halaka, “ev önlerinde sebze yetiştirilen birkaç evleklik ufak sebzelik” (Ada), “köy meydanı” (Ada), “çevre, dolay” (Ada), “hayvan sağma yeri” (Ada) oluyor. Hant da Rz’de “küçük bostan” oluyor.

 Hamçar, “yarı sürülmüş tarla” (Ada); hamdan, “hiç işlenmemiş tarla” (Rz); ham gamak, “tarlayı sabanla iyi sürememek” (Gm) olmakla birbirinden uzak üç ayrı yörede “hamlık” ifade ediyor.

 Hanav, “tohumun bitmesine elverişli nemli toprak” (Bt, Ml); handal, “iki ark arasındaki ekilmiş toprak”tır (Çkr). Her ikisinde de “ıslaklık” bahis konusu.

 “Büyük toprak ya da taş parçaları”na hapaz deniyor, Çkl’de.

 Hapır-hapur, “ormandan ağaç kesilerek açılan tarla” (Ada), “Çalısı ayıklanmış tarla” (Mr); hapza-hopza, “birkaç yıl sürülmemiş, dinlenmeye bırakılmış tarla”dır (Brd, Ank). Orta ve Doğu Anadolu illerinde hozan-hızan-hozak, “dinlenmeye bırakılmış, birkaç yıl işlenmemiş tarla” oluyor.

 

Anadolu’nun iki mukabil yöresinde (Tr, Ant) harbi, “sürülmemiş, işlenmemiş toprak”ı ifade ediyor. Harlak, “güneşten ya da bakımsızlıktan gevşemiş toprak” (Ama), “ırmağın çekildiği yataklardan meydana gelen tarla”dır (İz).

 Harun toprak adı, “verimli toprak altındaki işlenmemiş, tabakaları bozulmamış toprak”a (Kn) verilmekle zenginlik mi ifade ediliyor, harun, Karûn’dan galat olarak?

 “Sürülerek dinlenmeye bırakılan tarla”ya Gr ve Or’da harus deniyor. χάρις, “güzellik, cazibe” olmanın yanı sıra “lûtuf, iyilik”i de ifade ediyor[7]. Böyle bırakılmış tarlanın “lûtufkar” olması beklenmiyor mu? Aynı kelime Ezc’da doğruca “işlenmemiş, bırakılmış tarla” anlamında kullanılıyor.

 Hasıllamak, “toprağı ekime hazırlamak” (Ba, Sm, To, Gm, Sv, Krk) tarifinin yanı sıra, sözcüğün “arıtmak, ham deriyi yumuşatmak, hamuru kıvamında yoğurmak, bir kimseyi iyice dövmek” gibi hayli yaygın başka şeyleri de ifade ediyor. Hasıl tarla, “sürülmüş, işlenmiş tarla” (Sv); hasıl toprak da, “birkaç kez sürülerek otları çıkarılmış kuvvetli toprak” oluyor, Tn’de.

 Hellik, “yağmurdan sonra tarladaki yumuşaklık” (Gr); hergetmek, “bir sene dinlenmiş tarlayı tekrar sürmek” (Çr, Ama, Ml); hergos-hevgus, “sabanın tarlada bıraktığı iz” (Ezc, Sm); herik, “sürülmüş tarla” (Bil, Kr, Ml); herk-herg-herik-hırk-hirek-hirk, “sürülüp dinlenmeye, nadasa bırakılan tarla”dır (Bil, Es. Bo, Zn, Ks, Çkr, Çr, Sn, Sm, Ama, To, Or, Gr, Tr, Gm, Ar, Kr, Ezm, Ezc, Ağ, El, Sv, Yz, Ank, Krş, Ky, Nğ, Kn, Ada, Ml). İşbu “herg” sözcüğünün kökeninin araştırılması herhalde ilginç sonuçlara götürür.

 Hernük-hennik-hennük-hermik-hernik, “Toprağın yağmurdan sonra sürülmeye, ekilmeye elverişli durumu, toprağın tavı” (Or, Gr, Gm, Rz, Ezc, Sv, Tn, El) oluyor.

