Fransız solunun önemli temsilcilerinden Jean Jaurés (1859-1914), Ecole Normali Supérieure (Yüksek Öğretmen Okulu)’un parlak bir öğrencisi olarak 1881’de mezun oldu. Albi lisesinde felsefe öğretmenliği yaptı (1881 – 1883), daha sonra Toulouse Edebiyat Fakültesi’nde ders verdi (1883). 1885’te Cumhuriyetçi etiketiyle (ılımlı sol) Tarn milletvekili seçildi. 1889 seçimlerindeki yenilgisi üzerine üniversiteye döndü ve 1892’de “La réalité du monde sensible” (Duyulur dünyanın gerçekliği) üzerine bir ana tez ve “Les origines du socialisme allemand” (Alman sosyalizminin kökenleri) üzerine bir tamamlayıcı tez savundu. 1892’den başlayarak Dépêche de Toulouse gazetesinde düşüncelerini yayımlamaya başladı. Gittikçe özgürlükçü bir sosyalizme yönelerek 1893’te Carmaux milletvekili seçildi; Solun en önde gelen liderlerinden biri olan Jaurés, Dreyfus’un mahkûm edilmesine şiddetle karşı çıkarak 1898 seçimlerini yitirdi. Bu tarihten sonra Fransa’nın sosyalist tarihini inceleyen yapıtı “Histoire socialiste’i derledi ve bir bölümünü kaleme aldı. Bernstein’in revizyonizmine karşı çıktıysa da, marxçılığın ütopya olarak gördüğü bazı konumlarından uzaklaşması, onu uzlaşmaz bir marxçı olan Jules Guesde ile karşı karşıya getirdi. 1904 Amstérdam Kongresi’nde Jaurés’in tezleri azınlıkta kalınca Fransız sosyalistlerinin birliği 1905’te katı Marxçılıktan esinlenen bir temel üzerine gerçekleşti. 1902’de yeniden milletvekili seçilen ve 1904’te l’Humanité gazetesini kuran Jaurés’in sol partiler bloku üzerindeki etkisi gittikçe artmaktaydı. Daima işçilerin yanında yer alan insancıl, ılımlı bir sosyalizmin savunucusu olan Jaurés, büyük hitabet yeteneğiyle, güçlü bir lider ve savaş karşıtı bir aydın olarak büyük saygınlık kazandı. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması için mücadele veren (1905) Jaurés, parlamenter sistemin ve yaygın eğitimin erdemlerine gerçek olarak inanmıştı. Gittikçe tüm mücadelesini savaş ve uzun askerlik hizmetlerine karşı yoğunlaştırdı. Bu yaklaşımı milliyetçi çevreleri kendine düşman ederek Almanya için ajanlık yapmakla suçlanmasına yol açtı. Tüm suçlamalara “l’Armée nouvelle” (Yeni ordu, 1911) adlı yapıtındaki önerilerle yanıt veren Jaurés, yedek kuvvetlerin yeniden örgütlenmesini öngörüyordu.
En popüler sol lider olmasının ve savaşa karşı çıkmasının bedelini, 31 Temmuz 1914’de, dengesiz biri tarafından öldürülerek ödedi. Ölümünden sonra başında olduğu parti (SFIO) bile savaşa karşı çıkmaktan vazgeçerek hükûmeti destekledi. 1924’te külleri Panthéon’a taşınan Jaurés, çok sayıda konferans ve konuşmanın yanısıra “la Guerre franco – allemande 1870-1871” (Fransız – Alman harbi) adlı yapıtını vermişti (BL).
