“Erkek kocadıkça koç, kadın kocadıkça kız olur” (Edirne atasözü)
“Toprağın insanoğlu üzerindeki gücü, insanoğlunun toprak üzerindeki gücü, iktisat tarihçisinin daima değerlendirmekte özen göstermesi gereken iki etkendir, zira bunlar terakkinin ölçüşüdürler.
…Ekonomik tarih… aynı zamanda sosyoloji ve coğrafyanın geriye doğru bir genişlemesidir… İnsanoğlunu canlı olarak anlamaktan daha iyi insan bilgisi yoktur.”[1]
“Her terakki, daha önce müspet olarak oturmuş her şeyin, her zaman çok güç bir öğrenimini varsayar”[2]
“Değer birimi, para birimi değil, bir adamı yaşatmaya yetecek toprak yüzey birimi olmalıdır… İnsanoğlu, ancak toprakla ilişkisi ölçüsünde ‘ekonomik’ olur…”[3]
Ünlü iktisat tarihçisinin bu sözleri aslında bize yeni bir şey öğretmiyor. Öğretmiyor ama yine de büyük bir gerçeği vurguluyor: toprak bitki veriyor, bunu yiyen hayvan da insanoğluna süt, et, yün, deri, yağ sağlıyor, zenginliğine zenginlik katıyor.
“Türkiye’de ve Türklerde hayvancılığı başta nomad kültür ve atlı halklar kültürü seviyesinden mütalaa gerekir” diyerek Hamit Zübeyir Koşay[4] işin aslında tek bir yanına değinmiş oluyor. Gerçekten Anadolu’da yurt tutan Orta Asyalı bu “nomad” Türkmen unsuru kendinden yaklaşık on kat kalabalık bir ülkeye dalmış, onu Türkleştirip İslâmlaştırmış, ona damgasını vurmuştu[5]. Hal böyle olunca Türk istilâsına takaddüm eden yüzyıllarda Anadolu hayvancılığının da mütalaasının önemi aşikâr oluyor. (Anadolu’nun faunasını tetkik ederken süt, et, yün, deri, yağ sağlayan hayvanları irdeleyip at, eşek gibi cer ve taşıma hayvanlarını şimdilik bir kenara bırakacağız.)
Gerçekten, bunca uygarlığın beşiği ve/veya köprüsü olmuş bir Anadolu yarımadasını küçük ve büyük baş hayvan sürülerisiz düşünmek güç oluyor. Bu insanlar süt içmezler, et yemezler, giyinmezler miydi?
Homeros’un ölümsüz destanlarındaki Achaioi (Akha)’ları daha öncelerden Ahhiyawa olarak biliyoruz[6]. Bunlar II. binin başlarında, Hititlerin Doğu’dan gelişleriyle aynı zamanda Batı’dan Anadolu’ya gelmiş ve kendi öz kolonistleri Ege’de Mycena cemaatini kurdukları yüzyıllar boyunca burada kalmış olmalıydılar. Bu keyfiyet Mycenalı tüccarlarla Truva’nın altıncı iskânı arasındaki sıkı bağları izah eder.[7]
Mycena’da “Yağ tüccarının evi”nin en düşündürücü veçhesi, burada bulunmuş metinlerin geniş ölçüde yün ve çırpıcı – kasara gibi bunun işlenmesinde yer alan müstahdemlere yer vermiş olmalarıdır. Bunların hemen yanındaki güzel koku (parföm) metinleri de bunlara bağlanabilir şöyle ki ıtriyatın giysilere hoş bir koku bahşetmede kullanılmış olduğu biliniyor. Koyunlara dair Knossos tabletleri, Mycena Girit’inde yün yetiştirilmesinin önemine ışık tutuyorlar.
Metinlerde doğal olarak Akdeniz dünyasının başlıca tarımsal ürünleri, ezcümle buğday, zeytinyağı ve şarap, çoğunlukta görünüyor. Hayvancılığa gelince, bütün bir tarih sayfasını kapsayan dönem içinde bir hayvan sayımı, önemli yer tutuyor. Elde kalmış olan tabletlerin her biri, on altı bağlı yerin adını belirten başlıkla başlıyor; bu başlık basitçe “x”in sürüsü anlamına geliyor. Her tablet takımının baş tableti, “mülkiyet”e işaret etmeden koyun ve keçileri sıralıyor. Açık seçik zikre gerek göstermeyen sahip, hiç şüphesiz kral’dır. Müteakip tabletler, sınırlı sayıda önemli kişinin az sayıda hayvanını zikrediyor. Bu envanterlerde on binlerce koyun ve keçi, nispeten az domuz görülüyor, büyük baş hayvan yer almıyor. Gerçekten boğalar, öküz ve inekler, sadece sunularla ilgili metinlerde görülüyor.
Bir Knossos tablet kümesi arasında Wa-to mahalli sicilinde şunlar okunuyor: koç, 60; koyun, 270; erkek keçi, 49; dişi keçi, 130; erkek domuz, 17; dişi domuz, 41; boğa 2; inek, 4. Bir başka mahalde 952 koyun, 365 keçi, 81 domuz, ama sadece 2 boğa ile 10 inek bulunuyor.
Başka büyük baş müfredat defterleri Knossos Kralı’nın, adaya dağılmış büyük sürülere sahip olduğunu gösteriyor. Bunlarda da sahip zikredilmemiş olduğundan bunların da kraliyetin malı olduğu anlaşılıyor.
Knossos’un bazı sürüleri, baş taunlardan biri olan “Potnia’ya ait” oluyor. Aynı şeye yukarıdaki yerlerde de rastlanıyor. Bundan Mycena’da iktisadî hayat örgütlenmesinin dinî veçhesi bahis konusu oluyor. Tanrıca Potnia (“Hanım Efendi”)nin makarrında, sahiplerin çoğu kült personeli oluyor[8]
Evans, bu büyük tablet kümesinin çoğunlukla yüz adet hayvandan oluşmuş sürüleri kaydettiğini saptıyor ve bunları “Yüzdelik tabletler” tesmiye ediyor. Ancak, sıralanmış hayvanların çoğu erkek. Hiç şüphesiz tabletler doğal gelişme içinde sürülerin bir sayımını yansıtamazlardı şöyle ki bunda koyunların çoğunlukta olması beklenir. Bu ülkede Ortaçağ uygulamalarıyla kıyaslama, soruna aydınlatıcı yanıt getiriyor. (Yün sürüleri başlıca iğdiş edilmiş – enenmiş koçtan oluşacaktı ve çobanların denetimi de onlara sabit bir yuvarlak sayıda hayvan emanet etmek suretiyle kolaylaşıyordu. Tabletler bize Knossos’ta idari makamların, Girit’in büyük bir bölümü üzerinde sürülerin idari denetimini sağladıklarını anlatıyorlar.
Cumhuriyet Roma’sı dönemlerinde büyük ölçüde koyun yetiştiriciliği bir büyük zenginlik kaynağı oluyordu. Çobanlarla sürülerinin hayatını tanzim eden şey, iklimdi: yaz aylarında koyun yayla meralarında otlar, kış için ise daha iyi korunmuş alçak yerlere göç ederdi. İşbu mevsimlik göçleri kolaylaştırmak için devlet, kış ve yaz otlama alanlarını birbirlerine bağlayan patikalar (Calks) idame ettirirdi. Bu iş devlet memurlarının gözetimi altında olurdu.
Bütün bu sistem, savaşla zenginleşmiş varlıklı Roma kentlisinin, küçük mülkleri ele geçirerek büyük mülkler meydana getirmesiyle başlamış. Bu kişiler yaz otlatmasına uygun geniş “engebeli arazi” parçalarını da ellerine alma eğiliminde olmuşlar. Bu yolla da, çok sermaye ve geliştirilmiş bir örgütlenmeyi gerektiren geniş çaplı bir koyun yetiştirme endüstrisi yaratılmıştı.
Varro, eşi Fundania’ya hitaben üç kitap yazacağını, bunun ilkinin doğruca tarımı, ikincisinin hayvan yetiştiriciliğini, üçüncüsünün de çiftçiliği irdeleyeceğini söylüyor (I, 1. 10-11. 2). Biz bunun ilkinden bazı hususları aktarmıştık. Bu kez, 2. kitabı bizi biraz eğleyecek. Bunda Varro çeşitli bilgileri, bir “symposium” tartışması şeklinde veriyor. İnsanoğlunun nasıl adım adım tarıma ve vahşi hayvanları ehlileştirmeye geldiğini anlatıyor: “Bunlardan koyunu, hem faydalı hem de uslu, muti olması nedeniyle ilk olarak düşünmek için çok neden vardır; şöyle ki bu hayvan doğal olarak daha sakin ve insan yaşamına daha yatkındır…” (II. 1. 2-5).
“Bugün bile çeşitli yerlerde bir çok yabani hayvan türü bulunuyor: Çok sayıda sürülerin görüldüğü Phrygia’da koyun…”
“… Eskiler arasında en şöhretli olanların hepsi, Grek ve Latin yazınında ve eski şairlerde görüldüğü gibi, çobandı. Bu sonuncular bazı kişileri ‘sürüden yana zengin’ başkalarını ‘koyundan yana zengin’ yine başkalarını da ‘hayvan sahipliğinden yana zengin’ tesmiye ederlerdi ve bunların pahalı olmaları dolayısıyla bazı koyunların o zaman altın yapağına sahip olduklarını anlatmışlardı… Herkulus Yunanistan’a Afrika’dan altın mala getirmişti ki bu, keçi ve koyunları adlandırmanın eski şekli idi. Şöyle ki Grekler işbu mela’yı, onların melemelerinin sesinden adlandırmışlardır…” (II. 1.5-7)
Varro’nun yazdıklarına burada bir nokta koyup önemli görünen bir hususa yer verelim: günümüz Türkçesinde “mal”, büyük baş hayvanı ifade eder. Tarihin seyri içinde “küçük”, “büyük” (baş)’a dönüşmüş olamaz mı?… Devam edelim Varro’yu dinlemeye: “hayvan sürüsü üstün tutulmamış olsaydı, gökyüzünün yerleştirilmesini yapan astronomlar bunların adlarını (Koç, Boğa), zodiakın işaretleri esasına, Apollo ve Herkulus’un başına sokarlar mıydı… Toros (dağı) da boğa’dan… adlandırılmıştı… (II. 1.7-10)”
Varro, kitabında, hayvan yetiştiriciliği bahsini, “symposium” mensuplarından Scrofa’ya bırakıyor ve onun ağzıyla devam ediyor: “…Evet, büyük başları, bunlardan en büyük kazancı sağlayacak şekilde bunları toplayıp beslemenin bir bilimi vardır; paranın gerçek adı[9] bunlardan müştaktır, şöyle ki büyük başlar, her refahın temelidir. Bilim, her biri üç bölümlü üç konu altında dokuz bahsi kapsıyor: koyunlar, keçiler, domuzlar üç bölüm ile küçük hayvanlar konusu; ikinci konu, daha büyük hayvanlarınki, aynı şeklide doğal olarak ayrılmış öküzler, eşekler, atlarınkidir…” (II. 1.10-12)
Alt bölümlerini saymadık. Devam edelim.
