“Hun çağındaki ziraat kültürü ile ilgili en önemli eserler, Selenga nehri ve Baykal Gölü kıyılarındaki İvolgi ve İlmova’ya Padi’de ele geçmişti. Kazılar sırasında bulunan bilhassa saban demirleri pek çeşitli idi. Muhtelif büyüklükteki oraklar, zahire saklamak için özel bir şekilde kazılmış çukurlar, hububat öğütmek veya ezmek için kullanılan taşlar bu kültürün en önemli eserleri arasında idi. Bulunan saban demirleri üzerinde Çin yazılarının da bulunması, Kuzey Moğolistan’daki ziraat kültürü üzerindeki Çin tesirlerini gösterebilir…”[1]
Doğu-Batı temasının en önemli ve ünlü yolu, başlangıcı tarihin derinliklerinde kaybolan İpek Yolu idi. Bunun üzerinde Ch’angan’ın büyük başkenti ve Çin’in sair yerlerinden mallar Kansu koridorundan, Tunhuang’a, Çin Türkistanı (Sinkiang)dan Buhara ve Semerkand gibi Orta Asya vaha-devletlerine, İran ve Akdeniz dünyalarına akardı. Bütün tarih boyunca İç Asya’nın göçebe halkları, yolun denetimi için yabancılara karşı önemli mücadeleler vermişlerdir. Arada bir ve kısa süreler için yol, Çin’in denetimine geçmiştir. Ama erken Ortaçağ’da daha hızlı, daha ucuz ve emin bir seçenek olarak Arap dünyasından Hint Yarımadasını dolaşarak Malaka boğazından geçip Güney Çin’e varan deniz yolu tesis edilmiş ve 1500’lerde Avrupalıların kontrolüne geçene kadar Arap egemenliğinde kalmıştı[2]. Bu yollardan yalnız ipek değil, fikir ve teknikler de akıp gitmişti.
Çin her şeyden önce bir ziraî devlet olmuştu. Ulusun başlıca meşgalesi, refah ve saadetin köken ve temeli, Konfuçius’tan itibaren bütün Çinli feylosof ve politik ekonomistlerin üzerinde ittifak ettikleri gibi, tarım olmuştu. “Toprak ve tahılın ruhları”, ulusal bekanın simgesiydiler: “Bir Hükümdar, toprak ve tahıl ruhlarının mihrabını tehlikeye atacak olursa, değiştirilir ve yerine başkası tayin edilir.” Chou’lar kralî sülâlesi, tarımsal tanrı Hou Chi, Darı Sultan’ın ahfadı olduğu iddiasındaydı. Çin imparatorları her ilkbahar ve güzde toprağın ruhuna mihrapta kurban keserlerdi ve ilkbaharda, başkent yakınında kraliyet tarlalarına gidip merasimle bir karık açmak (sürmek) bunların göreviydi; bundan sonra bütün vüzera, rütbe sırasına göre sabana el atarlardı. Bu iş Gök Mabedi’nin çevresinde olurdu[3].
Çin’in öyküsünü bir an için burada kesip günümüz Kars’ına geleceğiz: “Kars’ta çift çıkarma geleneği”[4]ni, yazarın ağzından aktaracağız.
“Nisan-mayıs ayları içinde Çift Çıkarma (kara sapanı ilk sefer toprağa vurmak) âdeti tekrar edilir… Delikanlılar da şenliği yapan aile reisini hazırlamakla meşgul olurlar.
Üzerine tersine çevrilmiş büyük bir kürk giydirilir[5]…Beline tohum peştamalı asılır… Eline uzun bir çubuk verilir. Sapan renk renk boyalarla nakışlar yapılarak süslenir. En besili öküzler hazırlanır. Boyunlarına muskalar, boncuklar, doğdoğanlar, (nazarlıklar) asılır. Boynuzlarına yağ sürülür… “
“… Köyün ileri gelenlerinden en yaşlı olanı iki adet çiğ yumurtayı öküzlerin alınlarına vurarak kırar ve öküzlere çift ekmeği yedirir…”
“Bir yandan davul ve zurna, daçu (balaban veya çift borulu kamıştan yapılmış bir nevi zurna) çalınır.”