 Holi, Rz’de “toprak”tır. Hollik, “tavında olan toprak” (Ar); hopur, “orman ve çalılıktan açılan tarla” (Mr, Hat, Ada), “sürülmüş tarla” (Ezm); horzan, “iki senedir ekilmeyen tarla” (Rz); hozan-hizan-hozak, “dinlenmeye bırakılmış, birkaç yıl işlenmemiş tarla” (Orta ve Doğu Anadolu illeri); höl, “sürülmeye, ekilmeye hazır duruma gelmiş tavlı toprak” (Ezc, Sv); hopsa, “uzun süre sürülmemiş tarla”dır (Af, Es, Nş).

 İçyer, “verimli toprak” (Kn); ikicanlı, “kırmızı toprakla karışık kumlu yer” (Kn); ilbiz toprak, “verimsiz toprak” (Ada); ilit, “ormanda açılan tarla” (Zn, Ks, To); ili toprak, “sellerin getirdiği milli toprak” (Isp); irinlik, “ekilen bitkileri çürüten çok sulak tarla’dır (Brd).

 Hiçli tarla, “taşlı tarla” (Ml); hinav, “nemli tarla” (Vn); horan, “biçilmiş tarla” (Ezc); hörtle, “sulu çamur” (Ama); kan, “verimli toprak” (Yz); kağşak toprak, “kazılması ve işlenmesi kolay olan kaba ve çürük toprak”tır (Kü).

 Kâf, “tarla kenarındaki yüksekçe toprak setler” (Gr) olmakla “Kaf Dağı”nı mı hatırlatıyor?

 Kağcın, “küçük taşlarla karışık toprak tabakası” (Ezc); kamalı toprak da “altında taşa benzer sert şeyler olan toprak”tır (Kü). Kara evlek, “yağmurun toprağa bir karış geçerek nemlenmesi, tav” oluyor Dz’de.

 Kandal, “orman içinde açılan küçük tarla” (İç), buna Ada’da karahopur deniyor; karayazı, “hiç sürülmemiş tarla (Ist); kargan, “nadasa bırakılmamış, dinlendirilmemiş tarla” (Mr); kargın, “verimli toprak” (Brd, Kc); karıncabaşı, “kumlu toprak” (Çkl); kaşkam, “ekime elverişli olmayan sert, taşlı toprak” (Tr, Gm); kaşkam da “susuz, sert toprak”tır (Sv). Son iki sözcük, Anadolu’nun bu yörelerinde müteradif oluyor.

 Karasuluk, “her zaman nemli, ıslak tarla” (Isp, Dz, Ay, İz, Es, Ant, Mğ, Krk, Tk, Kü, Af); kargan, “nadasa bırakılmamış, dinlendirilmemiş tarla” (Mr); kartan da “saban işlemeyen, sert toprak”tır (Çkr).

 Kav, “killi toprak, kil” (Kr), “tuğla, çanak ve tandır yapmakta kullanılan kırmızı toprak” (Ama, Gm, Kr, Ezm, Ezc, Ky); kaylan, “küçük taşlarla dolu tarla” (Bo), “killi, kayraklı toprak” (Kü), “sarı ve gevşek sıva toprağı” (Tk); kaylanmak, “ekilmiş tarlanın yüzü yağmur etkisiyle sert bir kabuk bağlamak – Tarla kaylandı, ekin çıkmadı” (Isp). Bu sert kabuğa yine aynı yerde kase de deniyor. Isp, Kü, Krş’de ise kayasa adını alıyor.

 Kavşak, “siyah, gevşek, sürülmesi kolay toprak” (Çkl) iken kayrak-kayran-kıyrak-kıyran toprak, “taşlı, kumlu, ekime elverişsiz toprak” (Isp, Brd, Ba, Çkr, Bil, Kc, Ist, Zn, Or, Hat, İç, Ed, Krk, Tk) oluyor. Kayran ayrıca Ank ve Ada’da “yağmurdan çamur tutmayan yer”, Kc’de de “kireçli verimsiz sarı toprak”tır.

 Yine keç toprak, “kireçli toprak”tır, Kn’da.