“…Keza, aynı semtler bütün cinslerin yaz ve kış otlatılmalarına eşit şekilde uygun olmazlar. Dolayısıyla koyun sürüleri, yaylamak için yol boyunca Apulia’dan Samnium’a sevk edilir ve kaydedilmemiş sürülerin otlatılmasını yasaklayan nizama karşı gelmemek üzeri vergi tahsildarına bildirilir (scriptum, tescil vergisinin ödenmesiyle kaydedilmiş sürüler kamu toprakları üzerinde otlatılabilirler)…” (II. 1. 16-18)
Sözü alan Atticus (Çiçero’nun yakın dostu), nam-ı diğer Titus Pomponius şunları söylüyor, satın alma sırasında dikkat edilecek hususlar için; “…yaşa gelince, ne çok yaşlı, ne de sadece kuzu olmalı; sonuncusu henüz yararlı olmayıp ilki artık fayda sağlamaz; gerçi ümidin takip ettiği yaş ölümün takip ettiğinden iyidir.
“Şekle gelince koyunlar tam teşekküllü, bol, yumuşak, bütün bedeninde özellikle omuzlar ve boyun civarında uzun ve kalın yapaklı keza olup kıllı bir karına sahip olacaklardır. Gerçekten bunlara sahip olmayan koyuna dedelerimiz “dızlak – apicas” deyip bunları almazlardı (sözcük muhtemelen Grek “ποκοσ”, “yapağısız”dan istiare olmalıdır). Bacaklar kısa olacak ve gör ki kuyruk İtalya’da uzun ama Suriye’de kısa olacaktır. En önemli nokta iyi bir soydan sürü edinmeye bakmaktır. Bu da mutat olarak iki hususla, şekil ve dölle karar verilir; şekil itibariyle koç, alın tamamen yapağı ile kaplı, burnuna doğru kıvrık yassı boynuzlu, kurşunî gözlü ve yünle iyice büyümüş kulaklı; tam teşekküllü, geniş göğüs ve omuzlu ve arka nahiyeli ve geniş ve uzun kuyruklu olacaktır…” (II,11. 2-5)
Tartışma, sürülerdeki azami sayının ne olmasının gerektiği üzerinde devam ediyor:
“…Böylece Ager Gallicus (Umbria sahili boyunca bir toprak şeridi) da yetiştiriciler, kalabalık sürü yerine çok sayıda sürü tutuyorlar çünkü kalabalık sürüde bir salgın hastalık hızla yayılır ve sürü sahibini batırır. Yaklaşık ellilik bir sürü yeterli büyüklükte sayılır… Mamafih Sallentini arasında ve Casinum civarında 100’e kadar çıkan sürüler vardır. Erkek dişi oranına gelince, yine görüş ayrılıkları bulunuyor, bazıları (ki bu benim kişisel uygulamamdır) her ona bir erkek keçi; başkaları, örneğin Menas, on beşe bir ve yine başkaları, örneğin Murrius, yirmiye bir öneriyor.” (II, iii.7-10, 10-IV.2)
Knossos tabletlerinde de sürü başına yüz hayvan alelade olup birçok istisnalara da rastlanıyor; içlerinde 400’e kadar çıkanı da bulunuyor. Tabletlerde kaydedilen yazımın ilkbaharda, sürülerin yaylaka çıkmadan önce yapıldığı anlaşılıyor. Hayvanlar cinsiyet ve yaşlarına göre kaydedilmişler.
Knossos’ta tekstil idaresi, sarayın bir bölümünde bulunuyor ve yün istihsali ciddi nizamlara bağlanmış[10]. Bu ayrıntılara girmiyoruz.
M.Ö. II. binlerin Anadolu’sunda boğa, buzağı, dana resim, kabartma, heykelleri… her yerde ve özellikle tanrı ve tanrıçaların yanı başlarında yer alıyor. Birçoğunda buzağılar tanrıların sivri külahını başlarında taşıyorlar![11]
“… Öğleden sonda düşman ansızın ovada belirip yağma için (gerçekten çok sayıda sürü Dicle’nin öbür yanına aktarılmak istendiği sırada ele geçirildi) dağılmış olan Yunanlılardan birkaçını öldürdü…
Şek. 1. – Knossos’tan sığır envanteri (L. R. Palmer’den)
Ne yapacaklarını bilmezlerken bir Rodos’lu ‘Baylar! Gerekli gereci sağlar… bir seferde dört bin ağır piyadeyi karşıya geçiririm’ dedi. ‘Bir çok koyun, keçi, öküz ve eşek görüyorum. Derilerini yüzüp şişirirsek kolayca geçebiliriz’…”[12] “Her yerde sofralar aynı anda koyun, keçi, domuz, dana, kümes hayvanlarıyla ve bir sürü buğday ve arpa ekmeğiyle doluydu…”[13]
Ahmenîler İran’ının egemenliğinde bulunan Doğu Anadolu (Armeniyye)’den M.Ö. 401-400’de Onbinler’iyle geçen Ksenophon, hayvan sürüsü bolluğuna tanıklık etmiş oluyor[14].
Gerçekten, Urartu bölgesindeki kazılarda çıkan tahıl çeşitleri ve ehlî hayvan kalıntıları, burada M.Ö. 5000’den beri geniş çapta tarım kültürünün varlığını ortaya koyuyor ki buradan Erken Hurri kültürünün kökeninin Doğu Anadolu bölgesi olduğu ve buradan etrafa yayıldığı sonucu çıkıyor[15].
Daha önce kanal inşası, tarlalar, meyvelik ve bağlıklar tesisiyle ün yapmış Rusa’dan söz etmiştik. Kazılar bu yerleri doğruluyor. Hisarda çok büyük miktarda tahıl tanesi, ezcümle çeşitli buğday türleri, arpa, darı, susam bulunmuş. Ağaççılık, elma, erik, ince kiraz, şeftali, nar, ceviz, karpuz izlerinin keşfedilmesiyle belgeleniyor. Çeşitli üzüm türleri de geniş ölçüde temsil ediliyor.
Çok sayıda inek, öküz, at, kuzu, maral, eşek ve domuz, kemik buluntuları da hayvancılığı simgeliyor.[16]
Anadolu’nun neresi kazılsa ya böyle kemik kalıntıları, ya da irdelediğimiz hayvanları temsil eden, her türlü, toprak, bronz… malzemeden heykelciklere, rastlıyoruz[17].
Roma’nın prokonsüler (konsül yetkisini haiz vali) Asya’sı (Küçük Asya eyaleti), Çiçero’nun mektubundan da daha önce ifade etmiş olduğumuz gibi, zengin, üretimci, iyi nüfuslanmış (150.000 km2 üzerinde beş ya da altı milyon nüfusa sahipti) bir eyaletti. Tahılları, sürüleri, İmparatorluğun büyük bir bölümünü açlık tehlikesine karşı teminat altına alıyordu[18]. Bu keyfiyet, daha birçok önemli ürünleriyle birlikte, daha Antikçağlardan itibaren, bir “Şark Meselesi”nin ortaya çıkmasına neden olmuştu[19].
Evet, her şey, Anadolu’nun, oldum olası, bir tarım ve bunun yanı başında da bundan ayrılmaz olarak, bir hayvancılık kültürüne sahip bulunmuş olduğunu belgeliyor. Ama biz yine de, bahsi kapatmadan önce Hititler döneminin Anadolu’sunun faunasını özetleyeceğiz.
Bizi burada ilgilendiren hayvanlardan sığırı temsil eden GUD ideogramı, her iki cinsini de ifade ettikten başka GUD hurri’de olduğu gibi “boğa” anlamına da gelebilir. Metinlerde çoğunlukla UDU “koyun” ideogramıyla birlikte geçmektedir.
GUD – AB ideogramı, “inek” anlamında kullanılmaktadır. Kaldı ki Mezopotamya kaynaklarında AB ideogramı sadece “inek” manasında geçiyor. Bunun dışında bir de GUD -AB gimras, “kırın ineği” geçiyor ki bu, ehlî bir inek olmalıdır. Daha önce GUD – APİN. LAL, “sabana koşulan sığır”ı görmüştük.
GUD – GAZ da “mezbaha öküzü” oluyor. GUD – GAN- GAN ise (şüpheli olarak) “harman döven öküz”ün ideogramıdır.
“Anadolu’da sığır cinsine ait ilk izler, hafirlerin ifadesine göre, Alacahöyük mezar buluntularında, Truva’nın I.-VI. tabakalarında, Mersin’de Yümüktepe hafriyatının XXV. tabakasında (neolithik çağ), Thermi’de Bakır Çağı tabakasında, Alişar’da Kalkolithik Çağ tabakasında ve Boğazköy’de aşağı şehirde yapılan kazılarda VI. tabakada – ki bu 20. asrın ilk yarısına tarihlenmektedir – sığır kemikleri şeklinde görünmektedir…”
“Hitit ve Hititlerden önceki Anadolu sanatında sığır cinsinden tasvir edilen hayvan ‘boğa’dır. Boğanın, eski Ön asya dünyasında fırtına tanrısının kutsal hayvanı oluşu ve sığır cinsi içindeki hayvanlara nispetle daha heybetli görünüşü tasvirî sanatta yer almasına amil olmuştur…”[20]
Şek. 2. – Boğazköy’den boğa kaplar (van Loon’dan) Şek. 3. Van Toprakkale kazılarında bulunmuş
Urartu sanatına ait örneklerden bir bronz
kazan kenarında boğa başı (Seton Lloyd’dan)
“Hititler devrinde Anadolu iktisadiyatının ziraat, meyvecilik, el işçiliği ve madencilik yanında bilhassa bu hayvanlar (ANŞE ‘eşek’, ANŞE. GIR. NUN. HA ‘katır’, ANŞE. KUR. RA ‘at’, GUD ‘sığır’, MAŞ ‘keçi’, ŞAH ‘domuz’, UDU ‘koyun’) üzerine kurulduğu… ortaya çıkmaktadır. Bunlar içinde GUD ve UDU temel teşkil ederler…”[21]
“MAŞ ideogramı, Sümerce ‘oğlak’ anlamında kullanıldığı halde ilk olarak III. Ur çivi yazılı metinlerde ‘faiz anlamında görülmeye başlamış ve bilâhare Kültepe metinlerinde de aynı anlamda kullanılmıştır. Hititler çivi yazısını aldıklarında MAŞ’ı ne faiz ve ne de oğlak olarak kullanmışlardır. Onlar MAŞ ideogramına hem ‘(umumî manada) keçi’ ve hem de ‘dişi keçi’ anlamını vermiş olmalıdırlar. Metinlerde bütün ehlî hayvanların dişileri için ayrı ayrı ideogramlar kullandıkları halde her nedense ‘dişi keçi’ için ayrı bir ideogram kullanma lüzumunu hissetmemişlerdir…”[22]
Keçi kalıntıları da, sığırınkiler gibi, her yerden çıkmış.
UDU (koyun) ideogramı genel anlamda kullanılmış. Metinlerde daima GUD ideogramıyla birlikte geçiyor ve bu sonuncusundan sonra 2. yeri işgal ediyor. Bazen de UDU. AM “yabani koyun”la yan yana bulunuyor. UDU. NITA, “erkek koyun” manasına geliyor ve UDU.ŞIR gibi ehlî hayvanların damızlık erkek cinslerini gösteren ideogramlarla birlikte geçiyor.
Bütün bu hayvanlara verilen ekonomik önem, kanunla da belirtilmiş. Kanunun 61a paragrafında GUD. APİN. LAI, MAŞ. GAL ve UDU. NITA’nın, işlevlerini ancak 3. yılda yapabildikleri kaydediliyor, yani UDU.NİTA üç yaşına kadar damızlık vazifesini yapamamaktadır. Bu henüz koç olmamış, aşağı yukarı 1-2 yaşında “erkek kuzu” yani “toklu” olmaktadır.
