Kültür Eserleri > THKK 5 - Halk Eczacılık ve Sağaltma Teknikleri > Roma’da Tıp ve Celcus

Roma’da Tıp ve Celcus

“Medicine” sözcüğünün kökünü oluşturan Medicus (ιατρος), Roma’da sağaltma sanatını icra eden her kişiye verilen addı. Bu sözcük bizdeki hem hekimleri, hem de cerrahları kapsayan doktor gibi kullanılmış. Birçok metinden Roma’da işbu medicus’un genellikle onun hizmetini talebeden herkesi tedavi eden bir yabancı, ya da zengin kişilerin bütün aileye bakması için besledikleri bir köle idi; bu sonuncusu sadece o ailenin işine bakardı.

Aynı ad, hayvanlara da bakanlara, yani veterinerlere de, ıtlak olunuyordu. Bu grup birkaç sınıfa ayrılıyordu: Her veteriner, tek bir hayvan türünün hastalıklarının özel bilgisi içine kapanır ve adını, uyguladığı uzmanlığa göre alırdı. Böylece medicus equarios (at veterineri), mulomedicus (katır veterineri), medicus pecorum (sürü hayvanları veterineri) vardı[1].

***

Aulus Cornelius Celsus (yakl. M.S. I. yy. – Roma), Roma’nın en büyük tıp yazarı olarak kabul edilen hekim olmuştu. Tarım, askerlik sanatı, konuşma sanatı (rhetoric), felsefe, hukuk ve tıp konularını kapsayan bir ansiklopedi yazmış, bu yapıtın sadece tıp bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Bugün en büyük tıp klasikleri arasında sayılan De Medicina (Tıp üzerine) başlıklı bu bölüm, yazıldığı çağda hemen hiç yankı uyandırmamıştı. Ortaçağda Papa V. Nicholas (1397-1455) tarafından bulundu ve baskı makinesinin icadından sonra yayımlanan ilk tıp kitaplarından biri oldu (1478).

Rönesans dönemi Avrupa’sında en tanınmış tıp yapıtlarından biri olan De Medicina, üslûbu ve tıp bilgisiyle Celsus ’a “hekimlerin Çiçero’su” ve “Romalıların Hippokrates’i” unvanlarını kazandıran titiz bir incelemedir. O çağda tıp uygulamalarının oldukça ileri düzeye ulaşmış olduğunu göstermesi, yapıtın en dikkate değer yönlerinden biri oluyor. Yazar, temizliğin sağlık açısından önemini vurgular, yaraların antiseptik özellikler taşıyan kekik yağı gibi maddelerle yıkanıp temizlenmesini önerir. Vücudun başka yerlerinden alınan deri parçalarıyla yüze yakın plastik cerrahî ameliyatlarını tanımlar; ayrıca ateş, ağrı, kızarıklık ve şişkinliği iltihaplanmanın dört temel belirtisi olarak gösterir.

Çeşitli hastalıkların gerektirdiği tedavi yöntemlerine (perhiz, ilâç tedavisi ve cerrahî tedavi) göre üç bölüme ayrılmış olan kitap, kalp ve akıl hastalıklarının tanısı ile atardamar kanamalarını durdurmak üzere damarın bağlanması yöntemini açıklayan ilk kaynaktır. Celsus’un kaplıca tedavisini ve böbrek taşı ameliyatlarını eksiksiz biçimde tanımladığı bu yapıtın tarihçe bölümü çok önemlidir. Helenistik dönem tıp bilgisi ve İskenderiye dönemi anatomi ve cerrahî bilgisi konusundaki bugünkü bilgilerin büyük bölümü De Medicina’dan kaynaklanmıştır[2].

***

Celsus’un doğum tarihi tartışmalı olmakla birlikte onun İmparator Tiberius’un saltanatı zamanında yaşadığı sanılıyor. Bazıları doğum yılını M.Ö. 25 olarak kaydediyor.