 Keleme ve varyantları, sürülmeden bırakılmış tarla (Ba, Çkl, Bil, Es, Bo, Ks, Sn, Gr, Kn, Tk, Ed, Krk, Ist, Brd, Dz, Af, Kn, Kc, Nş, Ank); kelemiy, “yeni sürülen toprak” (Gaz); kele, “sürülmemiş tarla” (Nğ); kerağ, “çorak, tuzlu toprak” (İç); keren-kerem, “killi toprak” (Af, Kü, İz); kerik, “sert yer, toprak” (Tn, MI); kelez yer, “ekin ekilmeyen verimsiz toprak” (Ks); kelpere, “yüzü az topraklı, altı taşlı olan verimsiz yerler” (Kn, İç, Ada); kelteme, “az mahsul veren toprak, çorak yer” (Çkr), “altı taşlı, üstü hafif toprak olan yerler”dir (Çkr).

 İnsanın olduğu gibi, toprağın da “kel”i var.

 Kertil, “verimsiz toprak” (Çkl); kesme, “kumlu, sert toprak” (Dz, Çkl, Çkr); keş, “nemli toprak” (Kr); “çok sulanmış toprak” (Kn) (Argoda keş, aptal ve sarhoş anlamına gelir…); keşenk-keşen, “kırmızı, özlü, yapışkan toprak” (Mr, Kn); ketir-ketre, “taşlık ve çalılık yer” (Kn, İç, Ant), “saban işlemeyen taşlı toprak” (Nğ, Mğ); kevzen-kevser, “verimsiz çorak toprak”tır (Ky, Nğ, Kn).

 “Tarlanın su, sel basmayan yeri”ne Ada’da keyli deniyor.

 Kırtaban, “verimliliği orta olan toprak” olup burada yetişen kavun tatlı olurmuş (İz).

 Kırkalık-kırtak-kırtıkıran-kırtlan-kırtlaz-kırtıl, “ekin bitmeyen kıraç yer” (Ank, Zn, Kş, Çr, Ks, Gr, Ky) olup ken dahi “ekilmeden bırakılan tarla” oluyor, bir yandan Brd, Ba’de, öbür yandan da Ml’da.

 Aynı sözcüğün çok değişik yörelerde aynı anlamda kullanılması, bir zaman içinde yer değiştirme olayına delâlet etmiyor mu?

 Kırık, “ormandan açılmış tarla” (Dz, Sm. Or, To, İzm, Kc, Tr, Rz, İç); kısır, “nadasa bırakılan tarla” (Zn, Ank); kızlan, “killi, çorak toprak” (Brs, Cr, Gr, Sv, Mğ), “kırmızı topraklı yer” (Mğ, Tk); kızma, “nadas edilmiş toprak” (Çkl, Brs); kilisa, verimsiz killi toprak” (Tk); kilitli, “çok sert ve taşlı toprak”tır (Ml).

 Kepir-kelez-kepez-kel yer-keren-kerer de “kel” ile ilgili oluyor; Sv’dan Batı’ya doğru az çok her ilde “verimsiz kıraç toprak, taşlı ve engebeli yerler, yağmurdan sonra toprağın yapışkan durumu”dur. Körfez de “volkanik toprak”tır (Mn); kuşku da “milli toprak”tır (Brs). “Sulanmayan, verimli ve çakılsız toprak” (Kn), “gübreli, kül rengi toprak”a (Sm, Kn) da külen deniyor. Kerit de Brs’da “ıslak, tavlı toprak, Af, Isp, Brd’da “taşlı toprak”, yine Af, Brd ve Ant’da “taşlanmış killi toprak” oluyor. Kerk de, “tarlayı dinlendirme, nadas” oluyor Ks’da. Kırkalık ve varyantları, “ekin bitmeyen kıraç yer”dir, Orta Anadolu’da. Batı Anadolu, “az ürün veren, çok bitek olmayan toprak”a kırtaban diyor. Es, Kn’da da kırtan, “sürülüp ekilemeyen taşlı tarla”dır. Kırtıkıran da aynı şeydir, Ks’da. Kıyır, “kumlu toprak” olarak biliniyor Dz, Kc, To, Kn, Krk’de. Kızılaç-Kızılgeren ise, adından da anlaşılacağı gibi, “Toprağı kırmızı ve sert olan yer”dir (Çkl, İz, Mn). Kire de “altında killi ve kireçli tabaka bulunan yerler” (Sm, Tn, El, Ml), “bağ yetiştirilen beyaz topraklı yerler” (Ml), “taşlı yerler”dir (Kr, Ezm, Vn, Sv). Sert olup da kazılamayan toprak, kirtek adını alır, Mğ’da.