İdeogramlar, burada ayrıntılarına girmeyeceğimiz kadar farkları belirtiyorlar: “bir senelik dişi keçi”, “temiz genç dişi koyun”, “genç koyun”, “ana koyun” “dişi yünlü koyun”, “husyeli koyun = koç”…yaş sırası dikkat nazara alınıyor.
Krallar, savaşta düşmandan ele geçirip kendi ülkelerine getirdikleri koyun, keçi, sığır sürülerinin çokluğu ile övünüyorlar ki bu da, bunların ekonomik değerinin önemini gösterir[23].
“Kanunuame’nin aşağıdaki bazı maddeleri, Hitit uygarlığının tarımsal arka planını gösterir.
Birisi bir öküz boyunduruğunu koşacak olursa, kirası yarım peck[25] arpadır.
Aşağıda, bir arazi belgesinin tipik bir paragrafı görülüyor:
Tiwataparas’ın emlâki: 1 adam, Tiwataparas; bir oğlan çocuk, Haruwandulis; 1 kadın, Azzias; iki kız, Annitis ve Hantawiyas; (toplam) 5 kişi; 2 öküz, 22 koyun, 6 araba sığırı…; 18 dişi koyun ve dişi koyunlarla 2 dişi kuzu ve koçlarla 2 erkek kuzu; 18 keçi, ve keçilerle 4 yavru ve erkek keçilerle (tekelerle) 1 yavru; (toplam) 36 küçük baş: 1 ev. Öküzler için mera olarak Parkalla kentinde 1 acre (0.4 ha) çayır. Hantapis mülküne ait, Hanzusra kentinde 3 1/2 acre bağ ve bunun içinde 40 elma ağacı, 42 nar ağacı.
Kanunname fiyat listesini de içeriyor ki aşağıda bunlardan bazılarını veriyoruz. Bunlardan çeşitli hayvanların izafi değerleri de belli oluyor.
Koyun …………. 1 shekel
Keçi ………….. 2/3 shekel
İnek……………… 7 shekel
At……………….. 14 shekel
Koşum atı…….. 20 (veya 30) shekel
Saban Öküzü… 15 shekel
Boğa …………… 10 shekel
Katır…………….. 1 mina [27]
* * *
Buraya kadar özetle verdiğimiz ayrıntılar, hayvancılığın gezginci toplumların tekelinde olmadığını, yerleşik düzen kültürlerinde de bunun, tarımın yanı sıra, ciddi olarak örgütlenmiş bir “teknik” oluşturduğunu gösterir. Bu itibarla günümüzde Türkiye halkının hayvancılık tekniklerinin ve buna değgin terminolojinin kökenlerini sadece bu halkın Asyalı mürekkiplerinde aramayacağız. Bir çarpıcı örnek: Maçka ilçesinin Yeşilyurt (Hacavera) köyü civarında bir otlak var; adı Alafora kilar’ı. Kilar, burada “otlak, yaylım” anlamında kullanılıyor[28]. Bu, bizim bildiğimiz “kiler” olup bu sözcük dahi Latince cellarium ve bundan naklen Rumca κελλαρι’den müştaktır (BTL) (Cella, küçük göz, küçük oda; erzak odası, şaraphane, kiler; tel dolap, meyve bahçesi, ambar; hücre-hapishane-bölme. Kovanın petek gözü manalarına gelmektedir).
Bir “otlak” nasıl “kilar” olmuş?… Sorunun yanıtını dilcilere bırakıyoruz. Ama ortada bir gerçek var ki o da, “otlak” karşılığı “kilar”ın Türkmen’e ait bir sözcük olmayışıdır. Bu itibarla bundan böyle karşılaşacağımız terminolojiyi bu gözle mütalâa edeceğiz.
“Otlak” nasıl “kilar” olmuşsa κετετσι, “tavuk kümesi” de kötez, “kuzu, oğlak ya da buzağı konan yer, ağıl” (Bo); “kümes” (Sk) olmuş. Es’de de bu sözcük “içinden çıkılmayan yer”i ifade ediyor ki argoda kodes, kötez’den galat olarak, “hapishane”dir.
Παχνι, “yemlik” de behni – bahana – bahna – petni – panti – pehni şekillerinde “ahırda tahta veya taştan yapılmış oluk şeklinde hayvan yemliği” (Ks, Çr, Sm, Ama, To, Or, Gr, Kn, Isp, Zn, İç); “hayvanların su içtikleri taş ya da ağaç tekne, yalak” (Sm, Ama) olarak yaşıyor halk dilinde.
Πουλαδα “piliç” aynı şekilde puli, “piliç”; bulada, “tavuk” (Kn)dır. Tavukları çağırmak için “bili bili” ünlemi de bunlardan kalma olmalı. Keza kümes hayvanları arasında παπια “ördek”, παπιτζα “ördek palası” da papa, “evcil kaz ve ördek” (Ba, Çkl) şeklinde devam ediyor.
Daha nicelerini göreceğiz.
Miladî yılların başlarına yazan Strabo, Kappadokya’nın Perslere her yıl, gümüş vergisine ek olarak, bin beş yüz at, iki bin katır ve elli bin koyun; Media olarak ifade ettiği Doğu Anadolu’nun da bunun iki katını ödediğini bildiriyor (11-13-7-9). Yine Halys’ın mahrecinden sonra mümbit bir düz ve her şeyi üreten bir ülkeyi anlatıyor. Burada bir koyun endüstrisinin varlığını ve derisi ve yumuşak yünü için sürülerin yetiştirildiğini söylüyor (12. 3. 12-13). Lycaonia’nın (Orta Anadolu bölgesi) kurak yaylalarında suyun bulunmamasına rağmen dikkate değer şekilde koyun yetiştirildiğini, ancak yünün kaba olduğunu fakat sadece bundan bazı kişilerin büyük servet edindiklerini yazıyor (12. 6. 1-2) ve devam ediyor: “Laodiceia (Denizli civarı) yöresi, sadece Miletus yünününkini bile geçen yumuşaklığı değil, aynı zamanda kuzgunî – siyah rengi bakımından da fevkalâde koyunlar yetiştirmektedir ve Laodecialılar bundan büyük gelir elde etmektedirler, tıpkı aynı adı taşıyan renginden komşu Colosseni’nin elde ettiği gibi… “ (12. 8. 15-16).
Bütün bunlardan, Anadolu’nun Türkleşmesinden önce burada bir hayvancılık kültürünün varlığı aşikâr olmaktadır. Bu itibarla aşağıda vereceğimiz halk dili terminolojisinin tahlilinde bu keyfiyetin dikkat nazara alınması önemini korur.
Bu bağlamda ilginç bir tarihî insan adı ile karşılaşıyoruz. Phrygia’da rastlanan βουβαλοσ adı ile Karia kenti βουβαττοσ arasında benzerlik görülmüş. Pisidia’da da rastlanan ilki, manda adından çıkmış bir Grek adı oluyor. Buna M. Ö. IV. ve III. yy.lara ait mezar taşlarında, Yunanistan’da, Atina ve Thessalia Larisa’sında rastlanıyor.
Bubalos adı, daha çok “antilop”u ifade edip βουμπαλιον- βουμπαλιοσ da bir nevi yabani hıyar oluyor. Bubalus Latinceye iki, “ceylan” ve “manda”, manalı olarak geçiyor ve Batı’nın Latince yazıtlarında erkek adı Bubalus’a rastlanıyor.
“Afyonkarahisar ovasında, Prymnessos’ta ve Pisidia Antakya’sı ovasında, mevcut görünüme göre bu iki adam adlarını, uzak Afrika çöllerinin ve edebiyatının hızlı ve zarif antilobundan değil, kırlarının hayvanından, o Phrygia’da, Misia ve Bithynia’da rastlanan, mevzun sesler çıkararak ilerleyen ağır kağnıyı çeker halde yahut, tek başına bir çukur ya da bir derenin suyuna batmış olarak (fot. 104) veya onlarca sayıda, nehirde hareketsiz halde parlak sırtlarıyla suyu noktalayan işbu güçlü kara hayvandan aldıkları düşünülebilir…
βουμπαλοζ adının antilop ile manda arasında dağılımı hususunda çok sayıda sözlük yanlış yola sapıyor. Nihaî olarak manda sadece, Milâdî VI. yy.da, Agathias[29]’da görünür gibidir. Ancak 703’de St. Willibald buna Ürdün Vadisi’nde işaret ediyor ve IV. Haçlı Seferi’nin Fransız vakanüvisi Villehardouin (1150 -1212) kendi çağında mandanın Bulgaristan krallığında bol olduğunu yazıyor. Topların da bu hayvan tarafından çekilmekte oldukları mukayyet.
Bütün bu ifadelerden Phrygia’da Milâdî II. yy.da ehli mandanın bulunmadığı anlaşılıyor. Ama her halükârda bizim iki Phrygialının adlarının bir Grek sözcükten ve hayvanlar evreninden geldiği sabit oluyor[30].
“Hayvancılığın çok az gelişmiş tabiatı ve genel ekonomik devrelerle az bütünleşmiş olmasına rağmen o, yaşamda bir temel yer tutuyor. Türk köylülerinin çoğu, yakın zamanlara kadar göçebe idiler[31]. Bunlar, çiftçi oldukları kadar ruhen çoban kalmışlardır. Açık bozkır göçebelerinin geleneğine, Akdeniz dağlarının hiç şüphesiz çoban eğilimi ekleniyor.”
“Bu cılız ve ne ortam koşullarının, ne de yetiştirme yöntemlerinin yardımcı olduğu hayvanlar için basitçe büyük baş tabiri şimdiden bir örtmece oluyor. Bunların büyük çoğunluğu Anadolu’nun mahallî ırklarına ait olup siyah ırk orta Anadolu’da daha yaygın, kır (gri) ırk kıyı bölgelerinde görülüyor ve tefrik edilmesi çok güç, Kırım ve Halep cinsleri denen kırmızımtırak ırka da Pamphylia ovasında çok rastlanıyor[32]. Hepsi çok küçük boylu (ancak bir metreden fazla ve ovada bazen daha az) olup, alabildiğine cinsi bozulmuş görünüyor…”
“…daimi çayırların meydan çıkması çoğu kez farklı bir türün süt verme kabiliyeti(daha yağlı süt ve kış süt verme süresi daha uzun) genellikle üstün ve ineklerin yemedikleri kaba ot ve sazlara uyan mandaların ortaya çıkmalarını sürüklüyor…”
“Bunlara karşılık küçükbaş hayvanlar, en başta doğal koşullarca desteklenmektedir. Koyun, iç Anadolu’nun çorak tepelerinde, keçi ise Akdeniz’in kalker dağlarını kaplayan çamlıkta en iyi durumda oluyor…”
“Koyunların hepsi, iri kuyrukludur. Bunlar, baş ve ayakları kara ya da kestane renginde, yassı kuyruklu, etiyle ünlü ‘dağlıç’ ya da, daha çok süt veren, S şeklinde “karaman” ırkına mensupturlar. Yün, nispeten talî bir alt – ürün olmaktadır. Genellikle koyunlar bir kez kırkılır. Mamafih bazen (özellikle Tefenni ovasında veya Pamphylia ovasının yarı – göçebelerinde), yayladan inişte bir ikinci kırkılma, yaz başındakine eklenir. İlk kırkılmanın ürünü daha kaba ‘yapak yünü’ne, İkincisinin daha ince ‘güz yünü’ mukabil olur.”
