Buraya kadar söylenenler aile yapısı ile mülkiyet ve üretim ilişkileri arasına sıkı bir rabıtanın varlığına işaret ediyor. Buna karşılık Türk akraba terminolojisinin Batı dillerinde rastlanmayan bu denli ayrıntılı oluşunu izah etmede nakıs kalıyor. Bu konudaki son çalışmaları özetle gözden geçirerek konuyu yeni araştırıcılara bırakarak kapatacağız.
J.Goody (Production and reproduction, Cambridge Un. Press,1976) kadının tarıma iştirakini hısımlık sistemleri ile mülkün intikal şekline bağlıyor. Mamafih hısımlık ve üretim sistemlerini sadece mülkiyet ilişkileri açısından ele alması yaygın eleştirilere hedef oluyor. Bununla birlikte sınıfsız toplumlarda hısımlık ilişkilerinin üretim şekilleri ilişkileri olarak odaklandırılması, 80’li yılların başına kadar birçok tahlilin konusu olmaya devam etmiştir.
Sınıf ayırımlı ve devlet kontrollü köylü toplumlarda bile baba nesepli ve iki taraflı hısımlık ve veraset sistemli topluluklar arasında erkeğin hâkimiyet türü ve derecesinde belirgin fark görülüyor. Akrabalık sistemleri, toplumun örgütlenme usulü olarak tümden hâkim rol oynasın ya da oynamasın, kadınların konumlarını saptamada bir başat rol oynamakta olup akrabalıkla üretim sistemleri arasındaki ilişkilerin araştırılması, değerli ve yerinde bir çalışma olabilir.
Kırsal alanlarda ev halkına dayalı üretim, çok çeşitli şekiller alıp ev halkının bir parçası olduğu bütün sistemin tabiatına bağlıdır. İkamet ve tüketim açısından ev halkı, tek aile biriminden bir eril başın yalnız erkek tarafından akraba erler ve ailelerine riyaset ettiği nispeten geniş karışımlara kadar birçok tertibi ifade edebilir[1].
Evet, bu konular çok tartışılmış ve tartışılmaya devam edecektir.
* * *
Akrabalığın sosyal bağlamının bir kuramsal çerçevesini çizebilmek için sosyal anthropoloji ile Marksizmin çeşitli yaklaşımlarının eleştirisel tetkiki gerekir. Biz bu işin derinliğine fazla inmeden konuyu toparlamaya çalışacağız, sosyal ve biraz da ekonomik, anthropolojinin ışığında…
İlki tam bu sorunlara taallûk eder. Bir yandan akrabalık ve kast, yani ilk bağlantılar gibi sosyal örgütlenmenin veçheleriyle, kültürel normları odak yaparak, uğraşır. Metodolojik yaklaşımı başlıca yapısal -işlevsellik (structural-functionalism) üzerine dayanır.
Toplumda akrabalığın iki kavramı arasında bir analitik tefrik yapılabilir; bunlar genellikle sosyal anthropoloji literatüründe mezcedilmişlerdir.
Biri, akrabalığın, sosyal örgütlenmede bir örgütleyici ve güdücü prensibi olarak algılanmasıdır, yani “bir değerler sistemi olarak ele alınan akrabalık… tektir, şöyle ki hem özel faaliyetler hem de bir bütün olarak sosyal yapı için ana prensip olmaktadır.” (Meyer Fortes.- The web of kinship among the Tallensi, London, Oxford Un. Press, 1949, s.340) Buna akrabalık sisteminin takaddümünün kavramı diye bakabiliriz. Akrabalık sisteminin özerkliği kavramı olarak bakabileceğimiz diğer görüş bunu birinci sıradan, akrabalık sistemiyle paralel olarak var olabilen başka sosyal sistemden bağımsız ve ondan türememiş, bir sosyal sistem olarak kavrar.
Oysaki işe böyle bakıldığında akrabalık tek başına bir parametre olarak mütalâa edilecek ve insan toplumu, yasal kaidelerin dokuduğu denge sistemlerinden oluşmuş olarak düşünülecek. Ekonomik faaliyetler ikinci derecede anlam taşıyacak ve değişik koşullara uymanın tetkiki mümkün olmayacaktır.
Ama bir alternatif imkân, ekonomik ilişkilerin akrabalık ilişkilerine takaddüm etmiş olduğu düşüncesidir. Bu durumda akrabalık sisteminin devamını aslî olarak görmeye gerek kalmaz; o sistem her noktada vaktinde değişen ekonomik duruma uyar (E. R. Leach.- Pul Eliya. A village in Ceylon, Cambridge Un. Press, 1961, s.8).