 Kirk, “nadasa bırakılan tarla” (Ank); kirs, “killi ve çakıllı, kaypak toprak” (Brs, Isp, Ky, Kn, İç); kis-kisir-kisli-kistoprak, “taş, kum, kil ile karışık kaynamış sert tabaka”dır (Es, Ks, Çkr, Çr, To, Or, Gr, Ml, Mr, Sv, Ank, Ky, Nğ, Kn, Isp).

 Kort, “hiç sürülmemiş ya da yıllarca işlenmemiş topraktan yeni açılan tarla” (Kr, Bt), “uzun süre sürülmemiş toprak” (Ezc, Vn, El), “çayırlık, çimen” (Ar); “çukur” (Bt); kortik-kortuk da “yaylalardaki çukur ve alçak yerler” (Ezc) oluyor ki bu sözcükler Ermeniceden geçmiştir.

 Korsak, “sulak yer” (Tk), kosak da “gevşek toprak” oluyor. Ant’da. Kost da aksine, “toprağı kazarken ayrılan sıkışmış büyük toprak parçaları”dır (Rz).

 Kös, birbirinden hayli farklı çeşitli manalarının yanı sıra, “sürülmemiş toprak”ı da ifade ediyor, Nğ, Kn, İç’de.

 Külfan-külfen, “kül gibi toprak” oluyor İç ve Krş’de.

 “Taş yığını”na kover deniyor, Gm’de.

 Kozan, Adana’nın ünlü bir ilçesidir, ama kozan, “ekini biçilip kaldırılmış tarla”dır. Kozan’dan çok uzak Çr ve Ml’da.

 Kuba, “yapışkan, killi toprak” (Gaz; Ada); kubar, “verimsiz tarla” (Mr); kusak, “alttan su kaynaması ya da çok yağmur nedeniyle üstü sulu olan toprak” (Çkl, Mğ, Ed, Krk, Tk); kütlek tav, “tarlaların kurumaya yüz tutmuş durumu” (Mğ); künç-kürç, “kireçli toprak”tır (Ar).

           Madrap-madırap-madrıp, “yıllarca insan eli değmemiş, işlenmemiş sahipsiz toprak” (Yz, Ky, Ada, İç); malaz, “sulak yer” (Ada), “su altında kalan, su basan tarla” (Ada), çoraklığı nedeniyle ekilemeyen boş tarla” (Ada), “killi toprak” (Ada, İç); mazıl kalmak, “tarla sürülmeyerek boz kalmak” (Mğ); melek toprak, “kırlardaki boz toprak”, (Ant), “çamuru çok özlü, boz toprak” (Ant); melen-melek-melenk, “işlenmemiş toprak, kıraç toprak” (Isp, Rz, Nğ); melenk, “nemli toprak” (Rz), “yıllarca işlenip verimsizleşmiş toprak” (Brs), “killi ve humuslu toprak” (Af), “kırmızı toprak” (Rz); meneksi, “kırmızımsı toprak” (Isp); menlez,” kili bol olan toprak”tır (Kn).

 Mıhra, “tarlanın yüzündeki toprağın yağmurdan topaklaşması, sertleşmiş durumu” (Ed); muhmes toprak, “suyu emmeyen sert toprak” (Kn); milek-milen-milenğ, “milli toprak” (Çr, Mr, Kn, Krş, Nş); muhas, “çok kızıl toprak” (Kn) oluyor. Arapça-Osmanlıca “nuhas”, bakır olup bu metalin rengi de kızıla çalmaz mı

 Nemergin, “nemli toprak”tır (Af).

