Naziler Döneminde Alman Ekonomisi

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Naziler Döneminde Alman Ekonomisi

Naziler Döneminde Alman Ekonomisi

Ünlü iktisatçı ve plânlama uzmanı Charles Bettelheim, nazilik dönemi ekonomisi üzerine yazdığı değerli araştırmaya(240) yazmış olduğu önsözde David Rousset, mezkûr dönemin sonundaki manzarayı, keskin bir görüşle teşrih ediyor. Önce onun yazdıklarına bakıyoruz.

 

Resmen, eklemlerinden çıkarıp parçalayan tedbirler almıyorken eski partilerin vahşet yolunda ısrarlı, henüz kansız organları yeniden doğuyor…

 

Bu kadavra Avrupa ve dünya üzerine çok ağır şekilde çöküyor. O, dünya ekonomisi organizmasını ayrıştıran bir yavaş çürümeyi devam ettiriyor. Daha şimdiden güçler, müstakbel anlaşmazlıklar babında yeni dekorlar inşa ediyorlar ki bunlar halen bile mevcuttur. Suların bölüşmesi Almanya’dan geçiyor.

 

Aşırı entelektüel çıplaklık içinde, nazizmin çürümüşlük kokuları, sadece Almanya’da değil, dünyada da, hâlâ şiddetli olarak çıkmaya devam ediyor.

 

Alman deneyi, bir nihaî değere sahiptir; krizin, mülkiyet ilişkilerinin değişmeden üstesinden gelmek için Alman burjuvazisi her şeyi kullanmıştı. Bu girişim, insan yol ve değerlerinin görülmemiş bir tahribini sürükleyen kanlı bir başarısızlıkla kapandı. Bu deney, bugün Almanya’nın I. Dünya Harbi’nin ertesinde yaşamış olduğu krizi bilen özellikle Avrupa için kesin oluyor.

 

“Irk teorisi”, nazizmin yutturmaca işininin başlıca parçasıdır. Amacı, kamuoyunun gözlerine, krizin gerçek ekonomik ve sosyal konusunda kör etmekti. “Cermen mizacı” teorisi de aynı amaçların peşinde koşmuş. Alman krizini bir özerk, bir psikolojik ortama sıkıca tekabül edip onunla birlikte yok olan bir olgu haline getiriyor. Alman krizinin gerçek tabiatı ve vüs’atı hususunda kamuoyunu aldatıyor. Ve bu aldatmaca, “ırk teorisi” gibi, mevcut sosyal hiyerarşiyi ve onu destekleyen mülkiyet ilişkilerini muhafaza etme amacını güdüyor. Buna varmak için de sahte suçlular yaratılıyor; bir yandan Yahudi demokrat, komünist, öbür yandan da Cermen’in kendisi.

 

Toplama kampları, varlık ve terkipleri itibariyle bu iki yutturmacayı bütün çıplaklığıyla alenen ortaya çıkarmıştı: Toplama kampları, herşeyden önce Almanlar için yaratılmıştı. Bu “Önsöz”ün yazarı aylar boyunca bu kamplarda, 12 yıl süreyle sık sık girip nice işkenceler görmüş Alman politikacılarla birlikte yaşamıştı.

 

Nasyonal sosyalizm, tekelci sermaye çevresinde halkın nöbet tutmasından başak bir şey olmuyor, âlemleri, artan pis kokuları ve karnaval maskeleriyle. Ama duvarcı, tesviyeci, toprak işçisi, madenci, demiryolu işçisi, küçük dükkâncı, işportacı ya da çamuruna yapışık köylü, tekellerin azgın hasımlarıdırlar. Hiçbir şey onları bu en kötü düşmanları için kendini feda etmeye zorlayamaz. Ama tam bir şaşırtma sağlamaya muktedir bir hayalet yaratılmıştı. Bu bütün felâketlerden sorumlu Yahudi sermayesi ve uşakları demokratlar, sosyalistler, komünistler oluyordu. Bu hayalet yaratılmıştı. Bütün hoparlörler, bütün radyolar, bütün kürsüler, bütün sahneler tarafından orkestre edilen bu yutturmaca olmasa, naziler kesinlikle kavranılmazlardı.

