Ağger– âger, boynuzunun dibinden ağzına kadar beyazı olan keçi (Gm, Ezc, Sv); ağran, keçi, koyun (Kn); akdoğu, beyaz renkli küçük ve kıvırcık kulaklı keçi (Ks, Isp); akger – akker, tüyleri alacalı kıl keçisi (Isp, Brd, Dz, Mn, Brs, Bil., Ks, Çr, Sm, Ky, Kn, İç, Ant, Krş, Bil, İst – muh.); bu aynı akker, Krş’de yine bacaklarıyla alnı ve burnu beyaz keçi oluyor. Alabaş, sürüyü idare eden erkek kıl keçisi (Ank), vücudunun yarısı siyah, yarısı beyaz kıl keçisi (Çkr); akdoğu, beyaz, küçük ve kıvrık kulaklı keçi (Isp, Ks); artık, iki yaşından itibaren oğlaklayan keçi (To); alager, kır renkli keçi (Brd); avalak, oğlak, keçi yavrusu (Kn, Ks, Kü); badat, tek taşaklı keçi (Zn, Tr, Mğ); balcebiç – balçepiç, bir yaşında kısır keçi; ballak, kulakları çok küçük ve sivri olan keçi (To, Mr), malak (Ky, Ay); yine To ve Mr’da baltık, ballak gibi kulakları küçük ve sivri keçi oluyor. Baymak, ayakları eğri doğan oğlak (To); baza, yarı siyah, yarı beyaz keçi (İst – göçmen) beste, keçilerin üzerindeki alacalık (Mr); beş, keçi ve sığır gibi hayvanların alınlarındaki beyaz kıl (Vn); bestra, karnının altına doğru, iki yan tarafında girintili çıkıntılı iki daire şeklinde beyazlık olan keçi (Çkl); beyazgösa, alnının iki tarafında beyaz çizgi olan keçi (Çkl); bıldırcık, keçi yavrusu (Ml); Bızm – bızım, keçi (Ml, Mr, İst.); davar (Ezm); bibici, keçi (Dz); boccuk – boccik – boççık, keçi kuyruğu (Ml, Ezc); aynı sözcük ailesinden pöcük – paççik – poççuk…, kuyruk sokumu (Mn, Kü, Es, Cr, To, Gr, Ar, Kr, Hat, Sv, Yz, Ank, Nş, Nğ, Ada, Ama, Ezm, Ezc, Vn, Bt, Ky), az çok aynı yerlerde doğruca “kuyruk” ve de “küçük ve kısa kuyruk” oluyor. Boncuk tüy, ince tüylü tiftik keçisi. (Yz); bazal – bozerkeç, boz keçi (Ky); bozdoğu keçi, kıvrık kulaklı sarı keçi (Isp); buçka, yanaklarının kılları sarı siyah ve beyazla karışık olan keçi (Çkl); büküş, kulakları ne büyük ne de küçük olan keçi (Isp), kulakları içine eğri olan insan veya hayvan (Dz).
Cebiş, henüz doğurmamış bir yaşında dişi keçi, çebiş (Krş, Kn, Dz, Ama); cıba, kırkılmış keçi (Es, Kıbrıs, Ank, Kn., Ky, Çkl, Kü, Ba, Mn, Brs, Tr, Çr., İst, Nğ. İz, Ay); bu aynı sözcük yine Ank’da bu kez “kırpılmış keçi oluyor, ciba ile birlikte; cibiş, iki yaşında erkek keçi (Kü, Mn); cili, yeni doğan keçi yavrusu (Ant).
Çağlamak, koyun koça, keçi tekeye gelmek (Ank); Çebiş ve çok sayıda varyantı, ülkenin az çok her yerinde şu anlamlara geliyor; 1) bir yaşındaki keçi yavrusu; 2) bir yaşındaki dişi keçi yavrusu; 3) bir yaşındaki erkek keçi; 4) iki yaşında olan keçi; iki yaşındaki dişi keçi; 6) kısır- keçi; 7) tiftik keçisi. Bunların dışında çebiş, kızların cinsiyet organı oluyor, Brd’da.
