Kültür Eserleri > THKK 2/C - Tarım Teknikleri > Kuzenlerin Evlenmesi

Kuzenlerin Evlenmesi

∆ erkek o kadın ∆=o koca ve karı ∆ o erkek ve kız kardeş (+ -) ilişkisinde olan kuzenler çaprazdırlar;

(+ +) veya (- -) ilişkisinde olanlar paraleldirler.

Toplumsal sınıf ve servetin imtiyazlarını yükseklerde tutan gruplarda içten evlenme, sadece bir kavramsal sınırın varlığını ifade edip yalnızca bir olumsuz gerçeği yansıtır. Yüksek derecede sınıflara ayrılmış toplumlarca ancak bu olumsuz şekil bir olumlu içerik kazanabilir, yani grubun içinde bazı sosyal veya ekonomik imtiyazların idamesi için kesinlik kazanmış bir hesap olur, bu içerik. Genel olarak “geçerli” endogamy, basitçe kültür sınırları dışında evlenmenin dışlanmasını tezahür ettirir; kültür konusu ise her türlü genişleme ve daralmaya tabidir.

Bunun aksine, sadece exogamy’nin bir eşlevi olmasıyla “işlevsel endogamy” denilebilecek içten evlenmenin öbür şekli, bir olumsuz kaidenin karşıtını sağlıyor. Örneğin, çapraz kuzenler arasında evlenmede, mümkün eşlerin sınıfı, görünüşe rağmen, hiçbir zaman bir endogamic kategori gibi olmamaktadır. Çapraz kuzenler, aralarında evlenmenin mümkün olduğu akrabalar arasında, paralel kuzenler kız ve erkek kardeşe teşbih edildiğine göre, aralarında evlenmek zorunda olanların gerisinde kalırlar. Bu esasî mahiyet çoğu kez bilinmemiştir şöyle ki bazı hallerde çapraz kuzenlerin birleşmesine izin verilmekle kalınmayıp bu birleşme zorunlu kılınmıştır. Mümkün olur olmaz zorunlu olması, tasavvur edilebilecek en basit mütekabiliyet sistemini oluşturmaktadır. Gerçekten çapraz kuzenler arasında evlenme, esas itibariyle bir mübadele sistemi omaktadır.[1]

Bir de ikici (düalist) düzenleme şekline göz atalım. Bunda, soy zinciri ister anasoylu, ister babasoylu olsun, babanın erkek kardeşinin ve ananın kız kardeşinin çocukları, bahis konusu kişiyle aynı yarı içinde yer alırlarken babanın kız kardeşinin ve ananın erkek kardeşinin çocukları öbür yarıya ait olurlar. Dolayısıyla da bir dıştan evlenme (exogamy) sisteminde bunlar evliliğin mümkün olduğu ilk yakın akrabalar olmaktadırlar.

Çapraz kuzenler arasında evlenmenin tâli niteliği varsayımı bazı postulatları tazammun eder. Bu sonuncular söyle özetlenebilirler. Bir beşerî kurum ancak iki kaynaktan ileri gelebilir: ya bir tarihî ve usdışı (irrational) kökenden veya kanun koyucunun verdiği bir kesin karar, dolayısıyla bir hesabından yani ya vakıadan, ya da bir amaçtan doğabilir. Bu itibarla çapraz kuzenler arasında evlenme müessesesine hiçbir ussal gerekçe bulunamayışı bunun, bizatihi anlamsız olan bir dizi tarihî rastlantının sonucu olmasındandır.

Çapraz kuzenler arasında evlenmenin yaygınlığı düalist sistemle, az çok dünyanın her yanında görülmeleri itibariyle bir müşterek özellik arz eder. Ancak birinci müessesenin sıklığı, exogamic eşlerinkinden çok daha büyüktür; gerçekten bir exogamic eşler sistemi, çapraz kuzenler arasında evlenmeye mutlaka izin verir. Bu itibarla düalist düzenleme, içinden eşi seçmenin elde olduğu birçok genel sınıfı tanımlarken çapraz kuzenler arasında evlenme sistemi, hiç değilse bazı hallerde, zorunlu olarak evlenilecek kişiyi büyük bir kesinlikle saptamaktadır.

Sosyologlar uzun süre, çağdaş toplumda var olan aile ile ilkel toplumların akrabalık kümeleri (klan, kabile alt bölümü-phratry…) arasında bir tabiat farkı olduğunu düşünmüşlerdir. Aile, ana soy zinciri ve babanınkini aynı derecede tutarken klan ya da phratry’lerde akrabalık sadece tek bir, kâh ananın, kâh babanın soy zincirinde görünür. Bu takdirde soy zinciri anasoylu ya da babasoyludur denir şöyle ki anasoylu soy zincirli bir düzen bir çocukla babası arasında hiçbir akrabalık bağı tanımaz; baba, çocukların dahil oldukları karısının klanında bir “misafir”, “dıştan bir adam” ya da bir “yabancı”dır. Aksi durum da babasoylu zincirli bir düzende caridir[2]. Hani Anadolu’da “elin adamı”, “elin kızı” demezler mi?…

“Exogamy’nin ilk şekli, yani düalist düzen, yapaylığın bütün emarelerini taşıyor; bazı akraba grupları, aralarında mümkün eş olurken bazıları bundan dışlanıyorlar; bir erkek kardeş ile kız kardeşten sırasıyla olmuş çocuklar, yani çapraz kuzenler, aralarında evlenebilirler; o ise ki iki erkek kardeş ya da iki kız kardeşten olan çocuklar birleşemezler. Böyle bir kaide, hiçbir incest yasaklanmasının türüne dayanamaz; bu, apaçık, kendisi dahi başka bir amaç için tasarlanmış başka bir kaideden itibaren bir tâli türeme oluşturmaktadır” diyor. W.J.Perry (The children of the Sun)[3].

Çapraz kuzenler arasından evlenme bir düalist düzenlemenin sonucu değilse, bunun gerçek kökeni ne olabilir? Swanton’a göre (Contribution to the ethnology of the Haida) bu kökenin, en değerli mal mülkü aile içinde muhafaza etme arzusunda bulunabileceğini telkin ediyor. Öbür yandan Lowie (Traité de sociologie primitive) “çapraz kuzenler arasında evlenme, büyük olasılıkla tek bir nedenden itibaren gelişmiş bir olgu olmayıp çeşitli mahallerde ve farklı nedenlerle, birbirlerinden bağımsız olarak, meydana gelmiştir” şeklinde tartışmaya katılıyor.

Çapraz kuzenler müessesinin arkasında, tercihli birleşmenin ileri ölçüde özgürleşmiş bir şekli olmamış olsaydı, çok sayıda köken varsayımı kesinlikle dışlanamazdı: Örneğin, çapraz kuzenler arasında evlenme, sık sık dayı kızı ile tercihli birleşme şeklinde karşımıza çıkıyor ve ilk bakışta (a priori) bu birleşme şeklinin, nerede rastlanırsa rastlansın, tek bir nedenle izah edilebileceği kesin değildir.

Beşerin ilk dönemlerinde, çocukların doğal bekçisinin baba değil, dayı olduğu ileri sürülmüştür. Bu varsayım, esas itibariyle bir yeğenin, mevki ve varlık itibariyle dayının yerine geçmesinden çıkmıştır. Bazen bu ikisi arasındaki ilişki daha da yakın olmaktadır. “Malezya ailesi” diyor bir Hollandalı yazar, “doğruca ana ve çocuklardan oluşur: baba buna dâhil değildir. Bu sonuncusunu kendi erkek ve kız kardeşlerine bağlayan bağ, onu eşi ve çocuklarına bağlayandan daha sıkıdır. Evlenmeden sonra bile ana ocağında yaşamaya devam eder. Ana ocağı onun gerçek meskenidir: kendi öz ailesinin tarlasını işlemeyi bırakmaz ve karısına ancak arızî olarak yardım eder. Ailenin reisi mutat olarak ana tarafının büyük erkek kardeşidir (avunculus. Bu Latince sözcük, dayıya olduğu kadar teyzenin kocası enişteye de ıtlak olunur). Hak ve görevleri itibariyle, kız kardeşinin çocuklarının gerçek babası odur”. Gürcistan dağlılarından, özellikle Pshav Marda Kovalevsky’ye göre, “dökülmüş kanın öcünü almak bahis konusu olduğunda, özellikle yeğen öldürüldüğünde, ananın erkek kardeşi babanın yerini alır”[4].

Gerek buraya kadar söylediklerimizi, gerekse bundan böyle söyleyeceklerimizi teyit eden bir Fransız araştırmacının gözlemini aktarıyoruz.

Orta Anadolu’da (İvriz civarında) Ahlan’da bir Kürt kökenli aile grubu, bir dayı’nın yönetiminde, burada toprak alıyor ve yerleşiyor. Sonra Doğu’dan gelen daha başka ailelerle burada çoğunluk oluyorlar ve köylerinin başına, eskilerinden birini muhtar olarak koyuyorlar[5]. Döneceğiz konuya.

139’dan az olmayan değişik ırk veya kabilede çeşitli hısımlık derecelerinin adlarını Levis H. Morgan’ın Systems of consanguinity and affinity of the human family adlı çalışmasından öğreniyoruz[6]. Ve buradan çok sayıda insanın Batılılarınkinden tamamen farklı bir ilişkiler ıstılah cetvelini haiz olduğunu görüyoruz. Morgan sistemleri, birbirlerinden kesinlikle farklı telakki ettiği, tasvirî ve sınıflandırıcı (classificatory) olmak üzere iki büyük sınıfa ayırıyor. “İlki” diyor, “Arî, Samî ve Ural ailelerinki olup akrabalığı, adedî (numerical) sistemle uygun olmak hali dışında, sınıflara ayırmayı reddederek, yan kan akrabalığını, çoğu kez, akrabalığın aslî tabirlerinin bir genişletilmesi veya bunların bir birleşimi suretiyle tanımlar[7]. Koca ve karı, baba ve ana, erkek ve kız kardeş, oğul ve kız ve bunlara ek olarak büyükbaba ve büyükanne, erkek torun ve kız torun bu aslî tabirler olup böylece de burada kullanıldığı aslî anlamlarına münhasırdırlar. Bütün sair terimler tâlidir. Böylece her akrabalık-hısımlık bütün öbürlerinden farklı ve bağımsız kılınmıştır. Turanî, Amerikan Kızılderili ve Malaya ailelerininki olan ikinci sistem, daima tasvirî cümleleri dışlayıp kan akrabalığını bir görünürde keyfî genelleme dizileriyle büyük sınıflara indirger ve aynı sınıfın bütün üyelerine aynı terimleri uygular. Böylece de, tasvirî sistemde farklı olan akrabalığı karıştırır ve aslî ve tâli tabirlerin anlamlarını görünürde özgü manalarının ötesinde genişletir”[8].

Akrabalık terimlerinin, aslında birer hitap terimi olduklarında hiç şüphe yok. Yine Morgan, “Amerikan Kızılderililer, akrabalar arasında konuşurlarken akrabalık terimi ile hitap edip hiçbir zaman muhatabın özel adını kullanmazlar” diyor[9].

Bizi, Amerikan Kızılderililerden çok, Asya bozkırının adamı ilgilendiriyor. Ordos Moğollarının akrabalık terminolojisinin genel sistemi, klasik Moğol sisteminin paylaştığı belli özgül varyantlarla, bozkır Altaylı halklarında rastlanana uygun oluyor. Klasik Moğol sistemi, bozkır halklarının sair ıstılah sistemlerinden daha eski olduğuna göre Ordos sistemi, Buryatların, Halhaslann, Kalmukların ve sairlerininkinden daha eski bir aşamayı temsil ediyor demektir. Moğollara ve Kazaklar gibi bazı Orta Asya Türklerine bakınca bu eski ve yeni aşamaların birbirleriyle ilişkileri, akrabalık tabirlerinin şekil ve anlamlarındaki değişmeleri takip ederek gösterilebilir.

Genel sisteme gelince Ordos Moğollarının terminolojisi, bahis konusu bütün toplumların baba soyu (patrilineal) yapısına uymaktadır. Ana-baba neslinde terminoloji, çatal (iki kola ayrılmış) civar hısımlığı tipindendir: Baba, amca ve dayı ile ana, teyze ve hala da birbirlerinden tefrik edilmişler. İki kola ayrılmış civar hısımlığı (müşterek bir ana babadan inme kollar) terminolojisi, baba akrabalarını ananınkinden ayıran ve baba soyunu üstünlüğe göre sıralayan bir terminolojik sisteme iyi uymaktadır; buna tekabül etmek üzere ana ve babanın amca-dayıları birbirlerinden ve babadan tefrik edilmişlerdir. Ve bu sisteme eski Türkî, Klasik Mongol ve tüm sonraki gelişmeler uymaktadır.

Kuzen terimlerine gelince, Ordos, Klasik Mongol ve Chahar’da aşağıdaki modeli buluyoruz: Amca çocukları için bir terim var; teyze çocukları için bir terim var; ama dayı çocuğu için terim, ana tarafı akrabalarının genel terimidir. Baba-çapraz-kuzenler (hala çocukları) için cetvelde herhangi bir terim bulunmuyor şöyle ki bunlar akraba sayılmıyorlar. Bu keyfiyet baba evinde ikamet kaidesine müteallik olup baba kız kardeşi dışarıdan evlenir. Başka deyimle, erkek kardeşlerin çocukları için bir terim vardır, kız kardeşlerin çocukları için bir terim vardır ve bu, karşılıklıdır; böylece hem ana tarafı hem de baba tarafı kuzenler tam olarak temsil edilirler. Çapraz kuzen terminolojisi hususunda sistem noksan görünüyor: Ana tarafı çapraz kuzenler sadece genel olarak ana tarafı akrabalarına uygulanan terime sahipler.

Asya’nın bozkır göçebelerinin çeşitli akrabalık sistemlerinin bir müşterek kökene sahip oldukları, Kalmuk, Özbek, Kazak, Ordos, Khalka, Buryat’ın birbirleriyle ilişkili oldukları farz edilerek Ordos ve Klasik Mongol’un yardımıyla vaki olmuş olan kesin değişiklikleri tetkik edebiliriz. Kalmuk, Kazak, Özbek ve muhtemelen Kırkız’ın kuzen sisteminde, her bir çapraz kuzen için ayrı bir terim vardır, şöyle ki bu sistemde artık amca çocukları için bir terim, bir tane hala çocukları, bir tane dayı çocukları ve bir tane de teyze çocukları için terim vardır.

Mezkûr çeşitli sistemlerin tetkikinden bunların üç ana gruba ayrıldıkları görülür: 1) Klasik Mongol, Ordos ve Chahar dâhil; 2) Buriat ve Khalka; 3) Kalmuk. Aynı şekilde bu çeşitli sistemlerin, akrabalık terimlerinin anlamlarında bir dizi basit değiştirmelerle birbirlerine bağlanabileceği de gösterilebilir. Terimlerin ayrıntılarına girmiyoruz. Ancak bu sistemlerin değişmez çekirdeği, 1) erkek kardeşlerin çocukları ve 2) kız kardeşlerin çocukları için her biri müşterek ata çocukları terimlerinden ayrı bir terim takımı olmaktadır. Değişkenler paralel kuzen sistemini bir sabit öğe alarak çapraz kuzenlere davranış yöntemlerinde aranacaktır: Ordos’ta çapraz kuzen terimi yok, Buryat’ta paralel kuzen terimleriyle karışık, Kalmuk’ta paralel kuzen terimlerinden ayrı.

Akrabalık terminolojisi ile ilgili olarak baba (koca) evinde ikametin anlamı, baba çapraz kuzen yani evlenip dışarı gitmiş kadın akrabanın çocuğu için bir tabirin bulunmayışında görülüyor. İkamet kaidesiyle alâkalı başka ıstılahlar da bulunuyor: evlilik akrabalıklarını ifade eden bir müşterek terim takımı var; koca ve karının akrabaları için tabirler ilişkide başlıca simetrik oluyorlar. Ancak koca, kendi erkek tarafı akrabalarını evlenmeden sonra da önceki şekilde ifadeye devam ediyor; statü ve ikametinde bir süreklilik bulunuyor. Evlenmeyle oturma yeri değişen karı, baba akrabaları yeni bir tabirle ifade ediyor ve böylece de ikametindeki süreksizlik yansımış oluyor. Kan bağı akrabalığı, evlilik hısımlığından tefrik ediliyor. Konu üzerine daha fazla yayılmayacağız[10].

* * *

Bu kuramsal mülâhazaların ışığında girelim Türk alanına. Buna önce Prof. Abdülkadir İnan’ın çok önemli bir makalesinden aktarmalar yaparak başlayacağız.

Boylarla totemci klanların bir yadigârı olan damga arasında, özellikle boy teşkilâtı “yol” ve “töre”siyle devam ettiği sürece, sıkı bir bağlantı olmuş. Boy yaşamının önemli kuramlarından biri de exogamy (dıştan evlenme) olup bu, mezkûr teşkilâtın dağılmasından sonra da gelenek halinde sürmüş: Kazak-Kırgızlar, Altaylılar, Başkurtlar yedinci (bazı oymaklarında dokuzuncu) göbek babaya gelmeden evlenmeye izin vermezler. Eskiden damgası ve uranı (meşgalesi) bir olan boylar aralarında evlenemezlerdi; eski birlik ve kan kardeşlik bağları gevşedikten sonra “yedinci göbek ata”dan yukarısı “yad”, yani yabancı olarak görülürdü.

Exogamy yasasına uyan boylara göre “kuda olmak cüda olmaktır,” yani “dünür olmak kardeşlikten ayrılmak demektir”: dünürlük girince, oymak içine soğukluk da giriyor… (aşağıda “tünür” sözcüğünü DLT’de göreceğiz.)

Bazen değişik exogamy dairelerine ayrılan ama aynı boydan olan grupların yeniden bir exogamy dairesi kurduğu da görülüyor.

“Tarih kaynaklarının verdiği bilgilere göre birçok Türk ulustan cihan fatihi sahnesine ataerkine dayanan (pederşahi, patriarcal) topluluk ve egzogami yasasına bağlı aile olarak çıkmışlardır Çin kaynaklarının verdikleri haberlere göre milâttan önceki devirlerde Hunlar, kardeşinin ölümünden sonra yengesiyle, babasının ölümünden sonra üvey anasıyla evlenirlerdi. Bu âdet, egzogami yasasının tatbik edildiğini gösterir…”[11]

İnan’ın bu yazdıklarını birçok tarihî belge doğruluyor: “Böylece yaşayıp giderken Dobun-mergan öldü. Dobun-mergan’ın ölümünden sonrada, (karısı) Alan-ho’a’nın, kocasız olduğu halde üç oğlu oldu…”

“Bundan evvel Dobun-mergan’dan olan… çocukları ise, anneleri Alan-ho’a hakkında dedikodu yaparak “bizim annemiz, kocası ve erkek akraba kardeşleri[12] olmadığı halde, üç erkek çocuğu doğurdu…”[13] Timuçin’in (Cengiz Han) soyağacının başlangıç öyküsü böyle.                                                                                             

Moğollar, “iktidarı bedenî ve malîleri cihetinden ne kadar muktedir iseler o kadar kadın ile izdivaç edebilirlerdi. Bir kız alabilmek için, babasına münasip miktarda hayvan verilecek. Her zevcenin ayrı çadırı ve ev idaresi vardı. Babası vefat ederse oğlu, üvey validelerine bakmağa mecbur idi; alelekser öz validesinden maada diğerlerini oğul tezvic ederdi. Vefat eden biraderinin dullarına, sağ kalan birader bakar ve kezalik alelekser onlarla izdivaç ederdi…”[14]

Deguignes de şöyle bir ayrıntıya yer veriyor: “…Kaydu Han’ın vefatından sonra oğlu Hurmalankom pederinin dul zevcesiyle evlenerek iki oğul sahibi oldu…”[15]

* * *

Toplumlarda gördüğümüz ilişki türleri arasında, her hal ve koşulda iki ilişki sistemi her zaman mevcut olagelmiştir: ekonomik örgütlenme ile akrabalık ilişkileri sistemi.