 

Charles Bettelheim, tröstlerin küçük burjuvazinin karşısında siyasetlerinin değişimlerini dikkate değer şekilde tahlil ediyor. Tanrı ve onunla birlikte bütün Cennet’lerin tüm ermişleri, rollerinden şaşmışlardır. Hitler, bunların işlevini gaspediyor. Küçük burjuvazinin kurtarıcısı ve cismanî bir kurtarıcı oluyor. Sadece o, küçük burjuvayı proleterleşmekten koparmaya muktedirdir. Kaba güldürü de o ki Hitler, en yaygaracı demagojisinde ona bütün açlıkları ve bütün ümitsizlikleri biraraya getirme olanağını sağlamıştı ve bunu yaparken de, tam bilinçli olarak tekelcilere hizmet ediyordu. Bu sonuncu beyler, onları taşıyan dalganın, orta sınıfların kumdan şatolarını yıkması halinde, onların da nihaî olarak bronzdan kaidelerini yıkacağını bilmeyecek kadar safdil değillerdi. Bu itibarla küçük burjuvazinin, onu sonunda ücretliye tahvil edecek olan özel mülkiyet çerçeveleri içinde sömürülmesini örgütleyerek bentler inşa edip çöküntüye karşı koymaya çabalamışlardı.

 

Tröstlerin, kitlelerin baskısı altında bulunan orta sınıflara, tekellere elverişli ve sosyalist düsturlar halinde takdim edilecek tedbirler icbar edebilmek için bir halkçı politikaya ihtiyaçları vardı. Bu da, nasyonal sosyalizmin ikinci çelişkili temel direği oluyordu.

 

Bu arada da Nasyonal Sosyalizm’le Ordu’nun şatafatlı düğünleri kutlanıyordu. Ama, büyücü yamaklarının bir ücret borcu vardı. Bir ilk vadeye, 1934’deki kan tasfiyesine rastlıyor. Acımasız terazi: Kurtulmuş burjuvalar, omuz ve saçlarında, nazi bürokrasisinin kaba ve maskaralık eden maymunlarına tahammül etmek zorundadırlar. Sıkıntılar gelişiyor ama teselliler de artıp yağlı hoşnutluklar yayılıyor: Kapitalistlerin iktisab ettikleri kârlar 1933’te 6,6 milyar RM’den 1938’de 15 milyar RM’a yükseliyor, yani %127 bir artış; tröstleşme, maratonunu kazanıyor: 1932’de, toplam sermayenin % 84’ünü temsil eden anonim şirketlerin % 42’si, Konzernlere dâhilken 1935’te, sadece üç yıl sonra, rakamlar, sermayenin tamamının % 90’ını temsil ederek % 48’e yükseliyor(241) .

 

Nasyonal Sosyalizm, ilk bir siyasî temelini krizin kendisinden, ve büyük kısmı ile işsizliğe düşmüş, burjuva olduğu kadar proleterci geleneksel partilerin krizden doğmuş zorlukları çözmekte güçsüzlüğünün tevlidettiği bıkkınlık içinde bulunan kitlelerin şaşkınlığında bulmuştu. Özellikle nasyonal – sosyalizm, zorluklarına bir çözüm yolu bulma ya da işe yarar bir hareket yaratmada kabiliyetsiz liderlerinden yorulmuş işçi kitlelerinin bir kısmından belli bir yankı bulmuştu. Gerçekten nasyonal – sosyalizm, Alman proletaryasının “yeni” unsurlarını sürükleyebilecek bir demagojik programdan faydalanmıştı; bu “yeni” unsurlar, harbin ve harp sonrasının sarsıntı ve kargaşası, enflasyon ve ekonomik krizden dolayı proleterleşmiş, küçük burjuva kökenleri itibariyle de milliyetçilik ve özel mülkiyet parolasına sadık kalmış kişilerdi; nasyonal – sosyalizm de, proleterci partilerin aksine, özel mülkiyetin savunucusu kesilmişti.

 

Bu itibarla nasyonal – sosyalizmi iktidara getiren siyasî konjonktur ekonomik konjonktürden ayrılamıyor ama bu sonuncusu, harekete geçmede tek unsur olmamıştı. Bir rejimin krizi ve idarecilerin güçsüzlüğü tarafından işsizlik ve sefalete mahkûm olmuş kitlelerin hoşnutsuzluğu ve ümitsizliğinin ifadesi olmadan önce (Haziran 1919’dan Ocak 1933’e kadar, siyasî olmayan 224.900 intihar vakası kaydedilmişti) nasyonal – sosyalizm, 1918 bozgununun erlerinde Almanya’da doğmuş hareketlerden biri olmuş, hem bu bozguna itiraz edici, hem de devrimci işçi hareketlerine muhalif olarak ortaya çıkmıştı.