Çeli, keçi yavrusu (Sn), mısır sapı (Rz); çılpa – çıpa, kulakları küçük ve kısa keçi (Krk, Tk, Isp, Çkr); çibi – cibe – cibi, oğlak (Ks, Zn, Kü); çingir, küçük kulaklı keçi (Kn), aynı zamanda da fahişe, Ank, Isp ve Dz’de. Çirpemek, yaprakları oğlaklara yedirilen kurumuş meşe dalı (Isp); çiti, oğlak (Dz); çiyleme, iki yaşında oğlak (Ank); çomak – çomuk küçük kulaklı koyun ve keçi (Ada, İç, Kü, Isp); Çomu, küçük kulaklı keçi (Ks, Sm); Çömmen, küçük kulaklı keçi (Kn); Çöpün, kara keçi (Ks, Sm); çula, küçük kulaklı koyun veya keçi (Çkl, İz); Çüğ, kulakları yuvarlak keçi (Kn); Çûmbül, çük (Mr), kulakları küçük ve yuvarlak keçi (Kn); Çüpür, sert keçi kılı (Ks).
Dabıç, boynuzsuz keçi (Kn); dabış, keçi, büyük keçi (Ad); dağaş, kulakları küçük ve kıvrık keçi (Brd); dahar, keçi (Çkr); dekişmen, bir yaşında erkek oğlak kıl keçisi (İç); deliyazmış, iki yaşında dişi keçi; “bu keçi deliyazmış iken doğurdu” (Kn); dığı, kuzu veya oğlak (Kn), cüce (Kn); dığış, insana alışkın koyun veya keçi (Kn); dığıç, keçi (Dz); digi, keçi yavrusu (Ky); dikmen sakar, boynuzları dik ve hatif arkaya kıvrık olan keçi (Çkl); dingiç, kıvrık kulaklı keçi (Kn); dinbiç, iki yaşındaki erkek keçi (Gr); diştir – diştir, doğurmamış keçi (Ezc, Ml); divrim, bir yaşını geçmiş erkek yavrusu (Tr, Ezm); dobak keçi, boynuzsuz keçi (Ks); doğ, kulağı küçük koyun (Or, Yz), kulağı küçük keçi (Yz, Çkr), anadan boynuzlu doğan küçük kulaklı kuzu ve oğlak ki keçi olunca sürülerin önünden giderler (Çkr), keçilerin kulaklarında meydana gelen kıvrışıklar (Ant); doğu keçi, boynuzsuz keçi (Ank); doğuş, ufak kulaklı keçi (Ky); doşu, küçük ve toparlak kulaklı keçi (Kn); doyış, ince uzun ve ucu kıvrık kulaklı keçi (Isp); döşmen, kulakları kıvrık olan hayvan (Kr); dumbul, iyi burulmayan erkek davar (Kn); düber, üç yaşında erkek keçi (Bt); dübür, iki yaşında erkek keçi (Kr).
Eçki – ecil, keçi (Af, Brs, To, Kr, Ada); edeklik, kırkılan keçilerin karnında bırakılan kıllar (To); ekdi – ekti – oğlak (To); emilik, bir haftalık keçi yavrusu (Ada); emlik oğlak, iki – üç aylık keçi yavrusu (Mr).
Fele, arkaya yatık kısa boynuz (Es); filik – finik, tiftik keçisi (Af, Isp, Brd, Dz, Ar, Ay, Kü, Sm, İst, Or, Ezc, Ml, Mr, Sv, Yz, Ky, Nğ, Kn, İç, Ant, Mğ), tiftik keçisinin yavrusu (Af), dişi keçi (Dz, Ay, Ezm, Sv), keçi yavrusu (Sn), tiftik keçisinin ince, uzun, yumuşak ve parlak tüyü, tiftik (Isp, Dz, Mn, Bo, Çr, Sm, Ama, To, Ezc, Ml, Yz, Ank, Nş, Ky, Nğ, Kn), beyaz tiftik keçisi (Ama, To, Gr, İç).