Toplumun gelişmesinin temelinde akrabalık ilişkileri, gerçekten çok önemli bir yer tutmakla başlamıştır. İlkel toplumlarda ekonomik ilişkiler-işlevler, kendilerine özgü kurumlar doğurabilecek güçte olmadıklarından bunlar ister istemez akrabalık ilişki ve kurumlarına eklenmişler ve böylece daha baştan itibaren aile ve klan birer iktisadî teşekkül halini almış oldu.

“Köyde bir de ‘hane’ tabiri vardır… Hane ile aile mefhumları birbirine yaklaşır fakat aynı değildir. Hane, nüfusun geçim birliği[16] bakımından tahlilidir; haneler, nüfusun ayrıldığı geçim birlikleri[17]dir… Hane, tek bir fert de olur, eğer o fert kendi geçimini kendi temin ediyor ve ayrı yaşıyorsa. Hane mefhumunda mühim olan ‘grup’ vasfı veya ‘akrabalık’, ‘evlilik’ vasıfları değildir, bu vasıflar ailenin tazammununa girer…”[18]

“… Köyde kadın mühim ekonomik unsurdur, fakat yeri sıkı surette aile istihsal sistemine bağlıdır… Aile istihsal sisteminde kadının fonksiyonunun sadece ‘emek temin etmek’ olduğunu gördük. Kadın işçidir; erkek ise istihsali tanzim ve kontrol eden ‘manager’, veya ‘entrepreneur’dür. Bunun için mühim bir iktisadî unsur olduğu halde kadının sosyal mevkii aşağıdır… İstihsalde idare ve bilhassa kontrol mevkileri otorite taşır, diğer istihsal unsurlarına hâkimdir…”[19]

Kadının üretimdeki rolü, Antalya yöresinde (Pamphylia ve Pisidya) tetkiklerde bulunmuş bir Fransız Türkolog tarafından da vurgulanıyor; Eşler dağları, Söğüt dağları, Anamas dağı yaylalarında yaşamdan söz ederken şunları söylüyor: “Süt hayvanı sürüleri, her ne kadar bunlar bir köy çobanı (büyük baş) veya birkaç kişinin sürülerini birleştiren girişimci çobanlar (küçükbaş) tarafından idare edilmekte iseler de bunları sağmak işinin tevdi edildiği kadınlara bağlıdırlar. Kadınlar daha acil işler için aşağıya çağrılmadıkları sürece sürüler bunlarla dağda kalırlar. Ama hasat ve bundan doğan döğme ve savurma – kalburlama dönemi geldiğinde… kadınlar, çok büyük çoğunlukla işbu başlıca ağır işte kendilerine düşeni yapmak için dağdan inerler ve hiç değilse süt hayvan sürüleri, bu inişte onları zorunlu olarak takip ederler.”

Yukarda bir mübadele sistemi’nden söz etmiştik. Şimdi bunu DLT’de görelim: “Koluşdı: olan ikki kız koluşdı= onlar birbirlerinden kız istedi.” Birbirinden başka şeyler isteyen iki kişi için de böyle denir. Şu parçada dahi gelmiştir:”

‘‘Tüngür kadhın buluştı

Kırgın takı koluştı

Emdi tışım kamaştı

Altı ‘Turumtay’ımnı”.

 

‘‘Dünür, kayın buluştu; kızlarını da birbirlerinden istediler. Şimdi dişim kamaştı. ‘Turumtay’ımı aldı”… (DLT II/109-110).

Bu ifadelerden, mübadele sisteminin yanı sıra “dünür (tünğür)” ve “kayın (kadhın)” sözcüklerini Kaşgar Türkçesinde yakalamış olduk. Gerçekten “tünğür: dünür. Karının hısımları. Bunlar kardaş, baba, ana gibi kimselerdir” (DLT III/362); “tünğürledi: ol meni tünğürledi= o adam beni dünür saydı, dünürlüğe nispet etti” (DLT III/408).

Böylece giriyoruz artık Türkiye halkı aile gelenekleriyle yukarıdaki kuramsal mülâhazaların kıyaslanmalarına. Bu bapta karşımıza ilginç bir olgu çıkıyor:

Başlık Parası

Murdock’a göre (Social structure, N.Y. 1949) başlık, ailenin, kızının üretime katkısını kaybetmesine karşılık aldığı bir tazminat oluyor. Bunun ötesinde başlık, ailelerin birbirleriyle bir değiş tokuş halinde bulunduklarını, yani “karşılıklılık-reciprocity” sisteminin cari olduğunu gösteriyor. Murdock, araştırmalarında, başlığın özellikle evlenenlerin oğlanın baba evine geçtikleri topluluklarda yaygın olduğunu kaydediyor. Aksine baba evinden bağımsız, yeni yere yerleşme kuralının olduğu topluluklarda buna rastlanmıyor. Aynı doğrultuda anthropolog Heath de, kadınların üretime katkısının olmadığı ya da çok az olduğu toplumlarda drahoma, üretime katkısının çok olduğu toplumlarda ise başlık geleneğinin yaygın olduğunun göstermiş. Bu keyfiyeti, Japon gelenekleri de teyit ediyor, şöyle ki kadınların tarlada çalıştığı kırsal yörelerde başlık, kentlerde ise drahoma usulü cari oluyor.

“Genellikle drahomayı, kadının üretime bir katkısı olmamakla birlikte içinde yer aldığı kök ailede belirli bir statüyü kazanmış olmasına karşılık kendi ailesinin verdiği tazminat olarak; başlığı da, gelinin ev ekonomisine yapacağı katkıya rağmen yetkilerinin çok dar olduğu ataerkil ailenin kızın ailesine verdiği tazminat olarak görmek mümkündür. Aslında ailenin yardımı olmadan evlenecek gençlerin başlık ya da drahoma için gerekli parayı bulabilmeleri son derece güçtür. Bu bakımdan gerek başlık, gerekse drahoma, ailelerin gençlerin evlenmelerini denetleyebildikleri sürece geçerlidir… Ayrıca başlık ya da drahoma ile ilgili para alışverişi geleneği ortadan kalksa da, nişan, düğün masrafları, ‘çehiz’, ‘takı’ geleneği, endüstrileşme ve kentleşmeye rağmen ‘aile prestiji’nin önemli olduğu durumlarda yine de süregelmektedir.”[20]

Drahoma’nın aslında, ailenin kız çocuğunun baba mirasından payını, babanın sağlığında almasının bir ifadesi olduğunu da vurgulayalım.

Yine bu aynı bağlamda bir başka uzmana kulak verelim: “Geleneksel tür yaşamı sürdüren yörelerde evlenmeler, aynı cinsten iki bireyin birleşip kendi evlerini kurmaları biçiminde olmayıp iki ailenin evlenme olayı nedeniyle hısım olma biçiminde gerçekleşir. Başka bir deyişle, evlenecek oğlanın ve kızın ‘evet’leri alındıktan sonra evlenme, iki aile arasında yeni bir akrabalık kurma biçiminde sonuçlanır. Ve kız baba evinden alınarak oğlanın baba evine götürülür. Bu durumda oğlan evi, kendi üretim birimlerine (ailelerine) üretken ve doğurgan bir insan gücü katmış, kız evi de üretken bir nüfusunu yitirmiştir. İşte, geleneksel tür yaşam biçiminde, gereksinme duyulan ve etkinliği tartışma götürmeyen bu tarım emekçisinin ortaya koyduğu ve koyacağı gücün bir bedeli olmalı…”

“… Başlık parası ödeyememe durumlarında kimi çözümleri gene köylü yaşam biçimi içinde kendisi bulmuştur. Sözgelimi, aralarında anlaşın iki ergen erkek arkadaş, karşılıksız (başlıksız) yaşdaş kız kardeşlerini değiştirerek evlenirler (berder). Kız kaçırma yoluyla evlenmeler olduğu gibi, kızın bohçasını alıp oğlan evine giderek oturması (oturakalma tür evlilik) biçiminde de evlenmeler doğaldır. Ne var ki, kaçırma yoluyla da olsa, kaçıran taraf kız eviyle barıştıktan sonra baba hakkı, süt hakkı, kardeş yolu gibi nedenlerle kız evini kollar, kimi karşılıklar öder ve gelecek için de yardımlaşma sözü verir.”[21]

Bu kitapta bu bahsin yer alması, başta ifade ettiğimiz gibi, Türkçede çok zengin aile terminolojisiyle üretim biçimi ( ki burada bahis konusu olan geleneksel tarım oluyor) ve mülkiyet ilişkileri arasında, günümüze kadar açık seçik olarak ortaya konmamış bağıntıyı sezinlemiş olmamızdan ötürüdür. Nitekim sadece buraya kadar derç ettiklerimiz, gerek bu sezgimizin gerçeklere uygunluğunu, gerekse de olguların, yukarıdaki kuramsal mülâhazalarla çakışmadıklarını gösteriyor. Anadolu’da görev yaptığımız sıralarda bir erkek çocuğun çok erken yaşta, bulûğa ermesinden bir iki yıl sonra evlendirildiğini görmüş ve nedenini sorduğumuzda “eve gelin gelsin de iş gören sayısı artsın” yanıtını almıştık (Bu bağlamda, kadının tarımdaki rolünü aşağıda ayrıntılarıyla irdeleyeceğiz). Dolayısıyla konuyu bir işlevsel-fonksiyonel yaklaşımla ele alacağız. Ancak buraya kadar bahis konusu terminoloji ile üretim ilişkileri arasında belirgin bir bağ kuramadığımızı da hemen söyleyelim. Bu bapta W. H. R. Rivers (Kinship and social organisation, London 1914), akrabalık terminolojisinin “sıkı sıkıya toplumsal koşullarla belirlendiğini” yazıyor. A.L.Kroeber ise (The nature of culture, Chicago 1952) bu görüşü biraz yumuşatıp “toplumsal kurumların yanı sıra bilinçdışı mantık ve algısal örüntüleme”(?) işlevlerinde de akrabalık terimleri sistemlerinin rolü olduğunu vurguluyor[22].

Akrabalık sözcükleri tanımlayıcı oldukları kadar sınıflayıcı da oluyorlar. Nitekim kardeş, amca, dayı karısını betimlemek için kullanılan “yenge” sözcüğü, arkadaş karıları için de kullanılarak onların kardeş karısı yerine konduğuna işaret etmiş oluyor ve böylece de bir sınıflayıcı nitelik de arz ediyor[23].

Dönelim yine “başlık” konusuna. Kırsal kesim yaşamında insan ve hayvanlar “baş” sözcüğüyle sayılıyor. “Biz beş baş horantayız” diyen köylü, aile üye sayısının beş kişiden ibaret olduğunu kastediyor; kimlik cüzdanına da “kafa (baş) kâğıdı” diyor. Hal böyle olunca da “başlık”ı bir başa ait, bir baş karşılığı, bir baş için, bir başın bedeli şeklinde değerlendirmek mümkün oluyor ki böylece başlık, evlenecek kızın, koşullara göre göreli değeri oluyor. Aksi halde kız satılık bir mal durumuna düşecektir[24]. O ise ki ‘başlık’ın ödenmesi veya ‘evlenme ödeneği’ bir satış değildir. Satmak kelimesi bir kızın evlenmesi hakkında konuşmada kullanılır. Köylüler, bizzat bunun satış olmadığında şiddetle ısrar ederler…[25]

Geleneksel tarımcı ve hayvancı topluluklarda insan gücü çok etkin olmaktadır. Aynı tarlada üretip aynı çatı altında tüketen bir üretim birimi olan ailenin her bireyi, erkek, kadın, çocuk, üretime katılmak zorundadır. Bunda cinsiyet farkı gözetilmez şöyle ki herkes her işi az çok yapabilir: kadınlar çift sürüp tırpan sallayabilirler…

Ülkemizde evlenme âdetlerini “Âdetler” cildinde enine boyuna irdeleyeceğimizden burada işin sadece konumuzla ilgili bölümlerini zikrediyoruz.

Kuramlar arasında bahsettiğimiz “tercihli evlenme”ye örnek olarak beşik kertme’yi sayabiliriz: birbirine yakın iki ailenin çocukları, daha beşikteyken birbirleriyle ilerde evlenmek üzere aileleri tarafından ulaşıklanırlar (nişanlanırlar). “Kertme” sözcüğü, bir nişan koyma, işaretlemeyi ifade eder ki hayvancılıkta, belirli bir süre için tutulmuş çoban, günlerini değneğine her gün bir kertik-çentik atarak sayar…

Hopa’da “kız çocukları daha beşikteyken nişanlandıkları gibi ‘anlaşarak evlenmek’ de olanak dışı…” diye anlatıyor Nursen Karas, “Hopa’dan Hakkâri’ye” adlı röportajında (Dünya, 20.04.1978).

Yine bu tercihli evlilik türleri arasında, Hakkâri yöresinde kepir, Denizli-Aydın yörelerinde değişik yapma ve Doğu ve Güney-Doğu’da berder[26] olarak adlandırılan bu tür evlilik, evlenecek iki dost erkeğin, evlilik çağındaki kız kardeşlerini birbirleriyle değiştirme şeklinde gerçekleşir. Belki aynı bağlamda irdeleyebileceğimiz taygeldi evlilik var ki bu, çocuklu dul bir erkekle, ayrı cinsten çocuklu bir dul kadının, kendilerinin ve çocuklarının evlenmeleriyle meydana gelen olgudur. “Tay”, atın yavrusu anlamında kullanılarak dul kadının beraberinde getirdiği çocuğa dul erkek, taygeldi der[27]. Ama bunun dışında tay, “eşit, denk, yaşıt” (Çkr, Sn, Or Ar, Kr, Ezm, Vn, El, Ur, Gaz, Mr, Sv); “çift olan şeyin teki (Ama, Gaz), bir tek (Kc, Kr, Ezm)”; “babasız çocuk (Kn), üvey çocuktur (Isp)”. Bunun dışında tay, “hayvan yükünün bir dengi; eş, misil” anlamına gelmiş, XIV. yy.dan beri:

“Oluptur gerçi kim cehl ile rüsvay

Bulunmaz kendözüne bir dahi tay” (gülzar-ı Tennurî)

(1482’de Kayseri’de ölen sufi şair Amasyalı Tennurî İbrahim Efendi).

“Dönüb mecnuna âkiller katında

Akılsız tayı oldum aşk elinden” (Gülşenî)

(Halvetî tarikatının Gülsenî kolunu kuran Diyarbakırlı İbrahim Gülşenî, XVI. yy.)

“Yüz bin sofi, zahit, yüz bin edepli

Meyhanede bir sarhoşa tay olmaz” (Celâlî, XIX. yy.)[28]

Taygeldi müessesesi “ekonomiktir…; taygeldi evlilikle bir çatı altında malları ve güçleri birleştirerek üretimin birden fazla elle, tüketimin bir kazanda olması ve yeniden üretimin sağlanması, ekonomik yönden güçlü olmanın bir gereğidir”[29].

Bu bahiste, ana baba soyu akrabalarının ağırlığı olmadığı, her iki taraf akrabalarının eşit olarak tanındığı, genelde ana, baba ve çocuklardan oluşan çağdaş çekirdek aile, konumuz dışında kalmakta olup bizi özellikle ataerkil geniş aile düzeni ilgilendirmektedir. Bu sonuncusunda akrabalık ilişkileri baba soyuna dayalı, aile içi ilişkiler eşitlikten uzak, yaşlılar gençlere, erkek kadına egemendir. Evlenen oğullar yeni bir ev açmaktansa baba evinde kalırlar, böylece de babanın otoritesi artar. Evlenme yaşı çok gençtir ve eş seçimi ailece yapılır. Evlenmeler ekonomik değiş- tokuş gerektirir. Toplumdaki statüyü aile ve akrabalık sistemi belirler. Aile, coğrafî ve meslekî hareketliliği engeller, oğullar baba mesleğini devam ettirirler. Tarıma dayalı geleneksel ekonomi sistemi sürdükçe, aile bu biçimini bozmayacaktır [30].

Ancak bu aile yapısının kırsal kesime özgü olmayıp daha değişik ekonomik faaliyet içinde bulunan Osmanlı İstanbul’u ailesinin de “geniş aile” yapısına sahip olduğunu hemen vurgulayalım (Bunun Ayrıntılarını aşağıda vereceğiz).

Nitekim G.Sjoberg (The preindustrial city: past and present. N.Y. 1960) endüstri öncesi toplumlarda geniş ailenin köysel yörelerden çok kentlerde görüldüğünü göstermiştir. Onun açıklamasına göre endüstri öncesi kentlerde, geniş aile yukarı sınıfların aile biçimidir. Fakir tabakalar hem köyde hem kentte çekirdek aileler şeklinde yaşamaktadır[31].

Bu gerçek bizi belirli aile bilimlerini yaratan ve sürdüren temel etmenlerin neler olduğunu, değişimin kaynağının hangi ilişkilerde bulunduğunu araştırmaya, esas konumuzun dışına taşmamak kaydıyla itiyor.

Aile toplumsal yapıya bağlı bir kurum olduğundan farklı sınıfların farklı aile yapılarına sahip olmaları doğaldır. Farklı aile biçimleri de toplumsal yapının bir ürünü olduklarına göre bunların da etkiledikleri, belirledikleri tutum, davranış ve ilişkiler vardır: aile içinde otorite bağıntıları, evlenme şekli ve yaşı…

Yine bu bağlamda olmak üzere “tercihli evlilikler”den baldızla evliliği zikredelim. Birçok yörede yaygın olan bu evlilik, karısı ölen dul erkeğin, çocuklarına teyzenin bir yabancıdan daha iyi annelik yapacağı varsayımından hareketle ergen baldızıyla evlenme şeklidir.

Yine tercihli evlilikler arasında, kocasını kaybeden dul kadının, kocasının erkek kardeşiyle evlenmesi olayı sayılır. Bu, yenge-kayınbirader evliliğinden oluşan bir tercihli evlilik türü oluyor.

Ülkede geleneksel yaşam biçiminde yaygın olan bu evlilik, yöreye göre ayrı şekillerde uygulanıyor: Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’da buna dair zorunlu töre gücünde bir kural var. Buna göre dul gelin kesinlikle ölen kocasının ağabeyiyle evlenemez, ancak kocasının küçüğü ile evlenebilir şöyle ki gelin eve geldiğinde kocasının büyük kardeşine “ağabey” diye, küçük kardeşlerine de adlarıyla hitap etmiştir. Gerçek “ağabey”e nikah düşmez… O ise ki ülkenin Batı yörelerinde böyle bir ayırıma rastlanmıyor. Gelin “ağabey” ile de evlenebiliyor.

Böylece de amca, çocukların üvey babası oluyor, mal dağılmıyor, ev sırları dışarı çıkmıyor, büyükbabanın otoritesi ve denetimi sürüyor.

Şimdi bu önemli konuyu, Afganistan Pamir’i Kırgızlarında görelim.

Bu insanlarda evlilik yolunun ilk aşaması, bazı zorlayıcı hususlara göre, bütün mümkün nişanlılar arasından en iyi seçimi yapmak oluyor. Bu seçimin ölçüleri üç neviden, ezcümle ethnik, sosyal, akrabalık olmaktadır, daha başka tâli nedenlerin dışında.

