Koşullar Ve Sonuçlar

Kültür Eserleri > Düşündüklerim Yazdıklarım > Koşullar Ve Sonuçlar

Koşullar Ve Sonuçlar

Cumhuriyet, 18.11.1992

 

İçinde bulunulan koşullar ülkeyi “takunyalı biraderler” tipinde yöneticilere teslim etti. Allah sonumuzu hayırlı etsin.

 

Tarih boyunca yeni dinsel akımlar, tarikatlar, genellikle büyük bunalım (kriz) dönemlerinde ortaya çıkmışlardır: İstilalar, devlet düzeninin zayıflayıp her türlü soygun, eşkıyalık, sömürü ve ezilmelerin kol gezmesi, insanları böyle bir şemsiye altına sığınmaya götürmüştür. Bu şemsiyenin de ne denli etkin olmuş olduğu ayrı bir tartışma konusudur.

 

Günümüzde yaşanan dram, az çok aynı görünümü sergiliyor: Rüşvet, yolsuzluk, her konuda ortaya çıkmış mafyaya teslim olmuş bir idare, resmen söylenenlerin kat kat üstünde bir açık ve gizli işsizlik, dolayısıyla umutsuzluk, bunun sonucu olarak da artan çeşitli suçların yarattığı emniyetsizlik, ne idüğü belirsiz birtakım kişilerin büyük “köşe dönme”leri, devletçe adeta korunan yüzsüz vergi kaçakçıları, TV’lerimizde sergilenen fuhuş sahneleri, halkı sürekli ezen her türlü sahtekarlık, enflasyon… Ve oyların çoğu RP’ye gitti! Tatil nedeniyle çok kişinin sandık başına gitmediği, bazı yerlerde çarşaflı erkeklerin çift oy kullandığı doğrudur. RP’nin çok iyi örgütlenip disiplinli çalıştığı, ev ev dolaşıp seçmenleri tek tek markaja aldığı da doğrudur, bu işler için gerekli parayı nereden sağladığı da bellidir, vaat ettiği “adil nizam” da doğrudur.

 

Biz şimdi bu noktadan başlayarak işin derinliğine inmeye çalışacağız.

 

“Adil nizam” nasıl kurulur? Bunun için kurucunun elinde “adil” şekilde dağıtılacak maddi olanak bulunacaktır. Bu olanak da (ülkemiz Suudi Arabistan ve İran gibi “petrol zengini” olmadığına göre) ancak vergi yoluyla sağlanabilir. Verginin de bu işe yetmesi için toplumda yüksek bir üretim düzeyi gerekir. Erbakan hoca, yıllardan beri “ağır sanayi” lafını geveler durur. Aslında doğrudur. Ülkeyi ancak ciddi bir ağır sanayi, içinde bulunduğu çıkmazdan, iki tane tank için avuç açmaktan kurtarıp işsizliğe çare getirir ve insanları çok daha yüksek bir gelir düzeyine kavuşturur. Ama ortaya bir sorun çıkıyor: Hocanın özlediği şeriat düzenin gereği olan feraizin (namaz, oruç, hac…) ağır sanayi çalışmasıyla nasıl bağdaşacağının saptanması. Erbakan hoca, kendisi gibi her bayramda işi gücü bırakıp Mekke yolunu tutacakların, bir yüksek fırının (demir, çelik endüstrisinin) işletmesinde nasıl çalışacakları hakkında bugüne dek bir açıklama yapmış değildir.

 

“Yolsuzluk ve rüşvet ortadan kalktığı zaman sorunlar kendiliğinden çözülür…” demişler İstanbul’un RP’li yeni belediye başkanları. Bu da çok doğrudur. Ama “bir dikili ağacı olmayan zavallı” çocukları bir iki yıl içinde ülkenin sayılı zenginleri arasına giren sayın Özal, sadece ulaşamayacağımız Tanrı’ya hesap verebileceğini beyan eden birader Korkut hep bu aynı Milli Selamet’in önde gelen adamları, DPT’nin ünlü “takunyalı biraderler”i değiller miydi? Ülkede ilk hayali ihracatı gerçekleştiren yeğen Yahya’yı uzun süre kanatları altında koruyan zamanın başbakanı ve aynı şekilde, seçim propagandalarında “ben her sabah kahvaltısında Kur’an okuyan bir ailenin çocuğuyum” diyen Sayın Demirel’le birlikte öbürlerinden, iktidara gelmiş bir RP, Kıyamet Günü’nü beklemeden yeryüzünde hesap sorabilecek mi? Yoksa günün birinde bir gerçek “adil nizam”ın yabancıdan para almanın hesabını sormasından korkacak mı?

