Çapa ve sabandan sonra sulama, bir nüfus artış alanına mücavir daha az müsait bir iskân mahallinde meydana çıkmış bir üçüncü yeniliğe misal teşkil eder. Bu yeni teknoloji hakkında en eski belgelerimiz, ilk kuru tarımın çok başarılı olduğu Doğu Anadolu ve Luristan’ın iyi sulanmış yaylalarına değil, yılda sadece 300 mm. yağmur alan bir ağaçsız ova, Khusiztan’ın ( İran’da, Basra Körfezi’nin Kuzey’inde, Irak ve Şattülarab’ın Doğu’sunda) alçak bozkır arazisine aittir. Yağmura bakan tarım koşullarında, bozkırın ekin taşıma kabiliyeti sınırlı olup toprağın tuzluluğu her zaman mevcut bir tehlike olarak ortada durur; dolayısıyla uzun süre toprağın nadasa terk edilmesi gerekir.
Bununla birlikte bu bozkırın muayyen kısımları sulama için büyük bir olanağa sahipti ve gerçekten sulama ortaya çıkıp da tuzlanma sorununu asgariye indirince bozkırın taşıma kabiliyeti büyük ölçüde artmış ve burası, M.Ö. 5500 ile 4000 arasında Zagros bölgesinin başlıca üretim merkezi olmuştur. Bununla birlikte ilginç olan bir husus da bu yeni üretim tarzının, kuru tarımda olduğu gibi Güney-Batı Asya dışına hızla yayılmamış olmasıdır: ortada Yakın Doğu’ya özgü bir gelişme vardır[1]. İlerde Urartu’nun sulama tesislerini irdeleyeceğiz.
* *
Az çok benzer gelişmeye hayvan yetiştirmede de tanık oluyoruz. Öküzlerle çekilen sabanın ortaya çıkmasıyla bu büyük baş hayvanlar değer kazanmış olmakla birlikte büyük tarım çiftçisi bunlardan sadece toprağı sürme mevsiminde faydalanmıyordu. Sümer’de bunların çekme aracı olarak kullanılmaları muhtemelen daha Uruk döneminin başlarına çıkar[2]. Tahılların savrulması (harmanlanması) için Mısırlı çiftçinin tek aracı tek parçalı döğen sopasıydı; bağlı-mafsallı döğen sopası Demir Çağı’nın hediyesi olacaktır. Ama Filistin, Suriye ve Mezopotamya’da, döğen sopasının bir alternatifi, tahılın öküzlere çiğnetilmesi oluyordu. Mısır dışında bu ülkelerde yine bugün kullanılmakta olan aşağıda ayrıntılarını göreceğimiz altına çakmak taşları sıkıştırılmış öküzle çekilen kızak-döğen. Böylece taneler ayrıldığı gibi saman da, yemlik hale gelecek şekilde parçalanmış olmaktadır.
İlk Sümerlilerin geleneksel libası olan yün kaunakes[3] tüylü kısmı dışa gelen bir koyun derisi etekti; bunun resim ve heykelciliklerde görülen kesif yünü, uzun ve dikkatli bir ehlileştirmeyi delâlet ediyor.
Gerçekten Ovis orientalis Zagros alanında M.Ö. 9000-8000 arasında ehlileştirilmiş olup bugün bilindiği kadarıyla bu ehlileştirmeyi takiben ilk genetik değişme bazı koyunlarda, muhtemelen dişilerinde, boynuzların yok olmuş olması idi. Bir boynuzsuz numune İran’da Deh Luran ovasında bulunmuş olup radio-karbon analizi bunun M.Ö. 7500’lere ait olduğunu göstermişti; daha başkaları da Kirmanşah, İran ve Anadolu’nun ilk yerleşim merkezlerinde bulunmuştur[4].
* *
Çeşitli meyve ve sebze ve sair besin maddelerinin kökenleri hakkında I. cildimizde yeterince bilgi verilmiş olduğundan konuyu burada yeniden ele almayacağız.