  1. Seçimin birinci sınırlaması, her şeyden önce, Afganistan’ın Türkçe konuşan topluluğunun bir üyesi üzerinde olacaktır. Bu kaideye uymamak, genel horgörüye muhatap olmak ve zımnen ethnik gruptan dışlanmak demektir.

İşbu tedbirde İran ile Turan’ın geleneksel karşıtlığı görülebilir, şöyle ki ilk baştan İran dilli kişileri dışlamıyor (bazı istisnalar, kaideyi bozmuyor).

Bu itibarla Türk ırklarının bütün üyeleri potansiyel eşi temsil ediyorlar (coğrafî yakınlık ve Uygur- Kazak- Özbek- Türkmen şeklinde bir tercih sırasının varlığı ile).

Eş seçiminde başlıca ölçüler şunlar oluyor: az çok bütün hallerde evlilik Kırgızlar arasında oluyor. Bundan sonra ethnik ölçüt (kriter) ortadan kalkıyor, bunun yerini başka etkenler alıyor.

Halkın özellikle üst tabakalarında içtimaî seviye ve servet derecesi kararı belirten unsur oluyor. Ancak bu ölçüt ilk zevce (baybice) için olup öbürleri daha aşağı tabakadan olabiliyor. Akrabalık düzeyinde, bir eşin seçimini koşullandıran kaide, exogamy’dir. Kara-Kırgız akrabalarla evlenme derecesi yasağını baba soyundan beşinci kuşağa kadara hesaplıyor (Krader.- Social organisation of the Mongol- Turkic pastoral nomads, s.250). Tercihli birleşme ana soyundan çapraz kuzinle olanı olup Afganistan’ın gerisinde baba soyundan paralel kuzinle olanıdır. Yasak evlenmeler üzerinde durmuyoruz. Sair ölçütler de konumuzun dışında kalıyor[32].

Eski bir Türkmen inancına göre “ırkının belirtici özelliklerini çocuklara ana intikal ettiriyor”.[33]

1909 yılında Hazer Denizi’nin Doğusunda Mangışlak Yarımadasında yaşayan Kırgızlarla Türkmenlerin yaşamlarını tetkik eden Dr. Richard Karutz, gözlemlerini 1911’de Leipzig’te yayınlanan Unter Kirgizen und Turkmenen adlı kitabında anlatıyor. Biz burada kitabın nikâh ve evlenmeye müteallik bölümünün çevirisinden, bundan önce söylemiş olduklarımızı doğrulayıcı mahiyette olmaları itibariyle, bazı parçalarını aktarıyoruz.[34]

“Kız görücüleri oğlanın pederi tarafından gönderilir. Bu işe ekseriya erkenden başlanır. Yani çocuk 3-8 yaşında iken, hattâ daha bir yaşında iken, görücüler gelmeye başlar. Gelinlik kızların intihabında (seçiminde) pek sinne (yaşa) bakılmaz… Kızların intihabında en ziyade mevki-i içtimaîye ve derece-i servete bakılır… Yalnız gelinle güveyin servetçe akran olmasına bakılır. Çünkü oğlanın pederi kızın pederine kalım-kalın (başlık) namı verilen bir ağırlık vermeye mecburdur… Kız evi de buna o nispette hediyelerle mukabelede bulunur…”[35]

 

“Kırgızlar izdivaç hususunda millî ananelerinin icabatını şeriat-ı İslâmiyenin avamirinden (emirlerinden) tamamıyla tefrik ederler…”

“…Verilen izahattan anlaşılıyor ki, Kırgızlarda kızların satılmasından bahse mahal yoktur. Çünkü izdivaçta her iki taraf dahi hediye eden (gerek oğlan ve gerek kız evi iki gencin müddet-i hayatlarında kendilerine lâzım olan eşya ve cihazı tedarik ederler. Pederşahî aile teşkilâtı mucibince bu cihaz (çeyiz) oğlanın pederinin yedd-i tasarrufuna geçer. O da bu eşyadan beğendiklerini oğluna ve gelinine terk eder.”

“Oğlan evinin kız evinden fazla tediyatta bulunması şununla izah olunur: Badedteehhül (evlenmeden sonra) kız babasının ağulunu-köyünü-terk ettiğinden ailesi onun sâyı (çalışması) ve hizmetinden mahrum kalır. Oğlan ise babasının nezdinde kalıp onun için çalışır…”

“Kırk yaşını mütecaviz bir erkek tekrar teehhül etmek (evlenmek) istese yalnız kalın hakkında bir mükâleme cereyan eder. Bade (sonra) nikâh aktolunur. Eğer zevce kendinden genç ise bazen eskisi gibi düğünler yapılır. Eğer kadının zevci vefat ederse, mümaileyh zevcinin biraderinin evine gider-eskiden bu mecburî idi-yahut onunla izdivaç eder…”

“Kırgızlarda kadınların esaretinden bahse mahal olmadığı gibi mesai hususunda da bunlar birer yük hayvanı dereke’sinde (aşağıya doğru basamak) değildir… İş bölümüne nazaran kadının uhdesine daha fazla iş düşmesi erkeğin fenalığından veya tahakkümünden değildir, belki çöl hayatı bunu icap ettirmiştir…”

Bu ayrıntılardan sonra dönelim ana konumuza.

Ve nihayet, aynı türden, kardeş çocukları evliliği, amca, teyze ve dayı, hala çocuklarının birbirleriyle vaki olan akraba evliliği oluyor. Bu tür evliliğin kentlerden kasaba ve köy yerleşim birimlerine doğru uzandığımızda artarak gittiğini görüyoruz. Bu, “aile içi dirlik ve düzenin sağlanması” için âdeta zorunlu oluyor[36].

Ancak bütün bunlar mezheplere göre de bazı farklılıklar arz etmektedirler. Bu husustaki örnekleri Nermin Erdentuğ’un kaleminden okuyalım. Önce Elazığ’a 35 km uzaklıktaki Sünni Hal köyü: “Hal’de ‘tercih edilen evlilik tipleri’ arasında, erkek kardeşin ölümü halinde kaynın dul yenge ile evlenmesi hali (levirat) geniş ölçüde yaygındır. Burada ekonomik faktör ile birlikte psikolojik faktörün de rolü mevzu bahistir. Evvelâ, erkek kardeşin ölümünden sonra malın dışarı gitmemesi için dul yenge ile evlenilmektedir; bundan başka yine aileye yabancı kadının gelerek çocuklar ve yengelerin perişan olmalarını önlemek içindir ki dul yenge ile evlenmek tercih edilmektedir. Fakat bu ikinci hususta çok defa baldızla evlenme de tercih edilmektedir. Hattâ baldız istemese bile. Çünkü böylece çocukların iyi ve müşfik bakımı temin edilmektedir”[37].

Buna karşılık yine Elazığ’a 21 km mesafede Alevî Sün köyünde “…akrabalık icapları ve vazifeleri arasında menfi soydan olan birtakım kaideler vardır ki bunların başında evlenme yasağı gelir: Akraba da olsa Sün’de süt kardeşlerin arasında evlenme men edilir. Keza kirve ailelerin çocukları arasında nikâh düşmez. Diğer taraftan erkek kardeşin karısına nikâh düştüğü halde burada kardeş karısı ile evliliği topluluk tasvip etmez, hoş görmez ve hattâ hakaret telâkki eder… Hattâ emmi kızı ile evlilik de tasvip edilmez ve emmi kızı ile evliliklerin hemen hepsi zorla olmuştur. Yoksa aileye bu türlü bağ çok ağır gelmektedir. Bu sebepledir ki Sün’de evliliklerin % 70-90’ı köy içinde başka aileden veya köy dışından yapılmaktadır…”[38]

* * *

Geleneksel Anadolu Türk aile yapısı tipinin, üretim tarzı tarıma dayalı, endüstri öncesi karakteristiğine sahip özellikle Doğulu toplumlarda çok müşterek veçhe arz ettiği kaydediliyor: Türkiye, Pakistan ve İran “…Köy-kır toplumları arasında, aile tipleri (geniş aile, varyantları ve değişme özellikleri) bakımından benzerlikler vardır… Pakistan’da, Türk köy toplumlarında olduğu gibi, akrabalığa çok önem verilmekte ve toplum hayatı akrabalık ilişkileri içinde düzenlenmektedir. İran ve Türkiye’de köylüler kendi köyleri içinden evlenmeye çok düşkündürler… Bu memleketlerde (İran ile Türkiye) patrilineal aile sistemi açıkça görülmektedir. Buna karşılık Pakistan’da matrilineal sistem kalıntılarını işaret eden oldukça çok sayıda özellikler mevcuttur… Türk köylerinin çoğunda ‘Kız kardeş değiş tokuşu’ denilen bir tip evlilik görülür. Bu hal Pakistan’da mevcuttur. Ancak, bu tip evlilik Pakistan’da en az istenilen bir evlenme tipidir, çünkü ailenin düğün masraflarını karşılayacak derecede parası olmadığı zaman başvurulacak bir yoldur (Pakistan’da böyle değişmelerde bir kız evlât veya kız yeğen de yer alır…). Yine bu üç memleket köy-kır toplumlarında yeğen evlenmeleri (çapraz yeğenler veya paralel yeğenler arasında) Kur’an ın emri ve geleneksel evlilik özelliklerinden biri olarak uygulanır. Erken yaşta evlenmeleri hâlâ Türkiye, İran ve Pakistan köylerinde uygulanmaktadır. Yengenin kayınbiraderle evlenmesi (levirate) hali de Pakistan ve Türkiye’de uygulanan geleneksel evlilik tiplerinden biridir…”[39].

Her ne kadar Türk köyü, bir paderşahî aile sistemiyle ve birbirine bağlı akrabalık ve aile ilişkileri ile nitelenen bir küçük tarımsal topluluk olarak betimlenmişse de çok sayıda araştırma bunun böyle olmadığını ortaya koymuştur. Gerçekten ailelerin çoğunluğu, kırsal kesimde bile çekirdek aile olup muhtemelen de hep böyle rast gelmişlerdir. Ama buna rağmen de genişletilmiş aile, özellikle kırsal alanlarda, ideal olmayı sürdürüyor[40].

Birbirine sıkıca bağlı aile akrabalar şeklinde genişliyor ve çoğu kez bütün bir köyün sakinleri kan ya da evlilik ilişkileriyle birbirlerine akraba oluyorlar[41]. Bu olguyu bizzat gözlemiştik: 1949 yılında Amasya’da askerlik görevimizi ifa ederken bir seferberlikte celp edilecek tüm yük, cer ve binek hayvanlarıyla her tür nakil araçlarının sayımı yapılıyor ve bunlar, sahiplerinin adlarıyla birlikte kocaman defterlere kaydediliyordu. O zaman özellikle dikkatimizi çekmiş olan husus, bütün bir köyde sadece 3-5 değişik soyadının bulunmasıydı. Az çok bütün yöre köylerinde gördüğümüz bu olayı, köy nüfusunun birbiriyle akraba veya hısım olduğunu gösteriyordu.

Tarım işletme binaları olarak nitelediğimiz Fot 71 ve 72’deki binalar aslında geniş aile meskenleri olup alt katların hayvanlara tahsis edilmiş olması ve hane sakinlerinin elbirliği ile topraklarını işlemesi ve tarım aletleri için burada ayrı ‘‘garaj”ın bulunması bizi böyle bir nitelemeye götürmüştü. Ama binaların hacmi, ailenin hayli kalabalık olduğuna tanıklık ediyor. Aynı şeyi büyük kent, özellikle İstanbul konakları, Boğaziçi Yalı’ları (örneğin Kocataş Yalısı) için de söyleyebiliriz[42].

Günümüzde İstanbul gibi bir kentte birden fazla çekirdek ailenin… aynı dairede ikameti mutat hilâfına iken XIX. yy. ve XX. yy.ın başlarında büyük Türk kentlerinde orta halli ve hali vakti yerinde hanelerin iyice geniş olduklarına dair deliller var. Bu sınıfların ailelerinin içinde yaşadıkları, ahşap evlerin çoğunun büyük konutları bunu gösteriyor. İngiliz okuyucusunun bunu bildiği o dönemin iki adamının haneleri, o günlerin aile hayatı ve daha kişisel bir bakışa olanak sağlıyor.” Ahmet Emin Yalman ile İrfan Orga, XIX. yy.ın sonları ile XX. yy.ın başlarında, içinde büyükbaba- büyükanneleri, evli amcalar ve teyzeleri, yeğenler ve çeşitli hizmetkârı barındıran gerçekten geniş hanelerde büyümüşlerdi.”[43] Ve devam ediyor Duben: “Kırsal Anadolu’da genişlemiş aile hanelerinin yüzdesi 1840’lardan beri değişmemiş olmalıdır… Türkiye’de kentlere göç edenlerin büyük çoğunluğu çekirdek aileler olarak gelmişler ve ya bu tip aile ile göç etmişler, ya da kendi doğdukları (kırsal) hanelerine benzer haneler kurmuşlardır. Kente geliş hareketinin hane yapısı üzerinde hiç etkisi olmadığı ya da bunun çok az olduğuna dair deliller var: Göçenlerin kentleşme sürecini mezkûr kırsal ataerkil genişlemiş hanenin bir kentsel çekirdek aile hanesine dönüşünün takip ettiğine dair delil yoktur… hem kırsal hem kentsel alanlarda, çekirdek aile ikametgâhının yüksek oranına rağmen bu aynı alanlarda, bütün sosyal sınıflar arasında genişletilmiş aile ve akrabalık ilişkileri fevkalâde önemlidir. Akrabalık ilişkilerinin anlamı artan kentleşmeyle ve endüstrileşme ile kaybolmuyor gibidir. Çağdaş Türk sosyal dokunun bazı veçheleri sosyal sınıfın yüksekliği oranında anlam kazanan bu tür ilişkiler için altyapıyı sağlamaktadır.”[44]

Bizim kişisel gözlemlerimiz özellikle bu sonuncu ifadeleri doğrulayıcı mahiyettedir. Görev aldığımız sanayi kuruluşlarının hemen hepsinde köşe başı idarî mevkiler daima yüksek sosyal sınıfa mensup patron veya patronların, bilgi ve kabiliyet düzeyleri hayli şüpheli akrabaları tarafından işgal edilmekteydi. Patronlar ancak bu suretle varlıklarının emniyette olduğuna inanıyorlardı…

“1907’de İstanbul’da Müslüman ailelerin % 16’sı geniş aile yapısında. Yani anne babanın dışında bir veya birden fazla, belki eve yardımda bulunabilen, belki de bakıma muhtaç olan karı koca durumunda olmayan aile üyesini kapsıyor. Bu tür aileler ortalama olarak basit ailelerden daha kalabalıklar (5,2 kişiden oluşuyor) ve şehrin Müslüman nüfusunun % 20’sini kapsıyor. Çoğunlukla, basit ailenin genişlemesi bir aile büyüğünün eklenmesi anlamına geliyor…”[45]

Kırsal Anadolu’da Müslüman hane oluşma sisteminin eski zamanlarda kendisine özgü olup Avrupa’dakine benzemediği şüphesizdir. Belki “Doğu” Avrupa tipleriyle bazı benzerlikler arz edebilir. İkamet, erkeğin baba evinde (patrilocal) olup otorite babanın elinde tutuluyor. Aile reisinin ölümüne kadar mirastan pay alınamadığına göre genç evli çiftin üretim amilleri üzerinde herhangi bir kontrolü yoktur. Evli çift, ancak kocanın babasının ölümünden sonra müstakil bir hane kurma durumuna girebilir. İdeal Türk sisteminde evlilik, koca evine bir gelin’in girmesi, yeni bir evlilik biriminin teşekkülü ve meşru cinsî ilişki ve biyolojik üremenin başlangıcı manasını taşır. Ne kocanın ikametgâhında, ne de mülkiyet haklarının intikali hususunda bir değişme vaki olur. Keza, bir üretim ve tüketim birimi olarak hanenin yapısı aynı kalır.

Bir ekonomik varlık olarak hane, evlilik birimlerinin toplamından meydana gelmez. Daha çok, üretim için işbölümü cinsiyet ve yaş çizgileri boyunca olur ki bunun da manası koca ve karıların, zamanlarının çoğu kendi cinsiyetlerindeki aile üyelerinden oluşan çalışma gruplarında geçirdikleri ve bir üretim birimi olarak düşünülen haneye dâhil olduklarında bunu ergin erkek ve kadın işçi rolünde yaptıkları yönündedir. Yukarda söylendiği gibi ikametgâh sistemi açıkça patrilocal olup evin reisi yeni aile’ye aynı çatı altında ya da hemen civarda ikamet mahalli sağlamak sorumluluğunu taşır[46].

* * *

Buraya kadar, Türk kentsel ve kırsal geleneksel aile yapısını, konumlarıyla ilgili olabilecek ayrıntılarıyla, ortaya sermeye çalıştık. Ancak bundan, “Türk aile terminolojisinin zenginliğinin fiilî nedenleri” hususunda bir açık fikir edinemedik. Acaba “aile”, bir üretim birimi olmasının ötesinde bir de “savunma” birimi mi oluyor ki bu takdirde. Prof. Mübecel Kıray’ın düşüncesine göre “klan”, aslında “aile” oluyor? Böyle olunca da aile-klan fertleri arasında belirgin bir işbölümünün varlığı ve bunun için de her ferdin kesin tanımlanmasının gerektiği varsayılabilir mi?

Aslında “aile şeceresi”nin çekiciliğine herkes kapılmaktadır. Bu, pratik bir fayda sağlamasa da soydan emin olmanın getirdiği bir psikolojik emniyet bahis konusu olabilir: bir aile ferdi, sadece “aynı kandan” olmak itibariyle herkesten çok bu kendi grubuna karşı sadık kalacaktır. Özellikle Akdeniz ülkelerinde ve bu arada Türkiye’de şeref  “yasası”, hiç sorgusuz bir akrabanın ölümünün ya da haysiyetinin zedelenmesinin öcünü almayı zorunlu kılıyor (kan davası). Cartesian düşünce yoluna girememiş, devlet otoritesinin az egemen olduğu topluluklarda örneğin herhangi bir ihtilâf halinde otomatik olarak destek sağlayacak bir örgüte sahip olmak büyük önem taşıyor. Bu nedenledir ki ailenin tetkikinde yasal terminoloji ve kavramlar bolca karşımıza çıkıyor: Haklar, talepler, mükellefiyetler, patria potestas (Romalı babanın çocuklar üzerindeki otoriteleri), sözleşme, … Bunun nedenleri çok basit: miras, istihlâf ve evlenme. Dolayısıyla da akrabalığın derecesinin tanımlanmış olması gerekiyor. Roma uygarlığının eski dünyanın en başarılısı olduğunda şüphe yok ama Roma fiilen bir kabileler federasyonu üzerine kurulmuştu ve Roma’nın akrabalık ve evlilik hukukunda, uygar karmaşıklıktan çok kabile âdet bakiyeleri beliriyor[47].

“…Birçok anthropologist sanki akrabalık sistemleri gökten toplumlara inmiş diye yazmış… Doğrusu, bunlar bazı ihtiyaçlara cevap verdikleri, bazı işleri gördükleri için oradadırlar[48]. Bunlar değişince, sistemler de, bazı sınırlar içinde kalmak üzere, değişirler.”[49] Geleneksel tarımcılıkla uğraşan Türk toplumunun, sanayileşme ve kentleşme sürecine geçince, aile ilişkilerinde değişmeye uğradığını (geniş aileden çekirdek aileye geçiş) görmüştük.

Akrabalığın mütalâası insanoğlunun, çiftleşme, gebelik, babalık – analık, yasallaştırma… gibi yaşamın temel olgularıyla yaptıkları’nın mütalâası olmaktadır. Onun evrimsel mücadelesinde devasa başarısı, kısmen işbu ilişkileri kendi faydalanmasına, yaşamı sürdürebilmek için bunları kullanıma borçludur.