 

Konya’nın belediye başkanı birtakım karşılaştırmalar yapmış: İstanbul’da ekmek 2000, Konya’da 900 lira; otobüs 3500 lira, Konya’da 700… gibi. Bu sözler bir tipik demagoji örneğinden başkası olmuyor. Şöyle ki: Ülkenin tahıl ambarı Konya’da elbette çok daha ucuz olacaktır. Öbür yandan Konya düz ve İstanbul ile kıyaslanamayacak kadar dar bir alanda oluşmuş bir kenttir. İstanbul gibi çok engebeli ve uzun mesafe taşımacılığını gerektiren bir kentte yakıt sarfiyatının çok fazla olacağını, motor doktoru Erbakan hoca çok iyi bilir. Üstelik de Konya’ya İstanbul gibi yılda 400-500 binlik göç olmayıp belediyenin sırtına bu denli aşırı hizmet külfeti yüklenmemektedir. Dürüst bir kıyaslama, ancak konuları bir müşterek paydaya indirgeyerek yapılabilir.

 

Konya Belediye Başkanı istediği kadar içki ruhsatını kısıtlayadursun; remi sayılara göre Türkiye’de kişi başına en çok içki tüketen il Konya olmaktadır!

 

“Ağır sanayi” mavalına karşın RP’nin üretim ilişkileri, küçük esnaf çerçevesini aşmıyor: Esnafa faizsiz kredi vaatleri… Hasan Pulur dostumuz bu vaatlere “niye kanılmasın, ‘iki anahtar’a ve de ‘yeşil kart’a kanıp Baba’ya oy vermediler mi?” diyor, haklı olarak. “Adil nizam”ın savunucusunun, bu nizamın bize göre birinci koşulu olan ciddi ve geri dönüşsüz bir toprak reformundan söz ettiğini hatırlayan var mı? “Adil düzen”in işçiye grev hakkı tanımadığı bilinmiyor mu? Sendikasız ve grevsiz bir “nizam” da işçi-işveren ilişkileri nasıl olacak, hocanın “ağır sanayi’sinde?

 

Geçelim şimdi işin başka tarafına.

 

Erbakan hoca “Amerika emperyalizmine karşı bayrak açmıştı. Çekiç Güç’ün de gitmesini istiyor. Kendisi ile tamamen mutabıkız. Ancak içli dışlı olduğu ve bol para sağladığı Suudilerin arkasında Amerika’nın bulunduğunu bilmeyecek kadar safdil midir hoca? Son Amerika ziyaretinin amacı ne idi, Müslüman Kardeşler örgütünün ABD temsilcileriyle gizli görüşmenin ve yerel seçimlerde maddi manevi destek vaadini almanın dışında? Bu Kardeşlerle daha yakın bir yerde görüşemez miydi?

 

Hammaddelerine göz diktiği bir ülkenin kalkınarak bunlara sahip çıkmasına ruhsat vermeyen başta ABD olmak üzere Batı’nın bu ülkelerde gerici akımları, şeriat düzenlerini büyük özenle desteklediklerini bilmeyen kaldı mı? Yani böylece hocanın sürekli aleyhine konuştuğu ve Türkiye’de herhangi bir ağır sanayinin kurulmasına engel olan ABD, RP’nin doğal müttefiki olmuyor mu? Bunca çelişkilerden sonra, Erbakan hocayı eski bir Fransız şarabını, Kevser Şarabı niyetine yudumlarken görmek, kimseyi şaşırtmamalı.

 

O halde RP’nin söz ve vaatlerini kuşkuyla karşılamanın çok nedeni var demektir: dipsiz kile boş ambar. Kimse “eyvah, şeriat düzeni geliyor!” diye telaşlanmasın. Nasıl olsa mum, yatsıya kadar yanacak…