 Napuzar, “her sene ekilebilen, toprağı kuvvetli tarla” (Kr); On, “uzun süre ekilmeyip şenleşen bakımsız toprak” (Kn); opsa, “birkaç yıl sürülmeden, ekilmeden bırakılmış tarla” (Af, Kr, Ml, Sv, Ank, Kn, Ada); öl, “toprağın nemi, tav” (Af, Isp, Brd, Dz, İz, Bil, Es, Sv, Ky, Nş, Nğ, Kn, Ant, Mğ); ören yer, toprağı kuvvetli yer” (Brs); ören ayrıca “kırmızımsı bir nevi yağlı toprak”tır (Ks); örlüm, “tarla” (Mğ); örtlek, “ormanı, fundalığı yakarak açılan tarla” (Sv, Ada), “bozkır ortasında sürekli olarak yeşil kalan düzlük” (Sv).

 Örtlemek, “kurşun, çakı vb. şeyler, bir şeyi delip geçmek”, “yüreğini yakmak”tır Ada’da: “Yâr yolunda, güneş yüzümü börtlerken, sevgisi de içimi örtlüyor”.

 Paytar, “çok eğik ve dik yerler” (Isp, Dz, Mn, Ada, İç), “beş dönümden küçük tarla” (Ada), “kıraç, killi topraklı verimsiz tarla” (Kn, İç), “ormandan ağaçları keserek elde edilen tarla” (Ada). Aynı bir sözcük, birbirine nispeten yakın bölgelerde dört ayrı manaya bürünmüş!

 Pızlak, “gübrelenmemiş, verimsiz toprak” (Sm, Rumeli göçmenleri); pülez toprak, “içinde bitki artıkları çok olan toprak, organik toprak” (Gm); pırlan, “kumlu toprak” (Mr); por, “çok taşlı, çakıllı toprak” (Dz, Sv, Kn), “bitek olmayan toprak, çorak toprak”tır (Kn).

 Sağas, “sarı toprak” (Kn-muhacirler); salak “köylülerin bir sene ekip öbür sene ekmediği tarlalar” (Ada, Dz); salma, “bir evleklik yer” (Isp, Brd); sangama, “mahsul vermeyen toprak, verimsiz toprak” (Çkl); sarı çiyle, “rengi az sarı toprak” (Ba); sarı geren, “sarı, yağlı toprak” (İz); say, taş ve kaya ile ilgili birçok anlamın yanı sıra “ekime elverişsiz, altında taş, kum ve kil tabakası bulunan toprak” (Isp, Sn, Sm, Or,Tr, Mr, Yz, Nğ), “tarla sürerken ayrılan eni dar, boyu uzun evlek” (Af, Isp, Brd, Dz, Ba, Çkl, Mğ) oluyor. Sığlı da “selin getirdiği kumlu, çamurlu toprak, tarla”dır (To). Herhalde “sulu”dan galat sola. Ant ve Kn’da “sulu tarla”yı ifade ediyor. Solaz-sulaz da “rutubeti çabuk çeken sert toprak” oluyor, İz ve Çkl’de.

 Sovala, “çakıllı ve kumlu tarla” (Bo); soyuk, “ormandan açılmış tarla” (Sn); söküntü, “ekim için boz yerden veya ormandan açılan tarla” (Kş, Dz, Nğ), “kirizma” (Brs, Ezc, Ant), “altüst edilmiş, havalandırılmış toprak” (Nğ); su kusağı, “suyu çekmeyen killi toprak”tır (Ks).

 Şoğla toprak, “mil, derenin ovada biriktirdiği toprak” (Bil); şorak-şoreket, “çorak” (Ks, Ar, Kr, Ezc, Bt, Vn, Ank), “damlara serilen tuzlu toprak” (Ezc), “bataklık” (Ezm) olup şor dahi, tuz ve bununla ilgili manalarının yanı sıra “tuzlu beyaz toprak” (Ezc) oluyor. “Çor” Ermenice “kuru, çorak” demek olup tuzlu toprak da verimsiz olduğuna göre yukarıdaki sözcüklerin işbu “çor”dan muharref olmaları melhuzdur.