Çeşitli toplumsal grupların malı olan “aile” kurumları konumumuz dışında kalıyor.

“Hısım-akrabalık üzerine anthropolojik yazın’ın en az yarısı geniş ölçüde hısım-akraba ve yakınlarına hitap edip onlardan söz ederken çeşitli sistemlerin kullandıkları değişik tabirlerle meşgul olmuştur. Morgan, terminolojinin mütalâasında akrabalık sistemlerinin idrakine götüren kral yolunu görmüştü. O, terminolojinin bir tasnif yöntemi olduğunu ve bunun bize söylendiğinin, çeşitli sistemlerin ‘hısım-akraba’yı nasıl sınıflandırdığını ilk görendi. Bunu anlayabilirsek, sistemi anlayabilirdik. Bununla birlikte Morgan için ‘idrak’ akrabalık sistemlerinin evrimini anlama manasındaydı ve onun nazarında terminoloji, sistemin geçmiş durumuna bir ipucu. Anthropolojistler, bu ipuçlarının mevcut olabileceğini mutlaka inkâr etmeden, tabirleri geniş ölçüde cari gerçeklere ait olarak görmek eğiliminde olmuşlardır… Örneğin ferdin ana-baba neslini ele aldığımızda, bazı sistemlerde, hem ana hem de baba tarafındaki nesillerin bütün erkeklerinin aynı terimle ifade edildiklerini görüyoruz. Bunu ‘baba’ yazmak eğiliminde oluyoruz ama bunun gerçekten neyi ‘ifade ettiği’ sorusunu ortaya çıkarıyor. Bütün bildiğimiz, hepsinin aynı tabirle ifade edildiğidir. Bazı sistemlerde baba ile erkek kardeşleri bir terimle, annenin erkek kardeşleri de başka bir terimle ifade edilirler. Ancak başkalarında bizimkinde olduğu gibi, baba bir terimle ifade edilip ananın erkek kardeşleriyle babanınkileri birbirlerine girmiştir. Bu bize doğal ve aşikâr görünmektedir. ‘Baba’lar vardır ve ‘amcalar’ vardır ve farkı göremeyenler ayırt etme kabiliyetinden yoksun olmalıdırlar. Ama birçokları için bizim ana ve babanın erkek kardeşleri arasındaki farkı görmekteki ihmalimiz sadece akılsızlık delili olmanın ötesinde pazarlık içinde doğruca ahlâka aykırı olmaktadır. Ve nihayet, işbu akraba tipinin her üçü farklı terimlerle ifade edilebilir, Romalılarda olduğu gibi: Pater, patruus ve avunculus.”

“…Radcliffe-Brown, tabirlerin gerçekten ferdin ‘hak ve görevleri’nin dağılımına koşut olmalarını teklif etmiş. Aynı tabirle ifade edilen kişiler, onlara karşı aynı mükellefiyetleri haiz olunan kişilerdir. Böylece mezkûr terimlerle, unilineal (müşterek soylu) sistemlerde ferdin kendi öz neslinin erkekleri ile anasının ya da babasının neslininkileri ayırt etmek isteyeceğini görebiliriz. Bir unilineal sistemde… bir yandan baba ile erkek kardeşleri, öbür yandan da ananın erkek kardeşleri, tamamen farklı balık lenterleridir. Ferdin babasına ve onun erkek kardeşlerine karşı ‘hak ve görevleri’, anasının erkek kardeşlerine karşı olanlarından bariz şekilde farklı olup bunun sonucunda bunları terminolojide tefrik etmektedir. Bizim sistemimizde ailenin bir ‘yanı’ ile öteki arasında hak ve görevler farkı bulunmamaktadır; bu itibarla her iki taraf amca’yı birbirine karıştırıyoruz, şöyle ki bunları ayırt etmeye ihtiyacımız yok…”[50]

Gerçekten İngiliz, “amca” ya da, “dayı”ya da “uncle” deyip çıkıyor işin içinden… Aslına bakılırsa, akrabalık ve aile tipleriyle ekonomik ve toplumsal sistemler arasında kurallı ilişki arayışları, yukarıda gördüğümüz gibi, çok yeni değil. “Antropologlar, özellikle sanayi öncesi, ilkel ve tarıma dayalı toplumlarda akrabalık sistemleri üzerinde durmuşlardır. Önceleri salt belirleyici nitelikte olan bu çalışmalar, örneğin Murdock’un çekirdek ailenin evrenselliği tezini ortaya atması gibi sonuçlar doğurmuştur. Ancak, giderek akrabalığa dayalı toplumlarda bu sistemlerin aynı zamanda üretim ve mülkiyet ilişkilerini tanımladığı ve bunların ekonomik sistemlerden soyutlanamayacağı[51] fikri yaygınlaşmıştır.

“…Akrabalık ve aile ilişkilerinin, aynı zamanda, yaş ve cinsiyet grupları arasındaki hak ve sorumlulukları, üretim ve mülkiyet ilişkilerini belirlediği ve bunların toplumdan topluma çok önemli farklar gösterdiği defalarca belgelenmiştir…”

“Sosyologlar, farklılaşmış, daha karmaşık toplumlarla uğraştıkları ölçüde, aile kurumunun üreme ve sürdürülme işlevi yanında ‘üretim’ işlerine de ilgi göstermişlerdir. ‘Yapısal, fonksiyonel’ yaklaşım, belirli aile biçimlerinin belirli işlevleri yerine getirdiğini ve bu işlevlerin ailenin içinde bulunduğu toplum tipine uygun olduğunu göstermeye çalışmıştır… Ataerkil geniş aile… biçimi, üretimi, tüketimi, eğitimi, sosyal güvenlik, koruma üreme ve psikolojik tatmin gibi çok çeşitli işlerini kendi bünyesinde toplamaktadır…”[52]

Aynı düşünceleri tekrarlayan Ferhunde Özbay, şunları ekliyor. “…Diğer bir deyişle, ailenin bağımsız bir ekonomik birim olarak, toplumda üretim faaliyetlerini düzenlemesi kendi içyapısında eşitsiz ilişkileri örgütlemesi ile mümkün olmaktadır. Bu toplumlarda, ailenin ekonomik bağımsızlığından söz edilebilir, fakat belli konumdaki bireylerin ekonomik bağımsızlıkları yoktur. Üst düzeyde bulunanlar, diğer üyelerin emeğinin sahibidirler”[53].

Konuya bir de Marksist gözlüğüyle bakalım… “Maddî yaşamda üretim tarzı yaşamın sosyal, politik ve manevî süreçlerinin genel tabiatını tayin eder” dememiş miydi Marx? Engels de eklemişti: “Tarihin materyalist telâkkisine göre tarihte tayin edici unsur, eninde sonunda gerçek yaşamın üretimi ve üremesidir. Bundan fazlısını ne Marx söyledi ne ben söyledim”.

Yukarda kısmen zikrettiğimiz sosyal anthropolojistler gibi Marksist ekonomik anthropolojistlerini meşgul eden merkezî sorun, “ilkel” toplumda akrabalığın rolü olmuştu. Bu noktada, Marksist ve Marksist olmayanlar arasında farklı yaklaşım ve yorumlar ortaya çıkıyor. Marksist için akrabalıkla ilişki şöyle bir soruyu takip ediyor: Bir “ilkel” toplumun üretim tarzı nasıl tanımlanabilir? Bunun da tek tip yanıtı gösteriliyor: eninde sonunda ekonomi tarafından tayin ile başka sosyal ilişkilerin (veya taleplerin) egemenliğini tefrik etmek gerekir. Böylece de, akrabalığın sosyal ilişkilerin üremesine hâkim olması, ekonominin tayin edici olmadığı manasına gelmez. Nitekim Godelier, örneğin, bir “arkaik” toplumda “bireylerin ve grupların akrabalık ilişkileri, bunların toprağı ve ürünleri kullanma haklarının, başkaları için çalışma, hediye verme mecburiyetlerinin vs.nin kaynağı olmuş gibidir. Bunlar aynı şekilde, grubun içinde bazı bireylerce yürütülen politik ve dinî işlevlerin de kaynağı gibidirler. Böyle bir toplumda, aile ilişkileri, sosyal yaşama hâkimdir. O halde bundan ekonominin ‘nihaî’ tayin edici rolünü nasıl çıkartacağız?” (Rationality and irrationality in economics, New Left Books, London 1972, s.93)[54]. Buna yanıt olarak da “biz aslında bu akrabalık ilişkilerini daha yakından tahlil etmeye muhtacız, şöyle ki bunlar bireylerin üretimdeki yerlerini, toprak ve mallar üzerindeki haklarını, iş ve armağanlar hususunda mükellefiyetlerini vs. tayin ediyorlarsa, siyasî, dinî vs. ilişkiler olarak işlevleri gibi üretim – ilişkiler olarak da işlevleri vardır. Bu takdirde akrabalık burada hem altyapı (infrastructure) hem de üstyapı (superstructure) olmaktadır. Böylece de üretim güçleri ile üretim- ilişkileri arasındaki tekabül aynı zamanda ekonomi ile akrabalık arasındaki tekabül olmaktadır”[55]

Dikkat edildiyse, bütün bu sosyolojik-ekonomik ve anthropolojik mülâhazalar bizi, esas aradığımız yanıtın uzağına taşımak istidadındalar. Buna mukavemet ederek aradıklarımıza ışık tutabilecek ifadeleri derç etmeye devam edelim.

“… Farz edelim ki, bir tarımsal köy topluluğunda, yıl be yıl ekilip biçilen belli miktarda tarlayı kullanma haklarıyla yaşayan bir soy vardır… Ailenin işgücünün ve üretim araçlarının, tarımsal dönemde bazı üretim-faaliyetin yürütülmesinin yetersiz olduğunu düşünelim… Gerekli üretim unsurlarının tamamlayıcılarını elde etmek için ailenin reisi, kan ya da sıhriyet yakınlarına, belli bir yaş grubuna, kendisine bağlı kişilere, belki de ücretli rençperlere başvurur. Dolayısıyla da üretken iş, akrabalıkları, aile ile siyasî veya dinî ilişkileri uğruna aile efradına, ya kendiliğinden, ya da bazen zorla eklenen bu kişilerin hizmetlerinin yardımıyla örgütlenir…”[56]

Çok kişi, çalışmalarını Avustralya, Polinezya… ilkel insanları üzerinde yoğunlaştırmış Batılı uzmanların ifadelerinin bizim konumuz itibariyle ne denli ağırlık taşıdığı hususunda şüphe besler. Bunlara Godelier’nin uyarısı da şöyle oluyor: “Pratik olarak bizim bildiğimiz her ekonomik mekanizma ve kurum, yazması-okuması olmayan dünyanın bir yerinde bulunur… Okur-yazar ile ümmî ekonomiler arasındaki farklar, dolayısıyla, tür değil, derece itibariyledir… Gerçekten bize modern ekonomik teorilerin ilkel yaşama uygulanabilip uygulanamayacağı sorulduğunda bizim yanıtımız sadece, bunun bütün beşere uygulanmıyorsa hiç bir manası olmadığı yolundadır, şöyle ki uygar ve ilkel arasında uçurum yoktur…’’[57]

Sosyal ilişkilerin akrabalık ifadesine gelince “akrabalık genelde, ‘geleneksel’ ya da ‘ilkel toplumlar’ denen sosyal örgütlenmenin temeli olarak görülür. Çoğu kez genetik ilişkilerin bir ifadesi olarak anlaşılır. Mamafih o, her şeyin üstünde, … köylü topluluğun üretim ve üremesi ilişkilerinin ifadesi olmaktadır. Grubun işlevsel gereksinmeleri üzerine bina edilmiş ilişkilerin çoğu, akrabalık tasvirine uyabilir” deniyor[58].

* * *

Buraya kadar, hısım-akrabalık kavramının çeşitli tanımlamaları yapılmış, bunu oluşturan aile fertlerinin değişik toplumlardaki rolleri üzerinde durulmuş ve buna göre de adlandırılmalarının kuramları ortaya konmuştur. Ve nihayet akrabalığın üretim ve mülkiyet ilişkilerine bağlı bir yapıya sahip olduğu, oldukça sarih olarak ifade edilmiştir. Ama biz hâlâ amca-dayı, elti-bacanak, teyze-hala… gibi terminolojiyi gerektirmiş nedenleri ele geçirmiş değiliz. Bu itibarla şimdi doğruca ekonomi-akrabalık ilişkilerini irdeleyeceğiz.

“Prensip olarak verim ve maliyetler mantığına yabancı olan koca ile karı, anne-baba ile çocuklar, erkek ve kız kardeşler arasındaki ilişkilerin üretim faaliyetlerinin aşırı bir rasyonelleştirilmesi ile koptuğu bir toplum ne hale gelir? Bunun aksine, mal ve hizmetlerin, üretim ve dağılımında hiçbir verimlilik kaygısı ile bağlantısız akrabalık kaidelerinin kesin uygulanması yoluyla verildiği bir topluma ne olur? Ancak düşünülebilen… bu iki sınır arasında, evlenme ve nesebin mantığına çarptığında, olgular verimlilik ve maliyetler mantığında neler görülür?…” diye sorularla başlıyor, J. Cuisenier kitabına[59].

Eflâtûn’un Cumhuriyet’i ile Batı tarihinde ilk kez, bir yandan evlilik ve nesep ile öbür yandan da kaynakların tahsisi ve rollerin dağıtımı arasında, eğer varsa, ne gibi bir ahenk’in bulunduğunu belirtme eğilimde olan önemli kavramlar açık seçik ifade edilmiş oluyor. Bir eşitçi site, Atina ile mertebeler silsilesine bağlı (hierarchical) bir site, Sparta arasındaki farklar üzerine bir derin düşünmenin ürünü olarak iki fikir meydana çıkıyor: Kaynakların ve rollerin tahsisinin sadece evlilikler ve nesepler ağı içindeki konuma bağlı olduğu bir toplumla, bunun aksine akrabalık sistemiyle ekonomik sistemin birbirlerinden ve her birinin de toplumun sisteminden tamamen bağımsız bulunduğu bir toplum. Bu iki fikir ne Helen dünyasına ne de ilkçağ uluslarına münhasır kalmayacak, Rönesans’ın ütopistleri tarafından yeniden ele alınıp yeniden biçimlendirilecek, Aydınlanma çağının feylosof ve reformcuları tarafından tekrarlanıp güncelleştirilecektir.

Ekonomik faaliyetin baskın tipi olarak sınaî kapitalizmin yayılma sürecinde aile tarafından halen yerine getirilen işlevlerin kısılmasını kaçınılmaz kılan sebepler böylece ortaya çıkmış oluyor. Ve nihayet Max Weber’le, Batı toplumlarının geleceğinin yorumunda, üretici faaliyetlerde ussallığın (rationality) gelişmesinin birinci koşulunun büyük ailevî toplulukların yok olması, atölye ile aile ocağının ayırımı, ailenin ekonomik işlevlerinin bazı tüketim faaliyetleriyle sınırlandırılması olduğu kesinlik kazanıyor.

Ancak, her ne kadar bu tezler, dünya ekonomik tarihinin bir yorumu ile savunulabilirse de günümüzde ülkelerin çoğunda ekonomi ve toplumun eşzamanlı değişimleri, ekonomik işlemlerin başat olarak ekonomik olmayan amaçlara, ezcümle idame edilecek bir konum, tesis edilecek bir otorite, ele geçirilecek bir erke yönelik olduğu her yerde akrabalığın yerine getirdiği işlevler üzerinde yeniden düşünmeye sevk ediyor. Gerçekten aile müessesesi tarafından yerine getirilen ekonomik işlevler değişim halinde çoğu kültürde kısılma yolunda mıdır?… Sorunu daha geniş açıdan yeniden biçimlendirmek için, bir yandan evlilik ve nesep düzeyinde tabirler, kaideler ve tutumlar sistemleri ile öbür yandan üretim, mübadele ve tüketim düzeninde etkenler ve işlemler sistemleri arasında yapısal yakınlıkların olup olmadığı, varsa bunların hangiler olduğu konusu önümüze seriliyor.

Bu yakınlıklar varsa, bunlar sıkıysa, bir sistemin durumu, yapısı ve işleyişi malûm olduğuna göre, ne ölçüde öbüründen sonuç istidlal edilebilir? Aksine, bu iki sistem arasında yakınlık mevcut değilse bunlardan biri öbürü için alet olabilir mi, yoksa bunlar bu her ikisine göre bir bütünleştirme işlevini yerine getiren daha üstün bir sistemin aletleri mi oluyor? O halde, belli bir kültürde, ekonomi sistemi ile akrabalık sisteminin yapısal yakınlık içinde olup olmadıkları, birinin öbürüne alet görevi yapıp yapmadığı veya her ikisinin bir üçüncü sisteme göre bağımlı bir konumda olup olmadıkları saptanabilir mi? Bu mümkünse hangi yöntemle olacak bu tespit işi?[60]

Ama önümüzde her şeyden önce yapısal yakınlık kavramının açık seçik tanımlanmasının gerekliliği duruyor.

Toplanmış olan verilere göre etkenlere değgin bir tahlili vereceğiz: “ Tarımın başat ekonomik faaliyet tipi olduğu toplumlarda ürünlerin büyük kısmını tahıllar sağlar ve tarım dünyasında en büyük payı erkekler alır: Gerçekten erkeklerin çiftçilik faaliyetlerine baskın şekilde iştiraklerine nadiren rastlanır. Ekonominin tarımın egemenliği altında olduğu toplumlarda yerleşme çoğu kez sürekli olup meskenler de kümelenmiştir. Tahıl tarımı ile örgütlenme içindeki karmaşıklık belli bir tabakalaşma ile belli bir siyasî bütünleşmeye bağlanmıştır. Mamafih bu iki etken, yerleşmenin sürekliliği ve meskenlerin kümeleşmesine göre tahıl tarımı ile çok daha kuvvetli bir müspet bağıntı halindedir…”[61].

Haçlılar dönemi Frank Suriye’si civarında Türkmen topluluklarına rastlanıyor. Kalıcı bir beylik kuramamış olan bu hayvancı kişiler “soylar”, soylar da “akrabalıklar” halinde örgütlenmişti; her akrabalık bir kabile reisinin otoritesi altında idi. Ancak bunların örgütlenmelerinin çeşitli kademelerini nasıl tesmiye ettiklerine dair elimizde belge yok, dolayısıyla da bu “soylar” ve bu “akrabalıklar”ın teşkil edilmiş kümelenmelere mi, yoksa birbirlerine az çok efsanevî soyağacı ilişkileriyle bağlı basit konaklama topluluklarına mı tekabül ettiğinin bilemiyoruz.