 

O, aynı zamanda Almanya’nın birlik – bütünlüğü iradesini de ifade ediyordu ki bu sonuncusu, hattâ Receh toprakları üzerinde bile hiç bir zaman mükemmelen gerçekleştirilmemişti, şöyle ki eski Devletlerden kalan “ülkeler”, ve herbiri özel bir hukukî ve idarî statüye ve bir parlamentoya, müstakil bir hükûmete ve Reich nezdinde diplomatik temsilciliklere sahip çeşitli kentler mevcuttu. Bu iç birlik yokluğu, Alman burjuvazisinin kendi öz devrimini gerçekleştirmedeki yetersizliğinin sonucuydu ve başka ülkelerde demokratik devriminin eseri olan başlıca gerçekleştirmeler de, Almanya’da, bunları bir nevi yukardan icbar etmiş otoriter Prusya hükûmetinin eseri olmuştu. Ama nasyonal – sosyalizm, bütün Almanları, yani “dıştaki” Almanları, özellikle Avusturyalıları tek bir Devlet’te birleştirme iradesini de ifade ediyordu.

 

Almanya’nın millî isteklerinin sözcülüğünü yapan olarak nasyonal – sosyalizm, halk tabakalarının işbu dileklere en hassas olanlarında, küçük burjuvalar, müstahdemler, memurlar, küçük tüccarlar, çiftçiler vs. nezdinde bir yankı buluyordu. Bu babda, güçlü bir Alman ordusunun yeniden tesisini tazammun eden erekleri, Reichwehr’inkilerle mükemmelen uyuşuyordu. Aynı şekilde bunlar büyük burjuvazinin emelleriyle de bağdaşıyorlardı, şöyle ki bu sonuncusunun, içte ve dışta güçlü bir Alman Devleti’ne ihtiyacı vardı: Almanya’nın askerî gücünün yeniden teşkili doğruca bir kazanç kaynağı olmakla kalmayıp ağır endüstrinin yeniden harekete geçirilmesiyle Alman ekonomisinin mutlaka ihtiyacı olduğu dış pazarları yeniden elde etmek için bir hareket aracı olacaktı.

 

Nasyonal – sosyalizmin Konzern idarecilerinin, bankaların, büyük anonim şirketerin desteğine sahip olmuş olduğu şüphe götürmüyor; bu babda 1927’de nasyonal – sosyalist hareketle Deutsch – National partisinin başı, Krupp çelikhanelerinin Yönetim Kurulu Başkanı, büyük Alman gazeteler konsorsiyumunun, … İdarecisi Hugenberg arasında teşekkül etmiş bloku hatırlatmak yeter; keza 1931 Ekim’inde sağ ortamlarla aktedilmiş ittifak da vardı ki, Harzburg konferansında Adolf Hitler ile Rudolf Hess, Hugenberg, Linalt ve von Sybel (tarımsal sermayenin temsilcisi), Grandi (Essen Madenler Birliği’ninki), Schlenken ve Poensgen (çelik kartelinden), Krueger (potas tröstünden), Bluhm ve Gok (tersanelerinden), Ravené (demir endüstrisinden), Reinacker (makina endüstrisinden), Delius (tekstilden), Schacht, Selde, Düstenborg’la resmen karşılaşıyorlardı. Bu arada Krupp ile von Thyssen Amerika’da seyahatte bulunduklarından, beyan-ı itizarda bulunmuşlardı. Aynı şekilde, ekonomik çevrelerin temsilcileri ile nasyonal – sosyalist hareketin anlaşmaları, Schleicher hükûmetinin düşmesi ve Ocak 1933’te von Papen ve Hugenberg’in iştirakiyle Adolf Hitler hükümetinin teessüsünü sağlayan koşullarla simgeleniyor.

 

Büyük endüstrinin nasyonal – sosyalizme desteği, idarecilerinin, kitlelerin sefaletinin ihtilâlci bir işçi hareketine yol açmasından endişeleri ile izah ediliyor; bu harekete Weimar Cumhuriyeti hiç karşı koymamıştı(242) .

 

Kısacası, Alman ekonomisine büyük sermaye hâkim olup nazizm, bu olguya hiçbir değişiklik, Kongern’lerin çalışmasına, hiçbir farklılık getirmemişti; savunmuş olduğu mülkiyet şekli büyük sermayeninki idi.(243) .

 

Nazizmin iktidara gelişi sırasında Devlet, büyük Alman bankalarının bir kısmının başlıca hissedarı idi; bu sonuncular, ancak onun desteği ile yaşıyorlardı. Aslında Reich’in, banka sermayesinin geniş bir bölümünü almaktaki amacı, banka örgütüne el koymak olmayıp doğruca bankaları iflastan kurtarmak içindi.

