Kültür Eserleri > THKK 3 - İnşaa Isıtma ve Aydınlatma Teknikleri > Mesken – İnşa Malzemeleri

Mesken – İnşa Malzemeleri

Konuya bir gazete haberiyle giriyoruz: “7 bin yıllık ev bulundu. Niğde’nin Bor ilçesine bağlı Bahçeli beldesindeki Köşkhöyük kazılarında, M.Ö. 5 bin yıllarına. Kalkolitik çağa ait bir ev gün ışığına çıkarıldı… kazılarda bulunan 6 m.lik evin önünde, boynuzlu kapağı olan bir tandır ve çocuk mezarları yer alıyor. Evin içinde ise seramik kabartmalı ana tanrıça Kubaba heykelcikleri, obsidiyenden yapılmış mızrak uçları, kemikler ve süs eşyaları bulundu” (Hürriyet, 24.07.96).

Ve Çatal Hüyük, Hacılar…

Tarihçiler, Grek dünyasının yazmaya başladığı tarihi M.Ö. 1500’e kadar geri götürüyorlarsa da kesin nokta hayli sonraya, Greklerin Finike alfabesi denen yazıyı kabullendikleri zamana tarihleniyor. İşaretlerle, harfler için Finike adları geliyor, ezcümle mükemmelen Sami aleph = öküz; bet = ev sözcükleri ki bunlar anlamsız Grek alpha, beta vs.ye dönüşüyor.[1] Eski Grekler bir bakıma daima bölünmüş insanlar olmuşlar. Bunlar Akdeniz dünyasına küçük gruplar halinde girmişler ve yerleşip denetimi ele aldıkları zaman bile, politik örgütlenmelerinde bölünmüş halde olmuşlar. Herodotus’un çağında ve hattâ daha da öncelerinde Grek yerleşimleri, Akdeniz’in sair kıyılarının dışında başlıca Karadeniz ve Türkiye sahillerinde vaki olmuş.[2] Ve bunlar buralarda evler inşa edeceklerdi. Ama bunlar geldiklerinde buraları, Anadolu, boş değildi ki. O sakinlerin de evleri vardı. Yani bir inşa teknolojisi sahibiydi bu insanlar. O kadar ki çok iri ve ağır taş bloklardan

istenilen yapı meydana getiriliyordu (Resim 70a, 70b, 70c): Yukarda gördüğümüz “Mayâfârakin, beyaz taştan mazgallı bir sur ile çevrili olup taşların her biri bir buçuk ton gelirdi. Her 75 m.de bir, bir kule vardı. Kente vâsi bir demir kapıdan girilirdi ki keyfiyet, metalürjinin henüz taşkömürünün kullanımını bilmediği bir çağda gerçekleşmiş olması dikkate değer.”

“Amid (Diyarbakır), bir kaya üzerine bina edilmiş önemli kent, daha Sasânîler zamanında (III. ve VI. yy.) ün yapmıştı. Muazzam bir sur, üst üste konmuş kara taştan yapılmış olarak onu çevreliyordu ve bir çift kuşak teşkil ediyordu. Kuşakların arasında, 12 m. genişliğinde bir “fasıl”, yani bir aralık vardı. Bu bazalt blokları, boyutlarına göre 300 ilâ 3000 kg. geliyordu ve her iki sur duvarının yüksekliği 10 m., kalındığı 5m. idi.”