Daha genel olarak Türkmenlerde topluluk tiplerine ait terminolojideki belirsizlikler, bunlarda geleneksel sosyal örgütlenmenin ne denli yerine oturmamış olduğunu da gösteriyor[62]. Daha Orhon yazıtlarından bir göçebe ulusun, olağan koşullarda, politik vahdet peşinde koşmadığını öğreniyoruz: her birey, biçimsel kesin kaideler işe karışmadan ve bir hükümet mekanizması örgütlenmeden ilkel yaşam koşullarında tam doyum bulur. Bir ulusun işbu gelişme aşamasında toplum öyle bir güce sahip olur ki iradesi, herhangi bir icra yetkesinin müdahalesi olmadan yerine gelir şöyle ki elinin altında bir yasal yetke vekâletine ve belli bir zecrî güce sahiptir. Kamu yetkesinin mümessilleri olan ve uygun koşullarda tüm ulusu ve hattâ birçok ulusu kendi otoritesi altına almayı başaran hanlar ancak olağanüstü koşullarda ortaya çıkarlar ve bu halde dahi iktidarı, herhangi birisi tarafından tayin ya da seçilmiş olmadan, kendi inisiyatifi ile kendilerine mal ederler. Ulus, ya da uluslar, çoğu kez çetin bir mücadele verdikten sonra, bir oldu bitti ile karşılaşırlar. Han’ın ancak, uygar ülkeleri fethetmek için yürüttüğü göçebe seferlerinden çok daha güç bir savaşımdan sonra kendi ulusunu yetkesi altında birleştirebildiği vakidir. Bu muharip seferler ve bunlara bağlı ganimet ulusu hanın yetkesiyle barıştırmanın tek araçları oluyordu[63]. Bu verilerden, olağan durumlarda mezkûr “yasal yetke vekâleti”ni aile-akrabalık müessesesinin haiz olduğu istidlal edilebiliyor! O halde günümüzdeki akrabalıkla ilgili geniş terminolojinin kökenini önce Asya’da aramak akla uygun düşüyor. Nitekim:

Divanü Lügati’t-Türk de “…serpilmiş olan eski Türk toplum örgütüne ait akrabalık sözleri[64], konuya tam açıklık vermemekle birlikte, hiç olmazsa Karahanlılar çağı Türk aile düzeni hakkında bazı sonuçlar edinilmesine yardımcı olmaktadır.”

“Nitekim şimdiye kadar ele alınmayan konu, Kaşgarlı’da da temelleşmiş bir Türk örgütü olarak[65] belirtilmemiştir…”

“Bununla birlikte Divan, Türk aile örgütünün en eski kaynağıdır. Filoloji bakımından ise eski söz tabakalaşmasının bir ürünündür. Çabuk değişme aşamalarını severek geçiren bu türden kelimeler genellikle aile örgütü arasındaki ilişkiler düzenine durmadan yeni yeni katkılarda bulunmaktadır… Türk sözlüğüne bir takım yeni akrabalıklar anlayışını getirmiştir. Çağın toplum yasalarınca düzenlenmeye başlayan aile akrabalığı, artık yerli örfçe yeni bir hukuk düzenine konulmuştur[66]…” [67]

Günümüz Türkiye halkı lügatçesinde “aile efradı” ve “akraba” için çok sayıda sözcüğün bulunması bunlara verilen önemin bir ifadesi oluyor: bılla – billa – bolla -(Ank, İz).

Divertimento

Ellili yıllarda Anadolu’da elektrifikasyon işlerinde çalışırken kasaba-köy kızları birbirlerine seslenirlerdi: “Ayşe bula gı! Gâvurlar gelmiş elektrik yapıye!…” diye ( O ise ki içimizde “gâvur” yoktu…)

Devam edelim sözcükleri taramaya. Gil, az çok tüm Anadolu’da bir adın sonuna eklenerek ailesini belirtir: “Ali gile gittik.” İçertiler, aile, akraba (Kn), hizan – hızan hırtık – hizan, aile, çoluk çocuk (Or, Gr, Tr); hozan – hozana, oğlan çocuğu (Ky), aile, ev halkı (Krş, Kü); şenlik, kalabalık, bayram kalabalığı olmanın ötesinde aile, çocuklar (Es, Gr, Ar, Ezm, Sv, Ank, Krş), eş, karı (Brs, Sn, An, Yz, Krş, Nğ).

Böle – bola -bülen, teyze çocuğu (Af, Dz, İz, Mn, Es, Brs, Ank, Krş, Nş, Kn, Ml), amca oğlu (İz, Krş), yeğen (Mn), teyze (İz), genel olarak teyze, hala, yenge (Mn, Kn), amca (Mn), hala (Ky), hala çocuğu (Nş, Nğ), genel olarak amca, dayı, hala çocuğu (Kn, Türkmen aşireti); ciğer -ciger, yakın akraba: çiğerim olsun bir gün yaramazsa işime bir gün yarar (Gm, Ar, Kr, Eze, Vn, Sv, Yz, Ezc, Ml); çığım, akraba (Ada); dığdı, Orta-Batı Anadolu’da “örgü, bağ, düğüm” olup dığdığının dığdığı, uzak akrabalığı ifade eden bir deyimdir Brd, Dz, İz, Mn, Çkr, Ama, Sv, Krş, Nğ, Kn, İç, Ant, Sn, Ba’de. Dudu, abla (Gr, Nş, Ant), küçük kardeş (Krk); ezbet, hısım, akraba (El); gaam – gaham -gamısın -gohum, akraba (Es, Ank, Çkr,Yz, Ks, Kr); ilgi, ılkı, soy sop (Çr, Sm, Nğ, Kn), hısım, akraba (Brs); kaham -kağım -karım, akraba, hısım (Ist, Çr, Sv, Yz, Ank, Krş); kınam, akraba (Mn); koda, kadının kocasının akrabası (Vn); sınar -sığar -sığnar, akraba, yakın (Ay, Çr, To, Sv, Krş, Ky, Nş, Nğ, Kn, Ada, İç), eşdeğer, denk (Dz, Ks, Çr, Ank, Ky, Nğ, Kn, Ant, Ama); tuvgan, akraba, dost (Kn).

Günümüzde oğuş Çkr’da erkek çocuktur. O ise ki Kaşgarlı’da oğuş -ağış hısım (I, 61),akraba, oymak oluyor: “Üri kopsa oguş aklışur. Yağı kelse imrem tepreşür= bir gürültü kopsa hısım, akraba akışır; bir düşman gelse halk yerinden oynar (bir haykırış koptuğu zaman oymak, bağırana yardım için toplanır; düşman geldiği zaman da bölükler savaş için toplanır)…” (I/88).

“Koşnı konum agışka

Kılgıl anğar ağırlık

Artut alıp anungıl

Edhgü tawar ogurluk”

 

“Konuya, komşuya ve hısımına iyilik et, onları ağırla, armağan alıp güzel, uğurlu mallar hazırla (Hısımlarına ihsan et, onlara ikram kıl; bir hediye alırsan daha iyi karşılık hazırla)” (I/114-5).

Burada, başlardaki kuramsal mülâhazalarda sözü edilmiş olan mütekabiliyet prensibi açıkça görülüyor. Devam edelim.

 

“Kadhı kıkrıp oguş terdim

Yağı karu kiriş kurdum

Tokuş içre uruş berdim

Esen körüp başı tığdı”

 

“aşağıya bağırarak oymağı topladım; düşmana karşı yay kurdum, savaşta vuruştum; adamları görüp başlarını eğdiler…”(II/83)

 

“Küçı tengi tokıştı

Oguş konum okuştı

Çeriğ taba yakıştı

Bizge kelip öç öter”

 

“Gücü yettiği kadar vuruştu, bütün oymağı çağırdı, askere yaklaştı, bize gelerek öç almak istiyor” (II/103-4).

Gördüğümüz gibi “Kaşgarlı bu düzenin bir belirtisi olarak tüm ‘aile birliği, soy ve sopu’ anlamında olarak oğuş kelimesini kullanmıştır. Aslında kelime eski çağlardan kalmış olduğundan hem ‘toplum’ hem de ‘akrabalık’ anlamına kullanılmaya başlanmıştır… Anlaşılan eskiden etnonim anlamında ‘soy, boy, kabile’ gibi geniş anlamda kullanılan bu kelime Karahanlılarda artık ‘akraba örgütü’ gibi bir anlayış türü olmuştur. Aynı türden olarak kadaş/kağadaş… tüz… gibi sözler de, genel olarak ‘akrabalık’ anlamının yerini tutmaya başlamıştır”[68]

Efsanevî kahraman Oğuz Han’ın yirmi dört torunundan yirmi dört Türkmen oymağının türediğini biliyoruz. Ebü’l Gazi Bahadur Han’ın şecere’sinde, “oymak sözcüğü, kemik, soy anlamına geliyor. Türkler, birini sorguya çektiklerinde, ‘hangi oymak’tansın?’ derler. Yani hangi soydansın demektir bu” diye yazıyor.[69]

Bütün bunlar, Barthold’un görüşünü doğruluyor şöyle ki “hükümet” kavramı gözden kaldırılınca sosyal örgütlenme olarak geriye hısım- akrabalık, aile müessesesi kalıyor ki bu durumda bunun, ciddi ve yaygın kurum olmasının gereği ayan oluyor.

Bu aynı bağlamda, evvelce bir hayvan barındırma yeri olarak irdelemiş olduğumuz ağıl -ağul’ın bir kez tamamen farklı bir konumda karşımıza çıktığını göreceğiz.

Gerçekten, yine Şecere’de ağul’un “konaklama yeri, konaklamış takım” anlamında geçtiğini okuyoruz. “İçinde bulundukları doğal ve kültürel koşullar altında eski Türkmenler için ağul, bir geçim ekonomisini bilip bunun içinde örgütleyebildikleri en küçük kümelenme olmaktadır… Eski Türkmenler için ağıl-ağul’ın çift işlevi bütün açıklığıyla beliriyor; bireylere, hayvancılık tekniklerinin gerektirdiği bir yandan aralarındaki asgari işbölümünü uygulamak olanağını sağlamak; öbür yandan da büyük kabilevî birliklere basit unsurları, sosyal yaşamın gerçek çekirdeklerini, birleştiklerinde ancak çok daha muğlâk teşekkülleri oluşturacak birimleri temin etmek…”[70]

Günümüz halk dilinde, ağıl’dan galat avul, kabile (İz, Or), asker (Or) anlamında da kullanılıyor ki bu da Seçere’deki tanımlamanın bugün yaşayan kanıtları oluyor.

Devam etmeden Abdülkadir İnan’ın bu konulardaki önemli bir makalesine göz atalım.

“… Yukarda gösterilen terimlerden uluş-ulus, oguş, urug, bukun, budun, ağıl terimleri Orhon- Yenisey yazıtlarında ve Divanü lûgati’t Türk’te bulunuyor…”

“Oguş: Eski Türk yazıtlarında hakan milletine hitap ederken kendisine en yakın bulunanlardan başlayarak ‘… iniyigünüm, oğlanım, oguşım’ (Kül Tegin yazıtı Güney yönü I) diyor. Yazıtlarda geçen bu kelimenin kan akrabalığını anlatan bir terim olduğu şüphesizdir. Fakat bu ‘akraba topluluğu’nun yakınlık derecesini tayin emek güçtür. Bu terimi V. Thomsen… ‘Geschlect’ kelimesiyle …, Almancadan Türkçeye tercüme eden R. Hulûsi ‘soy’ kelimesiyle tercüme etmiştir… Kaşgarlı Mahmut bu Kelimeyi Arapça ‘al-aşiret’ diye açıklamıştır (I/61)…”

“Urug: Eski Türk yazıtlarında tek başına ‘urug’ kelimesine rastlanmıyorsa da bu isim-kelimeden kurulan ‘urugsıratmak’ fiilini buluyoruz ‘Türk budun ölüreyin, urugsıratayın ter’…. ‘Urugsırat’ kelimesi soyundan, sülâlesinden mahrum etmek anlamını bildirir. Buna göre ‘urug’ kelimesinin VIII. yy.da ‘yakın ve uzak kan kardeşlerden kurulan muayyen bir topluluğu’ bildirmek için kullanılmış olduğu anlaşılıyor. Kaşgarlı Mahmut ‘urug’ kelimesini ‘tane, tohuma da urug denir. Urug ekti= tohum ekti. Hısımlara dahi buna benzetilerek urug. tarıg denir’ diye açıklamıştır (DLT I/63-64). Urug kelimesi Kutadgu Bilig’de pek çok geçer. Söz gelişinden anlaşıldığına göre ‘nesil, nesep, soy kabile’ anlamlarına kullanılmıştır.”

“Şüphesizdir ki ‘urug’ ve ‘tarıg’ aynı anlamı bildirirler. Demek ki ‘urug’ terimi ile anlatılan bir topluluk ‘tek bir tohumdan türediklerine inananlar’ topluluğu idi. Bu, ilkel devirlere ait anlamdı. Sonraları anlam genişleyerek büyük kabilelere de ‘urug’ denilmiştir…”

“Ocak, ağıl, arıs: Boyların en küçük bölümlerini bildirmek için ocak, ağıl, arış (arıs) terimleri de kullanılmıştır. Radloff’a göre ocak’ın anlamlarından biri ‘aile, soy, sülâle’dir…”

“Ağıl: Bütün Altay dillerinde yaygın olan bu terimin bu dillerin müşterek ana kaynaklarından geldiği muhakkaktır. Buretçede ail, Moğalca ayıl, Yakutça ial, Çuvaşça yal, Yinsey-Altay Türk lehçelerinde aal, ail, Kıpçak zümresi lehçelerinde avul, aul, avıl köy, kasaba, aile anlamını bildirir. Bu terimin en eski şekli Oğuz lehçesinde ağıl şeklinde muhafaza edilmiştir… G.J. Ramstedt bu kelimeyi ‘çadır’ diye tercüme etmiştir… S. Malov ise ‘boynuzlu hayvanlar ahırı’ anlamına gelen Rusça ‘zagon’ kelimesiyle, yani bugünkü ağıl ile tercüme ediyor…”[71]

Görüldüğü kadarıyla ağıl -ağul ve oymak’ın yerini, belli koşullarda, aile -akrabalık müessesesi almış. Aile, toplumun en küçük birimini (atomunu), ekonomik ve savunma açılarından kendi kendine yeterli bir “kalabalığı-galebeliği” oluşturuyor demektir ki işbu “kalabalık”ın ne denli yaygın olmasının gereği hemen belli oluyor.

Şimdi, bütün bu verilerin ışığında, DLT’den derleyebildiğimiz akrabalık tabirlerinin yorumuna geçelim. Bu aşağıdakilerden göreceğimiz gibi kuşakla yaşça büyüklülük (ağabeylik, ablalık), arasındaki bağdaşım, mükemmelen tutarlı oluyor: birey-ben (Ego)’den önceki kuşakta yaşça büyük ile küçük arasında bir ayrımın bulunmaması; Ego’nun kuşağında yaşça büyüklerin ayrımı. Ego’dan sonraki kuşakta yaşça küçüklerin ayırımı. Öbür yandan da, cinsiyetlere ait tabirlerin dağılımında dengesizlik, çok anlamlı görünüyor: sadece, terminolojinin cinsiyete göre ayırımı yaptığı tek kandaşlar en yakınlar oluyor. Ama erkek ve kız kardeşin büyüğünü ifade eden özel bir terim varsa, adlar dizini aynı babanın çocukları ve aynı ananın çocukları arasında sadece erkekler için bir ayırımı yapıyor. Aynı şeyi cinsiyetin bahis konusu olduğu öbür terimlerde de görüyoruz: aynı babadan ama farklı anadan erkek ve kız kardeşlerden, aynı anadan ama farklı babadan olanlardan sadece eril cinsiyette olanlar saptanıyor. Ve nihayet aynı koldan gelenleri ifade eden terimler de daha az dikkati çekmiyor: Baba tarafı ile ana tarafı arasındaki ayırımın uygun olduğu aynı koldan gelenler arasında sadece ananın erkek kardeşi ile ananın kız kardeşinin oğlu, yani ana tarafı, saptanıyor. Bütün bu bilgiler bahis konusu kişinin (adlandırıcının) cinsiyetine göre belirtilmiş terimlerin tetkikiyle doğrulanıyor. Yaşça büyüklerle küçükler Ego nesli düzeyinde tefrik ediliyor.

 

          Erkek kardeş      Kız Kardeş    Erkek Kardeş    Kız Kardeş
Yaşça büyük          içi              eke    kadın (kayın) eke
Yaşa küçük          ini              sinil    yurç         baldız

                          Erkek adlandırıcı                   Kadın adlandırıcı

 

Bu tablo Kaşgarlı’ya göre XI. yy.da Oğuz Türkmenlerinde eş’in erkek ve kız kardeşlerini ifade eden tabirler sistemini veriyor[72].

Şimdi geriye dönerek DLT’ten akrabalık lügatçesini tetkik edelim. Hep olduğu gibi Kaşgarlı’nın verdiği kullanım örnekleri, sosyal yapıya da ışık tutuyor. Bunları kan bağı sözcükleri ile evlenmeden hâsıl olan hısımlık sözcükleri olarak ayırt etmek de mümkündür.

“…Türkler “baba”ya “ata”, Xotanlılarla Kençekliler “hata”, Türkler “ana”ya “ana”, onlar “hana” derler” (I/32).

“Aba: Ana. Oğuzca. Karluklu Türkmenlerce bu kelime p ile söylenir.” “Aba: Baba. Tibet dilinde. Bu kelime onlarda Arapçadan kalmış olmalıdır; çünkü onlar Sâbit oğullarındandır. Yemen’den bir adam Türk ülkesine kaçıp gelmiş ve Tibetliler bu adamdan türemiş” (1/86). “Ata: Baba, ata” (I/86).

“Atattı: Tay atattı=Tay allaştı, at oldu… Şu savda da gelmiştir: Tay atatsa at tınur, oğul eredhse ata tınur= tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir. Çocuk yetiştiği zaman babalık işini yaptığı için baba dinlenir.” (I/206-7).

“Tokurdı: uragut oğul togurdı=kadın çocuk doğurdu… Şu savda da gelmiştir: Ata oğlı ataç togar= Çocuk babasına çeker (bir adamın çocuğu eriştiği zaman şüphesiz ahlâkı babasına benzer)” (II/80). Burada “oğul”un “çocuk” manasında olduğu dikkate değer.

“Yaradı: Ol nenğ anğar yaradı= o şey ona uygun geldi, yaradı… Şu savda dahi gelmiştir: ata tonı ogulka yarasa atasın tilemes = atasının elbisesi oğluna uygun gelirse ondan sonra atasını istemez (bundan sonra, babasının mirasını almak için onun yaşadığını istemez…” (III/87). Burada ise “oğul” “erkek çocuk” olarak kullanılmış.

“Kanğsık: kanğsık ata: üvey baba. Kanğsık oğul= üvey oğul” (III/383). Yine aile örgütü bağlamında “kanğdaş: kanğdaş kardeş= babaları bir olan kardeşler. Şu savda dahi gelmiştir: kanğdaş kuma urur igdiş örü tartar= baba bir olanlar birbirlerini çekemedikleri için çok döğüşürler. Ana bir kardeşler aralarında sevgi olduğu için birbirlerine yardım ederler” (III/382).

Bu sonuncu sav, açıkça “baba kolu” ile “ana kolu” arasında tefrik yapıyor. “…Divan’da derlenmiş bulunan akrabalık ad ve deyimleri, toplum içinde anlam ayrılıklarına da yol açmıştır. Şöyle ki, bugünkü Türk boylarında da görüldüğü gibi kardeş, bacı, hemşire, teyze, hala vb. gibi akrabalık unsurlarına ayrı ayrı adlar verilmemiştir. Bir toplum içinde birlik halinde kalmışlardır. Azerî Türkçesinde bu, sadece kohum-gardaş, ‘kavim kardeş’ gibi bir deyimle giderilmiştir. Tersine Anadolu’da akrabalık adları durmadan genişletilmiştir. Birçok toplumda bilinmeyen ve tanınmayan ağabey, abla, teyze, dünür gibi yeni yeni akrabalık adlarının türemesine ve artmasına yol açmıştır. Aynı toplumdan sayılan Azerî Türkçesinde ağabey bir antroponim olarak kullanılmaktadır. Abla, teyze deyimleri ise yoktur. Bunların yerine Türkiye toplumunun bilmediği yezne, küreken gibi sözler doğmuş ve türemiştir. Bunda elbette kadın ve erkek taraflarından gelme akrabalık adlarının da etkisi olmuştur.