“Bu güz kırkılmasına yünün günü (yıkama günü) takaddüm eder. Bir depo (büvet) oluşturacak şekilde küçük bir akarsuyun önü kesilir ve yörenin bütün sürüleri, başta çobanları olmak üzere, bu sonuncuların boynuna kadar suyun yüksek olup koyunların yüzmek zorunda oldukları bir yerde dereyi geçerler. Bu çobanlar için bir eğlence fırsatıdır…”
“Keçiler büyük çoğunlukla, sert kıllı siyah keçi[33] ırkına mensupturlar (bkz. fot. 105). Ama aynı şekilde çok sayıda beyaz Malta veya sarımtırak ve daha çok ve ülkenin ineklerine yakın miktarda süt veren Suriye keçilerine de rastlanmaktadır. Pisidia bölgesinin bozkırca ovalarında, Orta Anadolu’nun çorak bölgesinin karakteristiği olan Ankara keçileri, sürülerde (özellikle Isparta ovasında) her gün artmaktadır. Keçilerin kırkılması, bir yaşındaki küçük keçiler (çebiş) için Haziran ortasında, öbürlerininki Temmuz’un sonunda yapılır.”[34]
Yukarda sözünü ettiğimiz kırkma işi sındı – kırklık diye adlandırılan bir makasla yapılır. Bu arada hayvanın ayakları, kuvvetli kıldan örülmüş ip, kıvratma, ile bağlanır.
Bazen yerleşik ama hâlâ da çoğu yerde göçebe olan Türkmen ve Yörük aşiretlerinde küçükbaş hayvanlar beş türlü iğdişleme işlemine tabi tutulmaktadır: 1) makine iğdişi; 2) çekme iğdiş; 3) burma iğdiş; 4) dövme iğdiş; 5) dişle iğdiş.
“Bugün hayvancılar arasında davarı dişle iğdiş etme işi kalmamış gibidir. Vaktiyle bu usulün Macaristan’da da tatbik edilmekte olduğuna dair bazı etnografyacılar bize malûmat vermektedirler. Orta Asya’da ve Türkistan’da bu işin, yani dişle iğdiş etme ameliyatının yakın zamanlara kadar devam ettiği fakat bugünlerde artık böyle bir âdetin kalmadığı malûmdur.”
“Hâlbuki 2 Ağustos 1940 tarihinde… Bulgar (Bolkar) dağında Türkmenlerden Bakşiş aşireti ihtiyarlarından 65 yaşlarında Küçük Hasan adında bir adamın hâlâ bu çok eski iğdişçiliği tatbik etmekte olduğu görülmüştür.”
“Küçük Hasan dişiyle yapmakta olduğu iğdiş ameliyatının çok eski olduğunu bilerek ‘oğullar; bu iğdiş atalarımızın en ünlü iğdişidir. Eskiden aşiret sade dişle iğdiş ederdi. Bugün makineler çıktı ama ben buna alışmışım, başka çeşit iğdiş bilmem’ dedi.”
“Küçük Hasan dişle iğdişin sevap olduğunu kaydetmiş ve bu sanatın bize en eski tekniğini öğretmiştir. Ameliyatı: yumurtalara giden damarları ön dişler arasında sıkıştırarak damarların yerinde ve içinde faaliyetine son vermekten ibarettir.”[35]
Bu iğdiş yöntemi, görüldüğü gibi, hiçbir aleti gerektirmediği gibi diğer yöntemlerde olduğu gibi kanamalara ve hayvan ölümlerine neden olmamakta, ayrıca hayvana büyük bir ıstırap da vermemektedir.
Öbür yöntemlere gelince:
Çekme ve burmada testisler gerilir, tam oltalarından bir tığ geçilir, burularak koparılır.
Dövme ya da ezmede husye kordonu tespit edildikten sonra iki taş arasında bu kordon hafif vurularak ezilir.
Kaso yöntemi; husye kordonları önceden hazırlanan tahta kıskaçlarla (kaso) sıkıştırılır ve testisler bu kıskacın önünden kesilerek alınır.
Erkek hayvanların kısırlaştırılması amacıyla yapılan işbu operasyon, “eneme”, “arığlama” adlarıyla da geçiyor halk dilinde.
İğdiş edilmiş hayvan, cinslik arzusunun bulunmamasından dolayı daha sakin, idaresi daha kolay olup ayrıca yağlanmaya, semirmeye müsait oluyor[36].
Esasen mezkûr işlemin amacı da bu oluyor. Keyfiyeti, halk dili çok iyi ifade ediyor: arık (arığlamadan), “sonbaharda eti için beslenen davar” (Isp) oluyor. Eneme – enenik, Fatsa’da (Or) “erkek keçi”dir. Enemek – eneştürmek…, “hayvanlara işaret koymak amacıyla kulaklarını kesmek ya da boynuzunu kertmek” oluyor (Dz, Ama, Nğ, Kn, Ant, Gm, Af, Brd, Es, Çr, Ank, İç, Isp, Ay, Ar, Ezc,). Enenik – enenük – enet, -yine bu aynı yörelerde “iğdiş edilmiş hayvan”dır ki hepsinde bir “kesme” (kulak, boynuz, husye) işlemi bahis konusudur.
“Arıglama” sözcüğünü DLT’de buluyoruz: “Arıgladı: ol kuzı arıgladı = o, kuzuyu iğdiş yaptı. Başkası da böyledir… Bir şeyin içerisinden iyisini seçmek de böyledir (arıglar – arıglamak) (DLT I/303)
* * *
Her ne kadar Küçük Asya ekonomik tarihinde hayvancılığın da tarımın yanı başında yeri varsa da günümüzdeki hayvancılığa Asya kökeninin damgasını vurmuş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunu, kendisinden uzun alıntı yapmış olduğumuz Tchihatchef de vurgulamıştı. Bu hususta büyük uzman Hâmit Z. Koşay’ın yazdıklarına kulak verdim:
“Eski Türklerde hayvancılık: Çin kaynaklarındaki dağınık bazı iare kelimelerden sarfı nazar edilecek olursa Türkçenin en eski dil yadigârları Milâd’ı takip eden senelerde Batı Türkçesinden (Or Oğuzlardan, Protobulgarlardan v.s.) Macarcaya geçmiş olan kelimelerdendir. Bunların arasında hayvancılığa ait olanlardan bazı misaller verelim:
Macarca Türkçe
bika boğa
ökür öküz
koş koç
kecske keçi
ollo oğlak
borju buzağı
tino dana
gyapju yapağı
teve deve
ünö inek
tyuk tavuk vs.
“Milâdî sekizinci asırdan kalma Orhun abideleri siyasî mahiyeti haiz olmakla beraber burada at, adgır (aygır), qoi (koyun), barım (milk, bilhassa hayvan bakımından) gibi sözlere rastlanır.”
“Dokuzuncu asır Uygur dil belgelerinin çoğu dinî mahiyette olmakla beraber burada da hayvancılığı aydınlatacak sözlere rastlanır…”
“1066 Milâdî (466 Hicri) yılında telif olunan Divan-ü Lügati’t-Türk’te ise daha geniş kelime hazinesi mevcuttur:”
Bunlardan sonra Koşay, DLT’de, hayvancılıkla ilgili sözcükleri sıralıyor. Biz şimdi bunları, daha sonra günümüz halk dilinde kullanılanlar için uyguladığımız sistematiğe uygun olarak, doğruca DLT’den aktaracağız ki böylece bu eserde mevcut olmuş olanların devamını belgelemiş olacağız. Göremediklerimiz bağışlanacaktır.
Azma: taşağının derisi yazıldığı için azamayan koç (I/30); baklan kuzı: taze ve semiz kuzu (I/444).
Bu arada buzagu’nun geçtiği DLT metninde “öküz: öküz. Şu savda da gelmiştir: Öküz adhakı bolğınça buzağu başı bolsa yeg = öküz ayağı olacağına buzağı başı olmak daha iyidir” (I/59).
Buzagu: “Buzağı. Şu savda dahi gelmiştir: evdeki buzagu öküz bolmas = ev danası öküz olmaz”. Bugün bu sav Orta Anadolu’da “ev danası tosun olmaz” diye kullanılmaktadır (I/446). Yani evde pamuklar içinde büyütülmüş çocuktan hayır gelmez demektir, bu.
Belgûlûğ: “belgûlûğ nenğ = belli nesne. Şu savda dahi gelmiştir: boldaçı buzagu öküz ara belgûlûğ = öküz olacak buzağı bellidir” (I/528).
Korkdı: “kul Tengri’den korkdı = kul Allah’tan korktu. Başka şeyden korkarsa yine böyle denir. Şu savda dahi gelmiştir: karı öküz balduka korkmas = yaşlı öküz baltadan korkmaz. Bu sav, alıştığı şeyle korkutulmak istenen bir kimseye söylenir…” (III /421-2).
Bu vesile ile yine DLT’de geçen bir başka öküz’ün sair önemli anlamına değinelim “öküz: Ceyhun ve Fırat gibi olan her ırmağa verilen isimdir. Bu kelime yalnız olarak söylendiği zaman Oğuzlarca ‘Benegit’ ırmağı anlaşılır; çünkü şehirleri onun kenarındadır. Göçebeleri dahi onun kenarına inerler. Türk ülkesinde bulunan birçok sular, dereler ‘öküz’ adıyla anılır. Sınır üzerinde bulunan bir şehre dahi bu ad verilerek ‘iki öküz’ denilmiştir. Bu şehir ‘Ila’ ile ‘Yafınç’ dereleri arasında bulunur”.
“Bu kelime bugün Anadolu’da ‘öz’ şeklinde kullanılır, ‘dere, çay’ manasınadır. Çankırı vilâyetindeki ‘Şabanözü’ bu kabildendir. Bu kelime İran’da ‘özen’ olmuştur…” (1/59).
Çatmak: “çattı: er oğlak kuzıka çaltı = adam oğlağı kuzuya kattı. Başkası da böyledir; (çalar – çatmak). Oğuzca, şu beyitte dahi gelmiştir:”
“Ordhulanıp yüksek tagığ oglak çatar
Uygur tatın yufka alıp yumgın satar”
yani
“Yüksek dağı yurt tutarak oğlak katar,
Uygur tatlarından ucuza alır, toptan pahalı satar.”
Burada “Dağ tepesinde yurt tutmuş olan bir adamı anlatarak diyor ki: o, dağın doruğunda yerleşti, daime oğlak, kuzu ve bu gibi şeyleri birleştirir. O, çobandır, demek ister. Bununla beraber Uygurlardan ucuz ve toptan olarak onları satar (II/294-5).
Burada Kaşgarlı’nın Uygurlardan “tat”, yani aşağılayıcı olarak “yabancı, ecnebi”[37] diye söz etmesi, dikkate değer. Devam edelim.
Eçkû: “erkeç: erkeç. Şu savda dahi gelmiştir: erkeç eti em bolur, eçkü eti yel bolur = erkeç eti ilâç olur, keçi eti yel olur” (I/95). “Keçi”, herhalde ishal yapan dişi keçi olmalı. Biraz ötede eçkú, “keçi” oluyor (I/128).
Koşdı: “Ol koyka eçkü koşdı = o, koyuna keçi kattı, arkadaş etti. Herhangi bir şey bir başkasına eş, öğüz yapılırsa yine böyle denir; ol yır koşdı = o, koşma, türkü düzdü (o, gazel ve şiir nazmeyledi), (koşar – koşmak)” (II/14).
Tagıktı: “eçkü tagıktı = keçi dağa çıktı, yozlaştı” (II/117). Eckú, çüpürleniyormuş da, yani kıllanıyormuş (II/266).