Keza eserin yazarının bir pratisyen tabip olup olmadığı da tartışmalı bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Eski zamanlarda, bugün olduğu kadar, profesyonel tabiple amatör arasındaki tefrik bu denli keskin değildi. Tıbbî bilgi miktarı da, sıradan, ortalama zekâlı, eğitim görmüş bir kişinin erişemeyeceği kadar büyük değildi. Bir yandan De Medicina kadar mükemmel ve doğru bir eser, ancak profesyonel deneyimli bir kişinin kaleminden çıkabilirdi. Öbür yandan da, diğer görüşü daha muhtemel gösterecek birçok neden bulunabiliyordu. Nitekim Yaşlı Plinius Celsus’u, medici (tabipler) arasında değil, auctores (müellifler) arasında gösteriyor.

De Medicina’nın prooemium’u, yani mukaddimesi, tıp tarihinin en doğru ve makul özeti olup Dogmatik, Methodik ve Ampirik Mektep’lerden uzunca söz ediyor. Yazarın kendisi de Dogmatik’lerle Ampirik’ler arasında bir via media, orta yol takip etmeye çalışıyor.

Eser, tıbbın bir temeli olarak anatominin önemini kabul ediyor ve sergilenen anatomik bilgi sağlam görünüyor. Teşhis ve prognosis vurgulanıyor ve bunların tedaviden önce gelmesinin gerektiği ifade ediliyor ki bu, bir gerçek Hippokratik soluk oluyor.

İlâç, Grek tıp eseri yazarlarında gösterilenden daha fazla öneriliyor. Öbür yandan genel hıfzıssıhha ve kültürfiziğe gerektiği bütün önem veriliyor. Bilginler sporun jimnastiğe tercih edildiğini kaydediyorlar ki yazar bu her iki Roma duygu ve uygulaması ile mutabık oluyor. Ateşli hastalıkların tedavisi hususunda De Medicina, mutattan daha ampirik oluyor. O, “münhasıran klinik tablo ve ampirik çareye bakıyor”[3].

Celsus, prooemium’unda şunları söylüyor: Tıpkı tarımın sağlıklı bedenlere beslenme vaat etmesi gibi, Tıp sanatı da, hastaya sıhhat vaat eder. Hiçbir yerde bir sanat eksik olmaz şöyle ki en uygarsız ulusların bile, yara ve hastalıklara yardımcı olacak otlar hakkında bilgileri vardı. Bununla birlikte bu Sanat, Greklerce öbür uluslardan çok daha fazla geliştirilmişti. Böylece de Aesculapius en eski otorite olarak kutlanıyor ve henüz ilkel ve kaba, umumî zarafetin birazıyla da bu bilimi geliştirdiğinden, tanrılar arasında sayılmıştı. Kendisinden sonra iki oğlu, Podalirius ile Machaon, Truva Savaşı’nın lideri Agamemnon’u takip etmiş olup yoldaşlarına küçümsenmeyecek yardımda bulunmuşlardı. Homeros bunların salgın ya da çeşitli hastalıklarda yardımda bulunmadıklarını, ama sadece yaraların bıçak ve ilâçla ıstırabını dindirdiklerini söylüyor. Bundan, işbu Sanat’ın bu kısımlarına teşebbüs edildiği anlaşılıyor ki bunlar bu işin en eskileriydiler[4].

***

Celcus ’u biraz bırakıp bakalım Homeros neler söylemiş:

“Yaralı Eurypylos karşılık verdi, dedi ki:

‘Ey Patroklas, Zeus’tan doğma,

artık bitti Akhalar, umut kalmadı,

kara gemilerine bir bir atacaklar kendilerini.

En yiğitleri gemilerde yatıyor işte,

kimi ölü yatıyor, kimi yaralı.

Gitgide artıyor düşmanın gücü.

Sen beni kurtar, kara gemime götür,

bacağımdan şu oku kes at,

ılık suyla yıka akan kara kanı,

acıları dindiren ilâçlar ko üstüne,

bu ilâçları Akhilleus öğretmiş sana,

o da Kentaur’ların en iyisinden öğrenmiş. Kheiron’dan

Bizim de hekimlerimiz var gerçi,

Podaleiros’la Makhaon var ama,

 Makhaon barakada yaralı yatıyor olmalı,

Şimdi ona da kusursuz bir hekim ister,

öteki de Troyalılara karşı kor ovada’ ”

“Böyle dedi, kavradı onu göğsünün altından,

erlerin güdücüsünü barakasına götürdü.