Gabış – Gabeş, boynuzsuz keçi (Isp, Brd, Nğ, İç, Ant, Dz); gavuk, uzun (keçi memesi için): “gavuk memeli keçiler sütlü olur” (Isp); gez – gezdoğu – geriş – gerkeçi, karnı, bacağı, burnu veya kulakları beyaz ile siyah arası renkte olan keçi ve sair hayvan (Af, Uş, Isp, Dz, Çkl, Yz, Ky, Ada, İç, Ant, Kn, Mr, Brd), az çok aynı yerlerde keçi vb. hayvanlarda tam siyah olmayan, siyahla beyaz arası bir renk, açık maviye yakın, gök renginde keçi (Ky), kahverengi ile sarı arası keçi rengi (Dz), başı beyaz olan keçi (Brd). Gez – gerzem – gezem – gezezan – gezyazma, bir yaşında keçi, oğlak (Nş, Mğ, Uş, Isp, Dz, Kü, Ank, Sv); gezdan – gezeğen – gezem – gezgezme – gozleme, iki yaşından sonra doğurmayan kısır keçi ya da koyun (Bo, Kn, Ks, Yz), iki – üç yaşında erkek keçi (Es); oğlak (Ank), iki yaşındaki dişi keçi (Ank), iki yaşında kuzulayıp da kısır kalan keçi (Kn). Gezyazdı, doğurma zamanı geldiği halde o sene doğurmayan keçi (Kn), iki yaşında kıl keçisi (Kn, İç); gıdık ve çok sayıda varyantı, keçi yavrusu, oğlak (Ama, To, Gm, Rz, Kr, Ezc, El, Ml, Sv, Ada, Sm, Bt, Ezm, Tn, Or, Çr, Yz, Mr), kuzu (El, Ml, Ezc). Gılan, siyah kıllı keçi (Es, Ks), az kıllı keçi (Es, Sv). Gici, keçi (Ank); godel, boynuzsuz keçi, öküz veya koç (Ar); goşan, keçiyi kolay sağmak için ağıla götürme işi (Isp); gôğleme – göğeleme – göğüleme – gövleme, keçi yavrusu (Brd, Ant, Mğ, Isp, Sv, Mn), iki yaşında kıl keçi (Isp), doğurmamış keçi (Ant); göleme, henüz yavrulamamış keçi (Ant, Mğ); görüt, bir yaşında erkek oğlak (Sv); göveleme, iki yaşında kısır keçi (Mğ), ilk kez yavrulayacak keçi (Ant); gula, kulak arkasındaki tüyleri kahverengi olan keçi (Af); guruk, kulağı kısa oğlak (Ml), gürgüt, keçilerin tüylerinin dibinde bulunan ve tarakta kalan kısa, ince kıllar (Af, Isp, Brd, Dz, Kü, Sv).
Hahana – hahına, bir ile iki yaş arasında dişi keçi (Mr); hevir, burulmuş erkek keçi (Bt, Ank), iki yaşında erkek keçi (Bt); hakına – hakana, bir yaşında dişi keçi (Mr, Ada, Bil, Mo), iki yaşında yavrulayan keçi (Es, Hat), 2-3 yaşında yavrulayan büyük ve küçük baş hayvan (Ar, İç), Üç yaşında dişi sığır (İç, Bu, Kr). Hoduh, bir yaşında yavrulayan keçi (Türkmen köyleri -ky).
İkili, iki yaşında burulmuş erkek kıl keçi (Mğ).
Kahah, boynuzsuz keçi (To); karakeçi, Türkiye’nin her tarafında bulunursa da, en çok Rumeli, Antalya ve Konya’da bulunur. Karakeçi mutlaka ağaç ve çalı ister. Kılkeçi de derler. Kılkeçi yüksek yerde yaşayamaz, üşür. Tiftik ise yaşar. Çünkü tiftiğin yapağısı sıkış olur. Eti de lezzetlidir. Karakeçinin sütü çok olur (H. Z. Koşay).
“Tiftik” sözcüğü Arabi kökenli (fetk’den tiftik, pamuk atma, yün atma) olup bu keçi, Ankara keçisi olarak da biliniyor şöyle ki dünyaya Ankara yöresinden yayılmıştır.
“Tiftik” ayrıca moher (Arapça muhayyer – keçi kılından kumaş’tan) olarak geçmekte olup en eski dokuma elyafından biridir ve binlerce yıl sadece Anadolu’da üretilmiştir.
Eskiden Ankara keçisinin atası olarak Capra aegragus kabul edilirken, 20. yy.ın başlarında yapılan arkeoloji araştırmaları sonucunda bu ırkın Capra Prisca’dan türediği görüşü yerleşmiştir. Anayurduna ilişkin araştırmalar sonucunda da, bir yandan Capra prisca türü keçilerin Asya’nın Çin’e kadar olan tüm bölgelerine yayılmış olması, öte yandan Anadolu’daki yabani keçilerin hem C. Prisca, hem de Ankara keçisiyle herhangi bir ilişkisinin olmaması nedeniyle, Ankara keçisinin kökeninin Asya olduğu görüşü genel olarak benimsenmiştir.