Bu arada “iğdiş etme”nin bir müteradifine de rastlıyoruz: Eritti: “ol kuzu eritti = o, kuzunun taşağını çıkardı. Oğlan eretti = çocuk adamlaştı, erkekleşti, Çocuk sünnet edildiği zaman da böyle denir…” (I/208).
İngek: “inek. Oğuzlar kaplumbağamı dişisine de ‘ingek’ derler” (I/111). Bu bapta ilginç bir evveliyatla karşılaşıyoruz.
Yenidi: uragut yenidi = kadın doğurdu (yenir – yenimek). Bu kelime ancak kadın doğurursa söylenir. Hayvan doğurduğu zaman, doğan şeyin adı alınır ve ‘ladı’ eki getirilerek fiil yapılır. Nitekim inek yavrularsa inğek buzaguladı denir ki buzağı doğurdu demektir. Buzağu kelimesine ladı eki getirilerek fiil yapılmıştır. Yalnız kısrak için böyle söylenmez. Kısrak yavrusuna ‘kulun’ denir, kısrağın yavruladığını bildirmek için ‘kısrak kulnadı’ denir. Burada gereken ‘kulunladı’ demek idi, böyle demedi…” (III/91-2).
“Gece anam gene uyandırdı beni: ‘Eşşemiz gunnadı (doğuldu). Kirısi (sıpası) gancık (dişi) ‘diye müjdeledi”. “Bu sözler Mahmut Makal’ın ünlü “Bizim Köy”ünde geçiyor[38]. Burada “gunnadı”nın “kulnadı”dan galat olduğunu sanırız.Sevinç yaratan müjdenin bir yanı da sıpanın dişi olması halinde, doğuran eşeğin sahibinde kalmasıdır. Aksi olsaydı, yani sıpa erkek olsaydı erkek eşeğin sahibine gidecekti, geleneğe göre…
İrk: “Dört yaşına girmek üzere bulunan koyun” (I/43) olup günümüzde irkeç, “yaşlı erkek keçi”dir, Ank’da.
Kartal: “kartal koy = aklı karalı koyun” (I/483). Günümüzde kartal. “yaşlı erkek manda”dır (Çr, Ama, Sm, Kr,). Bu hayvan kara değil midir?…
Kaşga: “kaşga koy = başı ak, başka yerleri kara olan koyun” (I/426). Kaşka, Çkr, Çr, To, Gm, Erc, Ezc’da “hayvanların alnındaki beyazlık, ak leke ve alnı beyaz lekeli olan hayvan”dır. O kadar fark olacak.
Kaşgarlı, keçi’nin Oğuzca olduğunu söylüyor (III/219).
Koç: “Koç. Oğuzca. Aslı ‘koçnğar’dır” (I/321) deyip her ikisine de aynı mealde misaller veriyor (II/101,184). Ve ayrıca izah ediyor: “…Argular, kelimenin ortasında veya sonunda bulunan “ye” harfini “ne”yi çevirirler. Türkler ‘koyun’a ‘koy’, Argular ‘kon’ derler…” (I/31).
Köğ.”Koçun yahut başka hayvanların kışa yakın aşması. Koy köği boldi = koç katımı oldu. Başkası da böyledir” (III/132).
Man: “man yaşlığ koy = dört yaşını geçen koyun. Koyundan başkası için söylenmez” (III/157). İşbu “man” sözcüğünün çoğumsanık (augmentatif) bir mahiyet arz etmesi hususu daha önce tartışılmıştı[39].
Sağlık: “Dişi koyun. Bu kelime aslında ‘sağılan hayvan’ anlamınadır” (I/471).
Koşulgan: “bu kuzu ol saglık birle koşulgan = bu, daima sağılan koyuna koşulan, katılan kuzudur” (I/520).
Teldi: “ol oglakığ saglıkka teldi = o, oğlağı sağılan kattı, (o, oğlağı, emzirmesi için sütlü keçiye kattı). Bu, keçinin sütü azaldığı yahut öldüğü ve süt emen oğlağın arkaya kaldığı zaman yapılır” (II/22).
Yamraşdı: “kuzu yamraşdı = kuzu anasıyla karıştı (kuzular analarıyla karıştı).
Şu parçada dahi gelmiştir;”
“ Koçngar teke şeşildi
Sağlık sürüğ koşuldı
Sütler kamuğ yuşuldı
Oğlak kuzı yamraşur”
“Koç, teke ayrıldı; sağmal sürü koşuldu; sütler bütün aktı; oğlak, kuzu karışır (yaz’ı anlatarak diyor ki: yaz geldiği için koç ve teke, dişi koyundan ve keçiden ayrıldı. Sağılmak için dişi koyun sürüleri katıldı. Memelerden sütler aktı. Kuzular analarına karışır) (III/102-3).
Asya bozkır geleneğinde koç – koyunun önemini vurgulamaya gerek yok. Bunlar heykellerin konusu, mezar taşlarının bezemesi oluyorlardı. D’Ohson bunlar hakkında ilginç bir şey anlatıyor; Güllük Han’ın cülus töreninde “Bir hafta bayram yapıldı. Her gün sarayda kırk kısrak ve dört bin koyun yeniliyordu. Yerlere mabutlar için kımızlar döküldü. Otağın etrafı, o kadar çok meymenet koyunlarıyla dolu idi ki Vassafın(*) tavsifine, Samanyolu yıldızlarına benzemişti. Moğollar bembeyaz olan ak koyunları (ongun) yani meymenetli diyerek muhafaza ederlerdi. Bunların etini yermek memnu idi…”(**)
(*) İranlı tarihçi ve şair (1264-65/1334)
(**) M. d’Ohson – Moğol tarihi. s- 296-7
Sığır: “sığır. Suw sığırı = manda, dombay” (I/364).
Küşerdi: “köl küşerdi = havuz doldu, taşasıya kadar doldu. Şu parçada dahi gelmiştir”:
“Alın tüpü yaşardı
Urut (?) otın yaşurdı
Kölninğ suwın kúşerdi
Sığır boka munğzaşür”
“Dağların tepeleri yeşerdi, kuru ot yerine yeni ot çıktı; gölün suyu doldu; sığır, boğa böğrüşür…” (II/29).
Tathun: “Tosun, iki yaşında olan sığır. Dişisine ‘tişi tadhun’ denir (I/400).
Tadun: “Bir yaşındaki buzağı (III/171). Bu son ikisine DS’de rastlamıyoruz.
Ar: “ar böri = sırtlan. Şu parçada da gelmiştir”:
“Körüp neçük kaçmadınğ
Yanan suwin keçmedınğ
Tavarınğnı saçmadınğ
Yesün seni ar böri”
Gördün, neden kaçmadın? Yamar suyunu geçmedin? Malını saçmadın? Seni sırtlan yesin (Alt ederek yakaladığı bir adamı anlatarak ona diyor ki: beni gördün de neden kaçmadın? Niye Yamar suyunu geçmedin? Niçin malını saçarak başını kurtarmadın? Artık seni şırtlan yesin)” (I/79-80).
Ödhüşdi: “ol manğa tavar ödhrüşdi = o, mal seçmekte bana yardım etti…” (I/234).
Üpletti: ol anınğ tavarın üpletti = o, onun malını yağma ettirdi” (I/264).
Oglıttı: “Ol tavarın oglıttı = o, malını çoğalttı, üretti” (I/265).
Devam etmeden önce bir hususa değinelim: görüldüğü gibi “n” harfi hep “nğ” şeklinde genizden telaffuz ediliyor ki günümüzde mahallî ağızlarda buna sıkça rastlanıyor. Ankara’daki lojmanımızda bize hizmet eden Kızılcahamamlı kadın “hoş geldiğiz!”diye karşılardı bizi (50’li yıllar).
Bir başka husus da “davar” kavramı ile “mal (mülk)” kavramının özdeşleşmesi ki bu keyfiyet Asya’da hayvancılığın başlıca üretim şekli olduğunu gösteriyor. Bugün Anadolu’da “mal”, sadece büyük baş hayvanları kapsayan bir sözcük olarak devam ediyor. O ise ki “davar”, koyun ve keçi sürüsünü ifade ediyor. Herhalde “mal”dan iştikak etmiş olan malak da, Anadolu’nun Batı yarısında buzağı, manda yavrusuna verilen ad oluyor.
Oğurladı: “er ışın ogurladı = adam işini vaktinde yaptı (ogurlar – ogurlamak). Bundan alınarak ‘er tavar ogurladı’ denir ki ‘adam mal çaldı’ demektir; çünkü hırsız, vaktini ve fırsatını gözetir. Bu sözde başka bir yöneltke (tevcih) dahi vardır ki ‘ogrı’ kelimesi ‘hırsız’ anlamına konulmuş bir isimdir…”(I/300).
Tawar: “canlı, cansız mal. Oğuzlarla Oğuzlara uyanlar, tavar derler. Şu parçada dahi gelmiştir.” “Tawar kiminğ ökilse Beglik anğar kergerür
Tawarsizin kalıp Beg erensizin emgeyür.”
“Kimin malı çoğalırsa. Beylik ona yaraşır; Bey malsız kalınca, adamsızlıktan sıkıntı çeker…” (I/362).
Saypadı: “ol tawarin saypadı = o, malını israf etti…”(III/310).
Tişek: “şişek, iki yaşını bitirerek üçüne basmış olan koyun “(I/387). “Tişek”, günümüzde “şişek” olarak devam ediyor ki bu, az çok her yerde, şişak – şişey – şişik – sişşek – şüsek varyantlarıyla” “1-2 yaşında koyun”, “kuzulama dönemine girmiş ya da doğurmuş sütlü koyun”, “1-2 yaşında erkek koyun (Dz, Ay, Çr, To), enenmiş koç (Dz, Ba), doğurmamış genç manda (Ar, Kr)”dır.
Tüge: “Düğe, iki yaşına varmış olan buzağı. İşbu “tüge” de, bugün her yerde düge – döve – duge- düga- düge – duke – duva – duye varyantlarıyla “boğaya gelmemiş iki üç yaşında dişi dana, düve” oluyor.
Öd: “zaman”…” (I/44). Bu sözcük, aynı anlamda olmak üzere Ba’de devam ediyor. Ancak Kaşgarlı bunun bir müteradifinden de söz ediyor: “Çığil dilinde öd =sığır demektir. Türklerin tanınmış olan on iki yılından birisine de ‘öd yılı’ denir.” (I/44-45). Bu, “ud yılı” olarak da geçiyor DLT’de (I/346). Bugün “sığır” anlamında ne “öd”, ne de “ud” geçiyor.
Çok ayıklayarak ve at, deve ile ilgililerden sarf-ı nazar ederek verdiğimiz bu lügatçe, Orta Asya Türklerinde hayvancılığın önemini belirler. Hayvanların renk ve anatomisine ait sözcük hazinesini de aşağıda, günümüz Türkiye’sinde yaşadığı şekliyle vereceğiz. Ancak daha önce yine H. Z. Koşay’ın “Kara Kırgızlarda ehli hayvanlar ile ilgili kelimeler” makalesinden[40] sadece büyük ve küçükbaş hayvanlara ait olanları seçerek derç edeceğiz. (bunlar Isıkgöl civarından Hudaybergen Mengüberdi Kırgız’dan derlenmiş).