“Çiftçi peştamalına tohum doldurur, köyün hocası bu tohumdan bir avuç alır, ona dualar okur ve tekrar peştamala döker… Sonra çift toprağı sürmeye başlar… Toplu halde tarlanın boyunca birkaç sefer gidilip dönülür. Hagos’lar (sapanın toprağı yararak bıraktığı çizgiler), bir evlek (on iki-on üç çizgi) olunca çift tekrar açılır…”
Öbür yandan “ekinin içine tavuk saklanırsa cılk yumurta gömerik, (nazar değmesin için) iğde dalı da dikerik” diye anlatıyor, Alaca Höyük köylüsü…
Ve “Ayrıca” diyor Hâmit Zübeyr Koşay, “Küçük Asya’ya gelip yerleşmiş olan Türkler eski medeniyetlerin vârisleri oldukları kadar kendileri de Orta Asya’dan oldukça inkişaf etmiş bir medeniyet hamulesi ile gelmişlerdir. Bu sebepten karşımıza çıkacak etnografya malzemesi bizi eski Anadolu veya Orta Asya geleneği ile karşı karşıya bulundurabilir… Yurt kuruculara eski kavimlerin iltihakı kültür mübadelesini kolaylaştırır”[6]. Devam edelim Çin kıtasında dolanmaya.
“Besin maddesi” veya “yemek” karşılığında Çin sözcüğü fan olup bu, haşlanmış pirinç veya darı lâpası gibi bir tahıl yiyeceğini ifade eder ve işbu fan, herhangi bir yemeğin esasî kısmını teşkil eder: sadece fan açlığı giderir. Yumuşak fan’ı canlandırmak için Çinli buna tshai ekler. Bu işaret (harf) başlarda “sebze”leri ifade ederdi ve bugün hâlâ başka işaretlerle birlikte bu anlamda kullanılmaktadır: pai tshai, “beyaz sebze”, Çin lahanası ve shu tshai de genel olarak sebzeler için kullanılan mutat tabirdir. Tek başına kullanılan tshai kısa sürede fan ile yenilen yan yemeği (katık) ifade eder olmuş. Yani kısaca Çinlinin fan’ı Türk’ün ekmek’i oluyor.
Süt mamullerine gelince bunlar o denli az istihlâk edilmektedirler ki çok az Çinli, sütten kesildikten sonra laktozu hazmetme kabiliyetini muhafaza eder. Bu bir genetik bozukluk olmayıp sütlü mamullerin mutat olarak tüketildiği bir ortamda büyümüş Çinliler sütü hazmetmek için gerekli laktası terkip etmeye devam ederler. Gerçekten, Çin’in kendisinde de sütlü mamuller Kuzey sülâleleri ve ilk Tang döneminde, üst – sınıf Çinlilerin yeni idarecilerle aşırı derecede karşılıklı evlilikler akdettiklerinde kısa süreli bir rağbet görmüş; yeni idarecilerin, gerçek Çinlilere nahoş gelen kımız, peynir vs.ye düşkün bozkırların müstevlileri olduklarını biliyoruz. Bu süt mamullerini sağlayan sığırtmaçlar muhtemelen Çinli olmayıp bunlar göçebe kökenli Türk – Moğol, Uygur… olmalıydı.
Çin imparatorluğunun geleneksel sınırı çayırın başladığı yerde dururdu, şöyle ki bozkırın en zengin otlakları bile iyi tarım arazisi olmamaktaydı. Bundan önceki ciltlerde de vurgulamış olduğumuz gibi Moğol geleneğine göre toprak kutsaldır, gerekli asgarîden fazlası ya da aynı toprak üst üste iki yıl sürülmeyecektir. Cengiz Han’ın Çin’de fethettiği birçok mezru araziyi “otlak olma asaletine yükseltmiş” olduğunu biliyoruz.
Çin bürokrasisi, yerinin saptanması, sayılıp vergilendirilmesi güç ve Çin’e siyasî sadakati çayır rüzgârıyla değişen göçebe hayvancılarla değil, yerleşik çiftçilerle başa çıkacak şekilde tertiplenmişti. Çinli yerleşik çiftçilerin tarımı açıkça saptanmış Çin sınırlarının ötesine taşırma teşebbüsleri felâketle sonuçlanabilirdi zira sınır ziraatının kârı az ve güvenilmezdi ve yerleşmiş Çinliler göçebelerin daha üstün yaşamına geçme eğiliminde olabilirlerdi ki bu takdirde bunlar Çin için kaybolmuş olacaklardı. Çinli idareciler bu keyfiyetin idraki içindeydiler ve Çinli çiftçilerle yabancı çobanlar arasında kesin siyasî ve fizikî bir ayırım gereğini duyuyorlardı.