 

“Bundan dolayıdır ki, Kaşgarlı’nın bütün Türk aile örgütünün adlarını topladığını sanmıyoruz. Daha çok çağının çadır hayatı örgütü içindeki ilişkilerde rolü bulunan akrabalık unsurlarını göz önünde bulundurmuştur. Geçerliğine göre değerlendirilmiştir.”

“Aile örgütü içinde çağı için bir anlam taşıyan türeme akrabalık adları Divan’da daha çok ek kelimelerle tamamlanmıştır. Bu türden olarak ‘Büyüklük gösteren oğul’ karşılığında, bugünkü Türk toplumunda kullanılmayan ataç oğul birleşiği vardır. (I/52). Kâşgarlı’nın açıklamasına göre, bu akrabalık derecesinde ‘aile birliği başçılığı’ saklı bulunmaktadır (II/80). Kanıma göre bu, daha çok örf türesince ayarlanmış olsa gerektir. Ataç-oğul’un karşılığı Divan’da ekeç’le ifade edilmiştir. ‘Akıllı küçük kız’ anlamını taşıyan bu kelime, daha fazla ‘küçük kız’ı ifade etmiştir. Aile örgütünün kız tarafından en küçük olanıdır (I/52)”[73]

Görüldüğü gibi DLT’de, Karahanlı dönemi aile örgütlenmesinde başlıca öğe olarak oğul, kâh “evlât”, kâh “oğlan çocuk” anlamında verilmiş: “Uluk: atın omuzbaşı. Nitekim şu savda gelmiştir: uluk yagırı ogulka kalır= omuzbaşı yagırı evlâda kalır. Çünkü sinirlerin ek yerleri orada toplanır, yara kolay kolay iyi olmaz” (I/68). “ Oğul: oğul. Herhangi bir çocuğa da ‘oğul’ denir. ‘Bu oğul ne ter= bu çocuk ne der?’ Bu kelime kural dışı olarak ‘oglan’ şeklinde cemilenir; hâlbuki ‘ogullar’ diye cemilenmesi gerekti…” (I/74). “Yuwka: her şeyin incesi, yuka. Şu savda dahi gelmiştir: anası tewlük yuwka yapar, oğlı tetik koşa kapar= anası tülek, kurnaz, yufkayı ince yapar, oğlu tetik, zeyrek, çift kapar (anası kurnazlıkla çocuğunu aldatarak ekmeği ince yapar, çocuk da zeyrektir, yufkayı ikişer kapar). Bu sav, iki akıllının karşılaştığı zaman söylenir” (III/33-4).

İbnü – Mühennâ Lûgati[74], eski Azerbaycan olduğu kadar Şarkî Türk, Kâşgar ve Uygur lisanı üzere XIV. yy.ın başında kaleme alınmış olup bunda ‘‘oğul”, “nesil, evlât” ve “erkek çocuk” şeklinde iki anlamda verilmiştir. İlkinde cinsiyet belirtilmeden ahfat, diğerinde “erkek” cinsi özgül olarak tanımlanmış.

Günümüzde “oğul”un bir manası da bir arı topluluğu olduğuna göre bunda mezkûr “nesil, evlât” gibi bir birlik, aile birliği kavramının tabanda yattığı düşünülebilir.

Bunların dışında Divan’da bir “eğreti hısım, kap” kavramıyla karşılaşıyoruz: “Kap: eğreti olarak (istiare yoluyla) hısım. Ol meninğ birle uya kap ol= o, benimle bir karından doğmuş gibi hısımdır” (III/146). Ayrıca, aile içi “büyük” ve “küçük kardeş” tefrikini buluyoruz: “Açık: Büyük kardeş. Hakanlılar büyük kardeşi ‘açıkım’ diye çağırırlar…”(I/64-5).

“Tüdeş: tüdeş nenğ= birbirine benzeyen, bir cinsten olan nesneler. Aslı ‘tü’den gelmiştir, ‘tüy’ anlamınadır… ‘Deş’ öğürlük ve yakınlık bildirir bir edattır. Bir anadan doğmuş olan iki çocuğu ‘karındaş’ denir. Çünkü karın kelimesine ‘deş’ edadı eklenince ‘bir karında beraber bulunmuş’ demek olur. Meme için ‘emik’ denir. Bir memeden emen iki çocuğa ‘emikdeş’ derler; ‘emmekte arkadaş’ anlamınadır… Kardeşe, hısıma ‘kadaş’ denir. Aslı ‘ka’dır, zarf ve kap anlamınadır. Buna ‘daş’ getirilerek ‘kadaş’ olmuştur. ‘İkisi bir kapta, zarfta yatmışlar’ demek olur ki, o da ana karnıdır” (I/406-7).

“Türkün: oymakların, hısımların toplandığı yer, ana baba evi: kız türkünige keldi= kız babası evine geldi. Şu parçada dahi gelmiştir:

 

Kelse abanğ terkenim

Etilgemet türkünim

Yadhılmagay terkinim

Şimdi çeriğ çergeşür.

 

Eğer Hakanım gelirse oymağın hali iyi olur, topluluğu dağılmaz, imdi harp safları düzelmiştir…(I/441-442).

Buradan “aile”nin bir savaş birimi olarak kabul edildiği ayan oluyor. Savaş, az kişiyle olmaz, “galebelik” ister…

Räsänen (s.494) törkön’u kadının baba, ebeveyn, bütün akrabaları olarak veriyor. Devam edelim.

DLT’ü taramaya.

“Baldız: bir adamın karısının küçük kız kardeşi. Erkeğin kız kardeşine ‘baldız’ denmez, ‘sinğil’ denir” (I/457). O ise ki günümüz Türkiye Türkçesinde “baldız”, “erkeğe göre karısının kız kardeşi” olup bunda büyüklük küçüklük farkı gözetilmiyor.

“Yurç: karının küçük erkek kardeşi, küçük kayın. Kocanın küçük kardeşiyle karının küçük kardeşi ayırt edilir. Kocanın küçük kardeşine ‘ini’ denir. Yaşça büyük olursa ‘içi’ denir. Kocanın kendinden küçük olan kız kardeşine ‘sinğil’, kocanın kendinden büyük olan kız kardeşine ‘eke’, karının kendinden küçük olan kız kardeşine ‘baldız’, karının kendinden büyük olan kız kardeşine ‘eke’ denir” (III/7). Yani, kocanın da, karının da büyük kız kardeşleri aynı “eke” adını alıyorlar. DLT’de, kadına göre kocanın (ister küçük, ister büyük) kız kardeşi olan “görümce” sözcüğü bulunmuyor.

 

“Eçe, büyük kız kardeş, eke. C harfi k’dan çevrilmiştir…” (I/86-7).

 

“Tagay: dayı” (III/238). Bir iştikak düşünülebilir mi?

 

“Çıkan: yeğen, hala oğlu” (I/402).

“Kelin: gelin…” (I/404). Yüfüş: hısımların elbise veya mal ile yardımlaşması. Bu, çok kere gerdeğe konulan gelin hakkında söylenir; çünkü hısımlar onu donatmak için üzerlerine düşen armağanı verirler. Şu savda dahi gelmiştir: Yüfüşlüğ kelin küdhekü’ni yafaş bulur = armağanlı gelin, güveyini yumuşak huylu bulur (gelin, akrabasının verdikleri armağanlarla ağırlanmış olursa o, güveyini yumuşak huylu ve ağır başlı bulur; çünkü güveyi onu zengin bulmuştur, bu yüzden ona saygı gösterir” (III / 11-12).

“… Yağma, Toxsi, Kıfçak, Yabaku, Tatar, Kay, Comul ve Oğuzlar, birbirlerine uygun olarak dh (ze) harfini her zaman y’ye çeviriler ve hiçbir zaman ze’li söyleyemezler… Türklerin ‘hısım ve kayın’ anlamına kullandıkları ‘kadhnın’ kelimesini bunlar kayın diye söylerler…” (I/32). “Kadhın: kayın, dünür, hısım. Kıpçaklar bu ze ile söylerler. Şu savda dahi gelmiştir: kadaş temiş kaymaduk, kadhın temiş kaymış= kardeş demiş tınmamış, dönüp bakmamış, iltifat etmemiş; kayın demiş, iltifat etmiş. Bu sav, hısımlar içinde kayınlara saygı emrolunduğu zaman söylenir” (I/403). “Kaydı: kadaşınğa kaydı= o, hısımına acıdı, kayırdı… Şu savda dahi gelmiştir: kadhaş temiş kaymaduk kadhın temiş kaymış= hısım demiş kardeş demiş kayırmamış; kayın demiş kayırmış. Bu sav, hısımlar, dünürleri kayırmakla emrolunan kişi için söylenir…” (III/245).

“Öğey: öğey ata= üvey baba. Bunun gibi öğey oğul, öğey kız da denir” (I/123).

DLT’de geçen lehçe sözlükleri arasında namija (Çiğil)= kadının kız kardeşinin kocası, bacanak’ı zikredelim.

Bu arada dikkate değer bir husus da Orhon yazıtlarındaki aile terimleri adlar dizini ile XI. yy. Türkmeninkiler arasında bariz bir yapı özelliği benzerliğinin varlığıdır: Büyük erkek kardeş içi ile küçük erkek kardeş ini, büyük kız kardeş eke ile küçük kız kardeş sinğil arasında aynı ayrım; büyük erkek kardeş ile amca arasında aynı belirleme. Her iki dizinde bulunan küdhekü gibi bir sözcük, bu eski Türkçede hem güvey, yani bir kızın ailesinden olan büyüklere göre o kızın kocası, damat, hem de küçük kız kardeşin kocası manalarına geliyor. Her iki halde de bireyler kendilerini birbirlerine göre soyağacına değil, yaşa göre yer alıyorlar. Sistemde tabakalaşmalar yatay değil, dikey oluyor. Bunu bir han’ın mezar yazıtı mükemmelen belirtiyor: Adını açıklayıp unvanlarını bildirdikten ve yeteneklerini ululadıktan sonra müteveffa han şunları söylüyor: enim yeti, urım üç, kızım üç erti, ebledım, bagledim, kızımin kalınsız bertim, marıma yüzer toruğ bertım, yegeninim atımin körtüm. “Küçük erkek kardeşlerim yedi, oğullarım üç ve kızlarım üç idi. Küçük kardeşlerim ve oğullarımın her birine haslar sağladım, kızlarımı bir kabile içinde evlendirdim. Kızlarımı trahoma istemeden verdim. Lalalarıma yüz kadar doru at verdim. Kızlarımın oğulları yegenini ve küçük erkek kardeşlerimle oğullarımın oğulları etımı görecek kadar yaşadım”[75]

Bu metnin son cümlesi şayan-ı dikkat oluyor şöyle ki kızların oğullarıyla kardeş ve oğulların oğullarını karşılıklı koyuyor ve aynı zamanda kardeş ve oğulları sırasıyla bunların oğulları ile özdeşleştiriyor. Oğuz-Türkmen sözcük dizininde çok belirgin olan, söyleyenin cinsiyetine göre tabirlerin belirlenmesi böylece bütün anlamını açıklamış oluyor. Az çok aynı şeyi DLT’de, “yunç”un tanımlanmasında görmedik mi?

Bu itibarla büyük ve küçük erkek ve kız kardeşler hiç şüpheye yer vermeyecek şekilde teşhis ve tesmiye edilmişler. Ancak bunda bir istisna görülüyor: aynı ve tek eke sözcüğü, konuşan erkek de olsa, kadın da olsa, onun büyük kız kardeşini ifade ediyor. Bu aykırılığın, göreceğimiz gibi, büyük bir yapısal kapsamı vardır.

Gerçekten eke tabirinin anlamsal alanı, sözcük dizininin tetkikinde ilk bakışta görülenden çok daha geniştir. Bunun delillerinin başlıcası da bu tabirin teyze (Osmanlı), tay ece (Kırgız)… gibi ifadeler teşkil etmek üzere çok sık tağai ile uyuşmasıdır: bu sözcüklerle Türkler sadece ananın büyük kız kardeşi ile erkek kardeşini kastetmekle kalmayıp daha genel olarak “ana tarafından olanlar”ı ifade ediyorlar. Şöyle ki erkek konuşmacı için iki içi-ini, eke-sinğil ile kadın konuşmacı için tağai-yurç, eke-baldız karşıtlığı daha da derin bir ayrımlaşmayı kapsıyor: içi ile tağai arasında eke, kendisinden itibaren bir temel karşıtlığın teşekkül ettiği “baba tarafları” ile “ana taraflarını karşı karşıya koyan orta sözcük oluyor. O ise ki akrabalık sözcükleri dizini ile örfî hukuk karşılaştırıldığında bu karşıtlığın Türk akrabalık sisteminde bir özgül işlevi olduğu ortaya çıkıyor. Gerçekten eski Türk yasasının bir babanın ölümü üzerine oğlu, erkek kardeşi ya da yeğenleri üvey analarını, gelinlerinin ve amcalarının dullarını almayı öngördüğü biliniyor.

Ancak soylu ailelerdeki soy ilişkilerini ayarlayan nizamların bütün Türkmen aileleri için de geçerli olmuş olduğu şüphelidir. Aileler, bir arada kümelenmiş ilksel birimlerin sayısı ve toplanmalara yön veren bağlılık tipleriyle belirirler. Bulunabildiği kadarıyla, ağıl düzeyinde sosyal örgütlenme, başlıca akrabalığın işlemesinin bir sonucu gibi olmaktadır. Bir hayvan yetiştirici topluluğunun geçimine gerekli sürülerden yararlanabileceği şekilde terkip edilmiş bir konaklama birimi olan ağıl, bir çift tehlikeye açıktır: üyelerine gereksinmelerini sağlayamama durumunda yok olmak, üyeleri arasında uygun eşgüdüm ve bağlılık ilişkilerini düzenleyememekten ötürü parçalanmak. XI. yy. Türkmen kültüründe olduğu gibi değişmez bir teknikte birinci tehlike, demografik ve iklimsel etkenlerin rolü gibi sadece insanla doğa arasındaki ilişkilerin ifadesi olur. İkinci tehlikeye gelince bu, bizatihi sosyal sistemin işleme koşullarından kaynaklanır: tam tamına faaliyette rol alanlar arasındaki ilişkilerin halini ifade eder, rol alanlar da bu hali, nizamları kullanış şekliyle saptarlar. Bir sürüden faydalanmayı mümkün kılacak ancak yeterli boydaki birimde, faaliyette yer alanlar arasındaki ilişkiler, Türkmen kültüründe, akrabalık tarafından tanzim edilir ve üretimin değil, evlenme ve soyun mantığı, parçalanma tehlikelerini önlemek üzere kendini icbar eder. Bu itibarla genel olarak müdir olan bu mantıktır. O, sosyal sistem içinde akrabalığa bir yapıcılık işlevi yükler.

Ama örgütlenmenin başka bir düzeyinde, kabileninkinde durum aynı mıdır? Bu takdirde kendini icbar eden ve sistemin işlemesine şekil veren mantık hangisidir?

Sosyal örgütlenmenin daha çapraşık şekillerinde toplulukların teşekkül ve dağılma nedenlerinin araştırılması babında Türkmen örneği, Türk uluslarının geleneksel toplumsal örgütlenmesini nitelemekte olup hem akrabalık prensipleri, hem de askerî etkinliğin icapları tarafından tanzim edilen bir kabilevî topluluğun prototipini oluşturmaktadır.

 

Selçuklu imparatorluğunun kökenlerinin tarihinde oba, aşağıdaki belirtici örgütlenme şekillerini arz eden bir grubu ifade ediyor:

1- Aileler ve konaklamış gruplar bir ad, çeşitli simgesel işaretler ve bir efsanevî soyağacı ile tanınan daha önceden mevcut bir birliğe bağlıdırlar.

2- Grubun içinde yetke, unvanları baba çizgisinden tevarüs etmiş ama gerçek nüfuzu yetenek ve başarıya dayanan bir savaş şefinin elindedir.

3- Aile ve konaklamış grupların bir oba’ya bağlanmaları, çeşitli oba’lara ait unsurlar arasında daha geniş kümelenmelerin teşekkülüne mani değildir.

4- Oba’ların veya çeşitli oba’lara ait unsurların toplanmalarının esas itibariyle savaşçı amaçları vardır: talan seferleri, düşman arazisinde yağma, fetih.

Böylece tanımlanmış olan oba, Orhon yazıtlarının bod (bodun) tesmiye ettikleri toplumsal örgütlenmeye noktası noktasına tekabül etmektedir.

Her ne kadar şefte çeşitli nitelikler aranmakta ise de herhangi bir kişi tevarüs edilen bu kumanda mevkiine gelemez: vâris niteliği önce akrabalığa bağlıdır. Bununla birlikte akrabalık yeterli bir koşul olmamaktadır: soyağacı kaidelerine göre kesilen muhtemel vârisler dizini içinden aday, geçmiş başarılarının belgelediği yeteneklere göre seçilir.

Gerçekten Orhon Göktürkleri ile XI. yy. Türkmenlerinde ekonomik sistemle akrabalık sistemi benzer şekilde işliyor. Tamamen grubu idame ettirip pekiştirme kaygısı ile yönlendirilen ağıl içindeki faaliyetler her ikisinde de akrabalık tarafından tanzim edilmiş ve gezginci hayvancılık tekniği zorlamalarının baskısı altında olmuştur. Ağıl içinde üretim ve mübadeleden çok evlenme ve soy hesabı başat olup keyfiyet, işbu konaklama biriminde bunu teşkil eden bütün üyelerin hısım ve bir müşterek atadan gelmiş olmaları ve sürüye temellük kaidelerinin yine akrabalar arasındaki ilişkileri tanzim edenlerle aynı olmasından ileri gelmektedir.

Oba düzeyinde de Göktürk’le Türkmen arasında fark görülmüyor. Bunların kültürleri kabile faaliyetlerine aynı bir biçimi zorluyor ki bu sonuncusu askerî etkinlik ve seferlerin verimliliği kaygısı ile niteleniyor. Akrabalık kaideleri sadece mirasların hazırlanmasında devreye giriyor ve bir mantık kendini icbar ediyor: akınların başarısını hedef alan bağlılıklar ve koruma örgütleri[76].

*   *   *

50’li yıllarda elektrifikasyon işleri dolayısıyla dolaştığımız Anadolu’da köyler ve ilçelerdeki ev konumlarının düzensizliği bizi hayrete düşürmüştü; sokaklar o denli eğri büğrü idi ki üç elektrik direğini, bir hizaya getirmekte güçlük çekerdik. İstiklâl harbi sırasında tamamen yanıp yıkılmış ve Cumhuriyet döneminde yeniden inşa edilmiş yerleşim merkezlerinde (Örneğin Kütahya’nın Emet ilçesi) bile durum az çok aynı idi. Mesken ve sair binaların böyle gelişigüzel oturtulmuş olmalarına bir türlü akıl erdirememiştik. Bu hal, kesinlikle ihtimal vermemiş olduğumuz bir kültürel gerilikten kaynaklanamazdı. Ama yine de mantığını anlayamamıştık. Şimdi ise, köy camiası ve ekonomisinin şekillerini, konumuz çerçevesi içinde mütalâa ettiğimizde bu insanların bu “dağınıklığı”nı, (haklı göstermeden) anlar gibi oluyoruz.