“Burada gösterdiğimiz küçük derleme örneği Kara Kırgız lehçesinin Türkoloji bakımından önemini belirtmeğe kâfidir. Isıkgöl’ün Güney’inde yaşayan ve ancak bir buçuk milyonluk nüfusu olan bu Türk ulusu cihan kültürüne Manas destanı gibi bir şaheser hediye etmiştir. Zamanla değişen bazı telâffuz farkları çözülerek ve pürüzler ayıklanarak kelimelerin eski şekilleri meydana çıkarıldığı zaman Kara Kırgız lehçesinin gerek Orta Asya eski dil hazinesini ve gerek Anadolu kelimelerini sakladığını bariz bir şekilde görüyoruz. Mukayeseli Türk lügati ve iştikak lügati hazırlanırken Kırgız lehçesi üzerinde ısrarla durmak gereklidir.”
üy: sığır hayvanı koy: koyun
baka: boğa koçkor: erkek koyun, koç.
ögüz: iğdiş edilmiş boğa öküz irik: iğdiş edilmiş koçkor
inek: inek soğluk: dişi koyun
muso: buzağı kozo: kuzu
torpıık: bir yaşında buzağı dişisi borok: iki yaşında erkek koyun
tay torpuk: iki yaşında buzağı tokto: iki yaşında dişi koyun, toklu
tanaça: erkek buzağı, tay torpuk karşılığı tala: yazın koyunların yattığı açık yer
müyüzdü uy: boynuzlu sığır koro: taş duvarla örtülü üstü açık ağıl
tokal uy: boynuzsuz sığır Saray: üstü kapalı koyun ahırı
eçki: dişi keçi topoz: sütü koyu bir sığır cinsi
teke: erkek keçi argın: uy ile topuz’un karışmasından meydana gelen
ulak: keçi yavrusu oğlak melez cins
erkeç: iğdiş edilmiş teke çebiç: iki yaşında dişi keçi
Şimdi DS ve yine Koşay’ın “Türkiye’de hayvancılık ile ilgili sözler” (TED III) makalesinden derlenmiş sözcükleri vereceğiz
Halk dilinde koyunla ilgili sözcükler
Abbil, koyun (Isp.) ağense, kuzu (Tk, Dz, To); ağırsak, aksak koyunlardan oluşan sürü (Kr); ağırsak, koyunların doğurmasına yakın şişen memesi (Af); alaşa – alaman, her kuzuyu emziren koyun (Nğ, Kn – Ank.); alıklamak, kuzuların karın tüylerini kırkmak (Çkl, Kü); almazlık, kuzusunu almayan koyunları emiştirmek için kazılan kuyu (Kn, Ank); andaç, damızlık koyun veya keçi (Mr); Ası, sürüye katılan kuzulamış koyun (Kn); aşak, kuzulayacak koyunun memesinin büyümüş durumu (Nğ); azman, kocayarak cinsiyet iktidarını kaybeden davar, iğdiş hayvan, tek taşaklı hayvan, iyi burulmamış hayvan (Çkl, Kn, Isp, Ay, Brd, Ada); boğa, burulmamış hayvan (İz, Ks, Ezc, Bil); üç yaşında erkek koyun (Ky); teke, enenmiş keçi, dört yaşından yukarı davar, beş yaşından yukarı davar, üç dört yaşında doğurmamış keçi (Dz, Ay, Mn, Ama, Ant, Af, Kn); iğdiş edildiği halde erkekliğini kaybetmeyen keçi, koç, boğa (Isp, Ba, Çkl, Es, Sv, Mğ); damızlık olarak ayrılmış erkek keçi, davar (Brd, Dz, Çkr, Sm, Sv, Ky, Kn); boğa dört yaşını geçmiş boğa (İz, Bil, Ks, Sm, Ezc,); mevsiminden önce doğan kuzu, oğlak (Rz); 3-4 yaşında dişi davar, keçi (Kn); dört yaşında sığır (İç, Tk).
Bu azman sözcüğü, birçok başkasında olduğu gibi, değişik yörelerde farklı anlamlara gelenler için iyi bir örnek oluşturuyor. Bu anlam dağılmasının sebep ve süreçlerini araştırmak dilcilere ve etimologlara düşer. Devam edelim:
Badat, tek taşaklı keçi (Mğ); bağnak, koyunun karnı yarılarak alınan ve hemen kesilen kuzunun derisi ki kürk yapmakta kullanılır, (astragan) (Kc); balçepiç, bir yaşında kısır keçi (Ks); ballak, kulakları çok küçük ve sivri olan keçi (To, Mr); malak (Ky, Ay); balta – balta öveç, dört yaşından yukarı koyun (Kü, Ed); dört yaşından yukarı dişi koyun (Es); Dört yaşından yukarı erkek koyun (Af, Uş, Kü, Es); batır, besili koyun (Mr); belâ, kirpiklerine kadar beyaz olan koyun (Çkl); bele, yüzü beyaz koyun (İz); belendir, iki yaşında erkek koyun (Dy); belik, bir arada olan yüz koyun (Toroslar); belim, iki yaşındaki koyun; buna şişek de denir (Bt); bellik, kulakları kıvrık koyun (Kr); beslik, damızlık koyun (Dz); bey, kısır koyun (Ed) (bu sözcükte bir istihza seziliyor…); bijik, kuyruğu kısa ve yukarı dönük, dağlıç cinsi yerli koyun (Ar); baran, iri koç, üç senelik koç (Bt, Md).
Bu vesile ile Tchihatchef’in söylediklerine ek olarak ülkede yetişen koyun cinslerini zikretmekte fayda mülâhaza ederiz.
Türkiye’de bulunan başlıca koyun ırkları, kıvırcık koyunu, Sakız koyunu, dağlıç koyunu, akkaraman koyunu, morkaraman koyunu, Karayaka koyunu, İvesi koyunu, İmroz koyunu, tuj koyunu, karagül koyunu, merinos koyunu.
Bunlardan kıvırcık koyunu, Trakya ve Marmara bölgesinde yetişir; yağsız ve ince kuyrukludur. Sakız koyunu, İzmir, Çeşme civarı sahil bölgelerinde bulunur; ince yağsız kuyruklu olup sütü öbür koyunlardan daha bol ve ikiz, üçüz kuzulama özelliklerine sahiptir; dağlıç koyunu İç Ege bölgesinde bulunur; yağlı ve geniş kuyrukludur, Karaman koyunları gibi üç beş kg. ağırlığındaki kuyruk sivri bir uçla son bulur. Eti, kıvırcık koyunun kadar lezzetli değildir. Bu koyunlardan elde edilen yapağılar, karaman koyunu yapağılarına benzer, halı ve kilim ipliği yapımında kullanılır… Ayrıca bu koyun, Marmara’nın Anadolu yakasında ve Ege’de kıvırcık ile karışık olarak da yetiştirilir. Belirli rengi aktır.
Melez tiplerin başlıcaları ise kamakuyruk, pırlak, çandır, kesber, herik koyunlarıdır.
Yukarda mezkûr akkaraman koyunu, İç ve Doğu Anadolu’da, morkaraman. Doğu Anadolu’da yetiştirilirler. Yağlı kuyrukludurlar. Karakaya, Karadeniz bölgesinde bulunan ince, yağsız kuyruklu koyunlardır. İvesi koyunu Güney – Doğu Anadolu’daki yağlı kuyruklu, sütü nispeten fazla olan bir koyun ırkı oluyor. İmroz koyunları ise İmroz adası (Gökçe Ada) ve Çanakkale civarında rastlanan ince kuyruklu, uzun yapağılı sütü bol koyunlardır. Tuj koyunu, Kars, Ardahan bölgesinde bulunan uyluğu yağlı bir koyun ırkı olup Karagül koyunu, anavatanı Türkistan olan, Türkiye’de Ama, Es bölgelerinde üretilmeye çalışılan, yağlı kuyruklu bir ırktır.
Tchihatchef ve bu mülâhazaların ışığında “geniş yağlı kuyruklu” koyunların Asya kökenli, “yağsız ince kuyruklu”luların da eski Küçük Asya kökenli olduklarını söyleyebilir miyiz?
Devam edelim:
Bizaç, üç yaşında dişi koyun (Bt); boymul, boynu siyah koyun (Or, Gr)); bozkırağı, koç katımı zamanı (Türkmen aşiretleri – Sv); cepni, kuyruğu uzun bir cins koyun (Tr) cuğus – cubus, kulakları küçük koyun (Çkl, Yz); çeşte, koyun kakıldığında üzerinde bırakılan yün (Or, Gr) çakı boynuz, kısırlaştırılan koçun büyümemiş boynuzu veya dağlıç kuzusu doğar doğmaz çoban boynuzunu eli ile bükerse boynuz büyümez, çakı gibi ufak olur (İst); çıkıntı, sürü içinde işe yaramayan koyun, koç (Brd, Ama, Or, Mn, Sv, Kn, Ada, İç, Ant, Krk); çandur, iyi nesilden olduğu halde sonradan melezleşen koyun (Ky); cörez, bir yaşında erkek koyun (Mr). Çandar, karaman ile dağlıçın birleşmesinden meydana gelen koyun cinsi. Kadınhan ve Konya tarafında yetişir (İst); çangata, yavrusu ölmüş sağmal koyun (Ada, Çkl); çertmek, kuyruğu kısa olan koyun (Toraslar); cıpa, küçük ve kısa kulaklı koyun (Tk, Krk); çelmek, koyun çiftleşmek (Isp, Brd, Mğ). Dalıç, koyun kuyruğu, kuyruk ucu (Brd, Ba, Brs, Mğ); ayrıca, dağlıç varyantı ile birlikte. Karaman koyunu gibi büyük kuyruklu ise de kuyruğu düz koyun. Eskişehir, Afyon, Akşehir çevresinde yetişir. Dığı, kuzu veya oğlak (Kn); doğ, kulağı küçük koyun (Or, Yz), kulağı küçük keçi (Yz, Çkr), anadan boynuzlu doğan küçük kulaklı kuzu ve oğlak ki keçi olunca sürülerin önünden giderler (Çkr); dolama, bir yaşını bitirmiş erkek koyun (Ar); dole, boynuzsuz koç (Ar); duma, koyunun kuyruğu (Ar); mezkur doğ’un varyantlarından doğu, küçük kulaklı hayvan (Or, Ank, Krş, Kn, İç, Isp, Ky, Ada), kulaksız koyun ve keçi (Kn), siyah koyun’dur (Kn). Dúdú, kuzu (Ba, Kn). Düyüs, kulağı sivri ve uzun koyun veya keçi (Isp). Ebe, dişi koyun (Uş, Mn); ekti, anası ölüp de başka koyuna alıştırılan kuzu (Gr, Ba, Mn, Sm, İst, Ay, Kü); elcin, sürünün önünde giden kösemen (Dz); elkoyun, çobanların gece yatarken bağlandıkları erkek koyun (Dz), önde giden erkek koyun (Dz), emlek, anası ölen kuzuları başkasına emzirme (To), süt kuzusu (Ky); bu emlek, Mr’da emlik olmuş. Emmik – emnik, koça gelen kuzu (Ky); emnik aynı zamanda zamanından geç doğan kuzu veya oğlak oluyor, Dz’de. Enenik, husyeleri burulmuş iki yaşında koyun (Ky); ense, koyunlarda kuyruk (İsp), makat, kıç (Çr); erbik, besili koyun erkek, bir yaşından büyük erkek koyun (Kr); evinme, henüz iki kez kuzulamış koyun (Kn); eveç, bir yaşında erkek koyun (Tr)
Fişek, bir yaşında dişi kuzu, şişek (Isp, Dz, Zn, Sv, Mğ); Fosa, yaşlı koyun (İz).