 Şum, “herkedilmiş tarla”dır (Ağ). Kn’da, Nasreddin Hoca’nın memleketi Akşehir’de “sulak tarla”ya şımarık deniyor. Burada nükte ayan olmuyor mu?

 Talaz, “ekilmek üzere nadas edilmiş tarla” (Zn); tapır, “taşlı ve arızalı arazi” (Kn, Ada, Mr, İç-aşiret) – tapor (Krş); taras, “yağmurlardan gereği gibi ıslanıp tavlanan tarlanın ekilecek hali” (Or, Sm), “nadas, sürülmüş tarla” (Zn); tarazlamak, “sürerek ve gübreleyerek tarlayı ekilecek hale getirmek” (İst, Kc, Sm), “tarlayı 3. defa sürmek (Sm); tavatır, “kuvvetli toprak” (Krş); taylan, “ne kadar yağmur yağarsa yağsın, işlenmeye elverişli olmayan toprak” (İz); telbis, “yağmurun, toprağın tabii nemliliğine kadar nüfuzu” (Ml) – “telbis”, Arapça-Osmanlıca bir şeyin ayıbını örtmek olup toprağın “ayıbı”nı, yağmur “örtüyor”; karevlek, “toprağın nemliliği, tavı” (Dz); tepük, “çiğnemek suretiyle kurutulmuş tarla” (Gr); terbiz (telbis’in bir varyantı olmalı), “yağmur sularıyla ekin ekilmeye müsait hale gelen tarla” (Ky); tirem, “killi ve çorak toprak” (Ky); tospalık da “fazla kumluk yer” oluyor Ed’de. Kaplumbağalar kumluğu sevdiklerine göre sözcük “tosbağalık”tan galat olmalı.

 Toyla-toylan, “bitki yetişmeyen, taşlı toprak” (Bil, Bo, Isp); toyra, “verimsiz killi toprak” (Çkr); tuncarmak, “tarlanın suyu yüzüne vurmak” (Af); turam, “kuru kil tabakası” (Sv); tuzla-tuzlalık, “otları tuzlu olan ya da hiç ot bitmeyen çorak, verimsiz yerler” (Kn, Ed); tünç, “dağ eteklerinde, sellerin getirdiği topraklarla oluşan tarla” (Ank) oluyor. İstanbullu kuyucular da “yer altında suyu sızdırmayan kil tabakası”na tıram diyorlar. Bunun Latince “trama”, yani bir dokunun bir mürekkibi ile ilişkisi olabilir mi?

 Uğralaşmak, “ilkbaharda toprak kabarıp kurumak” (Ank); urva, “çift sürerken dağılan tavlı toprak (Ba, Çkl); üvek, “suyu sızdıran toprak – bu tarla üvektir” (Mr, Ky).

 Varik,”özlü ve yapışkan kırmızı toprak (Tk – muhacirler); vayvay, “toprağın tavlı olduğu kış ekim zamanı” (Ant), “Kasım’dan 20 gün sonraki ekim” (Isp, AD; vayvay tavı, “toprağın Kasım’ın 10’undan Ocak’ın 23’üne kadar ekime müsait olan tavlılığı” (Isp); velen etmek, “bir sene sonra ekilecek tarlayı sürüp hazırlamak” (Ky); velhen, “ekilmiş tarla” (El), “ekilmeden beş ay evvel ilk defa sürülen tarla” (Ky); velkan, “çift, tarla sürme”dir (Bil).

 Bu son üç sözlük ailesinin, Arap filâha’dan muharref bir “felhan-velhan”dan galat olabileceği akla geliyor.

 Nitekim Suriye Arapçasında “sêfi” (susam, pamuk, mısır) ile buğdayın münavebe ile ekildiği toprak, falhân tesmiye ediliyor[8].

 Amasyalı Deşişî Mehmet Efendi’nin 988/1580 yılında Mısır Beylerbeyi Hasan Paşa adına düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlük (Et-tuhfet-üs-seniyye)de:

 “Şumîr (Fa): nadas ki bazı yerlerde velhen derler”.

“Südkâr (Fa): tohum ekilmiş yer ve nadas yer ki bazı yerlerde herk ve bazı yerlerde velhen derler”

diyor[9].