M.Ö. III. yy.da imparator Che Honang – Ti ilk birleşik Çin İmparatorluğu’nu kurmuş, bundan önceki krallıkların bölgesel duvarlarını birleştirerek Büyük Sed sınırını tesis etmişti. Bunun Çin İmparatorluğu’nun münasip genişlemesinin bilerek ayrılmış sınırı olduğunu belirtmek önemlidir; başka deyimle Sed, göçebe taarruzlarının gerektirdiği bir yapı değildi. Bu saldırılar, Çinliler tarafından hududun tefriki neticesinde daha sonra vaki olacaktı ve büyük ölçüde ticaret koşullarının sonucuydu: Çin’in göçebelerden istediği canlı hayvan, deri, yün, kürk’ün değeri “barbar”ların Çin’den istekileri tahıl, dokuma ve demir eşyanınkilerle eşit değildi. Bu tefsir tarzı, Kuzey Çin’in bireysel krallıklarının bozkırın münferit kabileleriyle alışverişte bulunmalarına karşılık Çin’de bir birleşik imparatorluğun kurulmasının derhal Hsiung – Nu’ların birleşik kabile ya da göçebe imparatorluğunun kurulmasını intaç etmiş olmasıyla teyit edilir.
Gerçekten Çin’de hayvancılık hiç önem kazanmamış olup tahıllar Çinli beslenmesinin esasını oluşturmuş ve ekilebilir alanların çoğunluğunu işgal etmiştir. Mahsul rotasyonları geleneksel olarak sebzeler veya yeşil gübreleri, susam ve kendir gibi yağlı ve elyaflı bitkileri içerirdiyse de tarlaların çoğuna en az yılda bir kez tahıl ekilirdi. Han Sülâlesi’nden itibaren tarım üzerine yazılmış bütün eserler en uzun bölümlerini hububat ziraatına tahsis etmişlerdi[7].
İkinci efsanevî İmparator Chen Nong, avcı ve besin maddelerinin pişirilmesinin müridi olan Fou Hi’yi istihlâf ediyor ve tıp klasiği Nei – king’in kaleme alınması ve ritusların meydana getirilmesinin atfedildiği Honang – ti’nin selefi oluyor. “Tanrısal çiftçi” Chen Nong, Çin uygarlığının artık tarımsal bir aşamasına ( M.Ö. III. binler) tekabül eder. Halkına tarlada otları yakarak (göynük) canglı işlenmeye elverişli hale getirmeyi, bir ahşap sabanla oluklar (izler) açmayı ve toprağın ürünlerini pazarlarda satmayı öğretmişti. Ayrıca, Yo – cheng (eczacılığın akili) tesmiye edilmiş bulunduğundan o daima bir nebatî çubuğu çiğner halde temsil edilmiştir. Gerçekten hastalıkları sağaltan bitkileri keşfedip özellikle zehirli bitkileri tetkik etmişti. O, Anadolulu mukabili Büyük Mihridat II’den çok önce, bitkisel zehirlere o derece ünsiyet peyda etmişti ki onlardan artık hiçbir korkusu kalmamıştı. Şek. 15’de tarımın mucidi ve farmakolojinin babası Chen Nong’un silueti görülür. (Wou-liang mabedinin bir kabartmasından)[8]. Biz burada Çin’in ziraî tarihi üzerinde yayılmayacağız.
Şek. 15
[1] Tarafımızdan belirtildi. Bahaettin Ögel.- İslamiyetten önce Türk Kültür Tarihi. Ank. 1962, s.89.
[2] Sechin Jagchid and Paul Hyer – Mongolia’s culture and society, Folkestone (Kent) 1979, s.12.
[3] Francesca Bray.- Agriculture. Science and civilisation in China, vol. 6. Biology and biological tech. nology, ed. by Joseph Needham, Part II, Cambridge 1986, s. 1 ve Coll.- History of Mankind, vol II /2, s. 384.
[4] Adlî Eğiter.- Kars’ta çift çıkarma geleneği, in (HAYAT) tarih mecmuası 9, Ekim 1969.
[5] Bu konuda bkz. C. II / 1, yağmur duası bahsi.
[6] Tarafımızdan belirtildi. Hâmit Z. Koşay. – Türkiye halkının maddî kültürüne dair araştırmalar. I. Çiftçilik, in TED I, 1956.
[7] Francesca Bray. – op. cit., s. 4-7.
[8] P. Huard et M.Wong.-Pharmacie (Extreme-Orient), in Dictionnaire archéologique des techniques, II.