Ne eczacıyız, ne tabip. Amacımız bu iki bilim dalının tarihini yazmak değil. Kaldı ki biz bu disiplinlerin, söylediğimiz gibi, uzağında bulunuyoruz. Merakımız, kendini birtakım otlarla tedavi eden halkın bunu nereden öğrendiği, yani genel bir deyişle sağaltma kültürünün kökenleri oluyor. Bunun yanıtlarını burada verebilmenin uzağında kaldığımızı biliyoruz. Biz, birçok malzemeyi, bundan sonraki araştırıcıların istifadelerine sunduk. Gerçek boşlukları onlar doldursunlar. Biz bu merakımızı tatmin amacıyla ister istemez tıp ve eczacılık tarihleri içinde, yapabildiğimiz kadar özetleyerek kısa gezintilere çıktık ve ilginç sorunlar da ortada görünmedi değil. Örneğin, ayrıntılarını göreceğimiz gibi, Dioscorides’ten önce Anadolu’da bitkiler hakkında esaslı bilgilerin bulunduğu. Nereden gelmişti bu bilgiler bu yarımadaya? Zamanın tıbbı nasıl popülarize olmuştu? Büyük ünlü tabipler halktan, yani cari geleneklerden hiçbir şey almamışlar mıydı?
Gerçekten, irdeleyeceğimiz hastahanelerdeki uygulamaları halk görmüyor muydu? Yani bir tabip – halk karşılıklı simbiyosisi bahis konusu olmuyor muydu?
Oluyordu elbette.
Bundan önceki bütün çalışmalarımızda da ısrarla belirttiğimiz gibi, ticari alış verişin beraberinde kültürel alışverişi de kaçınılmaz şekilde sürüklediği gerçeği aşikâr oluyor. Bunun aksi de vaki oluyor; Kültürel alışveriş sonunda ot ve devâ ithal ve ihracına da tanık oluyoruz.
Uluslar arası ticarî faaliyetin kökenleri ise, tarihin karanlıklarına kadar geri gidiyor. Çin’den, Hint’ten, tüm Ön Asya ve Mezopotamya’dan Batı’da Greko-Romen dünyasına kadar mallar da gelip gitmiş, fikirler de. Bîrûnî, İbni Sîna, Yunan tabip ve feylosoflarını biliyorlardı, sonradan onların da berikilerini öğrendikleri gibi.
Kitabın adındaki “teknikler” sözcüğünün bir zorlama olduğu ortada, şöyle ki “teknik” bir “bilim”in uygulanış şeklidir. O ise ki burada sadece ağızdan kulağa geçme ampirik bilgiler bahis konusu oluyor. İyi de, “uygulanana bilim”, halka nereden ulaşmış?..
Tarihî, ekonomik, jeopolitik önemi ne denli vurgulansa az olan Anadolu’nun önemli bir kenarını oluşturduğu Akdeniz kıyılarında, insanlar çok konuşur! Sohbet teatisi olmadan beşerî deney olmaz. Gerçekten çok deney vaki olmuştu Akdeniz havzasında, Küçük Asya – Anadolu’da… Sihrî ve musiki ile psikolojik tedavi yöntemleri, bunların başarı dereceleri de irdelendi bu kitapta. Özellikle, musiki ile tedavi konusunda bazı aşırı “milli” iddiaların tümden yanlışlığı da ortaya kondu.
Kitabın sistematiğinin mükemmel olmanın çok uzağında bulunduğunun bilincindeyiz ve okuyucunun hoşgörüsüne sığınıyoruz. Bunca malzemeyi ussal sıralamaya koymanın güçlüğünü okuyucu takdir edecektir. Ama, bu malzemenin, hiç değilse, bundan sonraki araştırıcılara faydalı olabileceğine de inanıyoruz.
İstanbul, 01.09.2000