 

“Köy, köylü sözcükleri, mahallî düşüncede, belli bir toprak üstünde bir ikamet birliği kurmuş bir soylar topluluğunu hiç şüpheye mahal bırakmadan, ifade ederler… Tüten ocak sayısı itibariyle köy kümelenmeleri ne denli küçük olurlarsa olsunlar, bu sonuncularda akrabalık tek prensip olmamaktadır. Gerçekten en az nüfuslu köylerde, Sarıca (İvriz)[77]de olduğu gibi, birlik, farklı soylara mensup ailelerden oluşmaktadır… Bu birliklerin teşekkülünü izah etmek için ne tek bir ölçüt, ne de tek bir mekanizma mevcuttur… O halde, böyle bir tetkik için ayrıcalıklı malzeme olarak üç ilişkiler sistemi ortaya çıkıyor: topografyada kendini ifade ettiği gibi, mekânda mesafe ve yönelimlerinki; mahallin kaynakları, elde bulunan kavramsal teknik araç ve olanakların şekillendirdikleri ekonomik çıkarlarınki; kabile gelenekler ve beledî kurumların ihtilâf ve gerginlikleri tanzim etmede kullandıkları bağlılıklar ve korumalar, erk ve astlıklarınki.”[78]

Şimdi bu ilişki sistemlerini yine Cuisenier’den dinleyelim.

Mahal: konum, yönelimler ve mesafeler.

“Topografik ölçümlerle ocaklar arasındaki akrabalık bağlarının saptanması birleştirildiğinde, biri coğrafî mekân, öbürü soyağacı mekânında iki durum sistemi arasında açık seçik bir ilişki ortaya çıkıyor. Bazı, durumlarda, Hortu’da olduğu gibi (sonraki şekil), bu iki sistem arasında tekabül, izleri bulunabildiği kadar, dardır: Burada, aynı kökenli aileler her zaman birbirlerine yakın otururlar ve arazi üzerinde, kabilenin soy olarak eklemlenmesinin damgalarını temsil ederler…”[79]

Cuisenier, verdiği başka örneklerden sonra şöyle bir mülâhaza ile genellemeye varıyor, konumların yerelleştirilmeleri hususunda:

Aynı numaralı kareler, bir soyun meskenleridir.

 

“…Akılda tutulacak karakteristikler kendi tanımlamalarına yerli düşüncenin konumlarına, mesafe ve yönelime verdikleri değeri dâhil etme zorundadırlar… Bu itibarla, sistematikleştirme amacıyla bir karakteristikler dizini tespit edilebilir:”

“1. Aileler yaz döneminde, çıkar ve akrabalık ilişkilerine göre toplanmak serbestîsini haizdirler(+); ailelerin, kışlık yerleri tarafından daha önceden teşkil edilmiş olandan gayri herhangi bir yeniden toplanmak imkânına sahip değillerdir şöyle ki ya köyde tek bir eve maliktirler, ya da yazlık mesken olarak bahçede, değiştiremeyecekleri bir yerde bir eve sahiptirler(-)”

“2. Aileler, her biri bir erkeklerin buluşma yeri ile belirgin birçok mümkün toplanma yerine sahiptirler(+); bunların tek bir toplanma merkezi vardır, bu merkez bir cami ve bir başlıca buluşma yeri[80] ile belirgindir(-)”.

“3. Aileler, her biri köy toprağının bir bölümünü işgal eden soylara göre bir araya gelmenin bilincindedirler(+); aynı bir soyun aileleri dağılmış olmanın bilincindedirler veya, bir araya gelmişlerse, baba ve oğul ya da erkek kardeşle erkek kardeş gibi çok yakın akrabaları birleştiren küçük komşu kümelenmeler teşkil etmenin bilincindedirler(-)”

“4. Kümelenmede çizilmiş hiçbir cadde veya yol yoktur; evler düzensiz şekilde toplanmışlar, patikalar birbirlerine varırlar ve böylece zeminde aileler arasında ilişkiler sistemini resmederler (+); evler çizilmiş sokak veya yollar boyunca inşa edilmiş olup giriş kapıları bunlara açılır ve bu sokak veya yollar, üzerinde bulunanlara zorunlu yön arz ederler(-)”.

“5. Köyün konumu bir konaklamanınki olarak bilinir ve burayı ilk işgal edenler birbirlerine karşı durumlarını serbestçe seçmişlerdir(+); köyün konumu, içinde insanların aynı yerlerde birbirlerini istihlaf ettikleri şöyle ki birbirlerine karşı durumların seçiminde hiçbir serbestinin bulunmadığı eski bir yerleşim merkezi olarak bilinir (-)”.

“6. Köyde, saptanabilen mahalleler, bunları ilk işgal edenlerin ethnik kökenine göre tesmiye edilmişlerdir(+); mahalleler, oturanların ilk yerleşme ile herhangi bir ilişkilerinin olup olmadığını bilmedikleri yer adlarına sahiptirler (-); saptanmış ve tesmiye edilmiş mahalleler yoktur (.)”.

Ereğli civarında on iki köy üzerinde yürütülmüş olan kıyaslama sonuçlarına topluca bakıldığında köyler arasında, her bir köy nüfusu arasında, tümünün içinde tekabüller ve aykırılıklar belirgin şekilde meydana çıkıyor. Öbür yandan (+) işaretleri, Türkmen toplumsal örgütlenme prototipince yakınlığı, (-) işareti de uzaklığı ifade ettiğine göre nüfusların tümü bir yakınlık derecesine göre sınıflandırılabilir[81].

  1. Cami 6. Osman grubu
  2. Çeşme 7. Abdurrahman grubu
  3. Su deposu 8. Bilinmeyen
  4. Bahçıvanlık   9. Yeniköy – Berendi’den göçler

İdarî normlara göre aile, “aynı tencereden beslenen insanların tümü” olup aile’ye karşın sülâle, kâh bir müşterek ata, kâh ona has bir adla belirginleşen bir geniş aileler kümesidir: Örneğin Tont köyünde Yürük Dudaklı sülâlesi, dört aile halinde toplanmış 55 kişiden oluşmuş. Aşağıdaki şekilde Berendi köyünün Keşin mahallesindeki sülâle’ler görülür[82].

“Hiç şüphesiz Anadolu kültüründe hiçbir şey, aile birliği üyeleri arasındaki ilişkiler kadar sıkı sıkıya ayarlanmamıştır. Dolayısıyla hiçbir şey sistem içindeki süreklilik ve değişiklikler, kurallar ve rituslar, uygulamalar ve tavırlar içinde uygunluklar ve uyumsuzluklar kadar anlamlı değildir[83].”

Tarımcı bir toplum ekonomisinde başta gelen üretim aracı toprak olup bunun miktarı durağandır ve tesahup ve kullanımından serbesti payı çok sınırlıdır. Yeni tarla açma olanağı yok gibidir veya bunun için büyük bayındırlık işlerine girişmek gerekir. Öbür yandan da toplumsal birimler arasındaki haklar dolaşımını sağlayacak akrabalıktan başka bir toprak piyasası yoktur. Bu itibarla toprak parsellerinin temellükü ancak soy kaidelerinin titizlikle uygulanması suretiyle olur. Eldeki donanım ve işe sürülen teknikler genelde bütün işletmeler için birer sabite olarak düşünülebilir (makineleşme dışında).

 

Ancak sahip olunan sürüler hususunda aile toplulukları arasındaki farklar çok büyüktür. Belli bir kişi için elde bulunan toprakların yüzölçümü, toprak piyasasının yokluğunda, bir temel öğe iken bir sürünün büyüklüğü, üzerinde oynayabileceği bir değişken olmaktadır. Ve nihayet sonuncu üretim etkeni olarak çalışma gücü, kemiyet ve keyfiyet olarak kişi tarafından çok eksik şekilde denetlenir. Ücretle çalışma olmadığında bu güç münhasıran aile birliğinin üyeleri ve hısımları tarafından sağlanır. Böyle olunca da işbu küçük ve büyük üyelerin cinsiyetlerine atfedilen önem de izahını buluyor.

Sistemin derinlemesine tahlili için en uygun değişkenler dizini şöyle olabilir:

Tasvirî değişkenler: nüfuslandırma, ikametgâh, yaş.

Akrabalığın belirgin değişkenleri: soy içinden evlenme, köy içinden evlenme, aile biçimi, evlenme biçimi, evlenme biçimine karşı tavır.

Ekonomik eylemin ayırt edici değişkenleri: Toprakla ilişki, parasal gelir, tarıma giriş, tarıma girişe karşı tavır, büyük baş hayvancılığına giriş, büyük baş hayvancılığa girişe karşı tavır, küçükbaş hayvancılığa giriş, küçük baş hayvancılığına girişe karşı tavır.

Şimdi bu değişkenler aralarında sistemli şekilde çaprazlandığında olasılıkların sınırları hesaplanabilecektir ki bunları özetleyeceğiz: nüfuslandırma değişkeni sistemin terkibinde çok özel bir yer işgal ediyor şöyle ki büyük belirginlikleri temsil eden on altı değişkenden bu, öbürleriyle bağlantıları en sık ve en kuvvetli olanı oluyor. Bir bağlantı varlığını tahmin ettiremeyecek kadar bağımlılık olasılığının çok zayıf olduğu iki ilişkiye gelince bunlardan biri yaşladır: mantıkî olarak nüfuslandırmadan bağımsız değişken; öbürü aile biçimi ile: akrabalığı temsil eden değişkenler sisteminin tetkikinin bunu teyit etmesi halinde, nüfuslandırma ile bağımsızlığının toplumsal olarak bir olağanüstü değer kazandığı değişken. Dolayısıyla bir nüfusa mensubiyet, sisteme göre bir anlamlı farklar topluluğunu özetler.

 

Nüfuslandırma ile sisteme “yabancı” değişkenler bütününü teşkil eden ne ikametgâh ne de yaş için durum böyle olmuyor. Gerçekten ne ikametgâh, ne de yaş, ekonomik değişkenlere tâbi değildir: Mümkün olan sekiz ilişkiden sadece bir tane ikametgâh, bir tane de yaş için ilişki gözlenmişse de bunların derecesi yine de aşağıdır. Bu iki istisnanın büyük anlamı olduğu da bir vakıadır şöyle ki yaş için mülkiyetin, ikametgâh için tarıma karşı tavrın aracılığı ile bu değişkenler ekonomik değişkenlere tâbi olurlar ki bu sonuncuların da tümü aralarında bağlıdırlar. Ancak burada, bulunmayışın da bulunuş kadar anlamı vardır: bir yaş sınıfına ait olmanın ne uygulamaya, ne de ekonomik değerlendirmelere doğruca bağlı bulunmadığını gözlemek önemsiz değildir zira uygulamalar ve kararlar bahis konusu bütün kişilere, yaşlarından bağımsız olarak kendini kabul ettiren bir sistem oluştururlar. Buna karşılık ikametgâh ile yaş’ın, akrabalığı temsil eden değişkenlerle daha sık ve daha güçlü bağlantıları vardır: ikametgâhın köy içinden evlenme ve evlenme biçimine karşı tavırla bağlantısı; yaşın, evlenme biçimi, evlenme biçimine karşı tavır ve aile biçimi ile bağlantısı. Mamafih bu bağlantıların sosyolojik anlamı ancak bağımlılık ilişkileriyle bağımsızlık ilişkileri karşılaştırıldıklarında meydana çıkar. Bu takdirde köy içinden evlenmeye kuvvetlice bağlı bulunan ikametgâhın ne soy içinden evlenmeye, ne evlenme biçimine ne de aile biçimine bağlı bulunmadığını görmek şayan-ı dikkat oluyor.

Ekonomik değişkenlerle akrabalık değişkenleri arasındaki bağlar çok daha çapraşıktırlar. Bu değişkenlerin ilkiyle başlamak üzere, soy içinden evlenme, tarıma girişmeye ve buna tekabül eden tavra bağlı oluyor. Çok anlamlı olarak hayvancılığa girişmekten ve buna dair tavırlardan ve de parasal olanaklardan bağımsız oluyor. Dolayısıyla bu sistemde soy mensupları dairesi içinden bir eş seçimi, toprağın hem işlemlerin yürütülmesinde kesin bir araç, hem de bir biriktirme tasarımının elle tutulur sonucu olduğu bir ekonomik faaliyet biçiminden ayrılamaz. Evlenme biçimi, toprakla ilişkiye, büyükbaş hayvancılığa girişmeye ve parasal olanakların düzeyine bağlı olup sair ekonomik değişkenlerden bağımsızdır. Aile biçimi, toprakla ilişkiye, davar yetiştiriciliğe girişmeye ve tekabül eden tavra ve de parasal olanakların düzeyine bağlı olup öbür değişkenlerden bağımsızdır. Böylece ortaya çıkan tablo, muvakkaten akrabalığın alt sistemleriyle ekonomik alt sistemlerine iç bağlılıklar hesaba katılmazsa, evlenme biçimiyle aile biçiminin bakışık konumunu meydana koyuyor. Bu her iki değişken aynı şekilde, ekonomik sistemde tarım ya da hayvancılık faaliyet biçimlerini temsil eden değişkenlerden bağımsızdırlar, ama yine aynı şekilde sırasıyla bu faaliyetin araçları ve sonuçlarını temsil eden değişkenlere, ezcümle toprakla ilişki ve parasal olanaklara bağlıdırlar.

 

Akrabalığın değişkenleri, kendi aralarında olduğundan daha sık ve daha kuvvetle ekonomik değişkenlere bağlıdırlar. Bu tabloda ekonomik alt sistem, merkezî konumu işgal ediyor. Akrabalık değişkenlerinin birbirlerine nazaran bağımsızlıkları, aksine, ekonomik değişkenlere bağımlılıkları o şekildedir ki akrabalık ancak ekonominin arabuluculuğu ile sistem oluşturuyor gibidir. Akrabalık sisteminin ekonomik sisteme bağımlılığı, bahis konusu kişilerin ekonomik uygulama içinde ve onun- tarafından hazırlanmış amaçlar için akrabalık ilişkilerini, akrabalık âlemi içinde karşılıklı konumlarını kuvvetler çalıştırmasında ve üretim ilişkilerinde araç olarak kullandıklarını gösterir.

Bundan böyle “çalıştıranlar” deyimiyle bir kullanış kaideleri takımına bağlı bir kategoriler takımını anlayacağız. Akrabalığı çalıştıranların ekonomik uygulamada nasıl işlev yaptıklarını araştırmak demek bir görevler silsilesini ortaya koymak demektir. Gerçekten, önce roller’in karşıtlığıyla kategoriler cetvelinin, bütün incelikleriyle izahı, yani kuramsal olarak teşkil edilebilen kategoriler arasında kültür tarafından yürütülen seçimlerin, rollerin saptanmasından çıktığını göstermek gerekir. Daha sonra da roller sisteminin kaidelerinkine nasıl bağlı olduğu görülecektir. Ancak bu çift işlem iki kez yapılacaktır: bir kez nesep yoluyla, bir kez de evlenme-hısımlık yoluyla. Nihayet bu dört işlemin bizatihi eklemlenmiş olmaları, nesep mantığının nasıl evlenme-hısımlığınkine bağlı olduğu ortaya konacaktır[84].

Ama bütün bunlar, aslında, daha üst bir mantığa, miras kuralınınkine bağlıdır.

Burada bu ayrıntılar bizi esas konumuzun uzağına götürür. Sadece bazı hususları vurgulamakla yetineceğiz.

“Akrabalık” kavramının varlığına karşın hısımlık ilişkileri böyle tesmiye edilmemiş olmakla birlikte bir kök terim, kayın ve bundan müştak sözcükler, başlıca hısım kategorilerini tefrik ediyor. Bunda iki değişik ifade var: biri saf Türk, öbürü Türk-İran menşe’li: kayınata – kayınpeder, kayın – kayınbirader, kayınana – kayınvalde. Bu eşillerin dışında evlilik terminolojisinde Arapça ve Farsça karışmamıştır (Bazı Arapçacılık meraklıları, kayın sözcüğünün “kaim”den galat olduğunu iddia edip dururlar…). Ancak “aile” ile “akraba” sözcükleri Arabî kökenlidir. Kaşgarlı’da bunların karşılıklarının oğuş olduğuna görmüştük. Gerçekten Arabî-Osmanlı “kurb”, yakın, yakınlık manasında olup bundan müştak sıfat “karip”, yani, yakın; bunun çoğulu da “akriba”dır(BTL).

 

Bildiğiniz gibi iyice gelişmiş olan evlilik terminolojisi, adı geçen hısım sınıfları arasında eksiksiz bir bakışım (simetri) ile belirgindir. Dört temel terim, karı, koca; gelin, güvey’den başka baldız, görümce; bacanak, elti var. Kişiye (Ego) göre tanımlanmış hısım sınıflarını adlandıran baldız ve görümce’den farklı olarak bacanak ve elti hısım sınıflarını mütekabil ilişkileri içinde ifade ediyorlar. Bundan başka bakışık iki terim üzerinde durulmaya değer görülüyor şöyle ki bunlar, tıpkı soy lügatçesinde yeğen terimi gibi, farklı şecere düzeylerinde hısım sınıflarını ifade ederler bunlar büyük erkek kardeşin, amca ve dayının eşleri olan yenge ile büyük kız kardeşin, hala ve teyzenin eşi enişte’dir. Ve nihayet, daha önce de gördüğümüz gibi dünür sözcüğü de, mütekabil ilişkileri içinde kaynana, kaynatayı ifade eder.

Böylece oluşan sözcük dizini izahı gerektiriyor. Zira karının ve kocanın kız kardeşleri tefrik edilmiş ve farklı kelimelerle ifade edilmiş olmalarına karşın aynı bir kelime, kayın, hem karının hem de kocanın erkek kardeşi anlamını taşıyor: bir kez daha akrabalık lügatçesinde olduğu gibi, mevcut sözlükbirimler, mümkün olan sözlükbirimler arasından bir seçimin sonucu gibi gözüküyor.O halde işbu seçimi, rol ve kaideleri göz önüne alarak irdelememiz gerekir.

DLT’den çıkarttığımız terimler dizini ile günümüzdeki arasında bir esaslı fark görülüyor. Gerçekten XI. yy.da, kocanın erkek ve kız kardeşine veya karının erkek ve kız kardeşine atıf yapıldığında, büyüğü ve küçüğü için elde iki sözcük bulunuyordu. O ise ki bugün, işbu iki hısım sınıfların her biri için tek bir sözcük mevcuttur. Bu evlenme lügatçesindeki daralma dikkate değer şöyle ki hısım-akrabalık lügatçesi bozulmadan geldiği gibi bazı biçimbilimsel farklar (kelin -gelin, kadin – kain) dışında dizinin gerisi de değişmeden kalmıştır. Böylece de lügatçenin tetkiki bizi sistemin hassas noktalarına götürüyor: evlenmeler ağının oluşmasında sırasıyla yaş ve cinsiyetin yerine getirdikleri işlevler. O halde, terimlerle roller arasındaki tekabül üzerinde durulduğunda bu işlevler gün ışığına çıkmaya başlayacaklardır: özdeş terimler için rol çokluğu veya özdeş roller için terim çokluğu var mıdır? Aksine, terimlerle roller arasındaki tekabül çift-tekanlamlı mı? Böyle ise, hangi durumlarda?

Bu hususta gelin sözcüğü, bir anlam zenginliği sergiliyor. Yerli etimolojiye göre gelmek’ten türemiş olup “gelmiş olan”dır. Gelin, sadece başka bir aileden kayınatasınm evine gelmekle kalmayıp her çağrıldığında “gelen”dir. Bu evde ondan herhangi bir daha genç kadın olmadığı sürece, gelin herkesin hizmetindedir. Belli bir süre sonra gelin, hanım’a, evin sahibesine dönüşür[85].

* * *

Buraya kadar söylediklerimizle esas konunun ardını aldığımızı sanmıyoruz. Ama hiç değilse yeni araştırmalara bir ışık tutabilmiş olduğumuza inanıyoruz.