Jaurés, esas itibariyle reformcu ve evrimci olan sosyalizmini, demokratik düşüncelerden istidlâl ediyordu. Sosyal reformu, kapitalist mülkiyetin sosyallaştırılmasını siyasî demokratik eşitliğin mantıkî sonucu olarak görüyordu. Bu itibarla sosyalizm, bir ekonomik demokrasi olacaktı. Halk, siyasî hükümranlıktan ekonomik hükümranlığa ilerliyecekti; tüm millîleştirilmiş refahın sahibi olacaktı. Jaurés bu reformları, sadece çalışan sınıfın ekonomik durumunun kısmî ıslâhı olarak değil, sosyal devrime doğru adımlar olarak düşünüyordu. Birbirlerine eklenen reformlar sonunda toplumun bir organik değişimine götüreceklerdi. Jaurés, sınıf mücadelesini bir tarihî vakıa olarak tanımlıyor ve her fırsatta sosyal devrimin ahlâkî büyüklüğü üzerine bastırıyordu; bu sonuncusunun, devrimci proletarya ve ilerlemiş demokrasinin merkezîleşmiş gücünün bir sonucu olarak şiddetsiz yer almasını diliyordu. O, derin bir idealistti.
Uluslararası sosyalist kongrelerinde başat bir rol oynayan Jaurés, İkinci Enternasyonel’in sol kanadı (Bebel, Jules, Guesde ve öbürleri) tarafından eleştirilmesine rağmen 1904 Amsterdam Kongresi’nde çok sayıda sosyalist grupların birleşmelerini sağlamıştı ki bu, hayatının ideali olmuştu (81)– . Çeşitli sosyalist grupları biraraya getiren İşçi Enternasyonali, Fransa Bölümü (SFIIO) adlı partinin kurulmasında önemli rol oynamıştı.
Birkaç yıl sonra patlak veren Dreyfus Olayı sırasında, vatana ihanetle suçlanarak kürek cezasına çarptırılan yüzbaşı Alfred Dreyfus’un yeniden yargılanmasını savunanlar arasında yer alması, bir sosyalistin hem subay, hem de orta sınıf üyesi olan birinden yana çıkmaması gerektiğine inan Marksistlerin tepkisine yol açmıştı.
Fransa – Rusya ittifakına karşı çıkan ve sadece Almanya’yı hedef aldığı için Fransa – İngiltere ittifakına da kuşkuyla bakan Jaurés, Fransız-Alman yakınlaşmasını savunmaya başlamıştı. Ama Almanya, Fransa’nın geleneksel düşmanı olduğu için, bu tutumu Fransız milliyetçileri arasında nefret uyandıracaktı (AB) .
Dönelim Leo Hamon’a.
Orthodoksisinden itibaren demokrasiyi vurgulayarak bir “revizyon”a gitmek için önce Sosyalizmde pişmiş Bernstein’in aksine Jaurés, demokrasiden (o zamanın tâbiriyle “Cumhuriyet”ten) sosyalizme gelmişti: O, artık kapitalist toplumun bitmez tükenmez çıkar çatışmaları karşısında bezginlik içindeydi.
“Ne felsefî, ne de siyasî olarak Hıristiyanlık Kilise’den ayrılamaz ve Kilise, insanların gözünde dünyanın en büyük baskı güçlerinden biri olmuştur” diye yazıyordu Jaurés, 7 Ocak 1892’de, La Dépêche de Toulouse’da. O, Cumhuriyet’in mantığını, kapitalizmin karşısında, radikallerle birlikte bir tür “meşrutî monarşi” de durulamayacağı düşüncesinden çıkarıyordu. Bu yolda, hükümdarları tahtlarından ederek Cumhuriyet’e kadar gidilecekti. Bunu şöyle ifade etmişti : “İmtiyazların direnç gücünün müthiş olduğunu, birçok sözde cumhuriyetçi için Cumhuriyet’in sadece finans oligarşisinin toprak oligarşisine, büyük sanayicinin soyluya, bankacının papaza ve paranın da dogmaya tebdilinden ibaret olduğunun farkına vardım…”.
Yani, Cumhuriyet onu, birçok köylü ve üniversiteli gibi, sosyalizme götürmüştü. Jaurés’de demokrasinin erdemlerine derin bir itimat vardı ve bunu sosyalizme kadar uzatmayı isteyerek demokrasinin değer ve faydalılığına ilk inancını unutmamıştı.
