Kültür Eserleri > THKK 2/B - Tarım, Hayvancılık, Meteoroloji > Orta Asya particularismi

Orta Asya particularismi

Orta Asya, Araplar tarafından Maverraünnehr tesmiye edilmişti ve bu keyfiyet bir Sasanî geleneğini yansıtıyordu şöyle ki Sasanî sınırı için askerî merkez Merv’de idi, sonradan Araplarda da olacağı gibi. Bu topraklar İran denetimi altında olmayıp birçok yerel prens tarafından yönetilmişlerdir; bugünün Afganistan’ında bunlardan bazılarının Sasanî hükümdarına vergi ödemiş olmaları melhuzdur. Bu alanda en önemli topluluk, Arap istilâsından önce beş asır boyunca Çin’le yoğun ticarî ilişkiler içinde bulunan Sogdlardı. Bunların en önemli kentleri Semerkand olmasına rağmen Sogdian tacir ve kolonistlerine Moğolistan ve Merv gibi uzak diyarlarda bile rastlanıyordu. Sogdlar Bizans’a Türklerden elçilik görevini de yüklenmişler ve ticarî faaliyetleriyle ün yapmışlardı. Eski Türkçede Sogdian sözcükler, göçebeler arasında Manihaizm’i yaymaları ve sair iş’arlar, İran kültürünün Türkler arasında yayılmasındaki rollerinin delili oluyor.

Orta Asya’da, İran millî destanlarında betimlenen toplumla birlikte, bir nevi “çiçeği burnunda” şövalyelikle benzerlikleri olan saray ve hayat tarzı idame ettiren bir sıra küçük site devletinin var olduğu sanılıyor. Doğu İran, Firdevsî’nin Şahnâme’sinin belkemiğini teşkil edecek eski geleneklerin sığınak yeri olmuştu.

Araplar, Orta Asya’nın bu küçük devletlerini ele geçirdiklerinde “böl, yönet” ilkesini kullanmışlar ve buna özellikle Sogd-Türk ittifakına uygulamışlardı. Ayrıca başka bir şey daha yapmışlardı: Arap kumandanı ünlü Kutayba’nın ordusunda, Buhara, Semerkand ve sair kentlerde Araplarla birlikte konaklamış mavali İranlı bulunuyordu. Bu Müslüman Acemlerle, Arap istilâsından kaçıp Orta Asya’ya sığınmış Gayrimüslim Acemler, iki yüz yıl içinde konuşma dili olan Sogd diyalektinin yerini alacak İran dilini yerleştiren unsurlar olmuşlardı.[1]

Bu konularda Barthold’a kulak vermeden yapamayız.

“Türklere Buddha medeniyetinin tesirleri devrinde Türk illerine yalnız Hint Buddha misyonerleri değil, Hint tacirleri de geliyorlardı. Bu devrin şimdiye kadar kalan inikâslarından biri de ‘Sart’ kelimesidir. Türkler evvelce bu kelimeyi ‘tacir’ manasında kullanmışlardır… Şimdi bu kelimenin Türklere Hindistan’dan geçmiş olduğu ispat olunmuştur… Sonra tedricen ticaret Hintlilerin elinden İranlıların eline geçmiş ve ancak İslâm devrinde ve on birinci asırdan sonradır ki bu ‘sart’ kelimesi Türk ve Moğollarda kavmî bir isim olarak istimal edilmeye başlanmış ve Orta Asya İranîleri içinde bilhassa ticaretle iştigal eden Türkler nazarında ‘tüccar kavim’ telâkki olunan bir kısmına ıtlak olunmuştur.”