Uşak da sığır derileri serdi yere.

Yatırıp bıçakla kesti kalçasından keskin oku,

akan kanı yıkadı ılık suyla,

acı bir kökü eliyle yuğurdu, ezdi.

bütün ağrıları kesen bir ottu bu.

Kodu otu yaranın üstüne.

Yara başladı kurumaya, kan durdu”[5]

***

Aynı otoriteden (Homeros’tan), hastalıkların ölümsüz tanrıların hiddetine isnat edildiğini ve bunlardan yardım isteneceğini öğreniyoruz. Muhtemelen kötü hastalıklara karşı yardımsız olunmasına rağmen en azından sıhhat, tembellik ve lüksün uğramadığı iyi huylar dolayısıyla genellikle iyi idi. Ama başta Yunanistan olmak üzere ve daha sonra da bizlerin arasında, insanların bedenleri bu iki olumsuz tutuma duçar olmuşlar; bu itibarla ne eski zamanlarda, ne de hattâ bugün başka uluslar arasında gerekli olmayan çapraşık Tıp Sanatı, birkaçımızın ömrünü yaşlılık sınırına hemen hemen hiç uzatmıyor. Binaenaleyh, bu söylediklerinden sonra dahi hiçbir seçkin insan, büyük dikkatle edebî tetkikler başlamadan Tıp Sanatı’nı uygulamamıştır; bu tetkikler zihin için her şeyden fazla gereklidir ama aynı zamanda beden için kötüdür. Önce, sağaltma bilimi, felsefenin bir parçası olarak telâkki edilmiş, şöyle ki hastalığın tedavisi ve nesnelerin tabiatının teemmülü bu aynı otoriteler nezdinde başlıyor. Binaenaleyh felsefe mesleğinden birçok kişinin tıpta uzman olduğunu görüyoruz ki bunların en ünlüleri Pythagoras, Empedocles ve Democritus oluyor. Ama bazılarının inandığına göre bu sonuncusunun bir öğrencisi, Cos’lu Hippokrates, hatırlanacak ilk kişi olup o, meslekî beceri ve belâgat sahibi olup işbu öğrenim dalını (tıbbı) felsefenin etüdünden ayırmıştı.

Bu aynı zamanlar zarfında Tıp Sanatını üçe ayrılmıştı: Biri perhizle tedavi ediyor, biri ilâçlarla, öbürü de elle. Grekler ilkini Διαιτητιχή (dietetik), ikincisini φαρμαχευτιχή (farmakoloji), üçüncüsünü de χειρουργία (şirurji) tesmiye etmişlerdi. En ünlü otoriteler, perhizle hastalıkları tedavi edenler olup olayların daha çok derinliğine gitmeye gayret ediyorlar ve doğayı bildiklerini iddia ediyorlar ki bu bilgi olmadan Tıp bodur ve zayıf kalacaktır diyorlar. Bunlardan sonra ilk gelen Serapion, bu tür muhakeme yönteminin hiçbir surette Tıbba uygun olmadığını ifade ediyor ve tıbbı sadece pratik ve deney üzerine oturtuyor. Onu Apollonius ve Glaucias ve biraz daha geç olarak Tarentum’lu Heraclides takip ediyor. Bunlar kendilerini Empirici (ampirik) veya Deneyciler tesmiye ediyorlar. Görüldüğü gibi bu ünlü kişilerin içtihatları birbirinden hayli farklı olmuş[6].

Tıbbın bir makul teorisini tatbik ve icra edenler, ilk olarak hastalıkların gizli sebeplerinin bilinmesini şart koşarlar. Hastalıkların kökenini bilmeyenin onları tedavi etmesi mümkün değildir. Bazı felsefe profesörlerinin belirttikleri gibi dört unsurda bazı aşırılık, bazı eksiklik sağlığa ters düşer; eğer bütün hata hıltlarda[7] ya da nefeste ise, Hippokrates’e göre yine aynı şey olur[8].