“Tamamen demirden dört yekpare kapı, Hristiyan ve Müslüman Kürtlerle meskûn kente girişi sağlıyor, burada birbirinden güzel büyük cami ile katedral yan yana inşa edilmişlerdi…”[3]

Bütün bu eski “devlet yapıları” üzerinde tezyini mahiyette birtakım örgelerin, balıkların, yılanların, hayat ağacı, boğaların… varlığını gördük. Ama bunlar, bir yandan süs unsuru olurken öbür yandan, eski inançlara bağlı olarak bir “koruyuculuk” işlevini yüklenmişlerdi: binaya “nazar değmeyecek”ti…

Bu gibi inançların halk beyninde günümüze çıktığına Yakup Kadri güzel bir örnek veriyor: “… Gediz (Kütahya)… iki kere düşman işgaline uğramış, bir defa yarısından fazlası yanmış… viran bir kaza merkezi. Gerçi, yangından sonra yarı kerpiçten, yarı tahtadan yamru yumru, derme çatma bazı evler yapılmağa başlamış, fakat bunların hepsinde üst katların yapısı yarım bırakılmıştı ve bu yüzden kasabanın manzarası daha kasvetli, daha hazin bir şekle girmişti. Sonradan öğrendim ki, bu tarafların halkınca, yeni yapılan evleri böyle yarım bırakmak bir zarurete müstenit değilmiş, sadece bir âdetmiş. Beş altı sene kadar binaların üst katları direksiz bir takım eski püskü eşyalar asılan bir kafes halinde kalıyor; sonra yavaş yavaş tamamlanıyor. Zira birdenbire her tarafı mükemmel olarak meydana gelen evler göze gelip mutlaka bir kazaya uğrarmış, ya yanar, ya yıkılırmış…”[4]

Halk “inşa teknikleri” bağlamında Anadolu mesken yapılanın, gerek bunların arazi üzerindeki durumları, gerekse inşada kullanılmış malzeme türlerine göre sınıflandırarak irdelemeye geçmeden önce, yöresine göre alabildiğine değişik tiplerin ortak yanları hususunda, yine de her yöreye şamil olmamak kaydıyla, bir genellemeye gideceğiz. Mimar ya da sanat tarihçisi olmadığımıza göre, Anadolu’da görevimiz gereği dolaştığımız uzun sayılacak yıllar içinde sadece yapıların dış görünümleriyle ilgilendik ve buralarını resimledik.

Uzmanlar (D.Kuban) “… değişik bölgesel konut geleneklerini bir ölçüde yaklaştıran ortak bir plan motifinin varlığı”ndan söz ediyorlar. İki oda ile aralarındaki bir açık hacimden ve bunların önüne uzanan bir saçak altından meydana gelen bu plan motifinin kaynağı Orta Doğu’nun eski kültür katlarında bulunuyor. Buna yapı ustalarımızın karnıyarık dediklerini duymuştuk. Bu arada oturma odasında seki üstünde duvarlar boyunca yapı ile birlikte inşa edilen sedirlerin dolandığını çok yerde gördük. Bunun Hitit evlerinde de aynen bulunduğu kaydediliyor.

Türk odasının vazgeçilmez bir öğesi de yüklüktür. Uzun zaman, yerleşik hale geçmiş Türkün hayatında göçebe geleneklerinin etkisi sürüp gitmiştir. Yatakların her gün dürülerek yüklüklere kaldırılması, göçebe tabiatının devamına bağlanıyor. Bu evde hiçbir eşya, mimarînin yeterlilik sınırları dışında olamaz. Masa ve karyola bu eve yabancıdır şöyle ki göçebe adamın bütün günlük gereksinmelerini karşılayan eşyası, bir arabaya sığacaktır. Yer yatağının şiltesi, yorganı katlanır, arabaya atılır. Esasen karyola, etimonundan da belli olduğu gibi (İtalyanca cari- ola) yabancı menşe’lidir, tıpkı masanın olduğu gibi (İtalyanca mensa’dan). Bunlar, sabit ayaklarıyla arabaya sığmazlar. Türk’ün masası, altına (açık arazide) bir taş konan yuvarlak hamur tahtasıdır, üzerinde mayasız yufka ekmeğinin açıldığı tahta. O, arabada hiç yer tutmaz. Biz, 50’li yıllarda, çağrılı olduğumuz mahallin ileri gelenlerinin evlerinde hep yerde yemek yedik, ortaya konan yemek tabağına kaşık uzatarak. Bu keyfiyetin mazide kaldığı sanılmamalı: PİAR-GAL-LUP’un yaptığı araştırmaya katılanların (1997’de) % 51,1’i yer sofrasında; % 34,6’sı masada yemek yiyor. Ama ilginç bir veriye göre de, bazen masada, bazen yer sofrasında yiyenler, yine bu yılda, % 13,9’u buluyor… (Cumhuriyet, 27.07.1997). Yani Anadolu evi, doğal bir yapı eyleminin sonucunda ortaya çıkmış oluyor. Türk evinin mimarîsi üzerine geçmiş antik çağın ağırlığı ne olabiliyor? Geçmiş, hiç şüphesiz, günümüzün anlaşılmasına büyük ölçüde yardımcı oluyor. Daremberg ve Saglio’nun 1892 tarihli “Dictionnaire des antiquités grecques et romaine” sözlüğünün Domus maddesinde günümüz Akdeniz Doğu’su ile Afrika’daki evle bunun arasında “şaşırtıcı ilişki” vurgulanıyor.[5]