Gerdezan – gerdazan – gerderan, iki yaşında koyun (Af, Es), iki yavrulu üç yaşında koyun (Es); gez, üç yaşında dişi koyun (Yz); gezin, iki yaşında koyun (Sv); gıcık – gacak, koyun, kuzu (Ama, To, Gr); kuyruğu düz, kısa olan veya hiç olmayan koyun (Bo, Çkr, Çr, Ama, Sv, Ank, Kn); küçük fakat sütü çok koyun (Çr); gez yazılı, iki kuzusu bulunan koyun (Kn); gossak, koyunların çiftleşmek istemesi (Or); göbelle, yeni doğmuş kuzu (Mğ); guda, koyun (Ar), doğarcık (Ar, Kn); gurneç – gurneş – gürnek – gürneş – gürney, sıcağın etkisiyle koyunların biraraya toplanıp başlarını birbirlerinin altına sokarak dinlenme durumu (İsp, Dz, Es, Ezc, Ant, To, Sv, Brd); guzeniği, kuzu (Mğ); güle, koyunlar kırkılırken ayaklarına bağlanan ip (Kn) = gülübağı (İç); gümrük, küçük kulaklı koyun (Kn); güzem, güzde kırkılan koyun kuzu yünü (Af, Es, Ama, Kr, Ezm, Vn, Ky).
Halaklamak, koyun ve kuzu zayıflamak (Or); hanışişek, henüz gebe kalmış koyun; hatal, ihtiyar koyun (Kc), sürü ile gidemeyen zayıf hayvan (Ky), Bu sözcük, “hantal”dan galat olmalı. Herek, kıvırcık koyun (Es, Çkr, Sn, Ama, To, Gr, Tr, Gm, Ar, Sv); herik, uzun kuyruklu koyun (Ml); herek kıcığı, koyuna karagül yüğürtülürse herek kıcağı cinsi olur (Toroslar); hıcıp, koyun (İç); hınlamak, koyun, keçi benzeri hayvan doğurmak (İz); hiriyh, küçük kuyruklu beyaz koyun (Kr); hogeç, üç yaşından büyük koç (Ar); högeç – högüç, baharda bir yaşında olan koyun, toklu (Ezm), iki-üç yaşında erkek koyun (Bt); hóveç, yaşına girmiş enenmiş erkek koyun (Ks), üç yaşında erkek koyun (To). Bu son dört sözcüğün Ermeni kökenli olmasından şüphe ederiz.
İlikment, koyun ve kuzuların kuyruklarının dibindeki sert kısım (Sv); irtmek, koyun kuyruğunun uç kısmı (Kr), koyun kuyruğundaki ince kemik (Es), Karaman koyunun kuyruğu üzerindeki ikinci küçük kuyruk (Türkmenler, Bünyan – Ky); isirit, bir yıllık kuzu, yeni kuzulayacak koyun (Ky); işek, bir yaşında koyun (Ky), yeni kuzulayacak koyun (Ky).
Kaba koyun, karagül cinsi bir çeşit koyun (İç); kabuş koyunu, kabak koyunu (Toroslar); kaçıntı, zamanından çok önce doğan kuzu (Mr, Sv, Ky, Nğ, Kn, İç); kağşak, koyunların kuyruğu altında yapışarak kuruyan pislik (Çkr, Nğ); kalaba, kızıl ve kaba tüylü koyun (İst); kama kıvırcık – kama kuyruk Keşan ve Rumeli Ipsalası’nda yetişen bir cins koyun. Kuyruğunda el gibi kalınlık vardır (İst, Tk, Brs); kamcı kuyruk, kuyruğu kamcı gibi olan koyun (İst); kanatçı, sürüye girmeyen koyun ve keçi (Ank); kara dağlıç, koyun türü olup ikiye ayrılır; a) köylü malı, b) köseler malı, Köseler, simsiyah kuzguni renktedir. Silifke, Anamur çehresinde yetişen beyaz dağlıç değersizdir. Karakaça, simsiyah kıvırcık nevinden olup koyun cinsinin en sertidir. Çobanı ayak altına alır, yıkar gider. Dayanıklıdır. Kırklareli yaylasında bulunur (Kik). Karayaka kıvırcık, Samsun ve Mesudiye cihetlerinde yetişen koyun cinsi olup boyunlarında siyah çizgiler vardır. Karnabat, kıvırcığın kahverengi tüylüsü. Kart, beş yaşındaki erkek koyun (Bt); kassak, koç isteyen koyun (Or); kazez, iki yaşında dişi koyun (Kn); kelim, boynuzlu koyun (Ank, Ky); kemçik, yünü az olan koyun (Nş, Nğ). Bu sözcük Ky’de “düzenci, fena adam” anlamına geldiğine göre Farisî “kem”, fena, kötüden iştikak etmiş olmalıdır. Kepezli koyun, başı hotozlu koyun (Çr); kepiç – kepiş, dişi kuzu (İst, Ar), kadınların cins organı (Isp, Ant); kepş, koç (Mı); kere, kulak kepçesi çok küçük olan kuzu ve koyun (Kr); kezin – kezleme, üç yaşında ilk kuzusunu veren koyun (Mr), bir yaşına girmiş dişi keçi (Sv); kezyazma – kezleme, kısır, doğurmamış koyun (To, Or, Gr, Sv); kıcık – kıçık, kuyruksuz kıvırcık koyun (Çkr, Çr, Ama Ank), kuyruğu küçük ve içine doğru kıvrık koyun (To, Kn), kendini sağdırmayan, kuzusunu emzirmeyen koyun (Nğ), yaşlı koyun (Nğ); kevze, arık koyun (Es); keyyaz, ikinci kuzu anası olan koyun (Kn); kıza, çok ufak kulaklı koyun, kulakları olmayan koyun (Bt); kırdoğu, bacağında ve başında beyaz olan davar (İç); kışkış, erken doğan kuzu (Mr); koçasak-koçsak, koça gelen dişi koyun (İç, Gaz); koçkaçımı, koç katımından önce koçla temas eden koyunun vaktinden önce doğurduğu kuzu (Sn); koç kaçmak da, Bo’da, evliyken başka erkekten çocuğu olmaktadır. Koçkar, yaban koyunu (Çkl), bir yaşından fazla erkek koyun (To).
Koç katımı – koç koyvermesi – koç salıması, her yörede değişir. Yerine göre Temmuz başında veya Ekim’de katarlar, Koç savmak, erkek koyunu, çiftleşmeden sonra ayırma (Ks). Kürt koçu, güzde yapılan koç katımı (Kr). Kakaç, koç (Ar) kolov – kolük, büyük kuyruklu karaman koyunu (To); komalaşmak, sıcakta koyunlar birbirlerinin gölgesine sığınarak serinlemek için toplanmak, kümelenmek (Ar). Kurmek de aynı şey olup (Ank) koma, bir erkekle evli olan iki veya daha çok kadın, kumadır. Bir iştikak düşünülebilir mi?…
Kongurdak, koyun ve kuzuların kuyruklarının altında biriken pislik topakları çakıldak (Nğ, Mğ); koşgak, koyunların döllenme zamanı (Sv); kölük koyun, boynuzsuz, iri kuyruklu koyun, karaman koyunu (Ama).
Kös, sürü başında, kara koyunla birlikte giden koç, sürünün önünde giden koyun (Çkl, Türkmen aşiretleri – Krş), teke (Ar), davar ağılı (Ada), kervanın en önünde giden hayvanın arkasındakine takılan çan (Gaz).
Köşeç, tüyü kısa bir cins koyun (Ml).
Kösem – kösemen – kösem koyun – kös koyunu, çobana alışkın ve sürünün önünde giden dört yaşında keçi ya da koyun (Af, Isp, Dz„ Ay, Rumeli göçmenleri – İz, Ba, Brs, Kü, İst, Ml, Ant, Krk, Mn), baş, reis, kuzu sürüsünü çeviren ve idare eden koyun veya koç (Mğ, Brs, Isp, İz – muhacir)
Kös, kösem, kösemen sözcükleri üzerinde biraz duralım.
BTL, Farisî kûs ismi için “eski zaman muharebelerinde ve eyyam-ı mahsusa’da (özel günlerde) çalınan büyük davul. Garp Türkçesinde kös telâffuz edilir. Darbımesel: “kös dinlemiş, davula kulak asmaz” diyor ve devam ediyor:
“Kûs-u rahîl ve rıhlet, kervanın göçeceği sırada çalınan kös – mecazen ölüm gelip çatmak.”
“Kûs berkesiden = göçmek, göç etmek; kûs kûften = göç için kös çalmak…”
“Kös” sıfat da oluyor; kös kös yürümek..
Büyük davula kûs – kös adının verilmesi Farisî kûs’un “vurma, çarpma, döğme (Arabî sademe)” anlamına gelmesiyle (GG) ilişkili olup Türkçe “tos – tos vurmak” bundan gelmiştir. Kösemen’in son “men” takısını daha önce görmüştük.
Bu sonuncusunun yanı sıra kösen, koç, kösnemek = kızışmak fiilini doğurmuş olup buradan kösnek iştikak etmiş: “kösnek kısrak attan kaçar mı?” Ama bu arada Farisî kûşen = “koç”la da karşılaştırılacak (“koç”un Ermenicesi de aynen “koç”tur). Mezkûr kös kös – küs küs yürümek, koçun gidişinden esinlenmiş gibi metanet ve vakarla yürümek anlamına geliyor[41].
Az ve seyrek sakallı “köse”nin de Farisî “kûse” ile yakınlığı olup bunun muarrebi “kûseç”tir. “Kûse kâhya kadar hüküm sürüyor” denir (BTL).
Bazı yerlerde de, ezcümle kösem, dört yaşında, çobana alışkın erkek keçi oluyor (H. Z. Koşay)
Kül ipi, koyunlar kırkılırken ayakları bağlamakta kullanılan ip (külmek – külemek – külümek); kürük – kürü – kürüs – kürüş – kürüz, küçük kulaklı koyun, keçi (Af, Isp, Brd, Es, Çr, Ks, Sv, Ank, Ant, To, Tr, Gm, Gaz, Mğ- Dz., Kr, Ör, Gr, Kn), kıvrık kulaklı koyun, keçi (Mğ).
Karlık, çobanların koyunları tutmak için kullandıkları ucu kancalı değnek (Brs); Kuyruk kapağı, koyun kuyruğunun altındaki tüysüz deri (Nğ).
Lökü, sürüye uymayan, sık sık durup dinlenen koyun veya keçi (KN) (Lökümek – kocamak, ihtiyarlamak – Kn).
Lök, “garp – sıfat – ağır, batiy; kalın, yoğun; iri, büyük. Lök deve, lök gibi oturmak ve yürümek”. Lök, “Çağatay – sıfat – ağır yürüyüşlü, lük,…” (BTL).
Lumüç, koyun (Toraslar – H. Z. Koşay).
Mandak, kuyruğu kıvrık koyun (Ada), boynuzsuz koyun (Ada – aşiret); Mardin karamanı, beyaz bir koyun cinsi olup burmazlar; mayalık, damızlık koyun ve keçi, kuzu (Tz, Zn); maye, yeni doğmuş kuzu veya oğlak (Sm); mazman, üç yaşına girmiş koyun (Çkr, Çr), dört yaşını bitiren erkek koyun (Ank, Ada, Yz), dört yaşına girmiş ve burulmuş keçi (Hat, İst), iki yaşında toklu (Sv), beş yaşında burulmuş koyun (Krş, Vn, Kr).
