1847 yılında İstanbul’da çalışan Almanlar, özellikle Almanca konuşan küçük esnafın bir kısmı, Tüccar Tessar ve marangoz Schulz önderliğinde, buluşmalarını bir çerçeveye oturtma kararı veriyorlar. Düzenli buluşmak ve kendileri gibi düşünenleri bir araya toplamak istiyorlardı. Alman Weidmann tarafından idare edilen ve kendine ait bir lokali de olan derneğin ilk yeri doğal olarak Aynalı Çeşme’deydi. Burası ilk Protestan – Evangelist – Alman camiasının toplanmaya başladığı ve bugün de hâlâ oturduğu yerdir.
Bir araya toplanma düşüncesi verimli bir zemin bulmuştu. “Güvenilir bir ortam”da buluşmak fikrine insanlar müteşekkir kaldılar. (Tabiî güvenirliğin ne kadar geçerli olduğu bilinemezdi, şöyle ki herkes farklı yörelerden geliyordu ve farklı sınıflara aitti). Deneyimlerini birbirlerine aktarabiliyorlar, yabancı bir ülkedeki hayatın iyi ve kötü taraflarını karşılıklı araştırabiliyorlar ve birbirlerine yardım ve öğütlerde bulunabiliyorlardı.
Bölgedeki ve değişik yerleşim yerlerindeki yangınlar, bu zorlukla örgütlenen birliğin donanımını ve servetini yok edince, ilk 25 yılda hep yeni başlangıçlar yapmak zorunda kalmışlardı. Fakat bir buluşma noktasına duyulan istek o denli güçlü idi ki, bu insiyatif tekrar ve tekrar ele alınıyordu. Alman İmparatorluğu’nun kurulmasından sonra, bu hareket 1871 yılından itibaren muazzam bir yükselişe geçti. Yeni kurulmuş olan devletten para su gibi geliyordu ama örgütün faaliyetlerinde insiyatif kullanma ve organizasyon, üyelerin sorumluluğundaydı. Derneğin yerine getirmesi gerekenler, herşeyden önce hayırseverlik ve bunun yanında da kültürel ve sosyal hayata önem vermekti. Bittabî bunlar da, İstanbul’daki sayıca az Alman cemaatinin her etkin üyesinin arzusuydu.
Kurulan Yeni Alman İmparatorluğu ile özellikle İmparator II. Wilhelm’in 1887 yılında tahta geçmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin gelişmesi, İstanbul’da çalışmakta olan Almanların niteliğine de yansıyacaktı.
Bununla ilgili olarak Wolfgang Meyer’in anılarından bir örnek:
Sultan’ın ülkesinde bir Alman saatçı olmak
Büyükbabam Johann Meyer, II. Abdülhamid’in sarayında saatçı olarak çalıştığına göre, İstanbul’da ikamet etmekteydi. Görevi, Yıldız Sarayı’nda asılı duran ya da yerleştirilmiş tüm saatlerin bakımını yapmaktı. Bunun yanısıra şehzadelerin, hanım sultanların ve sair saray mensuplarının, yüksek görevli memurlar, paşalar, nâzırlar, vs.’nin saatları da onun sorumluluğundaydı.
Bir gün yüksek rütbeli bir asker ona bir saat getiriyor ve şu ricada bulunuyor: Kendi adını verecek olan bir kişiye, büyükbabam bu saati iletecekti. “Saata hiçbirşey yapmanıza gerek yok, gayet iyi çalışıyor” diyerek adam vedalaştı. Bu olay büyükbabama biraz tuhaf gelmişti; birkaç hafta önce bu saatı iyice tamir de etmişti. Huzursuz olmuştu ve saatin arka kapağını açtı. Rulo yapılmış bir kâğıt düştü, üzerinde bir şeyler yazılıydı ama okunamıyordu. Kâğıdı ışığa tuttuğunda tersten okunan bir yazı olduğunu gördü. Bu onu daha da heyecanlandırdı ve bu gizemli kâğıdı deşifre etti : “Bu saatle, zaman bombasını 2 saat 38 dakikaya ayarla ve her şeyi senin bildiğin yere Cuma günü saat 4’te bırak”.