Sümer tabletlerindeki bilgilere ve Sümer kabartmalarındaki resimlere dayanarak Ankara keçisinin M. Ö. 4000 – 3000 yıllarında Sümerliler tarafından Mezopotamya’ya getirildiği, ancak iklim koşulları elverişli olmadığından hayvanların soyunun tükenmeye yüz tuttuğu anlaşılmaktadır, Strabon da, M. Ö. 2000 yıllarından beri Ankara yöresinde ince tüylü keçi yetiştirildiğinden söz eder. Oysa XV. yy.ın başlarına değin Anadolu’da Ankara keçisinin ve tiftiğin varlığını doğrulayan bilgilere rastlanmaması, bu ırkın atası olan Capra prisca türü keçilerin XIII. yy.da Hazer Denizi’nin doğusundan Anadolu’ya Türkler eliyle getirildiği ve bu yörenin uygun koşullarında değişim (mutasyon) geçirerek bugünkü ırka dönüştüğü görüşünü güçlendirecek niteliktedir[1].
Dokumada kullanılan tiftikler arasında çengelli tiftik, elyafı devetüyü renginde olan bir cins tiftiktir.
Tiftiğin genel rengi gümüşî – beyaz olup ülkemizde değişik iklim ve flora bölgelerine göre renklerde bazı farklar görülür: Siirt çevresinde siyah ve kahverengi, Konya’nın dağlık bölgelerinde çengel adı verilen sarı, yine Konya’nın daha alçak bölgelerinde alatlı adı verilen koyu ve esmer, Ankara ve Yozgat çevrelerinde krem renginde olur[2].
Devam edelim keçi ile ilgili sözcüklerin sayımına.
Karik, keçi yavrusu, oğlak (Ba. Ml); karut, bir yıllık keçi yavrusu (Ezm); kaşat, damızlık keçi, teke (Rz); keher, iki yaşında kuzulamamış keçi (Dy); kehrik, oğlak (Bt) kelim – kelik – kelim, eğri boynuzlu koç, keçi (Sv, Ank, Ky, Kr, Gm, Ar, Kr, Es); kelyazan, iki yaşında kısır keçi (Bo), iki yaşında tiftik keçisi (Zn); kem, oğlakların analarını emmemeleri için ağızlarına verilen iki ucuna ip bağlanmış ağaç (Sv); kemer, alacalı keçi (Sv); kerkim, iki yaşında dişi keçi (H. Z. K.); kölemen, deniz kıyısında yaşayan kıl keçisi (Krş); kezin, bir yaşında dişi keçi (Gr); kıdık – kidik, keçi yavrusu, oğlak (Ama, Tr, Gm, Ar, Kr. Ezm, Ağ, Bt, El, Ml, Sv, Ky, To, Dy, Tn, Ur, Gaz, Kü); kılan, tiftik keçi azmanı (Zn), sert keçi kılı (Bo, Ar); kılı kesik, bir yaşında erkek keçi (Af); kırık – kirik, ufak kulaklı kara keçi (Rz); kızıl tüylü, bir yaşında oğlak (Bil, Sm); kıynız, boynuz (Ank, Kıbrıs); kızılgır, kulakları kırmızı siyah keçi (To); kirik – kırık, kulakları kısa, beyaz benekli oğlak, keçi (Ar), kılsız keçi, yapağısız koyun (Ar); kolik, boynuzsuz keçi (Rz, Gm), boynuzu kısa hayvan (Kr); koltık, boynuzsuz veya küçük kulaklı keçi (Ar, Krş, Ky, Tk, Sv, Gaz); boynuzsuz erkek davar (Gr); korba, kıllı, karakeçi (Çkl); korit, bir yaşına kadar olan erkek keçi (Sm, Gm, Rz), bir yaşından iki yaşma kadar erkek keçi (Gm); korut – köröz – küde, bir – iki yaş arasında erkek keçi, oğlak (Ar, Kr, Ezc, Sv, Ky, Nş, Ada, Ant); köremez, keçinin erkeği, teke (Krş); körit, iki yaşında erkek keçi (Ar); körüt, 1-3 yaşında erkek keçi (Ar, Kr, Ml, Sv); külük, boynuzlu keçi (Gr); kümük, küçük kulaklı keçi (Isp), kulağı kesik hayvan (Isp); kürüz, bir yaşında doğuran keçi; körüz, bir yaşında oğlak (Ada), vaktinden önce tekeye gelerek yavrulamış keçi (Hat, Ada, Ky), cılız kalmış keçi yavrusu (Ada); kösem, dört yaşında, çobana alışkın erkek keçi (Brs, Ant, Kü); kuliye, boynuzsuz keçi (Gm); kut – kuta, boynuzu olmayan keçi (İst); kürüs, küçük kulaklı keçi (Sv); Koto, yeni doğmuş erkek keçi, oğlak (Kafkas göçm. – Ar).