Meleş, iki kuzulu koyun (El); meşne, koyun (El); mırka, yüzü çilli koyun (Ed muhacir); mokan, koyun sürüsü (Kc – muhacir).
Nahır, koyun ve keçi sürüsü (Bt), her evden bir iki davar toplanarak yaylıma çıkarılan davar sürüsü (Gaz); bu sözcük, çok yerde (Yz, Kr, To, Mn, Ba, Ky, Dy, Bt, Gaz, Krş, Ada, Ank, Sm, Ağ, Ezm, Ml, Ezc, Gm, El, Az, Mr) sığır sürüsü oluyor.
Olaman, bir yaşındayken doğuran davar (Or – “olamaz”dan galat mı?); otukmak, kuzu ve oğlak gibi küçük hayvanlar yayılmaya başlamak (Brd); ögeç, 1 -4 yaşına kadar erkek koyun (Ezm, Kr, Ar, El, Rz, Gn, Ky, Kn, Ada, Es, Brs, Sv), kösemen (El, Ml), enenmiş koyun (Ks, Ezc, Ank, To, Çkr); koç (Ml), dört yaşında erkek koç (İç); örüne çekmek, koyunlar yavrularını tamamladıktan sonra geceleri otlamaya gitmek (Ky); öveç, kösemen, 1 – 4 yaşında erkek koyun ve koç (Brs, Ank, Ay, Kü, İz, Brd, Zn, Or, Mn, Isp, Ezm, Gr, Dz, Çr, Ant, Af, Çkr, Mğ, Ada, Nğ, Gaz, İst); Oya – öya sürüden ayrılarak ötede beride otladıktan sonra arkadan gelen koyun (To, Af); öneç, iki yaşında erkek koyun (Nğ).
Pırık, ince ve uzun kuyruklu koyun (Ed); pırlak, kuyruksuz veya küçük kuyruklu koyun (Brs, Sn); poruk, başı tüylü koyun (Sv).
Sakız koyunu, kuyruğu yere sürünür derecede uzun olan bir kıvırcık olup elbesisi’dir. Bu çeşit koyun günde bir okka (yakl. 1330 gr.) süt verir. Eti lezzetsizdir. (İst).
Seyirdim, yazın satışa çıkarılan koyun (Kn); soğultmaç, yaz ortasında sütü kesilen koyun (Kr); soğutmaç, yavrusu ölen koyunu sağmak için altına konulan içi saman doldurulmuş kuzu derisi (Çkr); sıdalak, koyun plasentası (Kn); süsek, çok tos vuran koyun (Ada); çutak, boynuzsuz erkek koyun (Trakya – muhacir); şaltak, koyun kuyruğu (Ezm).
Bu sonuncu sözcük bizi biraz eğleyecek. Daha önce, idareci sınıf olarak “Osmanlı” ile onun antitezi olan “halk” arasındaki zıtlaşmayı irdelerken[42] bugün Doğu Anadolu’da hâlâ hatırlanan şu halk deyişine yer vermiştik:
“Şalvarı şaltak Osmanlı;
Eğeri kaltak Osmanlı;
Ekende yok, biçende yok.
Yemede ortak, Osmanlı”
Halkın, onu hor gören ve sömüren, ona tepeden bakan “Osmanlı”ya iltifat yağdırmayacağı mülâhazasıyla buradaki “şaltak” ve “kaltak” sözcüklerini ele alalım.
Türkçe Sözlük’te “şaltak” bulunmadığına göre bunu bir halk dili sözcüğü olarak kabul edeceğiz. Ancak BTL, Çağatay kökenli olarak “şaltamak = süslemek, bezemek, düzeltmek, tanzim ve tertip etmek” tanımlamasını veriyor. Bunlara göre Osmanlı’nın şalvarı ya “koyun kuyruğu”na benziyor, ya da “süslü”.
“Kaltak” sözcüğüne gelince halk dilinde bu “delikanlı” (Af), “ihtiyar (kadınlar için)” (Ay, Dz), “eski ayakkabı” (Kc) anlamlarına geliyor. BTL ise bunun için “garp – isim – sıfat – at eyeri, çıplak Tatar eyeri, mecazen fahişe. Bakınız postal” diyor. Ve bu sonuncusunun da “garp, isim – koncsuz bol mest; konclu ve çarık gibi bağlanır bir nevi ayakkabı; sürtük, hane berduş kadın; fahişe rospi” olarak tanımlıyor.
Türkçe sözlükte ise “kaltak = üzeri meşin, halı gibi şeylerle kaplanmamış olan eyerin tahta bölümü. Kuskunsuz (hayvanın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayışsız – kuskun, mecazen gözden düşmüş kimse) eyer; iffetsiz, namussuz kadın” tariflerini veriyor. Halk bunlardan hangisini yakıştırdı Osmanlı’ya?…
Devam edelim.
Şalvar kara, bacaklarıyla karnının altı siyah olan koyun (Ada); şişek, sütlü koyun (Sn, Tr, Ke – muh., Ada), 1 – 2 yaş arasında koyun (Es), burulmuş koç (Dz); genç kocamamış manda (Ar).
Tekişmen, büyük ve yağlı koyun kuyruğu (Mr); togu, koyu renkli davar (Kn); toklu – tohlu – tokluk, altı aylıkla bir yaş arasındaki kuzu (ülkenin az çok her yerinde), iki yaşında kuzu (Isp, Dz, Kü, Sn, Kr, Ezm, El, Ml, Hat, Sv, Ank, Krş, Kn); tokluman, bir yaşında kuzulayan koyun (Yz, Ank, Nş, Nğ, Kn); torpiç, daha kuzulamamış koyun (Mğ); torpuç – torpuk – torpuna, bir yaşında doğuran koyun, keçi, inek, vb. hayvanlar (Dz, Es, Kü); toyman, koyunlar kırkılırken sırtında kalan parça parça tüyler (Tk); tozla, kısır koyun (İz); tücer, tüyü uzamayan bir çeşit koyun (Brd); usak, kuzusu ölen sağmal koyun (Ed – muh); uveç, enenmiş koç (Çr); ürgeç, bir yaşına girmemiş kuzu (Ks); üveç, iki veya üç senelik burulmamış erkek koyun (Gr).
Yazmış, ilk defa doğurma çağına giren koyun veya keçi (Nğ, Kn, Ada, Isp, Ant, İçel); yınak, koça gelmiş dişi koyunların koçun başında toplanması (Ml) (herhalde “yığınak”tan galat); yosa, koyunların sırtına vurulan toprak boya (Tr); yozluk, kasaplık, kısır, hadım, ihtiyar koyunlar; yöğürme, koç koyuna aşmak (Çke); yüğrülmek, dişi koyun koç ile çiftleşmek, gebe kalmak (İz, İç, Sv, Ant, Isp, Hat); yüğürtmeç, doğurmamış, kısır koyun veya inek (To, Ama, Kn, Ank, Krş).
[1] Charles Morazé.- Inroduction a l’histoere economique, Paris 1952, s.20
[2] ibd. s. 90
[3] ibd. s. 182
[4] Türkiye halkının maddî kültürüne dair anıştırmalar, III. Hayvancılık, in TED, III. 1958 Rıza Alaktürek’ten (Cumhuriyet gaz. 07-11-1981)
[5] Bu hususta bkz. Burhan Oğuz.- op. cit. C.I, s. 179 ve
[6] Leonand R. Palmer.- Mycenaecans and Minoans London 1965, s.94
[7] Seton Lloyd.- Early highland peoples Analolia. London 1967, s.80
[8] Leonard R. Palmer, op. cit., s. 108-9
[9] Pecus olup bundan burada kullanılmış olan ve “sürü” olmayıp her tür ehli hayvanı ifade eden pecunia iştikak ediyor. Bu sonuncusu Latincede mal, mülk, servet, varlık, zenginlik, sahip olunan şeyler. Nakit nara, para, akçe, para miktarı. Ödeme günü, vade. Kazanç tanrıçası Jüpiter’in lakabıdır. Bu sözcük İngilizce ve Fransızcaya sırasıyla pecuniary ve pecuniaire olarak geçmiş ve “paraya değgin, paradan ibaret” anlamlarında kullanılmaktadır. Ama bütün bunlar Latin pecu (sürü, mal ve davar; pecualis sürülere değgin… den türüyor ki bütün bunlar bize, para ve servetin kökeninin hayvan varlığı olduğunu gösteriyor.
[10] Leonard R. Palmer, op.cit. s. 117-8
[11] Maurits N. van Loon. – Anatolia in the second millennium B. C., Leiden 1985, s. 23-5
[12] Ksenophon. – Anabasis, “Onbinlerin dönüşü”, çev. Tanju Gökçül, İST.1974, III/5.2-10
[13]ibd., IV/5.31
[14] Ayrıcı bkz. Charles Burney and David Marshall Lang.- The peoples of the hills. Ancient Ararat and Caucasus, London 1971, s-185
[15] Afif Erzen.- Doğu Anadolu ve Urartular. Ank., 1986, s. 16-17
[16] B. B. Piotrovsky. – L’étude des antiquités d’Urartu eu U.R.S.S., in CHM, Hors Serie Contributions â l’Histoire Russe. 1958, s. 50
[17] Örneğin bkz. Burhan Tezcan. – 1964 Koçumbeli kazısı, ODTÜ yay., Ank. 1966, s. 7
[18] Pierre Waltz. – la question d’Orient dans l’antiquité, Paris 1942, s. 277
[19] Hayri Ertem. – Boğazköy metinlerine göre Hititler devri Anadolu’sunun faunası, Ank. 1965. s. 42-6
[20] ibd., s. 5
[21] ibd., s.5
[22] ibd., s. 62
[23] ibd. s. 78-85
[24] 8,4 gr.
[25] Kuru şeyler ölçüsü, kilenin dörtle biri
[26] Haiti mina’sı 300gr. Babilonya minası 505 gr.
[27] O. R. GURNEY. – The Hittites. Middlesex l962. s. 80-84
[28] Subutay Hikmet Karahasanoğlu. – Maçka ilçesinin Yeşilyurt Haçavera köyünde yer isimleri, in Folklor, Halkbilim Dergisi V/43. Mayıs 1992. s. 38
[29] Grek şair ve tarihçi yakl. 536-582
[30] Louis Robert. – Noms indigénes dans l’Asie – Mineure Gréco – Romaine, Paris 1963, s. 24-9
[31] Tetkik edilen bölgeninkilerden söz ediliyor. Gözlemler 1958’den önceye ait.
[32] Tarafımızdan belirtildi.
[33] Bu siyah kıllı keçi. Es ve Ks’da gılan tesmiye edilir.
[34] Xavier de Planhol. – De la plaine pamphylienne aux lacs pisidiens. Nomadisme et vie paysanne, Paris 1958, s. 162-6
[35] Ali Rıza Yalgın. – Davarda Sayakutluğu “Bayramı”, kırkım ve dişle iğdişçilik, in TFA 2, Eylül 1949, s. 23-6
[36] Ayten Altıntaş. – Türklerde dişle iğdişçilik, in Foklor ve Etnografya Araştırmaları 1984-, İst. 1984, s. 13-5
[37] Bu hususta bkz. Burhan Oğuz. – op. cit. C. I. s. 161
[38] Mahmut Makal. – Bizim köy. – İst. 1950. s. 46
[39] B. Oğuz, C. l, s. 153-6
[40] Hamit Zübeyr Koşay. Kara Kırgızlarda ehlî hayvanlar ile ilgili kelimeler in Fuat Köprülü Armağanı, s. 301 – 3
[41] DELT, s.296 – 7
[42] C. I. s.30I