 

Enflasyon ve onun sonuçlarından geniş ölçüde etkilenmiş olan Alman bankacılık sistemi, Alman ekonomisini yeniden işler hale getirme ve “harp tazminatları”nın ödenmesine yardımcı olmak için dış ülkelerden büyük meblâğlar istikraz etmeye mecbur olmuştu; bankaların faaliyeti endüstrininkine sıkıca bağlı olduğundan, 1931 krizinin derinleşmesinden herhangi banka sisteminden daha fazla etkilenmişti. Bilindiği üzere, Viyana’nın Kredit Anstalt’ın iflâsı, yabancı alacaklıların topluca büyük meblâğları çekmeleri, Alman bankalarının ilişkili bulundukları birçok büyük sınaî girişimin iflâsı, artan sermaye ihracı, Alman banka sisteminin çökmesini hızlandırmıştı. 1932’nin ilk yarısı boyunca 3,5 milyon RM’lık sermaye Almanya’dan çekilmişti. Sadece 1931 Haziran – Temmuz’unda Alman banka gişelerinden 2,25 milyar çekiliyordu. Tekstil Konzern’i Nordwolle batıyor. Birbiri ardından, Darmstaedler ve Dresdner Bank’tan başlamak üzere büyük Alman bankaları çöküyor. Sadece Deutsche Bank ayakta kalıyor ama meflûç halde. 14 ve 15 Temmuz 1931’de Reich’in bütün bankaları kapılarını kapatıyorlar ve ancak 5 Ağustos’ta, normal işlemlerine başlayabiliyorlar, ama bu, Devletin artan yardımı ve desteği ile oluyor ki daha dün “liberalizmin” hararetli savunucuları bankacılar, bunu hergün daha çok talep ediyorlar; 1931 Temmuz’unda Akzepbank kuruluyor; bunun sermayesinin yarısına yakın kısmını Devlet üstleniyor; bankanın işlevi, büyük özel bankaların şüpheli eshamını kabul etmekten ibaretti. Sonra Devlet, Darmstaedler Bank’la Dresdner Bank’ın yatırımlarının garantisine geçiyor. Daha sonra, Devlet banka zararlarının bir kısmını yükleniyor, pratik olarak Reich, bankaların hisse senetlerinin büyük bir bölümünü satın alıyor, bunları nominal değerlerinden ödüyor ve sonra yok ediyor veya değerini düşürüyor. Nihayet Devlet, banka sermayesinin yeniden örgütlenmesine geçiyor; böylece Danat ve Dresdner’in aksiyonlarının tümüne yakın kısmının yeniden satmayıp bu ikisini birleştiriyor ki böylece yeni bir Dresdner, “özel banka”nın yeniden doğuşu “mucizesi”ni yaratıyor ki işbu “mucize” Reich’a, minicik bir 445 milyon RM’a mal olmuştu…

 

Bu itibarla Nazilerin iktidara gelişleri sırasında durum şöyle idi: Devlet, büyük bankaların başlıca hissedarı ve başlıca alacaklısı bulunuyordu ki bu bankalar sadece hukuken “özel” olarak görünüyorlardı. Naziler ne yapacaklardı? Onlar ki propagandalarında bankaların ve kredinin kamulaştırılması ve “faizin köleliği” ile mücadeleyi öngörüyorlardı. Yapacakları şuydu: Banka sisteminin aslını, “yeniden özelleştirme”ye can atıyorlardı. Daha Aralık 1933’ten itibaren Ekonomi Bakanı Schmidt, Reich’ın Deutsche Diskonto Bank gibi büyük kredi müesseselerinin bazılarının sermayesinde iki yıldan beri sahip olduğu önemli hisseleri terketmeyi teklif ediyordu (o zamandan sonra Deutsche Diskonto Bank, Deutsche Bank ile birleşecekti). Az zaman sonra bu bankaya aksiyonlarından 20 milyonunu terkediyor ve 1937’de de Reich’in büyük özel bankalardaki iştiraklarını tasfiye edilmiş oluyordu.

 

Burada, büyük önemi haiz bir süreç yaşanıyordu: Bu, Nazi “bürokrasi”sinin finans kapitali çıkarlarının hizmetkârı olduğunu gösteriyordu. Bürokrasi, ekonomik gücünü muhafaza etmek ve hattâ onu artırmayı aramamıştı, bürokratik örgütün her üyesi kendi öz servetini artırmaya bakıyordu, Devlet’in varlıklarından bir bölümünün kapitalistlere terki vesilesiyle “küçük bir yarar” ya da , bu vesileyle bir büyük bankada “küçük bir yer” elde etmek suretiyle yapıyordu bunu. Bu sürecin gücü, nihayet, “bankalar üzerinde kontrol” düşüncesinin ne denli boş düş olduğunu, sermayenin özel mülkiyetini idamesi sürecinde, bu sermayenin bir yönetim altına toplanmasının tazammun ettiği tüm çürüme gücü ile gösteriyor(244) .