Lök, doğurması yakın olup da yokuş çıkamayan keçi (Ant).
Melez, keçi dili (Gr); mendiraklı, bir yaşında keçi (Çkl); mersenkli, sütlü keçi (yürükler – Brs).
Neri, iki yaşında erkek keçi (Bt), teke (Vn),
O şaman, bir yaşında iken yavrulayan keçi (Gr).
Ökeç, üç yaşında erkek keçi (Mr); öveys, üç yaşında dişi keçi (Mğ).
Pecük, keçi kuyruğu (Gın); penlik, kulağı sarı, vücudu başka renkte olan keçi (Rz).
Sarı ger, kulak ve bacakları sarı olan keçi (İst. – muh.); sarı tülü, 1 – 2 yaş arasındaki keçi yavrusu (Sm); segis, iki yaşında enenmiş keçi (Ada); seyis, iki, üç yaşında enenmiş erkek keçi (Dz, Çkl, Brs, Kü, Es, Bo, Ks, Çkr, Çr, Sm, Ama, Ao, Gm, Mr, Sv, Yz, Ank, Krş, Ky, Nğ, Kn, Ada, İç, Ant, Kr, Ağ, Adı); sıyis, iki yaşında keçi, erkek keçi (Sv, Ank, Kn), erkekliği alınmış keçi (Kn); şelek, bir kulaklı keçi (Kn), boynuzunun birisi kırık hayvan (Isp, Kr, İç, Ant); sırnak, hayvan tırnağı (İç), keçi ayağı (Gr).
Tabıç, boynuzsuz keçi (Kn), deyyus (mecazen) (Kn); taya, keçi sürüsünün bölük başısı. Bunun boynunda koca zil asılı olur. Bu zile Rumeli’de kombuna veya şınsırak derler (Kr, Ezm); tekiş, boynuzsuz keçi (Kn); tenem, tiftikle kıl keçiden meydana gelen melez yavru (Isp), terem (Çkl); tilik, tiftik keçisi (Af), hoppa, şımarık (Brd); tiştir, dişi keçi (Bt), kısır keçi (Ur, El); toğa, erkek oğlak (Ezm); tohum kürüdü, bir yaşında burulmamış teke (Ml); torpuna, henüz doğurma yaşına girmeden doğuran keçi… (Kü); turluk, keçi ağılı (Bil); tüstür, 1 – 2 yaşına kadar olan keçi yavrusu (Ada, Ml); tüştür, bir yaşındaki dişi keçi yavrusu (Ml), iki yaşındaki keçi (Ada).
Üve, erkek keçi kırkılırken arka ayaklarında bırakılan kıllar (Ant).
Yabır – yabrı, iri kulaklı keçi (Isp, Ank); yalkı, anasından tek doğan oğlak (İç), ikiz oğlak (Çr), aksine dönme: “değirmene gittim derdimi yanmağa, o da başladı yalkı dönmeğe!” (Gaz); yanal, alca renkli keçi (Tk), tüyü siyah, yüzü kahverengi olan koyun veya keçi (Sm), kulakları sarı olan keçi (Mr), gözünün etrafıyla yüzünde kara yamaları olan hayvan (Isp), yaramış, keçileri kırkma zamanı (Es); yelek, iki yaşında keçi (Ant); bir yaşında iğdiş edilmiş teke (Ant) yinice, iki yaşında erkek keçi (To); yürürlük, erkek isteyen keçi (Ant).
Zekteke, keçilere koyuverilen damızlık teke (İç). Sözcüğün birinci hecesi Arabî “zeker”, erkeklik organının ilk üç harfini kullanmış olabilir mi?…
* * *
Halk dilinde sığırlarla ilgili sözcükler
“Sütlü iken sağdın sütümü, sütsüz iken
-koca öküz koydun adımı” (Z.Yöney’den)
Dağla yıldız, özellikle kutup yıldızı arasındaki ilişkiden daha önce söz etmiştik[3]. Bu ilişkiye en güzel örneklerden biri Toroslar’ın ünlü zirvelerinden Demir Kazık Zirvesi[4] olup Anadolu’nun hemen her tarafında Demirkazık, Demirzikke, Dirkazık, kutup yıldızını ifade eder.