Sosyalist siyasî hayatında daha erkenden ona, işbu demokratik kökten uzaklaşmamış olduğnu vurgulamak için fırsat verilmişti: Sosyalistlerin çoğu, Dreyfus işine sosyalizmi, bir asker için bir “burjuva dövüşü”ne dahil etmekten tiksinirken, o, işe dibinden girişiyor ve tereddütün caiz olmadığını düşünüyor: İnsan hakkı ve hukuk, bahis konusudur (82)– .
Guesdes yandaşlarına rağmen, Sosyalist Parti’nin Ulusal Kongresi tarafından, bir savaş durumunda genel grevi öngören bir önergenin kabulünü sağlıyor.
Bununla birlikte, sağ basın onu, bu grevin felç edeceği Fransa’yı “sosyalistleri”nin suç ortaklığından emin bir Alman militarizmine teslim etmekle itham ettiğinde Jaurés, öngörülen grevin aynı anda ve karşılıklı olmasının gerektiğnie dikkati çekiyor: Almanya’da yoksa Fransa’da da grev olmayacaktır (83)– .
.
. .
Dreyfus meselesi bir “burjuva dövüşü”nden ibaret olmayıp bunun ötesinde derin bir ırkçı anti-semitizm dalgasının Fransa’da, Hitler Almanya’sından çok önce, var olduğunu gösteriyor.
Alfred Dreyfus (1855-1935), Alsace’lı bir Yahudi sanayicinin oğlu olarak Ecole Polytechnique’de öğrenimini yaptıktan sonra yüzbaşı rütbesiyle genelkurmayda bir göreve atandı. Buradaki çalışma arkadaşlarının ırkçı önyarglıarının kurbanı ve istemeyerek Dreyfus davası’nın kahramanı oldu.
Bu Dreyfus davası, 1894-1906 yılları arasında Fransız kamuoyunun bölünmesine neden olan bir hukukî ve siyasî skandal olarak tarihe geçti.
Fransız haber alma servisi, Paris’teki Alman askerî ateşesi Schwartskoppen’in kâğıt sepetinde millî savunma ile ilgili gizli belgelerin gönderildiği bildiren imzasız bir yazı bulmuştu. Komudaan du Paty de Clam, Ekim 1894’te olayla ilgili olarak bir Yahudi subay olan Alfred Dreyfus’u suçladı; bulunan nottaki yazının Dreyfus’un yazısına benzediğini ileri sürdü. Dreyfus, kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak yargılandı. Çelişkili tanıklıklara karşın, casusluktan hüküm giydi, rütbesi geri alındı ve Guyana’daki Şeytan adası’na sürüldü. Bu arada kardeşinin suçsuz olduğuna inanan Mathieu Dreyfus, gazeteci Bernard Lazare’ın da desteğiyle, Alfred Dreyfus aleyhine yapılan suçlamaların tutarsızlığını kanıtlamaya karar vermişti; ancak bu girişim, büyük bir Yahudi aleyhtarı harekete yol açtı; öte yandan, Haber alma servisi’nin yeni şefi binbaşı Picquart, gerçek suçlunun binbaşı Esterhâzy olduğu kanısına varmıştı; Picquart Güney Tunus’a sürüldü. Senato başkan yardımcısı Scheurer-Kestner, hükûmetten davaya yeniden bakılmasını talep ettiyse de, sonuç alamadı. Mathieu Dreyfus’un şikâyeti üzerine suçlanan Esterhâzy, bir harp divanı tarafından kesin olarak beraat ettirilince (Ocak 1891) davanın yeniden gözden geçirilme şansı kalmadı. 