Peygamber Amos naklediyor; “Bak!” demiş YHWH, “günler geliyor, toprağı sürenin hasat edenin yakından takip ettiği günler, üzümü ayaklarıyla ezenin tohum atanın takip ettiği günler…”[1]. Yani bir tarımsal faaliyet öbürünü yakından izliyor.
Tarımsal mevsimler şemsî seneye tekabül ediyor ve hararet, yağış ve benzeri sair etmenlere bağlı oluyor; bu etmenlerin hepsi Yahudi zürraının günlük yaşamını etkiliyor.
Ahd-i Atik birçok tarımsal mevsim ve faaliyetlerden söz ediyor: hâriş (toprağı sürme; Arapçada harasa); zera’ (tohum atma; Arapçada -ve Osmanlıcada- zer)… Ancak tarımsal faaliyetlerin zikredildiği birçok mısrada, bir sıra belirlenmiş ama her bir tarımsal mevsimin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine dair saptama yapılmamış. Gerçi tarımsal mevsimler yer yer, doğal koşulların farkları itibariyle birbirlerinden değişik olabilirler. Yine bellekte tutulacak bir husus da, bir merkezî sivil ve kültle ilgili idarenin kurulmasıyla, tarımsal mevsimin başlangıcı ve sonu için genel tarihlerin, vergilerin tahsilini kolaylaştırmak ve bu mevsimlerle ilgili festivallerin kutlanması için tespit edilmesinin gereğidir. Böyle bir sistem bir ölçüde kabile federasyonu döneminde kullanılmış olup monarşi zamanında daha çapraşık hale gelmiştir.
Tarımsal mevsimlerin sırasını belirtmeğe yardımcı olan bir Ahd-i Atik dışı belge de Eretz-İsrail’de Gezer Takvimi (M.Ö. yakl. 925) olarak bilinir (şek. 33). Aslında buna Gezer El Kitabı demek daha doğru olurdu şöyle ki bu, bir zamanı ifade eden takvim olmayıp bir küçük işler listesinden ibarettir. Bunda üç harfle yedi satırlık bir küçük kitabe bahis konusudur.
Bütün satırlarında görülen yah kelimesi, bir yılın on ikide birinden ibaret bir dönem için eski bir tabirdir; sonradan bunun yerini Kitab’da hâdes almıştır. Yazıtın on iki faaliyet adını içermemesi itibariyle yrh sözcüğünün burada bir takvim ayına tekabül etmeyip bir zaman ölçüsü olduğu sanılır ve böylece de bir Gezer yrh’ının başlangıcı mutlaka bir takvim yılının başına denk gelmez.
Birinci (yrhw sp) dizide “(meyve) toplamanın iki ayı” yazılı olup bu, zeytin hasadı olmaktadır. Bu dönem, Ken’an ülkesi takviminde yılın başlangıcı olan güzde vaki olur. Gerçekten bu mevsimin başlıca tarımsal faaliyeti, zeytin toplanmasıdır ve bu iş, Gezer’in yazıldığı bölgede Eylül ortasıyla Ekim ortası arasında olur. Bu faaliyete iki ay tahsis edilmesi, hasadın bütünü içinde mütalâa edilen yağ çıkarılmasının buna dâhil edilmesi ve zeytinlerin tümünün aynı zamanda olgunlaşmaması nedeniyle olmalıdır.
1-2.. dizi (yrhw zr’), “Tohum atmanın iki ayıdır. Bu faaliyetle tarımsal devre yeniden başlamaktadır. Bu iki ay içinde çiftçi, buğday ve arpa gibi tahıl eker.”
İkinci dizide (yrhw lqş), son yağmurlar (malqôş) etkisiyle bitkilerin geliştiği iki ay kastedilmiştir. Bu, malqôş’un kendisi de olabilir, yani yağmurlu iki ay bahis konusu edilmiş olabilir. Ancak bu varsayımlar doğrulanmamakta olup daha doğru bir yaklaşım, bunun bezelye ve nohut gibi sebze ve sebzevatın geç hasadı olabileceği doğrultusundadır.
Üçüncü dizi, “yabani otların çapalanma ayı”nı ifade etmektedir.
Dördüncü dizi, “arpa hasadı ayı” olup Yahudilerce hasat mevsiminin başlangıcı pessah-massôt festivaliyle kutlanırdı.
Beşinci dizi “hasat ve bitirme”, “hasat ve şenlik”, “hasat ve ölçüm” şekillerinde tefsir edilmiştir.
Altıncı dizi, üzümlerin toplanmasına mütedairdir. Bundan sonraki dizi de, nar ve incir gibi ağaç meyvelerinin toplanması ile ilgilidir.
Böylece M.Ö. X. yy.da Eretz-İsrael’de tarımsal faaliyetlerin sırasını saptadıktan sonra iş kalıyor daha kesin bir tarımsal faaliyet takviminin ortaya çıkarılmasına. Bunun için de başlıca Yahudi festivallerinin, ezcümle pessah-messot, şabû’ôt ve âsîp-sukkôt tarihlerinin tespiti gerekiyor şöyle ki bunlar Yahudi takviminde bir tarımsal mevsimin başlangıç ya da sonunu vurguluyorlar[2]. Ancak bunların ayrıntıları konumuz dışında kalıyor.