Şimdi, bazı akrabalık terimlerinin etimonlarını verip kadının üretimde rolüne ve sosyal statüsüne kısaca değinerek yukarıdakilere ek malzeme sağlamaya çalışacağız.

Batı, yani Türkiye Türkçesinde oluşmuş bazı akrabalık terimlerinin kökenleri de bu yolda yardımcı olabilir.

Yine Arabî – Osmanlı “amm” (çoğulu “âmâm”), babanın erkek kardeşi, amca (“amme”de hala) olup “amca” ya da “amuca” bundan gelmiştir (BTL ve Kamûs-u Türkî). DLT’nin “tağai”sinden galat “dayı” (Osmanlıca “tayı” yazılır), “Garp, eskiden Tunus, Cezayir ve Mağrip ocaklarında icra-i hükümet eden korsanların reisine verilen unvan: Cezayir dayısı. Fransızlar bunu ‘dey’ şeklinde tahrif etmişler. Kabadayı, yiğitlik taslayan… Garp, ananın kardeşi; unvan olarak kullanılır. Çağatay, taga, tagay, tagayze…” (BTL). Buradan da, Anadolu Türkçesinde oluşmuş “teyze” çıktı mı yine ana ile bağlantılı olarak?…

Bu arada darb-ı mesellere de bakalım: “dayım kim, gâvur kim belli değildir”, “dayısı dümende”, yani hâmi ve âmirin odadan olması (“ocak dayısı”, yeniçeri ocağı zabitidir) (BTL ve Kamûs-u Türkî).

Gelelim şimdi babanın kız kardeşine. “Hâle, Arabî (dayı demek olan ‘hal’ın müennesidir). Valdenin hemşiresi, teyze… ‘hala’ telâffuziyle pederin hemşiresi, amme (gariptir ki teyze demek olan bu lügat-i Arabî’nin manasını bu veçhile değiştirip metrûk halde bıraktığımız ‘çiçe’ lügat-ı Türkî’si yerine kullanılıyor)” (Kamûs-u Türkî). “Hale Arapça, isim, valdenin kız kardeşi, teyze. Garb Türkçesinde ‘hala’ telâffuz edilir ve babanın kız kardeşi manasına gelir” (BTL).

Başlarda Kürt kökenli bir grubun, bir “dayı” yönetiminde Konya Ereğlisi köylerinden birine yerleştiğini söylemiştik. “Dayı”nın ayrıca “reis, kaptan…” anlamlarında da kullanıldığını gördük. Şimdi bunu bir kez de doğuca Kürtçede araştıralım. Bu dilde, elimizde bulunan sözlüklerde, bu yukarıdaki anlamları taşıyan bir “dayı”ya rastlamadık. Buna karşılık, “da”, “dak, dalk” ana; “dapîr” yaşlı kadın; “daye”, yerinden çıkarılıp başka yere dikilmiş fide… oluyor[86]. Bundan başka “daye”, anaya seslenirken söylenen sözcük oluyor[87]. “Dade”, dadı, ana, anaç, kadın… tarifi de veriliyor[88].

Sözlüklerin verdikleri bu tanımlamalardan İvriz civarına yerleşen Kürt kökenli grubun “dayı”sının, doğruca Batı Türkçesindeki “komutan” olduğu anlaşılıyor. Ancak bütün bunlardan ayrıca, işbu “ananın erkek kardeşi”nin gerek sadece aile, gerekse tüm toplumda özel bir yer işgal ettiği çıkıyor. Neden, meselâ “amca” dururken “dayı” başat oluyor? Bu, bir maderşahî geçmişin bir uzak yadigârı mı? Neden, daha önce de gördüğümüz gibi, ailenin “namusu”nu üstlenip bir kan davasında baş eylemci oluyor? Deşilmeye değer bir konu bu.

“Göktürk kitabelerinde ‘anne’ manasındaki ög kelimesine sık rastlanır. Akrabalık adı olarak kang ‘baba’ yanında ög, daha XIII. yy.daki Mani ve Burkancı metinlerinde sık sık geçer: ögi kangı ‘anası babası’. Ve bir de ilk Uygurca Mani metinlerinde, 796 tarihinde Hoço’da istinsah edildiği kesinlikle bilinen bir metinde ög tengri ‘ana tanrıça’ olarak kullanılmıştır…”

“Karahanlıca ve devamında ög tek başına hiç yoktur. Ancak el-Kâşgarî’de iki iştikâkı var. Biri atasözünde geçiyor: kangdaş kama urur, ögdeş örü tartar, ‘baba bir kardeş dövüşürler, ana bir kardeşler ise birbirlerine yardım ederler’. Öteki ise ögsüz, ‘öksüz, yetim’.

“Anadolu’da ög kelimesinin ‘öksüz’den başka hiç bir izi kalmamış…”[89]

Ama acaba günümüzdeki öğür, “yaşça yakın, boydaş, alışılmış…; öğür olmak, “çokça birlikte bulunmaktan çok sıkı bir alışkanlık edinmek” sözcükleri işbu ög’ten türemiş olamaz mı? Ana da bir “alışkanlık” yaratmaz mı?…

Ahmet Vefik Paşa, “kadın” için “… kadamak, emri tekid ü perçin etmek… manasınadır” derken “kadın”, “hatun”un bu sözcükten iştikak edip bir emir mercii olduğunu mu kastediyor?…[90]

Şimdi “bacı” sözcüğünü BTL’den takip edelim: “Bacı. Garp- isim- Büyük kız kardeş, abla; zevce, karı; Arap halayık; şeyh ve derviş zevcesi: bacı kadın.” DELT’den de aktarıyor: “Karşılaştırınız Sanskrit b’agini±kadın (genelde), kız kardeş (ortak mirasçı); b’agni=ibd”. “Bacınak, bacanak- isim-iki kız kardeş zevceleri…” “Bacı, Çağatay – isim – Büyük kız kardeş, abla; zevce: hala. Bacanak – isim – iki kız kardeşin zevceleri, bacanak”. “Bacı -Azerî – isim – Hemşire; hanım yerinde kullanılır.” “Bacai, Kazan – isim – iki kız kardeş zevçleri, bacanak” (Osmanlıca meraklıları “bacanak”ın “bâ-cenah”tan galat olduğunu ileri sürerler).

Anadolu’da, gerek burada oluşmuş, gerekse Asya kökenli akrabalık terimlerinin karşılıkları çok sayıda olmanın ötesinde, anlam itibariyle hayli girift olarak çıkıyor karşımıza şöyle ki aynı bir terim, yöresine göre, örneğin “abla”, “teyze”, “hala”ya uygulanıyor. Özetle birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Bunlara halen sair Türk lehçelerinde kullanılanları da ekleyeceğiz[91].

Abla: aba, abca, abılla, abu, abuş, aca, ace, ade, bacı, bav, bavulla, bılla, bula, cice, cici, ciye, çıldır, çiçe, ebe, ece, ecim, ede, edi, gada, höccem, ice, ivci, kada, öke, safa, tulla.

Azerbaycan: böyük bacı; Kazak: apa; Kırgız: ece- eceke; Özbek: apä, Tatar: olı apa; Türkmen: eceke.

Amca: abaka, abca, abuca, abucu, aca, ace, aco, aça, apca, apça, dacı ece, ede, koca baba (büyük amca)

Azerbaycan: ämi; Kazak: ağay-äkey; Kırgız: ake-bayke-ağa; Özbek: ämäki-tağa; Tatar: abıy; Türkmen: äğa.

Dayı: daynı. Burada başka sözcüğün bulunmayışı ve her yerde “dayı”nın kullanılmış olduğu dikkate değer.

Azerbaycan: dayı; Kazak: nağaşı-dayı, Kırgız: tayake-tağa; Özbek: tağa; Tatar: ağa- abzıy-abıy; Türkmen: dâyı.

Teyze: ate, bibi, böle, bulla, cece, cice, cici, çice, dayas, dayaza, ebe, eşe, eze, gada, kada, kadi, kadik.

Azerbaycan: hala; Kazak: apa(y)- täte; Kırgız: tayece; Özbek: hàlä; Tatar: apa; Türkmen: dayza.

Arapça kökenli “hale-hala” sözcüğü Arap istilâları döneminden kalmış olabilir.

Hala: aba, abba, amete, ayvat, bibi, bili, bola, bölım, cice, cici, çice, eme, emete, eze, ibi, kade, mimi, pipi, tahtum, teta, tete.

Azerbaycan: bibi; Kazak: täe-apa; Kırgız: ece; Özbek: ämmä; Tatar: ana-tüti-tuğan apa; Türkmen: eceke.

Elti: cici, gelindeş, kadinge.

Azerbaycan: elti; Başkurt: yingäsäy; Kazak: abısın; Kırgız: abısın; Özbek: avsin; Tatar: çingäçäy; Türkmen: elti; Uygur: yängä

Enişte: yezme.

Azerbaycan: küräkän-yeznä; Kazak: jezde; Kırgız cezde; Özbek: paççä; Tatar: cizni- ciznä(y)-kiyäv; Türkmen: giyev; Uygur: hädisinin eri.

 

Görümce: bike, cice, çice, elti, görüm, görüp, kadıncık, ini.

Azerbaycan: baldız; Başkurt: käyinhinli-käyinbikä; Kazak: kayın sinli-kayın apa; kayın ece- kayınsindi; Özbek: kaynsingil; Tatar: kayın sinil-kayiniğäç; Türkmen:ekeci-bâldız; Uygur: keyin sinil- keyin aça.

Baldız: yamalık (kız kardeşinin ölümünde yerine verilen baldız).Burada Anadolu’nun ince alayı (humour) ayan oluyor.

Azerbaycan: baldız; Başkurt: käyinbikä-baldız; Kazak: baldız; Kırgız: kayın ece- baldız; Özbek: baldiz; Tatar: kaynigäç-baldız; Türkmen: öz ayâlının ayâl doğanı; Uygur: keyin egiçä- keyin sinil.

Yenge: aba, cici, cice, çüş, çiçi, dayana, ece, ente, gade, gadi, gadinge, geliba, gelin-aba, gelinbacı, gelinne, gence, inge, kade, kadı, kadınga, kadi, kanka, kocana, nene.

Azerbaycan: yenge; Başkurt: yingä; Kazak: jenge; Kırgız: cene; Özbek: yängä- keli- nayi; Tatar: cingä, Türkmen: yenne-gelnece; Uygur: yängä

Halk dilinde “yenge”, geline kılavuzluk eden kadın (yani ona zifaf gecesi nasıl davranacağını öğreten kadın. Bunun karşıtı, yani aynı işi güveye yapan kişiye de “sağdıç” denir) (Af, Isp, Mn, Es, Ama, Ar, Kr, Ezm, Vn, Sv, Ank, Ky, İç, Mğ, Krk); düğün çağırıcısı (Es); evlenme işlerinde aracılık eden kadın(Tr)dır.

Güvey: (“damat” Farsçadır): dingil, givi, köreken-körken, kövelen, kureken, küreken, oğulluk, özne, zava, zerme.

Azerbaycan: küräkän-dâmad-yeznä; Başkurt: kiyäv; Kazak: küyev; Kırgız: küyö bala-küyö; Özbek: küyav- damad; Tatar: kiyäv; Türkmen: giyev- köreken,; Uygur: küyoğul.

Räsänen (s.306) güvey için Uygur küdägü; Orta Türkçe (DLT Türkçesi) küdhägü; Çağatay küjägü; Koman küjäü; Karaim küjaw; karacay küjöü; Kırım güjäw, güjü… veriyor.

[1] ibd.,s.55-6

[2] ibd., s. 144-120

[3] Zikreden C. Lévi-Strauss.- op. cit.- s. 143-4

[4] Türkçeden örnek olarak  “emmi oğlu, dayı kızı…”nı zikredelim.

[5] Jean Cuisenier.- Economie et parenté. Les affinités de structure dans le domaine turc et dans le domaine arabe, Paris 1975, s 147-8

[6] Zikreden E. Westermarck.- op. cit., s. 82-3

[7] Türkçeden örnek olarak  “emmi oğlu, dayı kızı…”nı zikredelim.

[8] E. Westermarck.- op. cit.

[9] ibd., s. 89

[10] Lawrance Krader- Social organisation of the Mongol- Turkic pastoral nomades, The Hague 1963, s. 44-56

[11] Abdülkadir İnan.- Damga ve egzogami, in TFA 309, Nisan 1975

[12] Tarafımızdan belirtildi.

[13] Manghol-un Niuça Tobça’an.- Moğolların gizli tarihi, terc. Ahmet Temiz, Ank. 1948, s.7

[14] Muraja D’Ohson.- Moğol Tarihi, terc. Mustafa Rahmi. İst. 1341-1343, s. 17-8. Son cümleler tarafımızdan belirtildi.

[15] Deguignes. – Hunların, Türklerin, Moğolların ve daha sair Tatarların tarih-i umumisi, terc. Hüseyin Cahid. C.II, İst. 1923. s. 274 -5 infra

[16] Tarafımızdan belirtildi

[17] Behice Sadık Boran.- op.cit., s. 182

[18] ibd. s. 190

[19] Xavier de Planhol.- De la plaine pamphylienne aux lacs pisidiens. Nomadisme et vie paysanne, Paris 1958, s. 227

[20] Serim Timur.- Türkiye’de aile yapısı, Ank. 1972, sj. 80-1

[21] Ali Rıza Balaman. -Başlık parası gerçeği, in Cumhuriyet gaz. 24. 04. 1980

[22] Zikreden Ali Rıza Balaman. -Evlilik akrabalık türleri. Sosyal antropolojik yaklaşımla, İz. 1982 s.10

[23]ibd.,s.11

[24]ibd., s. 29

[25] Nermin Erdentuğ.-Sosyal âdet ve gelenekler, Ank. 1977, s. 71

[26] Bu sözcükler DS’de bulunmuyor.

[27] A. R. Balaman, Evlilik akrabalık, s. 40-44

[28] TS

[29] A. R. Balaman.- op. cit., s. 48

[30] Serim Timur, op. cit., s.6

[31] Zikreden S. Timur, s. 11

[32] Rémy Dor.-Contribution á l’étude des Kirghiz du Pamir Afgan, Cahiers Turcica, Paris 1975, s. 119- 123.

[33] Rostkowski, Joëlle et Ciprut Monigue.- Les Turkmen “hommes du vent” or l’Iran des steppes, Paris 1979, s. 23

[34] Kırgızların izdivaç ve düğün âdetleri. Terc. Ali Haydar, in Yeni Mecmua 31, 8 Şubat 1918, s. 89-92 ve sayı 32, 14 Şubat 1918, s. 112-32

[35] Bunlarda, hattâ “beşik kertiği”ne kadar varan seçim koşullarıyla izdivaçta mütekabiliyet değiş tokuş esasını görüyoruz.

[36] A. R. Balaman.- Evlilik- akrabalık, s. 50-1

[37] Nermin Erdentuğ.- Hal köyü’nün etnolojik tetkiki, s. 35

[38] Nermin Erdentuğ.- Sün köyü’nün etnolojik tetkiki, s. 21-2

[39] Nermin Erdentuğ.- Türkiye, Pakistan ve İran köy-kır toplumlarının karşılaştırmalı etnolojik incelemesi, in İran Şehinşahlığının 2500. kuruluş yılına armağan, 1971

[40]ibd., s. 7

[41] Çiğdem Kağıtçıbaşı. – introduction, in Sex roles, Family and community in Turkey, ed. by. Ç. Kağıtçıbaşı, Indiana 1982, s. 5

[42] Alan Duben. – The significance of family and kinship in urban Turkey, in ibd., s. 86

[43] Kocataş Yalısı için bkz. Yusuf Mardin. – Kocataş Yalısı anılarım, İst. 1988

[44] ibd., s. 93-4

[45] Alan Duben. – Seksen yıl önce İstanbul’da aile hayatı in Tarih ve Toplum 50, Şubat 1988, s. 27 ve Alan Duben and Cem Behar.- İstanbul households. Marriage, family and fertility, 1880 – 1940, Cambridge 1991, s. 55

[46] Alan Duben. – Household formation in late Ottoman İstanbul, in IJMES XXII/4, November 1990, s. 422-3.

[47] Robin Fox. – Kinship and marriage. Pelican Books, Middlesex 1969, s. 12-7

[48] Tarafımızdan belirtildi.

[49] Robin Fox. – op. cit., s. 25

[50] ibd., s. 240-2.

[51] Tarafımızdan belirtildi.

[52] Deniz Kandiyoti. – Aile yapısında değişme ve süreklilik: karşılaştırmalı bir yaklaşım, in Türkiye’de ailenin değişimi. Toplum bilimsel incelemeler, s. 15-7

[53] Ferhunde Özbay. – Kırsal kesimde toplumsal ve ekonomik yapı değişmelerinin aile işlevlerine yansıması, in ibd., s. 36-7.

[54] Zikreden Jean Copans and David Seddon.- Marxism and anthropology: A preliminary survey, in Relations of production. Marxist approaches to economic anthropology, ed. by David Seddon, London 1978, s. 36-7

[55] ibd.

[56] Maurice Godelier.- The object and method of economic anthropology, in ibd., s.63

[57] Claude Meillassoux.- The social organisation of the peasantry: The economic basis of kinship, in ibd. s.164

[58] ibd., s.73

[59] Jean Cuisenier.- Economic et parenté. Leurs affinités de structure dans le domaine turc et dans le domaine arabe, Paris 1975, s. 13

[60] ibd., s- 14-7

[61] J. Sawyer arid R. A. Levine.- Cultural dimensions: A factor analysis of the world ethnographic sample, in Amer. Anthropol., LXVIIl 1966, s.708-31’den zikreden J.Cuisenier, op.cit., s.36.

[62] ibd., s.81

[63] W.Barthold.- Histoire des tures d’Asie Centrale, Paris 1945, s.8-9

[64] Tarafımızdan belirtildi.

[65] Tarafımızdan belirtildi.

[66] Tarafımızdan belirtildi.

[67] A. Caferoğlu.- Kaşgarlı Mahmut’a göre akraba adları, in Türk Dili, Divanü Lügati’t-Türk özel sayısı 253, 1 Ekim 1972, s.23

[68] ibd., s.23-4

[69] Jean Cuisenier.- op.cit., s.79

[70] ibd.,s.82

[71] Abdülkadir İnan.- Türk etnolojisini ilgilendiren birkaç terim- kelime üzerine, in Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, 1956

[72] ibd. s.84

[73] A. Caferoğlu.- op.cit.,  s.24-5

[74] Çev. Aptullah Battal, İst. 1934. s.52

[75] G. J. Ramstedt’ten aktaran J. Cuisenier.- op.cit.,s.85

[76] ibd. s.86-97

[77] Cuisenier’nın bu etüdü Konya Ereğli’si köylerine aittir kitap 1975.

[78] Cuisenier.- op.cit., s. 146-8

[79]ibd.

[80] Mesela köy odası

[81] J. Cuisenier. op.cit, s.148-152

[82] ibd., s. 170-1

[83] ibd., s. 172. Tarafımızdan belirtildi

[84] ibd., s. 224-234

[85] ibd., s.243-5.

[85] Taufiq Wahby and C.J. Edmonds.- op. cit., s. 30

[85] Yusuf  Ziyaeddin Paşa.- op.cit., s. 62

[85] Tuncer Gülensoy.- Kürmanci ve Zaza Türkçeleri üzerine bir araştırma, Ank. 1983, s. 44.

 

 

 

 

[89] Şinasi Tekin.- ög, ögir, yazlığ, yarlıka kelimeleri nereden geliyor in Tarih ve Toplum 122, Şubat 1994, s. 74 ve dev.

[90] Lehçe-i Osmanî, s. 864.

[91] DS ve Karşılaştırmalı Türk lehçeleri sözlüğü I, Ank. 1991’den