13 Ocak 1898’de ünlü romancı Emile Zola, Aurore gazetesi’nde “suçluyorum” başlığıyla cumhurbaşkanına hitaben bir açık mektup yayımlayarak Dreyfus’u kanıt olmaksızın mahkûm ettiği için genelkurmayı ağır bir dille suçladı; bunun üzerine dava kamuoyuna yansıdı ve siyasî bir görünüm aldı. Skandal yaratan makalesinden dolayı Zola bir yıl hapis ve 3000 frank para cezasına mahkûm edildi. Zola’nın davası büyük bir çalkantıya yol açtı (Şubat 1898). Kamuoyu Dreyfusçular ve Dreyfus aleyhtarı olmak üzere ikiye bölündü; her iki taraf da birbirine saldırıyordu. İnsan haklarını, kişisel özgürlüğü, gerçeğin ve adaletin aranmasını isteyen Dreyfusçular, siyasî bakımdan solu temsil ediyorlardı. Öbürleriyse vatanın yüksek çıkarlarını ve ordunun onurunu öne sürdüler. Dreyfusçular, Clemensan ve Jaurés’in çevresinde insan hakları birliği)nde biraraya geldiler ve davaya yeniden bakılmasını istediler. Sağ, Yahudi aleyhtarı kampanyaya hız verdi ve Barrès, de Mun, Déroulède ile ve Yahudi-mason komplosundan sözeden La Croix gazetesinin de desteğiyle Vatan Birliği’ni kurdu. 5 Temmuz 1898’de, Dreyfus ailesinin davaya yeniden bakılması talebi karşısında, yeni millî savunma bakanı Godefroy Cavaignae, Dreyfus’u suçlama altında bırakan belgelerin bilirkişi tarafından incelenmesini istedi. Ağustos 1898’de esas suçlayıcı belgelerin sahte olduğu ortaya çıkarıldı; bu belgeleri düzenleyen Albay Henry, kısa bir süre sonra Valerien tepesinde intihar etti. Bu olay, davaya yeniden bakılmasına karşı olan Boisdelfre ile Cavaignak da dahil, pek çok kişinin istifasına yol açtı. Davaya yeniden bakılma istemi Yargıtay tarafından uygun görüldü; ancak Eylül 1899’da Dreyfus, Rennes harp divanı’nca yargılanarak hafifletici sebeplerle, ama yeniden 10 yıl hapse mahkûm edildi. Hükûmetin isteği göz önünde tutularak Lonbet tarafından affedilen Dreyfus kısa bir süre sonra serbest bırakıldı; ancak hâlâ resmen suçlu sayılıyordu.
1902’de yeniden milletvekili seçilen Jean Jaurés, davayı bir kez daha canlandırdı, 1903’te Dreyfus davasına yeniden bakılmasını talep etti. 1904’te bu isteği kabul edildi. Sonunda, 12 Temmuz 1906’da Yargıtay, Rennes mahkemesi kararını iptal etti. Dreyfus aklandı, yeniden orduya alındı, tabur komutanlığına getirildi ve “Legion d’honneur” nişanı ile ödüllendirildi; bu arada Picquard da yeniden orduya alınmış ve generalliğe yükselmişti. 1930’da Schwartzkoppen’in “Carnets”inin (Notlar) yayımlanması, Dreyfus’un suçsuzluğunu kesin olarak kanıtladı.
Dreyfus davası, Fransa’nın siyasî yaşamında etkisini sürdürdü (Sol blokun kurulması ve l’Action française’nin doğması) ve Yahudi düşmanlığını yeniden canlandırdı(BL).
Evet, çok öncelerinden itibaren Fransa’da, büyük bir ırkçı antisemitik ve bunu içinde barındıran bir faşist eğilimin varlığı böylece ayan oluyor. Bunu biz daha önce de vurgulamıştık (84)– .
– (81) Charles Rappoport . – Jaurés, Jean, in Encyclopaedia of the Social Sciences, New York 1949 .
– (82) Leo Hamon. – op. cit. S.163-167.
– (83) ibd., S. 173.
– (84) Bkz. Alman gerçeği ve Türkler, S.471 ve devamı.