Büyükbabamın şimdi nasıl davranması gerekiyordu? Saati o kişiye iletse, bir suikaste ortak olacaktı. İletmese de, bu kendisinin ve ailesinin felâketi olabilirdi. Tek bir seçeneği kalmıştı : İşini bitirdi, âletlerini topladı ve saraydaki görevinden istifa etti. Ona teslim edilen saatları, hasta olduğunu söyleyerek, bir üst görevliye tevdi etti. Saatçı olarak da şehirde kaldı ve 1878 yılında da saat şirketimizi kurdu.
Saatçi Meyer’lerden ayrılmadan önce bir kişisel anımızı anlatalım:
Divertimento
40’lı yıllarda Karaköy’den Unkapanı köprüsüne giden yol, Perşembepazarı’na kadar iki paralel sokak halindeydi. Aralarındaki dar, yüksek binalar bunları ayırıyordu. Bunlardan Tünel’e bakan birinde Wolfgang ile babasının (mezkûr büyükbabayı tanımadık) saatçı dükkânı vardı. Aileden kalma bir antika saati birkaç kez tamire götürmüştüm. Ahbap olmuştuk, birkaç yıl sonra da Wolfgang ile Nişantaşı’nda apartıman komşusu olmuştuk. Sonra baba da öldü. Wolfgang yalnız kaldı.
1981 Eylül’ünde vâki I. Uluslararası Türk – İslâm Bilim ve Teknoloji Kongresi’nde buluşmuş, sohbet ediyorduk. Topkapı Sarayı’ndaki saatların bakımıyla görevli Wolfgang yakınmıştı: Birtakım bürokratlar “neden bu saatların hepsi çalışmıyor?” diye onu eleştiriyorlarmış. O da, bu eski saatların artık çalışması mümkün değil, bunların sadece antika olarak bakımı yapılır diyormuş ama öbürleri “o halde işin manası yok” diyorlarmış. O da, “o zaman bu vitrinlerdeki kaftanları çıkarıp insanlara giydirelim ve ortalarda dolaştıralım” cevabını vermişmiş.
Dönelim Barbara Radt’ın anlattıklarına.
Bankacılar ve işadamları Galata ve Pera’da yerleşmişlerdi; büyükelçilik görevlileri doğal olarak derneğe üyeydiler, Osmanlı Yüksek okullarına ve askerî okullara gönderilen öğretmenler ise dernekle ilişki kurmayı istiyorlardı. Devlet okullarındaki öğretmenler de bu dernekte nüfus ve önem sahibi olmaktaydılar. İyi de, derneğin esas kurucuları olan esnafa ne olmuştu? Tamamen kendi içlerine mi çekilmişlerdi? Bu sorunun yanıtı güç ve düşünülmesi gerekiyor. Daha öncelerinde de olduğu gibi Alman grubu Galata – Pera’da yaşayanların arasında kaybolan bir azınlık olarak kalmış ve birbirlerine tâbi olarak yaşamıştı.
Teutonia’nın bugünkü yerinde, ilk önce 1847’de yapılmış bir ahşap bina vardı. 06 Ağustos 1895 yılında alevlere kurban gitmişti.
En sonunda, 1897 yılında kârgir, sağlam bir ev yapılmış ve bugün de hâlâ Galip Dede caddesinde bulunmaktadır. Arka taraftaki uzantılar çok daha geç dönemlere aittir.
Sonraları “Alman Kulübü” adını da alan, Alman cemaatinin Teutonya’sı işte bu ev olmuştu. Burada öbür Alman gruplarının üyeleri, evangelist cemaat ve diğer gruplar toplantılara davet edilebilirlerdi. Bazıları kendi toplantıları için Teutonia’ya ücret öderlerdi, bazıları bundan muaf tutulurdu.
Lokanta işletmesi, bira satışını onaylayan ruhsatının yanısıra, kültürel ve sosyal toplantılarıyla da sevilen ve cazip olan bir yer olmuştu.
Bu ilişkilerin gelişmesinin doruk noktası, “bir Türk – Alman Dostluk Evi” kurulma projesiydi. Ve bununla ilgili olarak 1917 yılında eski şehir “Stanbul”da, Binbirdirek Sarnıçlarında temel atıldı. Ama I. Dünya Harbi’nin kaybedilmesiyle birlikte herşey birdenbire inişe geçti. Dostluk Evi hiçbir zaman inşa edilmedi.