“İran’ın Orta Asya’ya yaptığı tesir İslâm devrinde ziyadeleşmek icap ediyordu. Filhakika bu devirde İran’ın Orta Asya’ya tesiri yalnız medenî bir tesire münhasır kalmamıştı. Makedonyalı İskender ve Selekîler sülâlesi devrinden sonra Fars İranlılarıyla Orta Asya İranlıları birinci defa olarak bu İslâm devrinde bir devlet idaresinde birleştiler. Ve herhalde İranîlerden büyük bir miktarı da Araplarla beraber Türkistan’a gelip yerleştiler. Orta Asya İranîleri eski İran şahları hakkındaki menkıbeleri (İran’dan gelen bu yeni muhacirler vasıtasıyla) öğrendiler. Orta Asya İranî lehçeleri yerine tedricen Farisî lisanı kaim oldu. Ve İran İranîleri ile Türkistan İranîleri için müşterek bir umumî Farisî edebiyat lisanı meydana geldi… Farisî lisanının yalnız bir rakibi vardı ki o da Türkçe idi. Farisî lisanının bu rakip lisanla mücadelesi ekseriya muvaffakiyetsizlikle neticeleniyordu. Daha İslâmiyet’in birinci asırlarında iki cereyan başladı ki bugüne kadar devam ediyor: 1- Edebî Farisî lisanının, tedricî surette mahallî İran konuşma lehçelerini tazyik ederek ortadan kaldırması. 2- Türk lisanının, edebî Farisî lisanı da dâhil olduğu halde, Farisî lisanını tazyik ederek ortadan kaldırması. Dikkate şayandır ki, bundan başka, Türk lisanının asıl İran dâhilinde de intişarı tevsi ediyor, meselâ bir köyde Türk ve Farisî beraber yaşıyorlarsa nihayet Türk lisanı umumî lisan olarak kalıyor.”[2]

Türkler, hızla İslâm’a gelmiş olmalarına rağmen tereddütsüz bir ulusal dayanışma göstererek sürekli olarak Araplaşmaya karşı koymuşlardı. Türk “emir-ül ümera”ları, daha sonra Memlûk Sultanları ve kumandanları gibi, Arapçayı çok fena konuşup hata yapma korkusuyla bu dile mümkün olduğu kadar az müracaat ediyorlardı (Kaşgarlı’nın Türkler yanında Kur’an okunacağı zaman bazı surelerin nasıl alçak sesle okunmasını önerdiğini anımsayalım.)[3]

Hvarzem’de, IX. yy.da Türkçenin kabulüne kadar bir İranî diyalekt cari olmuş. Cahiz’e göre “Horasan dilleri ile Türkçe arasındaki farklar, diyalekt farklarından, bir örnek olarak da Mekke ve Medine şiveleri arasındaki farklardan fazla değildi.”

İran’ın bu Doğu bölgelerine IX. yy.la XI. yy. arasında Oğuzlar, Karluklar ve sair göçebeler yerleşiyor ve bunun sonucu olarak da hareketsiz Sogd halkları Türkleşiyor: XIII. yy.da Hvarzem tamamen Türkleşmiş olacaktı.

Türk dilinin Arap alfabesini kabulü Karahanlılar Devleti’nde vaki olmuştu. Eski Uygur alfabesinin de, Fatih döneminin sonuna kadar Osmanlı sarayında kullanılmaya devam ettiğini biliyoruz. Buna hatta bazı paralar üzerinde rastlanıyor. Kutadgu-Bilig’in Arap harfleriyle mi, yoksa Uygur alfabesiyle mi kaleme alındığı bilinmiyor.

Türkistan, eğitim aracı olarak XII. yy.da Farsçaya dönmekle birlikte hukuk (fıkıh) dili olarak Arapçayı muhafaza ediyor. Öbür yandan Sâdi Farsça, Arapça ve Türkçe yazarken Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled de XIII. yy.ın son yarısında hem Farsça hem Türkçe, hem de “Arap harfleriyle yazılmış Grekçe yazıyordu, Konya yöresinde konuşulan Rum diyalektinin yegâne örnekleri olarak.” Son Hvarzem şahı Celâleddin’in çevresinde, ilk Türkolog Kaşgarlı’nın eserini itmam edici mahiyette Arapça olarak Türkçe üzerinde büyük etütler yürütülüyordu.[4] Araplar, bu güçlü Türk unsurunu yakından öğrenmek ihtiyacını her bakımdan duymuşlardı.

Bütün bu ayrıntıların, Selçuklu-Osmanlı dilinin oluşmasında İran-Arap etkisi açısından önemi aşikâr oluyor.

[1] ibd., s. 278-80.

[2] W Barthold.- Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, İst. 1927, III. ders, s. 38-9. Bu konuda ayrıca bkz. Gaston Wiet ve ark.- The great

medieval civilisations. History of Mankind: cultural and scientific development (UNESCO), III/l, s. 399.

[3] Bkz. C. I, s. 136-7.

[4] Gaston Wiet ve ark.- op. cit., s. 403-4.