Eski Dünya’nın Bronz Çağındaki tarımsal ekonomisi, Ortaçağ ve belki de günümüze kadar çok az değişme ile gelmiştir. Daha M.Ö. 1200’lerde çeşitli ülkelerin insanları mahallî şartlara en iyi uyan tahıl türlerini seçip geliştirmişler, tahılın geniş bölümünün yapay olarak sulanmış topraklarda yetiştirilmiş olmasıyla da hasat miktarı az çok teminat altına alınmış oluyordu. Çiftçilerin kullandıkları yöntem ve aletler en az daha bin yıl kullanılmaya devam edilecek, tek değişiklik demirin bronzun yerine kaim olmasında olacaktı. Günümüzün bütün evcil hayvanları daha o tarihlerde insanoğlunun hizmetinde olup atın rolü biraz kısıtlı olup bu rol savaş arabasına münhasır kalmıştı[5].
Ünlü Sovyet genetikçi ve tarım botanikçisi Vavilov çavdarın iki yayılma merkezi (gen merkezi) olarak Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzey-Batı İran ile Kuzey Afganistan, Kuzey-Doğu İran ve Tacikistan, Özbekistan ve Türkistan’ın büyük bölümlerini göstermişti. Ancak son yirmi yıl içinde özellikle David Frenchi’in, Karaman’ın Kuzey-Doğu’sunda Seramiksiz Neolithik Can Hasan III sitinde yaptığı kazılarda, yaklaşık M.Ö. 6600’lara ait çavdar kalıntılarının ortaya çıkması, işbu yayılma (ve gen) merkez faraziyesinin yeni baştan ele alınmasını gerektirmiştir. Kalıntıların tetkikinden çavdarın sitin bütün kazılmış safhalarında mevcut bulunduğu ve Secale cereale olarak evin günlük hayatına girmiş bulunduğu anlaşılmıştır[6].
* *
Şek. 13 A, B, C ve D’de görülen kara saban, yani tekerlek takılmamış saban’ın tutak’ı, çekilen bir kürek sapına (şek. 14), ok’u da hayvan koşulmuş bir çapa sapına teşbih edilebilir. İşlevsel olarak saban, belden çok, mail darbe ile çalışan çapa ile kıyaslanabilir[7]. Sonunda, yaklaşık M.Ö. 900-800’lerde, saban ucuna demir takılacaktır.
Sabanın icadı, toprağın işlenmesinde birçok yeniliği de beraberinde sürükleyecekti ve doğal olarak da yüksek ile geri uygarlıklar arasındaki mesafeyi daha da açacaktı şöyle ki sabanın sağladığı büyük tarımsal verim, bir nüfus artışını teşvik etmekle kalmayıp, mahallî tüketimden arta kalan miktarın ihtiyat olarak saklanması imkânını vermişti. Bu ihtiyat ürün ihracat ve ticaretin teşviki için el altında bulunup hayat düzeyinin yükseltilmesi için bir vasıta olmuştu. Bütün bunlar, tahıl tarımının damgasını taşıyan mitolojik kişiler, örneğin Yunanistan’da Demeter veya Roma’da Ceres ve Mısır’da İsis ve dinî düşüncelerin gelişmesini izah eder.
Toprağın sabanla sürülmesi ve tohum atma işlemleri birçok aslî ve tâli işlemin ithalini mucip olmuştur. Örneğin, çalılık arazi, bu çalılar yakılıp külleri gübre olarak kullanılmak suretiyle, birkaç yıl için verimli olan toprağa dönüştürülür olmuştu. Yine eskiler “mahsul rotasyonu”na da başvurmuşlar, bir yıl tahıl ekili arazi ertesi yıl anızı ile bırakılıp sonra sabanla bunlar devrilir ve üçüncü yıl da çayır ya da kuru ot için nadasa terk etmeyi uygulamışlardır. Bu hususta ilk belgeli delil Yunanistan’dan M.Ö.400’den sonraya ait olmakla birlikte rotasyon, muhtemelen ilk Demir Çağı sırasında keşfedilmiş olmalıdır.