Ama Türkiye ile bağlar çok güçlüydü. Bazı Almanlar İstanbul’da ve daha başka şehirlerde kök salmışlardı ve kolay kolay buralardan kopmayacaklardı.
Cumhuriyet yanlısı Türk tarafı da, başlamış bulunan ilişkileri geliştirmek için büyük bir ilgi göstermekteydi. Her ne kadar padişah yanlısı birçok Türk’ün, Rum ve Ermeniler ve hattâ tüm Almanların şehri terketmeleri, önemli mevkilerde büyük bir boşluk yaşanmasına sebep olmuşsa da, Türk Cumhuriyeti’nin, Weimar ve Avusturya Cumhuriyetlerinin, Çekoslovakya ve Macaristan’ın kurulmasıyla birlikte çok sayıda Alman işadamı İstanbul’a geri dönmüştü(238)– .
.
. .
Nazi Partisi’nden Teutonia’ya aşağıda tercümesini verdiğimiz tamim gönderilmiş. Bununla partinin her yana karıştığı görülüyor.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi
Reich Yönetimi
Yabancılar Bölümü
Mahallî Grup İstanbul
Alman Derneği Teutonia
Yönetim Kurulu Bşk.’ına
Teutonia üyesi Emil Pfeifer hakkında:
Mahallî grup yöneticisi Pq. Dr. Guckes ile muhakkikin müştereken verdikleri karara göre, Emil Pfeifer’in partiden ihraç edildiğini bildiririm.
Size bu talimatı daha önce varılan karara göre ve partiden ihraç edilen kişilerin Teutonia derneğinden de ihraç edilecekleri hususunda verilen karar üzerine bildirmekteyim.
Heil Hitler
Mahallî Grup Yönetici Vekili
Bununla birlikte Teutonia, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi “Konstantinopel Mahallî Grubu”nun bağımlılığında değildi, olamazdı ve olmamalıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları, derneklerde siyasî propaganda yapılmasına izin vermemekteydi, buna yabancı derneklerde dâhildi. Ve Teutonia üyelerinin içinden bir grup, en sonuna kadar, yani 1944 yılına dek, derneklerini siyasî propagandadan uzak tutmaya çalıştılar, bununla birlikte hareket alanları her gün daha fazla daralmaktaydı. Politika dışı kalmış birçok kişi burada biraraya geliyor, “zor zamanda” birbirlerine destek veriyorlar, tarafsız tiyatro oyunları, konserler, yardımlar ve hayırsever toplantılar düzenliyorlardı. Nasyonal Sosyalistlerden doğruca zarar görmeyenler için burada hayat rahattı. Ama Nazi karşıtları ve mülteciler Teutonia’dan ve Nazilerin gelip gittikleri yerlerden uzak duruyorlardı. Hiç şüphesiz Nasyonal Sosyalistler Teutonia’da üniformalarıyla eğleniyorlar, zaferlerini ve Hitler’in doğum gününü şatafatlı süslenmiş salonda kutluyorlardı. Neyse ki bunların sonu geldi, ama bu son korkutucu olmuştu. Savaş İstanbul’a kadar uzanmıştı, ama etkileri bilfiil savaşa katılmış ülkelerdeki kadar olmamıştı. Alman erkekleri askere alınıyorlardı. Sivil görevlerine devam edebilecekler azınlıktaydı. Türkiye 1944 yılının Ağustos ayında Almanya ile tüm diplomatik temaslarını kesti. Almanlar, istenmeyen kişi ilân edildiler, 1944’ün sonuna kadar sınırdışı edildiler ya da kendi istekleri olduğu takdirde, İç Anadolu’da küçük kasabalarda enterne edildiler(239)– .
Tötonların İstanbul uzantılarının öyküsünü böylece özetlemiş olduk. Bunun öbür ayrıntıları bizi gereksiz yere uzaklara götürecektir.
– (238) Barbara Radt . – Geschichte der Teutonia . Orient – Institut der DMG, İst. 2001, S. 15 – 18 .
– (239) ibd , , S. 22 .