İnsanın parçalarını bilmeyen, hastayı tedavi edemez. Bu itibarla ölünün çeşidini açık tutup ahşa-i batniye’sini[9], bağırsaklarını tetkik etmek gerekli oluyor. Söylendiğine göre Herophilus ve Erasistratus bunu çok ileri götürüyorlar, adam henüz canlı iken cesedi açık tutuyorlar; bu adamlar, kral tarafından hapishaneden teslim edilmiş canilerdi ve henüz nefes alırlarken doğanın gizlediği kısımları, bunların konumları, renk, şekil, boyut ve tertipleri, sertlik, yumuşaklıkları… ve birbirlerine göre durumları inceden inceye tetkik ediliyordu. Bir adamın ahşa-i batniyesinde bir yara vaki olduğunda, bu parçanın sağlıklı renginden habersiz kişi, hangi kısmı zarar görmemiş, hangisinin yaralı olduğunu teşhis edemez ve de duruma çare bulamaz[10].

İyi tefrik etmeyi pratikten öğrenmiş az konuşan bir adam, pratik yapmamış, çenesini geliştirmiş olandan tümden daha iyi bir pratisyen olur. Ama ne denli zalim idi ise de, yaşamakta olan o adamın göğüs ve karnını açmak, insanoğlunun ölüme karşı emniyetine riyaset eden Sanat için bu uygulama olabildiği kadar vahşice bir yol oluyor. Özellikle şu husus doğrudur ki birçok şey bu denli şiddetle aranmasına rağmen, kimi şeyler öğrenilemez, kimi de cinayetsiz bile öğrenilebilir. Şöyle ki beden açılmış olarak bırakıldığında renk, düzgünlük, yumuşaklık, sertlik ve sairleri, bedene dokunulmamışken ki durumlarından farklı olurlar. Bıçak göğse dalıp da aşağıya doğru diyaframı (δίαφραγμα) deldiğinde adam derhal ölür. Böylece de ancak bir ölü bedenin göğüs kafesi ve bağırsakları tıbbî caninin önüne serilir. Bu sonuncusu, biz sağ iken bağırsaklarımızın neye benzediğini öğrenmeyip boğazkesenlik oynamaktadır[11].

Terleme hâsıl eden çalışmadan sonra soğuk içecek çok zararlı olmakla kalmayıp yorucu bir günden sonra terleme bittiğinde bile faydasızdır. Keza banyodan çıktıktan sonra dahi, Asclepiades’e göre işe yaramaz ve bu keyfiyet bağırsakları belirsiz zamanlarda gevşek (ishal) olup soğuktan titreyenler için de doğrudur, ama bu, her durumda bir evrensel kaide olmayıp ısınmış bir midenin soğutulması, soğuk bir midenin de bir içecekle ısıtılması daha doğaldır. Bunu teslim etmekle birlikte bir kaide olarak vermekte tereddüt ediyorum, şöyle ki terliyken soğuk içeceğim fena olduğu fiilî bir gerçektir[12].

Birisi midesinden muzdarip ise yüksek sesle okumalı ve daha sonra yürüyüşe çıkmalı, bedenin üst bölümünü çalıştıracak hareketlere girişmeli; boş mideye su içmeyip sıcak şarap içmeli[13].

Damardan kan alma, yenilik değildir; yeni olan, kan alınmamasının gerektiği hastalık, hemen hiç yok gibidir[14] [15].

Çeşitli ilâçlarla müshil ve sık sık tenkiye, eskiler tarafından az çok bütün hastalıklar için teşvik ediliyordu. Bunun için ya kara marul (hellebore) kökü, ya eğreltiotu kökü, ya bakır tufalı, deniz kenarı sütleğenin sütü… kullanılıyordu[16].