 Yandırma, “tarlayı sürülmüş halde bırakma; güzde ot çıkmaması için toprağın kabartılması” (Mğ); yaramış, “tavlı tarla” (Ada); yas, “bitki yetişmeyen arazi” (Çr); yaşa-yoğşa, “kırınızı renkli aşı toprağı” (Gm); yaşartma, “7-8 sene sürülmeyip boş bırakıldıktan sonra tekrar sürülüp işlenen tarla” (Sm); yedin, “nadas” (Ant); yelis toprak, “çamurlu, işlenmesi güç, yaş toprak” (Ks); yığal, “tava gelmiş, nemli toprak” (Af, Isp, Kn); yoşa, “koyu kırmızı renkte killi bir cins toprak”, “koyunların sırtına sürülen kırmızı aşı boyası” (Mn, Es, Tr, Ar, Ank, Ky); yoz, “işlenmemiş verimsiz toprak” (Sk, Zn, Sn, Sm, Or); yudak, “bataklık hale gelmiş killi arazi” (İç); zıvlam, “su geçirmeyen, verimsiz toprak” (Kü); zıvlan, “cıvık çamur” (Es).

 

* *

 

Ve daha nice adlar, toprak türleri ve durumlarını ifade eder. Bunların tümünü kaydedip sınıflandırma çalışması, konumuzun dışında kalır. Biz, dilci olmadığımızdan, sadece bir iki köken saptamakla yetindik. Aslında daha fazlasına bilgimiz elvermez. Bu arada, A. Tietze’nin çalışmalarından, konumuzla ilgili olan bazılarını buraya aktaracağız. Şimdilik buraya kadar işlediğimiz konular, ezcümle sulama ve toprakla ilgili olanları aldık, öbürleri, sırası geldikçe, zikredilecektir. Bunlardan bazıları esasen I. ciltte (Beslenme teknikleri) verilmişti. Onları burada tekrar etmeyeceğiz.

 Birge (Es), bükle (Mr, Ada, Kn), “küçücük göl, büyük su birikintisi, balık havuzu, havuz” olup Arapça birka’dan galattır[10]. Ancak, bunlardan ilki son Derleme Sözlüğü’nde tamamen başka bir anlam karşılığında verilmiş[11] olup öbürü de, yine aynı sözlüğe göre, bu bölgelerde “şadırvanlarda su çıkan taş, fıskiye” ve “hamamın ortasındaki sıcak su çıkan yer”dir.

 Bellea-bellaı-bellee-bellua, “mutfak, avlu veya ahırda, pis suları dışarı akıtmak için yapılan ark” (Gaz, Hat, Ank); “pis kokan su birikintisi” (Ur); “lâğım” (Hat) olup sözcükler, Arapça “sulama kanalı” karşılığındaki ballâ’dan gelmedir.

 Darbız-daras-darbuz-daros-darus-darust-debiz, “rutubet, nem” (Gaz, Mr, Hat, Yz, Ky, Ada); “nemli toprak” (Çr, Mr, Kn); “hasattan sonra tarlayı sürerek, nemlendirerek tava getirme, tavlanmış toprak” (Gaz, Mr, Ky, To, Çr, Gr, Sv). Darbız etmek, “tarlayı sulamak” (Gaz) olup sözcüklerin kökeni, Arapça “yaz ekiminden önce tarlanın sulanması, sulama ile zeminin kuvvetlendirilmesi” anlamında olan tarbîs oluyor.

 Saur, “birkaç ırmağın birleştiği yer”dir (Gaz). Bu aynı sözcük Arapçada “dere yatağı” karşılığında oluyor.

 Brs’da kanevetçi, “su yollarını yapan adam”dır. Suriye Arapçasında kanavâti ise, “Halep’te Hâlen havuzlarından suyu kente taşıyan kanalın bakımıyla görevli” kişi oluyor.

 Eleket-eleget, Kn’da “kaldıraç” anlamında kullanılıyor. Аλεκατι (Kıbrıs) da “kuyudan su çekmek için bir alet”tir. Yukarıdaki “kaldıraç”ın yük kaldırmak için bir tertibi ifade etmesi halinde “atma, fırlatma tertibi” manasında olan αλακατιον ileri sürülebilir.