 

İşin özünü böylece anlattıktan sonra Bettelheim, Nazi bankacılık yasasının getirdiklerinin ayrıntılarına giriyor. Bütün söyledikleri bundan öncekilerinin mantığı içinde olup biz bu ayrıntılara girmiyoruz. Sadece konuyu terketmeden önce, okuduğumuz bütün vakıaların, halen ülkemizde vâki olduğunu vurgulamak istiyoruz.

 

Naziler sadece Devlet’in büyük bankalar ve çelikhanelere iştiraklarını özelleştirmekle kalmayıp tekstil endüstrisine, kömür madenlerine, deniz veya nehir nakliyatı şirketlerine, elhasıl kriz süresince ya da firma kurtarma vesileleriyle satın alınmış olan müesseselere iştiraklarını da özel teşebbüse iade etmişlerdi.

 

Aynı şekilde, çoğu kez sağlıklı ve kazançlı belediye teşebbüsleri de özel sermayeye devredilmiş olup keyfiyet, tekelci sermayeye, özellikle elektrik ve gaz endüstrilerinde, mevkilerini kuvvetlendirme olanağını sağlamıştı.

 

Yahudilere, ve aynı zamanda yabancılara karşı alınan tedbirler, ekonomik merkezîleşmeyi hızlandırmaya yardımcı olmuşlardı. Bu husus özellikle bankalara, toptan ticaret, konfeksiyon, ev eşyalarına vs’ye doğru idi.

 

Bu özetlediğimiz tedbirler doğruca büyük sermayenin güçlenmesine iştirak etmişlerdi. Bunların yanısıra küçük teşebbüslerin doğruca kapanması da dolaylı olarak, tekelci sermayeyi kuvvetlendirmişti, şöyle ki büyük firmalar, küçük teşebbüslerin sermaye ve teçhizatını satınalmamış, doğruca bunların rekabetinden kurtulmakla yetinmişlerdi ve bundan böyle küçük girişimcileri, çalışma piyasasında bulacaklardı: Bunlar, çalışmalarıyla tekelci sermayeye bir kâr sağlamalıydılar(245) .

 

Nasyonal – sosyalist program, tröstlere, kartellere, işveren birliklerine karşı mücadeleyi öngörüyordu. O ise biz, daha önce “tröst ve kartellere karşı mücadele”de nelerin vaki olmuş olduğunu, geriye baktığımızda işveren birliklerine karşı “mücadele”nin nasıl bu sonuncuların lehine bittiğini görmüştük.

 

Naziler, ekonominin “korporatif” teşekkülünü öngörmüş olarak, Alman endüstrisinin güçlü konfederasyonu, 6 Nisan 1933’te Alman endüstrisinin “korporasyonu” adını alıyor, ama Krupp’un riyaseti altında yalnız ve yalnız bir patronlar örgütü olarak kalıyor. Bir an için, Nazi partisinin kendisinin ve de nazizmin kendilerine kişisel yandaşlar toplama arzusunda olan şef yardımcılarının yol açtıkları demagojik çalkantının dürtüsüyle, “korporatif” örgütlenmeden söz edilmeye devam ediliyor; hattâ 31 Mayıs 1933’te bir korporatif yasanın çıkarılacağı ilân ediliyorsa da bu, hiçbir zaman vâki olmuyor. D. Guérin’in gösterdiği gibi (D. Guérin. – Fascisme et grand capital,  Paris 1945, S. 172), “Temmuz 1933’ten itibaren Reichwehr tarafından desteklenen büyük endüstri, vetosunu karşı koyuyor; Hitler ansızın ulusal Devrim’in kapandığı haberini veriyor”(246) .

 

Nazi Alman ekonomisinin yapısı ve Devlet’in buna olumlu veya olumsuz müdahale şekillerinin ayrıntılarına girmedik.

 

(240) Charles Bettelheim . – L’Economie allemande sous le Nazisme. Un aspect de la décadence du capitalisme, Paris 1946.

(241) Charles Bettelheim . – op . cit. ,  S.  I-x.

(242) ibd . ,  S. 23 – 25 .

(243) ibd  . ,  S. 71 .

(244) ibd . ,  S. 98 – 100 .

(245) ibd . ,  S. 112 – 114 .

(246) ibd . ,  S. 115 .