Celsus, terleme yoluyla da tedaviden söz ediyor. Dinleyelim onu: Terleme dahi iki türlü sağlanır, ya kuru ısı, ya da hamamla. Kurusu, Laconian terleme odasının sıcak kumunun ısısı, kuru fırın ve bazı doğal terleme yerlerinden ibarettir ki bu sonuncusunda yerden çıkan sıcak buhar bir binaya sevk edilir. Bu tedaviler, hıltın içte zarar verdiği ve dağıtılmasının gerektiği zaman faydalıdır. Keza kas rahatsızlıkları en iyi şekilde bu yolla tedavi edilir. Şimdi hamam iki türlü hizmet verir: Bir zaman, ateş dağaldıktan sonra, nekahat devresindeki için tam bir rejim ve kuvvetli şarabın başlangıcını teşkil eder; başka zaman da ateşi düşürür; deriyi rahatlatmak ve bozuk hıltı dışarı atmak ve beden itiyadını değiştirmek gerektiğinde bir uygun çare olur. Eskiler bunun biraz çekinerek, ama Asclepiades cesurca kullanmışlar. Gerçekten, zamanında olmak kaydıyla bunun uygulanmasında korkacak bir şey yoktur; uygun zamanından önce ise, zarar verir[17].

Celsus, besin maddeleri ve içecekler üzerinde de uzunca duruyor. Biz sadece ilginç bulduklarımızı zikretmekle yetindik.

Aşağıdaki maddeler idrarı artırır (müdrirdir): Maydanoz, sedefotu, dereotu, fesleğen, çördük, nane, anason, kişniş, tere, rezene, roka; ve bunların yanı sıra kuşkonmaz, kapari, kekik, yabani hardal, yabani havuç, turp, soğan; av hayvanlarından özellikle tavşan; ince şarap, yuvarlak ve uzun biber, hardal, pelinotu, çam fıstığı.

Uyku vermek için aşağıdakiler iyidir: Gelincik, haşhaş, özellikle “sütlü” marul, dut, pırasa. Cinsî gücü tahrik edenler (mukavvi-i bahlar): Kekik, sater-zater, çördük ve özellikle sedefotu, soğan ve yarpuz[18].

Hastalığın malzemesini söküp atmak için birçok şeyin yanı sıra bedene yakılar koymaktır. Bu sonuncular roka tohumunu, tere, turp ve hepsinden çok hardaldandır. Aynı kabiliyet tuz ve incirde de bulunur.

Bunları yavaşça ezip yumuşatan; sirke veya şarapla yağ, ezilmiş hurma, tuzlu su ya da sirkede kaynatılmış kepeğin ilâve edildiği yağlı yündür.

Hem tutan hem de soğutanlar, yapışkan otu, yarpuz otu, kekik, fesleğen, semizotu, haşhaş yaprağı, asma filizi, kişniş, banotu bitkisi[19], yosun, yabani şeker havucu, maydanoz….[20].

***

Buraya kadar çeşitli hastalıklarda kullanılacak birçok besin maddesi ya da ilâç tavsiyesi bulunuyor, ancak karıştırılmaları babında hiçbir talimat verilmiyor. II. cildin başında (V / 1- 25) uzun bir ilâç ve reçete listesi bulunuyor. Celsus, maddeleri organik ya da inorganik olarak tasnif etmiyor ama beden üzerindeki etkilerine göre sınıflandırılmış maddelerin listesini veriyor, örneğin kan durdurucu, yaralar için yapıştırıcı, cerahatlenmeyi olgunlaştırıcı, yaraları temizleyici, iyileşmeyi sağlayıcı, tahrişi hafifletici ve yeni etin oluşmasını teşvik edici, çeşitli güçlerde kostikler – yakıcılar ve yumuşatıcılar – müleyyinler (kabızlık çekenler için) ve sonra lapalar, yakılar, pastiller, peserler (rahim ağzına konan lastik halkalar), tozlar, merhemler, gargaralar, panzehirler, ağrı kesiciler, vücuda sürülecek yağlı ilaçlar, şuruplar ve haplar.

Celsus’un tavsiye ettiği dâhilî ilaçlar başlıca yiyecek ve içecekler (alimenta) olup bunların kullanımı ve bedene etkisinin ayrıntılarını veriyor ve daha sonra doğruca medicamenta betimlendiğinde, bunlardan çok azının dâhilî kullanım için olduklarını ve az çok hepsinin haricî uygulama için oldukları kaydediliyor. Keza tedavide müshil ve kusturmadan çok masaj, sallanmalar ve şifa verici egzersizler ağırlık kazanıyor ki Celsus, müshil ve kusturmanın değerini şüpheli görüyor.

