Kulturkampf

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Kulturkampf

Kulturkampf

Bismarck’ın Kulturkampf’ı hemen üstüne gelmemiş olsaydı bu ayrılık Katolik Kilisesi’ne daha büyük zarar vermiş olacaktı. Bu fena tertiplenmiş mücadele ve buna bağlı olarak Jesuit’lerin tardedilmeleri, seminerlerinin dağıtılması ve sair önlemler, hayret verici şekilde geri tepmişti. Alman Katoliklerini unutulmaz bir dayanışmaya sevketmiş olmasının dışında, Bismarck’ın tahrip etmek istediği partiye halk oyunu ikiye katlamış,, ulusun bütününde Katolik karşıtı hislerin bariz şekilde azalmasını intac etmişti. Bismarck’ın kendisi de büyük hatâ ettiğini anlayacak kadar zeki olup yetmişli yılların sonlarında işbu Katolik karşıtı mücadeleye son vermişti.

 

İkinci Alman İmparatorluğu’nun tarihi boyunca her iki inanç grubu bir yandan modern bilimin meydan okumasına, öbür yandan da sanayileşme ve kentleşmeye karşı koyma durumunda olmuştu; her iki halde de Alman Katolikliği kendini buna daha iyi hazırlanmış olarak gösterdi. XIII. Leo’nun Papalığı sırasında (1878 – 1903) Roma Kilisesi’nin uyanık politikaları ve ülkede Kulturkampf’ın yarattığı yeni şevk, Katolik Kilisesi’ne ve İncil eleştirileri ve Darwinizmin saldırılarına karşı koymaya yardımcı olmuşlardı ve bunda Protestan ilâhiyat müessesesinden çok daha büyük denge ve elâstikiyet göstermişti. Çağın önde gelen Protestan ilâhiyetçileri, Hıristiyan geleneğinin mistik ve hadsî (sezgisel) unsurlarını terk etmeye ve doktriner konularını feda etmeye o denli hazır olmuşlardı ki bu, Protestan Kilisesi’nin, çağın yeni seküler dinleri, ezcümle milliyetçilik, sosyalizm vs. ile rekabet edebilme kabiliyetine ciddî şekilde halel getirmişti.

 

Çağın hüküm süren materyalizmi ve aşağı sınıflar bahis konusu olunca, sanayileşmenin hasıl ettiği kökten kopmalar, dinî imana tehdit oluşturmuş olup her iki inanç grubu da bunun iyileştirici çalışmalarla karşısına çıkmayı aramışlardır. Bu alanda, Katoliklerin XVI. yy’da Jesuitlerin öncü misyoner çalışmalarından başlayan uzun bir geleneği vardı.

 

Aydınlanma sırasında Landshut piskoposu J. M. Sailer, kırsal çalışmalara geniş ilgi sergilemiş, öğrencisi Munich’te felsefe profesörü Franz von Baader de, bir mülksüz sınıfın artışının Kilise’yi âcil sorunlarla karşılaştıracağına ilk farkedenlerden biri olmuştu. 1840’larda Katolik düşünürler yine ilk olarak Devlet fabrika yasasını talep etmişler, Kilise’nin bir lâik üyesi Adolf Kolping, çalışanlara serbest meslekî eğitim vermek üzere Katolik gündelikçiler birliğini kurmuş. 1870’lerde Mainz piskoposu Wilhelm Emmanuel von Ketteler bu ilk denemelere yeni güç katarak artan sanayileşmenin verdiği moral bozukluğu ile mücadele etmek üzere kooperatif birlikleri, eğlence örgütleri ve Hıristiyan sendikaları tesis etmişti. Ketteler’in Sosyal Katoliklik meş’alesi, Merkez Partisi programının başlıca bölümünü teşkil etmişti ve onun sendika hareketi, 1933’te Naziler tarafından ilga edilene kadar faal olarak kalmıştı.

 

1919’da Weimar Cumhuriyeti’nin gelişi, Alman Protestanlığının kökleşmiş muhafazakârlığını azaltmamıştı. Çoktanberi prensleri kendi itibarî liderleri olarak görmüş olup içinde Sosyalist ve Katolik partilerin başat bir rol oynadığı bir rejimi kabul etmekte zorlanan ruhban sınıfı, inatçı bir monarşizme tutunmuş ya da milliyetçilere ve zımnen cumhuriyet karşıtı hareketlere destek vermişlerdi. Orta ve aşağı sınıf Protestanlarının çoğunluğu, Cumhuriyet’in ekonomik politikalarını eleştirip bir Komünist ihtilâlden korkarak, hattâ dinî liderlerinin bazılarının, artan Nasyonal – Sosyalist harekete ilgi duymalarına itiraz etmeye hazır olmamışlardı(267) .

 

Nazilerle Kilise mücadelesinin ve daha sonralarının ayrıntılarına girmiyoruz.

 

(267) ibd  .  ,  S. 83 – 96 .