“Eğer, cumbalı cephesi ve sofalı planı ile ‘Türk evi’ni belirlemek hususunda bir ittifak (consensus) varsa, ‘Türk evi’ adı şüpheli ve tartışmaya açık kalır. Bu ev tipinin coğrafî ve tarihî dağılımı, daha uygun bir adı, “Osmanlı Evi”ninkini telkin ediyor. Gerçekten, ‘Türk Evi’ne başlıca ve başat form olarak, Küçük Asya’nın Kuzey-Batı’sında, ama aynı zamanda Balkanlar’da (Bulgaristan, Romanya’nın Güney’i, Yunan ve Yukoslav Makedonya’sı, Bosna…) rastlanıyor. Daha istisnaî olarak Suriye, Arabistan veya Mısır, hattâ Azerbaycan’da görülüyor. Buna mukabil Anadolu’nun Güney ve Doğu’sunda geniş ölçüde nâmevcuttur. Bu evleri tarihlendirmeye gelince, hiçbiri gerçekten XVIII. yy.ın öncesine ait olmayıp büyük çoğunluğu da XIX. yy.ın ikinci yarısının gerisine çıkmıyor. Yadsınamaz şekilde ‘Türk Evi’nin çerçevesi, Osmanlı İmparatorluğu’dur. Bu noktadan itibaren ‘Osmanlı Evi’nde, imparatorlukların meydana getirdikleri bu sentezlerden birini görmek cazip olur.”

”İstanbul’dan itibaren ve XVIII. yy. boyunca modelin imparatorluk içinde yayılmasına göre, Osmanlı evinin, esasen birbirini tamamlayan iki hazırlanma süreci düşünülebilir. Zira Osmanlı evinin en iyi tamamlanmış numunelerine Plovdiv’de olduğu gibi Kastoria, ya da Sarajevo’ya kadar rastlandığı bir vakıadır. Ama her iki halde de, önceden mevcut mahallî kültür ile (bu durumda Bizans’ınki) mahsusî (özgül) olarak Türk katkısı arasındaki sentez apaçıktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kozmopolit tabiatı, Osmanlı evinin kökenden, tabirin etnolojik anlamıyla Türk mü, yoksa Grek geleneğine mi bağlı olduğu sorununu böylece çözmüş oluyor. Bu mesken tipinin şeceresini burada tartışmanın yeri yoksa da insan kendini, müştemilât ile dairelerin dikine üst üste gelişleriyle zemin katının tedafüi tabiatının Bizans geleneğiyle ilişkisiz olamayacağını fark etmekten alıkoyamıyor. Öbür yandan, dairelerin bir merkezî alan etrafında topolojik ve geometrik, hiç şüphesiz mahsusî (özgül) olarak Türk düzeni, bu evlerin Doğu’lu kökenlerini ve de Selçukluların İran’dan geçişlerini hatırlatıyor. Zaten Bizans devamı evler, Galata ya da Fener’de, İstanbul’un zengin Rum tüccarları tarafından, XVIII. yy.a kadar inşa edilmişlerdi…”[6]