Alimenta ile medicamenta bir ölçüde tedahül ediyor (birbirine biniyor) ve ilkinin listesinde bulunanlardan birçoğu, örneğin bal, hardal, haricî kullanıma da tahsis ediliyor. Egzersizler ise en erken zamanlardan beri tıbbın önemli bir kısmını oluşturuyor ve tedavi olarak bunun, Hippokrates’in hocası Herodicus tarafından ithal edildiği söyleniyor.

Haricî çarelerin tercihi belki de teşrihin sınırlı kullanımı ve bunun sonucu olan anatomi ve dâhilî koşullar hakkında az bilgiden ötürü olmalı; bu itibarla Celsus ve çağdaşları, sonucu görülebilecek çareler tavsiye etme eğiliminde oluyorlar[21].

Reçetelerdeki maddelerin çoğunun otlar ve sebzeler oluşturup Celsus’un vurguladığı gibi bunlar en eski zamanlardan beri ve en kaba ve sert kavimler tarafından tıbbî olarak kullanılmışlar; keza bunlara ek olarak birçok hayvanî organik ve inorganik maddeler zikrediliyor. Celsus’un tavsiye ettiği otların çoğu, modern materia medica’dakilerin aynı oluyor[22].

Müshillere nispeten az rastlanıyor ve tenkiye ile tedavi, Celsus’un takip etme eğiliminde bulunduğu Asclepiades’in tercihi olup bu amaç için faydalı birçok maddeyi zikrediyor: Sarı sakız, marulcuk (hellobore), deniz sütleğeni ve saire. Hintyağı dâhil edilmiyor. Kusmayı sağlamak için sadece en basit yolları, tuz, hardal, bal veya çördük veya ılık suyu tavsiye ediyor. Celsus, mahallî uygulamalarda tanene büyük önem atfediyor. Haşlanma ve yanıkların hemen kullanılacak maddesi oluyor.

Daha önce sözünü ettiğimiz yakılar, lapalar ve sair uygulamalara ek olarak geniş bir ilâç grubu, modern antiseptik tabiri altında toplanır; bunlara Celsus bu genel adı vermemiş. Ezcümle, o zamanın tekniği ile elde edilmiş gülyağı, kekik yağı (zateer), zift ve terementi sayılıyor.

Bütün tarih boyunca ot ile ilâç ve bunların tıbbî kullanımı, ilk felsefe ve gizli bilgi sistemleriyle bağlantılı olmuşlar. Bazı bitkiler ve maddelerin, bunların tedavi edebilecekleri hastalıkların sembolik işaretini taşıdığına, bunların dış görünümünün, hastanın bedenî koşuluna tekabül ettiğine dair bir halk inanışı vardı. Çare ile hastalık arasında bir “homeopathy”nin varlığına inanılıyor[23].

Ve Celsus, bir medicamenta listesi, yani “reçetelerin kullanılan çareleri, ilâçları, otları ve sair maddeleri”nin listesini veriyor. Çok uzun olan bu listenin biz sadece en baştaki iki maddesini, örnek olarak, aktarmakla yetiniyoruz.

Abrotonum, karapelin otu. Bu, şerbetçi otununkine benzer bir acı yağ verir ve dâhilden karminatif, yel kesici ve mahallî olarak da yaraları temizlemede; ayrıca gut, damla (nikris)’in tedavisinde kullanılır.

Absinthium, ince dalları pelinotu verir ve kurutulmuş çiçeklerinin içinden acı bir yağ, absent damıtılır; bu yel giderici ve müdrir olarak balla alınır. Aynı zamanda bağırsak kurduna karşı da bir ilâçtır. Artemisia’nın bazı türlerinden yapılan santonin hâlâ bu amaçla kullanılmakta. Modern absent içkisinin zararlılığı, imalinde kullanılan zararlı alkolden ileri gelir[24].

Gerisinin ayrıntılarına girmiyoruz.

Diyet ve perhizlerle tedaviden sonra Celsus, ilâçla tedaviye geçiyor.