Böylece bir yandan Leach ve başkaları sadece ekonomik amillerin akrabalık örgütünü etkilediğini ve bu sonuncusunun bu amillerden müstakil olarak taayyün etmediğini gösterme çabasında iken bir Marksist olan Terray, “ilkel” toplumlarda akrabalıkla ekonomik yapılar arasında bir tekabülün varlığını ispat ediyor (Emmanuel Terray.- Marxism and “Primitive” Societies, N.Y. Monthly Review Press, 1972 s. 137-40).
Bir başka Marksist anthropolog, Godelier, şu soruyu vazediyor: “Son tahlilde Marx’ın görüş açısı içinde hem akrabalığın başat rolünü hem de ekonominin tayin edici rolünü nasıl idrak edebiliriz?” Ve karar veriyor: “Bu, ekonomi ve akrabalık temel ve üstyapı (superstructure) olarak ele alındığında mümkün değildir. Bir eski (archaic) toplumda akrabalık ilişkileri, üretim ilişkileri gibi işlev yaparlar, tıpkı politik ilişkiler olarak işlev yaptıkları gibi. Marx’ın lügatçesini kullanarak, akrabalık ilişkileri burada hem altyapı (infrastructure), hem de üstyapıdır… Bu tür toplumda akrabalığın gerçekten üretim ilişkileri olarak işlev yapma derecesinde, ekonominin tayin edici rolü akrabalığın başat rolünü nakzetmez, ama onun arasından ifadesini bulur. (Maurice Godelier-System, structure and contradiction in capital, in R. Miliband and J. Saville (eds.), The Socialist Register, London 1967, s.112).
Gerçekten, başsız “ilkel” toplumlarda akrabalık yapıları, zımnî tek kurumlaşma odağı olmaktadır[2].
* * *
Türkmen oymaklarını anlatıyor, A. R. Yalman: muhatabı Hacı Süleyman Ağa’nın dünya savaşında üç oğlu ve bu savaşla Kurtuluş Savaşı sırasında obası içinden 32 yiğit şehit düşmüş.
“Hacı Baba… Neden sizde her çadırda birkaç tane kadın var?”
…
“Efendi… Yürüklerde sermaye avrattır. Şehirliler zenginleşince ev yapar; Yürük kısmı zenginleşince evlenir. Bizler eneksiz (sermayesiz, burada kadın anlamında), ineksiz, tüneksiz (yatacak yer) ve bineksiz duramayız.”[3]
“Dedeli yaylasında (Toroslar’da)… aşirette erkek kadın birlikte çalışır; erkekler ip büker, kadınlar ıstar dokur. Hattâ erkeklerin birçoğu evlerinin çorap ihtiyacını düşünerek gerekli olan çorabı kendileri örerler. Bu çoraplar tek iğne ile örülür. İğneleri ağaçtan yapılmıştır. Aşirette bu âdet yaygındır. Yalnız Kulfallı’da göze çarpacak kadar çoktur.”[4]
Üretime iştirak hususundaki bu küçük örneğe artık bir şey eklemiyoruz.
* * *
Ve bu çok önemli konuyu Türkçede “kadın” için kullanılan sözlerle bitirelim.
En eski lehçelerden itibaren “hatun” ve çeşitli varyantları, ezcümle katun, hatun kişi, katın…, çeşitli sosyal dereceleri içinde “kadın”ı ifade etmiş. Osmanlıcada ulu hatun, “hanımefendi”; Osmanlı saraylarında da baş kadın, kadın efendi, saray hanımlarının ve sultan zevcelerinin rütbeleri olmaktaydı. Anadolu halk dilinde de bu şerefli mana korunmuş. Bunları aşağıda göreceğiz.
Hatun, Farisî kökenli olup bunun çeşitli varyantlarına sahip Asya topluluklarına mezkûr dilden mi yayıldığı, yoksa onlardan mı İran’a geldiği hususu araştırmacılarını bekler. Biz şimdi bazı örnekleriyle (TS’den alınmış), Türkiye Türkçesinde bunu XIV. yy.a kadar geri götürebiliyoruz. XIV. yy. hekimlerinden Ali Çelebi bin Şerif’in Timurtaş Paşaoğlu Umur Bey adına yazdığı hekimliğe dair kitap (“Yadigâr-ı İbni Şerif)te “Eğer hatun kişi kursağına yaku ede hayzını yürüde” diyor(TS). Yine, VII. yy.da yaşamış Arap şair ve kahramanı Anter bin Seddad’ın sonsuz aşk ve kahramanlık öykülerini XIV. yy.da Türkçeye çevirdiği kuvvetle tahmin edilen Erzurumlu Yusufoğlu Mustafa Darir’in işbu tercümesinde (“Antername”) “Gönlü evvelden hatun kişilere meyi idegen idi” ve “hatun kişiler yenile evlendin deyü men’ etmeyeler” deniyor.