Anadolu’da iklim farklılığı ve bunun inşada kullanılan malzeme seçimini koşullandırması nedeniyle, yedi Anadolu ev tipi saptanabilir: 1) Güney-Doğu Anadolu’da taştan meskenler; bunun Kuzey Suriye’deki aynı mimarî tipi ile müşterek kökenleri vardır. 2) Kuzey-Doğu Anadolu, Erzurum’un ötesinde; burada taşla ahşap çatmanın almaşık olarak inşa geleneği Güney- Kafkasya geleneği ile ilişkili oluyor. 3) Özellikle Karadeniz’in Doğu’sunda görülen hımış geleneği. 4) Düz damlı taş inşaat geleneği, Ege Denizi ve Akdeniz kıyı bölgelerinde. 5) Orta Anadolu’da yine Suriye geleneğinin etkisiyle taş inşaat geleneği, özellikle Niğde ve Kayseri’de görülür. 6) Hitit uzak kalıntısı olan, Orta Anadolu’da köy evlerinin inşasında kerpiç geleneği. 7) Tuğla ya da kerpiçten duvarların bir taş oturtma duvarı üzerine yükseldiği hımış geleneği. Bu gelenek, Sivas’tan Batı’ya doğru (Marmara ve Ege bölgesi) ve Güney’e (Akdeniz bölgesi) yayılır.

Bu sonuncu grup Anadolu’da ve de Balkanlar’da en yaygın mimarî tipi belirliyor. Aynı zamanda bu sonuncu mesken türü ve bundan türeyen şekilleri, başkent İstanbul’a özgü yeni bir biçimi doğurmuşlardır. Başkentte gerçekleştirilmiş bu yeniliğin en gelişmiş örnekleri, daha sonra, XVII. yy.dan itibaren Anadolu ve imparatorluğun çeşitli bölgelerine yayılmışlardı; bunları yüksek memurların ve yine merkezî yetkenin idarî ihtiyaçlarına göre Devlet tarafından tayin edilmiş eşrafın evlerinde görüyoruz.[7]

Şu halde bir geleneksel Osmanlı mesken mimarîsinin ilk merhalelerini, Beylikler döneminde, 1453’te İstanbul’un fethinden önce Anadolu ve Trakya’ya yerleştirmek mümkündür.[8

Biz aşağıda genel olarak meskenleri bir tasnife tâbi tutulmuş olarak resimleriyle vereceğiz. Ancak şimdiden, buraya kadar söylenenlerin ışığında, bazı ev tiplerinin resimlerini derç ediyoruz (Resim 71, 72, 73, 74).

Antik çağların evleri hususunda bildiklerimizden, her zaman için ahşap çatkılı, araları kerpiç ya da ıslak kerpiç çamuru (pahsa-pise) ile doldurulmuş duvarlı, tonozsuz ve damları saz ya da kiremit kaplı bir mesken mimarîsinin var olduğu farz edilebilir.[9] Yani hımış inşaatın Bizans’ta yaygın olduğu düşünülebiliyor.