 Kübür-küpren-kürben, Nğ ve Ank’da “gübre” karşılığındadır. Kόπρανο “çamur”dur. Bunun yanı sıra gübür-gübürge-gübürt, Uş, Isp, Dz, Ba, Çkl, Es, Kc, Bo, Ks, Çkr, Çr, Sm, To, Ama, Or, Gr, Tr, Ezc, El, MI, Sv, Ank, Yz, Ky, Mğ, Ed, Krk, Tk, Dz’de “süprüntü, toz, çöp” iken Uş, Dz, Bil, Es, Ks, Ama, Kr, Nş, İç, Kn’da “gübre”; MI ve Gaz’te de “kuru ağaç yaprakları, gazel” oluyor. Bunların iştikak ettikleri kök ise κόπρι’dir.

 Ormanlarda çam gübrelerinin altında çıkan bir çeşit mantara da Tr’da gübür kaldıran deniyor. Gübürlenmek, Çr, Gr, Krk, Ada’da “kirlenmek, pislenmek”tir. Resmi Türkçedeki gübre ise Κοπριά’dan geliyor. Halk dilindeki kemire-kemre-kemüre-kerme-kerpiç de az çok her yerde “gübre, tezek” karşılığında kullanılıyor (DS ve bkz. İsmet Zeki Eyüboğlu, op. cit., s. 148-9). Bunların “gübre” muharrefi olduğunda şüphe yok.

 Λίγδα (kir, pislik), lığ, lıgda, lığırt, lığlak, liğ, luğ, yani “selin, akarsuyun getirdiği ince çamur, tortu, birikinti” (Isp, Çr, Sm, Ama, To, Ör, Gr, Gm, Kr, Ezm, Ezc, Ağ, Sv, Ky, Yz) ifade eden sözcüklerin kökenini oluşturuyor.

 Langaz-longaz, İst ve Tr’da “tepeler arasındaki çukur yerler, uçurum”u ifade ederken Çkl’de “suların en derin yeri” oluyor. Yine Tr’da longaz, ayrıca, “deniz kıyılarında kayaların diplerindeki derin yerler”dir. Löngöz-longöz-löngüz ise “çok derin ve oldukça büyük durgun su” (Çkl); deniz ya da nehirlerdeki derin kuyular, su çevirisi” (İz, Sn, Sm, Or, Gr, Tr, Rz, Mr, Ba); “havuz gibi yapılmış yalnız içi taşla örülmemiş su biriktirilen büyük çukur” (Çkl, Mğ); “derin göl”dür (Rz). Bütün bu

isim ailesinin kökeni λογγος (bir nehir ya da denizde derin mahal) oluyor[12].

 Bu arada Tietze, Anadolu halk dilinde kullanılan Grek kökenli sözcüklerin daha Osmanlı öncesinde Karadeniz’in Kuzey’i menşe’li Kuman Türkçesinde, ezcümle 1303 tarihli Codex Cumanicus’ta mevcut olduklarına dikkati çekiyor[13].

 

[1] C.I. s.305

[2] Martti Räsänen.- Versuch cines etymologischen Wörterbuchs der-Türk-Sprachen, Helsinki 1969 s. 30.

[3] Kamus Tercemesi, İst. 1304; Tıbyan-ı nâfi der terceme-i Bürhân-ı Kaatı, 1214; TS.

[4] TS III, s. 1796

[5] ibd.

[6] ibd. s. 1755

[7] YTS

[8] Andreas Tietze- Direkte arabische Entlehnungen in anatolischen Türkisch, in Jean Deny Armağanı TTK yay. 173. Ank. 1958. s. 300

[9] TS. C. VI. s. 4167. Sözcükler tarafımızdan belirtildi.

[10] A. Tietze.- op. cit. s. 265

[11] s. 701

[12]Andreas Tieltze.- Griechische Lehnworter im anatolischen Türkiseh, in ORIENS VIII/2, 1955 (Leiden), s. 204-257

[13] ibd., s. 251