Şek. 14. – (Leroi – Gourhan’dan)
Bazı bölgelerde, örneğin Lalium (Lazio)’da toprak, ekmeden önce sabanla üç kez çevriliyordu; ama en eski yöntem, tanrı Stercutius’ın gözetimi altında olduğuna inanılan gübreleme olmuştu. Bunun malzemesi ahırlardan saman, topraktan sebze sâkları, çürümüş dal veya yaprak ve yanmış anızdan ibaretti. Daha sonra sürgü geçirilmesi ve yabancı ot ayıklama işlemleri uygulanmaya başlanacaktır; sonuncu işlem ise tırpanla icra edilen hasattır.
Tahıllar yeraltı kuyularında muhafaza edilirdi[8]. Uzak-Doğu Asya’da önce Çin’de sonra da Hindistan’da, pirinç yetiştirilmesi, ekili araziyi sulamak için yöntemlerin icadını mucip olmuştur[9]. Döneceğiz bu konulara…
Kara saban zürraının almaşık ekim tekniğini hemen keşfetmedikleri muhakkaktır; keza havadan serperek tohum atma veya tapanlama (sürgü geçme)’ya da sonradan gelinmiştir. Hesiodos tohumların gömüldüğünü anlatıyor. Ancak bunun için bir genç adamın, bütün tohumların örtülebilmesi için sabanın kıramadığı kesekleri ezmesi gerekiyordu. İlk tarla açıcıları yanmış, toz ve külle örtülü zemin üzerinde birçok demeti gezdirerek çok sathî bir tapanlamayla yetinmiş olmalıdırlar[10].
Araştırmakta olduğumuz kültür kökenlerimizde baştan beri tatbik edegeldiğimiz usul, işbu kültürün oluşmasında dahlinin bulunmuş olması melhuz ulus ve bölgelerin o konudaki kültürel yapılarının tetkiki, bunların müessese ve tekniklerinin, eldeki belgeler elverdiğince, betimlenmesi, muhtemel etkilerin araştırılması ve bugünkü müessese ve tekniklerimizin bunlarla karşılaştırılması olmuştu. Bu kez yine aynı yolda yürüyeceğiz.
Asyalı öğelerimizin Çin kültürüyle, çok eski zamanlardan itibaren ülfet etmiş oldukları bilinen bir vakıadır. Bunun dışında, yine çok eskilere dayanan ticarî faaliyetler bu ülke ile Orta ve Yakın Doğu ülkeleri arasında faal bir kültürel alışverişe kapı açmıştır. Bu itibarla önce Çin tarım ve hayvancılık geleneğini tetkik edeceğiz.
[1] Kent V. Flannery. – Origins and ecological effects of early domestication in İran and the Near East, in ibd., s. 89.
[2] Bu konuların ayrıntılarına ” Münakale Teknikleri ” cildimizde göreceğiz.
[3] Bunun hakkında geniş bilgi “Dokuma ve giyim teknikleri” cildimizde verilecektir.
[4] Kent V.FIannery-op cit., s.91.
[5] History of mankind I, s. 519-23.
[6] Gordon Hillman.-On the origins of domestic rye-secale cereale: The finds from aceramic Can Hasan III in Turkey, in Anatolian Studies XXVIII, 1978, s.l57 ve dev.
[7] André Leroi – Gourhan.-Milieu et techniques, Paris 1945 s. 129.
[8] Bkz. B. Oğuz.- C. I, s. 391 ve dev. ve Fot. 20, 21.
[9] History of Mankind II. Part I, s. 119-20, 122.
[10] Coll.- Les origines de la civilisation technique, T.I, Paris 1962 s. 85.