”…Anadolu insanının oturduğu ev, Anadolu’daki toplum hayatı ile açıklanabilir… Her toplumun tarihî gelişmesinin ortaya koyduğu gereksinmeler, bunları karşılayan yapı programları ve bu programlarla uzun zaman süreleri içinde bütünleşmiş kültür özellikleri yapı üretimini yönlendirirler…”[10]

“…Çamur, insana biçim ilham edecek bir malzeme olmadığı için, yapıda onun yapım tekniği ve ona bağlı strüktürlerin kullanılması, insanoğlunun yapıcılığını geliştirdiği en önemli deney alanı idi…”

“Tuğlanın diğer bir özelliği yapıya modüler, yani birimsel bir nitelik getirmesidir… Daha güçlü bir bağlayıcı madde ancak Roma Cumhuriyet döneminde kireç ve kumun su ile karışmasıyla meydana getirilmiş olan kireç harcıdır…”[11]

“… Romalı ve Roma çağı kavramı biraz karıştırılıyor. Roma’da, bir kültüre bağlı bir binalar tipi mevcuttu. Ama aynı çağda, Romalıların mükemmelen hoşgörü ile karşıladıkları başka kültürler de vardı. Bu itibarla Akdeniz sahasında, kule-evler ve önceden var olan tüm sair ev örgütlenmelerini bulmak normaldir…”[12]

1339-1923’te yazmış bir yabancı (Alman?) mühendis bize, yine yukarıdaki ifadelerin doğrultusunda sayılabilecek şu bilgileri veriyor[13]:

“Anadolu’da Türk evleri alelekser bir veya ikişer katlı olmak üzere inşa edilmiştir. Bursa… evlerinin… yalnız alt katın(ın) cadde tarafı tamamıyla kapalıdır. Sokak kapısından başka harice hiçbir açıklık görünmez. Bursa’da hiçbir Türk evinin alt katta penceresi yoktur.

Hemen yukarda Bizans geleneğine uygun olarak “zemin katının tedafüi (savunucu) tabiatından bahsetmemiş miydik?… Devam edelim Wild’i dinlemeye:

“… Bir Türk evinin maktaında görüleceği alt kat kısmen taştan olup ikinci katın harice doğru daha ziyade çıkan cephesi, mail istinatlarla alt duvara merbuttur…” (Resim 75, 76, 77, 78, 79).

Resim 75’de görülen, duvara merbut meyilli ve/veya kavisli istinat kirişlerine özellikle Boğaziçi yalılarında çokça rastlanır: Tarabya’daki eski Fransız sefaretinin aşı boyalı yazlık konutu (halen Galatasaray Üniversitesi’nin bir şubesi burada faaliyettedir), Kuzguncuk’ta Fethi Paşa yalısı… Resim 76’da bir Eski Ankara evi görülür: zemin kat taş, üst kat hımış. Binanın sokağa, kapı dışında hiçbir açıklığı yok. Resim 77 ve 78’de, eski Rum evleri görülüyor. Bunlarda zemin kat dükkân, üst kat ikametgâh. Bu dükkânlar sonradan mı yapıldı, yoksa yukarda tarif edilen tipin varyantları mı oluyor? Yani bu işyeri, büyütülmüş bir kapı mı?…

Resim 79’da, zemin kat çok yüksek tutulmuş olup pencereler hayli yukardadır (oklarla cebireler gösterilmiştir).

Bursa evlerini uzun uzun anlatan Wild, özellikle tavan tezyinatını anlatıyor: “…Tavanlar bilhassa san’atlı ve ziynetlidir. Zaten öteden beri İslâm mimarîsi tavan inşasına ve tezyinatına fazla ehemmiyet vermiştir…”

Niğde’de görebildiğimiz iki tavan resmini veriyoruz (Resim 80 ve 81). Resim 80’deki tavanlı evin eski sahibinin bir Ermeni olduğu bize söylenmişti. Göbek kısmında güneş ve ışınları motifini mi göreceğiz? Bu aynı güneş ve ışınları örgesi Hacıbektaş’ta Huzur-u Pîr’in (Hacı Bektaş’ın türbesi) tavanında da bulunuyor. (Resim 82). Evin elektrik tesisatının, inşasından sonra yapılmış olduğu resimden anlaşılıyor.