XVI. yy. eserleri de dâhil olmak üzere çoğunlukla “hatun kişi” lafzı geçiyor. Buna karşılık Ankara Şer’iyye mahkemesince tutulan XVI. yy.a ait defterlerde örneğin “mezbur Mustafa Çavuştan ve zevcesi Mâide katundan da’va eylediğinde araya muslihun tavassut idüp…”; “Fatıma binti Abdullah nâm katunun nefsine ve üzerine lâzım gelen on bir altuna kefil odum”; “Şemsettin mahallesinde Ayşe katun binti Recep nâm hatun…” ifadelerinde bunun katun olarak geçtiğini görüyoruz(TS).
Halk dilinde “kadın”, güzel, şık, hoş (kadın oğlum, kadın Allah’ım) (Dz, Ay, Çkl, Es, İst, Mğ); “kadınana-kadıana-kadi”, kaynana (Isp, Dz, Sv), babaanne (Mğ, Kc) manalarına gelmekte olup bir takım beğenilen şeylere de “kadın-hatun”la ilgili adlar verilmiştir. Ezcümle “kadınbarmağı”, baklavaya benzer bir tatlı (Hat); “kadın göbeği”, kızılcık büyüklüğünde içi kılçıklı bir meyve, yaban gülü meyvesi (Sv), bir cins mantar (Sm), meşhur tatlı(İst); “kadınparmağı”, beyaz ya da siyah, uzun, ince kabuklu bir çeşit üzüm (Isp, Dz, Mn, Bo, Sm, Ank, Kn, Çr), ince, uzun, sulu, yumuşak bir cins armut (Sn); “hatuncuk”, saka kuşu (Sm); hatunmemesi-hatunparmağı, uzun beyaz bir çeşit üzüm (El, Ur, Ky).
Bunların dışında “kadın-hatun”, yukarda sözü edilen “kadınana…” dışında, daha başka akrabalık terimlerine de dâhil olmuştur: “kadıncık”, görümce (Af); “kadınge”, gelin (Sm), elti (To); “kadi-kade-kadı-kadınga-kodinge”, yenge (Bil, Es, Ist, Sm, Ank, Zn, Sn, İz, Ks, Gm, Kc, Ama, To, Ezm, Sv, Kn, Ed), hanım (Sn).
Öbür yandan “gada-gadaş-gade”, kardeş (Tr, Gm, Kr, Sv, Ed, Tk, To, İç); “gaga- gacı-gada-gıcı-gıga-gıka-gocu”, ağabey (Af, Uz, Isp, Brd, Dz, Çkl, Es, Bo, Sm, Ezc, Sv, Kn, Ant, Vn, Ba, Gr, Gm, Ay, Ama, Sn), küçük kardeş (Sn, Dz, Ed), Erkek (Bo); “gadi-gade-gadinge”, yenge(Bil, Sn, To, Kn, Ks, Ama, Sv), büyükanne (Kc, Ist) oluyor.
Arapçadan geçmiş sözcüklerde şunlar oluyor: zevce, refika, aile, harem, ehl, nisa helâl (helâl hatun’un kısaltılmışı), ayal. Türkmencede beg yalı, beyin karısı, han yalı, hanın karısı gibi sözcüklerde beg ayali, han ayali’den kısaltmalardır. Ve nihayet “arvat-avrat-avret” dahi, Arabî avret (kadın, zevce, eş)ten galattır.
Hanım, BLT’ne göre Batı Türkçesinde oluşmuş ve “Hanın zevcesi” olarak tanımlanan bir sözcük oluyor. Farisî kökenli hanman (hanuman) da “naht-ı hâne, hâne eşyası, ev bark, hane halkı, evlat ve ayol, ehl-i beyt” olarak gösteriliyor.
“Hanım sözünün Farsça hanuman ‘ev, aile’ sözünden geldiği düşünülebilir…” diyor S.Çağatay[5].
Konuyu burada kesiyoruz.
[1] Deniz Kandiyoti.- op.cit., s.14-21
[2] Hamza Alavi- Peasant classes and primordial loyalties, in The Journal of Peasant Studies I/1. London October 1973, s. 23-52
[3] Ali Rıza Yalgın.- Cenupta Türkmen oymakları I, s. 208-9
[4] ibd., s. 216
[5] Saadet Çağatay.- Türkçede “kadın” için kullanılan sözler, in Türk Dili Araştırmaları yıllığı Belleten 1962, Ank. 1963. s.l5