Eski yazarlar, ezcümle Erasistratus ve kendilerini Ampirikler tesmiye edenler, Herophilus ve mektebi, ilâçsız hastalık tedavi etmeyecek kadar ilâca büyük değer veriyorlar. Bu sonuncusunun gücünü ifade eden Zeno, ya da Audreas, ya da Apollonius’un eserleri kayda geçmiştir. Öbür yandan Asclepiades, çoğunlukla ilâçtan sarf-ı nazar ediyor, haksız olmayarak; şöyle ki az çok bütün ilâçlar kötü şuruplar içerip mideye dokunduğundan işi diyet – perhize bırakıyor. Bu, birçok hastalıkta en faydalı yöntem ise de birçok hastalık bedenimize vurur ve ilâçsız tedavi edilemez. Her şeyden önce şu hususun kabul edilmesi gerekir: Tıbbın bütün dalları o denli birbirlerine girmişlerdir ki bir dalı tamamen ayırmak mümkün olamamakta ve bunların her biri adını, ona en çok uygulanan tedavi türünden alır. Bu itibarla diyetle tedavi edenler, zamanı gelince ilâçlara başvururlar, hastalıklarla başlıca ilâçla mücadele edenler de diyeti – perhizi ayarlamak zorundadırlar[25]. Bundan sonra Celsus, çok uzun ve sahifeler tutan başlıklar altında, kullanılan ilâçları sınıflandırıyor[26]. Bunların buraya derci, bizi gereksiz yere ispençiyari – eczacılık tarihine sürükleyecektir.

Ve devam ediyor Celsus.

Bütün bedeni zedelemiş ve ilâç yardımına muhtaç doku bozukluklarından söz ettim. Şimdi de mutat olarak sadece belli yerlere arız olanlara geliyorum dedikten sonra işe baştan başlıyor: Saç dökülmesi, kepek, sebore… Sonra göze geçiyor, damlalar, merhemler… trahom vs. tedavisi… Daha sonra kulağa, buruna, dişlere, ağıza, bademciklere (boğaza), dile, göbeğe, cinsî uzuvlara (penis, yumurtalıklar), makata (hemorihoid vs.) ait ayrıntılı hastalık çeşidi ve bunların tedavisi ile II. cildi bitiriyor. Bu arada dikkate değer bir husus da, yapılan ilâçların çoğunun terkibinde bal, şarap, gülyağının bulunması oluyor. Keza günlük de sık kullanılıyor[27].

Celsus, III. cildinin yarısını ”elle tedavi”ye, yani neşter kullanarak sağaltmaya, öbür yarısını da kafatasından başlamak üzere kemiklere ayırmış. Konuların ayrıntılarına girmeyip Celsus’u artık terk ediyoruz.


[1] Rich. mad. “medicus”.

[2] AB.

[3] Celsus. – De Medicina, C.I, transl. W.G. Spencer, London 1971. The Loeb Classical Library, s.VIII-X.

[4] ibd., s.3.

[5] İlyada XI / 823 – 850.

[6] Celsus. – op. cit.  , s.7.

[7] Hılt, eski hekimliğin insan bedeninde dem (kan), balgam, safra, sevda olarak varsaydığı dört unsurdan her biridir.

[8] Celsus. – op.cit., s.9.

[9] Karın bölgesinde diyaframın altında kalan bölgedeki organlar.

[10] Celsus. – op. cit.  , s.15.

[11] ibd., s.23.

[12] ibd., s.54 – 55.

[13] ibd., s.75.

[14] ibd., s.155.

[15] Terli iken ya da boş mideye soğuk su içmenin zararlı olduğu inancı günümüze çıkmıştır. Kan alma – verme âdeti ise, bu da XX. yy.da halâ uygulanmaktadır. Gerek soğuk su işi, gerekse bunu, “hacamat” konusuyla birlikte aşağıda irdeleyeceğiz.

[16] Celsus. – ibd., s.169.

[17] ibd., s.185-187.

[18] ibd., s.221.

[19] Bundan çıkarılan bir alkaloid, müsekkin olarak kullanılır.

[20] Celsus. op. cit.  , s.213 – 215.

[21] C.II, s.VII-VIII.

[22] ibd., s.X.

[23] ibd., s.XI – XIV.

[24] ibd., s.XV.

[25] ibd., s.3-5.

[26] ibd., s.5-175.

[27] ibd., s.179-291.