“Batı Anadolu, M.Ö.545- 333 tarihleri arasında Pers egemenliği altında olmasına karşın kültür ve sanat alanında dünyada birinci sırada yer alır. Bu süreçte konut yapılarında yeni aşamalara ulaşılmış; ancak geleneksel prestiji büyük olan megaron’un kullanımı sürmüştür…”[14]

“Konutlar her zaman toplumun aynasıdır. Aile yapısını, aile üyelerini ve toplumun amaçlarını yansıtan konutlar, bu tür amaçlara yoksul insanların bile ne şekilde ulaşmaya zorlandığının bir göstergesidir. Tarihi ve arkeolojik malzemeyi incelerken, toplumsal davranışın değişebileceğini ve hatta eski çağlarda toplumsal davranışın günümüz koşullarından tamamen farklı olabileceğini genellikle göz ardı ederiz… megaron, hem Anadolu kıyılarında, hem de Yunanistan’da en çok rastlanan ev tipidir. Girişi kısa kenarda olan, tek odalı, dikdörtgen ve genelde müstakil bu ev tipi, Myken döneminde gelişmiş ve tüm Antik Çağ boyunca yaygınlaşmıştır…”

“… bu merkezî odanın duvarları boyunca bazen küçük sekilere rastlanmaktadır.”[15]

Bu veriler karşısında mimar ve sanat tarihçisi olmadan aklımız bir şeye takılıyor. Acaba, şu bizim, ortada dikdörtgen, dar yanından girilen, hemen sağ ve solunda birer oda ve bu odaların birinin arkasında mutfak, öbürünün banyo olan büyük oda tipli karnıyarık,  işbu megaron ve yanlarındakiler de oikos’lar mı oluyor?… Böyle ise, Myken dönemi günümüzde yaşıyor, demektir…

[1]           M. I. Finley. – The world of Odysseus, Middlesex 1972, s.22

[2]           ibd., s.28

[3]           Aly Mazahéri. – La vie quotidienne des Musulmans an Moyen-Age, Xe au XIIIe siécle, Paris 1951, s.169

[4]          Yakup Kadri Karaosmanoğlu. – Vatan Yolunda, İst.1980, s.114-115. Bu, ilk kez Ergenokon, İst. 1929, s.l02’de zikredilmişti.

[5]           Philippe Leveau. – Aspects de l’espace domestique dans l’habitat urbain antique des pays devenus musulmans antour de la Mediterranée, in Coll. – L’habitat traditionnel dans les pays musulmans autour de la Mediterranée, 2

[6]           A.Borie et P. Pinon. – Maisons ottomanes à Bursa (Turquie), in Coll. – L’habitat traditionnel dans les pays musulmans autour de la Mediterranée, 3, s.648-649

[7]           Filiz Yenişerlioğlu. – L’architecture ottomane: évolution historique et étude de deux exemples situés à İstanbul, in ibd., s.665-666

[8]           ibd., s.667

[9]           A.Deroko. – Quelques réflections sur l’aspect de 1’habitation byzantine, in X. Milletlerarası Bizans Tetkikleri Kongresi (İst.l5-21.IX.1955) Tebliğleri, İst. 1957

[10]        Doğan Kuban. – Mimarlık kavramları. Mimarlığın kuramsal sözlüğüne giriş, İst. 1980, s. 19

[11]         ibd., s. 30-31

[12]         Robert Ilbert. – Eléments de débat: unités et influences, in Coll. – L’habitat traditionnel 3, s. 803

[13]         H. Wild. – Hanlar ve evler hakkında bir tetebbü (inceleme), in Yeni Mecmua sayı 75, 1 Mayıs 1339-1923, s. 190-193

[14]         Ekrem Akurgal – Batı Anadolu’da konut, yerleşme ve kent planlaması (M.Ö. 3000 – 30) in Coll. – Tarihten günümüze Anadolu’da konut, s.130

[15]         Wolfram Hoepfner. – Houses and society in classical antiquity, in ibd., s.155

( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.