Şek. 33. – Gezer takvimi (yakl. M.Ö. 925)
(W. F. Albright’dan)
Gezer El Kitabı ikinci tarımsal mevsimi ekmeye (yrhw zer’) ve üçüncü tarımsal mevsimi de geç ekmeye (yrhw lqş) bağlamaktadır. Tohum atmanın ilk iki ayı boyunca çiftçi, buğday ve arpa gibi tahıl ve geç ekim mevsiminde de kabuklu sebze ve sebzevat ekmektedir. Böylece Gezer El Kitap’ında dört ay, ekim ayı olmaktadır. Ama bütün bu işler için, toprağın hazırlanması gerekir. Bu itibarla bu iki faaliyetin, yani sürmekle ekmenin ifadesi olan sözcükler çoğu kez birbirlerine karıştırılmış, birinin yerine öbürü kullanılmıştır.
Ekim, ilk yağmur (yôreh)’in zemini yumuşatmasından sonra yapılırdı. Bitkilerin gelişip olgunlaşması için bir münasip sürenin sağlanması bakımından ilk yağmurun zamanlaması çok önemliydi. İlk yağmurun gecikmesi sebebiyle ekim işinin geri bırakılması halinde bitkiler, yaz güneşinin bunları kurutmasından önce gelişmek ve olgunlaşmak için yeterli süre bulamazlar. İlk yağmurun erken yağıp çiftçi tarlasını bunun arkasından hemen ekecek olursa, daha sonraki yağmura kadar fazla uzun bir sürenin geçmesi ihtimali yardı. Bu durumda filizlenmiş tohum ölecek, bütün ürün mahvolacaktır. Bu itibarlar Ahd-i Atik, Yahudilerle YHWH arasındaki ahide riayetin önemini vurgulamaktadır. Ahid’e bağlı takdis ve lânetlemeler, mükellefiyet ve mükâfatları açıkça ifade eder: Emirlere uyulduğunda YHWH ilk ve sonraki yağmurları mevsiminde gönderecek…, aksi halde gök kilitlenecek…[3]
Yahudi ziraatında toprağı sürmenin önemi, çiftçinin, saban izi (karık) türleri ve bunların çeşitli kısımlarını ifade etmek için çok sayıda tabir kullanmasıyla aşikâr olmaktadır. Nîr tabiri, bir bakir tarlayı sürerek meydana getirilen bir karığı ifade etmekte. Bu tür derin sürme muhtemelen bir özel sabanla yapılıyordu. Ma’anâ, tohum atmak için işaret izlerini ifade eden bir sözcüktü. Gerçekten, bugün dahi Orta Doğu’da uygulandığı gibi, elle tohum atmada, tarlada tohum almamış yer kalmaması için elle serpilecek şerit genişliği, işbu izlerle belirlenir.
Gêdûd, kazığın dip kısmını, telem (têl-tümsek gibi) de karığın yan yüksekliğini tarif ederdi.
Saban, mahâreşâ veya mahâreşet (Arapça harasa=çiftçilik, ziraat), esas itibariyle çapanın hayvanla çekilen bir gelişmiş şeklinden ibaret olup, bugün bilinen en eski tiplerinden itibaren hâlâ Orta Doğu’da kullanılanlar arasında fazla bir fark bulunmamaktadır.
İlk saban uçlarının tunç (bronz)dan olduğu anlaşılıyor. Ken’an bölgesine demirin ithalinden (M.Ö. XIII.yy.) sonra demir uçlar, tunç uçların yerini almış olmalıydı.
Sabanı öküzler çekerdi; bunlar sabana ahşap boyundurukla (kêlê habbâqâr) bağlı olup bu sonuncusu hayvanın boynuna iplerle (môsêrôt) raptedilmişti.
Samed, sözcüğü “bir çift hayvan” tabiri, “bir günde bir hayvan, yani öküz takımıyla sürülebilen alan” olarak da kullanılagelmiş, Osmanlı çift’i gibi.
Hayvanların idaresi için kullanılan üvendire (malmêd, darbân-darbônâ)günümüzdeki gibi olup Mishnaî ve Talmudik zamanlarda bunun ucunda, yine bugün olduğu gibi, saban ucuna yapışan çamuru sıyıran yassı bir demir parçası (harhûr) bulunurdu.
Bu iş, ya elle serpme, ya da başlarda gördüğümüz (şek. 3) bir ekici tertibatlı ve izi örten saban (Akkad abu, ittû) ile yapılırdı. Tohum bir torba (meşek hazzera’)da taşınır ve tohumu saçan, (zôrêa’), yukarıda gördüğümüz işaret üzerinden değişmez adımlarla yürürdü. Bu adama môşek hazzera’ da denirdi. Bu sırada, her türlü ters ihtimali düşünen çiftçi genellikle endişeli durumda olurdu: “Gözyaşları içinde tohum atan, neşe çığlıklarıyla hasat eylesin!…” (Mezamir CXXVI/5-6)
Tohum saçıldıktan sonra bunu kuş ve hayvanlardan korumak için tarlayı sürmekte acele ederdi. Tohumun örtülmesi harîs, “sürmek” sözcüğüyle ifade edilirdi ve bu, qasîr, “hasat” ile koşutluk halinde bulunurdu.
Yine tohumu örtmek için muhtemelen, daha önce sürülmüş olan tarlaya hayvan sürüleri salınırdı, bugün olduğu gibi. Arazi topografyasının saban kullanımına müsaade etmediği dağlık bölgelerde çapa gibi bir el âleti (ma’der) kullanılırdı.
[1] Amos IX/13. Levitique XXVI/5.
[2] Oded Borowski- op. cit., s. 31-44.
[3] Deutêronome XI/13-17.