Gümüşhaneli, işbu demir gazuh tabirini, demirbaş anlamında kullanmış: ineksiz ev olmaz, inek demir gazuhtur”…
Böylece Anadolu, sığırı ekonomik yaşamın merkezine yerleştirmiş oluyor. Bakalım şimdi bu çerçevede türettiği sözcüklere.
Abcara, sığır karnı (Af); abıç – abış – abuş arası – apıç – apaş – apoşara – apuş, iki bacak arası, apış (Af, Uş, Brd, Dz, Mn, Ba, Es, To, Ky, Nş, Kn, Ant, Mğ, Ank, Ks, Çkr, Gaz, Sm, İç); abraş, alnındaki beyazlık alt dudağına kadar inen at, inek, manda (İz, Ba, Çkl, Brs„ Kc, Sm, Ama, To, Or, Sv, İç., Ant, Ed, Krk, Ezm), hayvanın kıç tarafındaki leke (Ky); açal, yeni doğmuş erkek buzağı (Rz); adal, erkek dana (Rz); ağanak, gebe ineklerin fercinden akan su (İç); akguz, beyaz renkli inek veya buzağı (Bil); aldangıç, yavrusu ölen ineğin sütünü almak için içi samanla doldurulmuş buzağı derisi (Sm); apo, inek, sığır (Rz); aruk, ineğin tabî hali, gibi veya kısır olmayan inek (Tr) (Bu herhalde, “arık – temiz – kusursuz”dan galat olmalı); asıtana, süt emme süresini geçirdiği halde hâlâ anasını emen dana (Ant); asmalamak, ineklerin cinsî istekleri olduğu zaman dişilik organından yapışkan bir sıvı akmak (Tr); avgun, boğa isteyen inek (Isp); ayağa gelmek, inek çiftleşmek istemek (Bo, Ank); aydın, alnı beyaz sığır (Ar, Sv).
Balle, boğa gibi iri olan erkek sığır (Brd), beylik sığır (Brd); balya, iyi cins erkek sığır, boğa (Isp, Dz, İz, Ant,). Bu son iki sözcükte bir “irilik, ağırlık” kavramı yatıyor. Akla, İtalyanca “balla”dan gelme “balya”, yük, denk sözcüğü geliyor… Bandel – bandela, karnından sırtına kadar kemer gibi beyaz tüyü olan sığır vs. hayvan (Tr) (“Band”, bağlantı ifade eden Cermen kökenli, bir sözcükten istiare edilip Batı dillerine geçmiş ve yassı bir bağlantı aracı olarak dilimizde de kullanılmaktadır. Mezkûr inekle ilgili sözcüklerin bundan gelme olduğunu söyleyebiliriz); barın, öküzleri otlatma, doyurma (Kr); başmak, 1 – 2 yaşında dana (Çatalca – İst. göçmen – Brs göçm.); beylik, damızlık hayvan (Dz), köyün ortak malı semiz sığır (Brd), tosun, burulmuş erkek dana (Dz); bılık, dana (Kr, çocuk dilinde), bıllık, buzağı, (Nğ, Ada); “buzağı”dan galat olduğu muhakkak bıza ve çok sayıda varyantı, hayli yaygın bir alanda geçmektedir, ineğin doğurmasını ifade eder bızlamak (“buzağılamak”tan galat) gibi; bicik, inek (Mr); biçik – bücük, dana (Gr, Tr, Ml, El, Ur, Ky), kuyruğu düğümlü koç (Ar); biceğinde doğurmak, ineğin iki yaşında veya daha önce doğurması (Vn); bir boyunmal, bir çift öküz (To, Ezm) (bir “boyunduruluk” çift öküz); bizdik, dana (To), erkek çocuk (Ky). Bu sözcük, Ermenice “çocuk, küçük” manasında “bızdık’tan alınmıştır. Bodak- badak, boğa (Mğ) dişi arı (Brd); boğasak – boğarsak, boğa isteyen inek (Uş, Kü, İç, Tkr, Ky, Çkl, Ezm, Krş, Kn, Ant, Ada); boğasamak – boğasımak, inekler çiftleşmek için boğa istemek, boğaya gelmek (Kn, Ar, Mn, İz, Ank, Çkl); boğasak ve çok sayıda varyantı, boğaya gelmiş inek, dana (az çok her yerde); bor, gri renkli sığır (El). Bu sözcük ayın zamanda Af’da “yağmurdan sonra toprağın üstünde meydana gelen tuzlu beyaz tabaka” olup bu “beyaz”, her halükârda griye kaçar. Bunun dışında “bor – boz” arasında bu r-z değişmesi düşünülebilir. Bôğrül, yan tarafı beyaz olan sığır (Or); böğürtlek, inek isteyen öküz (İç); bulluk, buzağının ilk günlerdeki adı (Ada); buzalacı ve varyantları çok yerde, gebe inek, manda, yani buzağılayacak hayvan anlamında kullanılıyor, burma, arabalara koşulan burulmuş boğa (Ezm); bucü bücü, bir yaşında dana (Kn); bücük ve birçok varyantı, buzağı (Af, Isp, İst, Zn, Ml, Ank, Krş, Ky, Nğ, Kn, Krk, Çr, Es, Ml, El, Ada, Mğ, Sm, Ur, Mr, Yz, Sv, Çkr, Ama, Sn, Or, Gr, To).
Catlığ zamanı, sığırların tavlandığı, tüylerinin döküldüğü zaman (Tn); cebiş – cebiç – cıba, yeni doğmuş dişi buzağı (Tr) (cıba = domuz yavrusu. Mr. Ada) (bkz. Fot. 106 – 107); cıbık konur, vücudu siyah, boyundan kuyruğuna kadar olan sırt bölgesi sarı renkli sığır (Kn, Ant); cığal, boynuzları uzun ve iri öküz (Kr); hilâl boynuzlu öküz (Kr) (cığalamak = süslenmek – Dz, İz, İst, Nğ. Uzun ve “hilâl” boynuzlu öküzün süsü mü oluyor?…); cıtak – çitak, boynuzları düzgün ay şeklinde olan öküz, inek (Çr, Ama, Su, Abşır arşiretleri – Ky, Gm); cıvramak, öküz hamlayarak tüy dökmek (Kn) (= çamur olmak, Kn); cilf, koca öküz, manda (Hat); civga, sığır boynuzu (Kn); cönge – cönege, inek yavrusu (Kerkük), tosun, erkek dana (Azeri köyleri – Ama, To, Tr, Kr, Ağ, Vn, Kerkük, Bt).
Çağ, erkek danaların erkeklik organının üzerini örten tüylü deri (Brd); çancala, iki yaşında tosun (Ar); çari, sığırın kuyruk kılı (Rz); çılbır – çılbur, yeni yavrulamış ineklere verilmek için undan sulu bir yiyecek (Rz). Bu sözcükler aynı zamanda yoğurtlu yumurta yemeğini de ifade eder. Çıvgan, boynuzları geriye bükülmüş sığır (Ba, Brs, Krk, Tk), ince, cılız, zayıf hayvan (Kn, Ed, Krk, Tk); çona, buzağın büyüğü, tosun (Af, Ky); ince, cılız, zayıf hayvan (Kn, Ed, Kik, Tk); çona, buzağın büyüğü, tosun (Af, Ky); çür, öküzün erkeklik organından sızan madde (Gr) (çur, Ermenice “su”dur).
Damdan çıkma, bir yaşında erkek ya da dişi dana (Kr, Mş); damnaçıhma, iki yaşında dana (Kr); danalı, boğaya gelmemiş inek (Gr); dapçik, zayıf inek (Ar); daplak, bir yaşında dana (İç); diyek, buzağaya, annesini emmemesi için takılan burunsallık (Sn); doğurum, yeni doğurmuş ve sağılmakta olan inek (Tr); döğüş, yavrulu, sağmal inek (Kn); dönmek, boğaya çekilmiş inek gebe kalmayıp tekrar çiftleşmek istemek (Kıbrıs); düge – döve – duge – düga – düge – düke – duva – düye ülkenin her yerinde boğaya gelmemiş 2-3 yaşında dişi dana, düve; düğüşmen, bir yaşında dişi buzağı (iç); düküşken, iki üç yaşında sığır (İç).
Eğemi, boyunduruğa alışkın öküz (Kn); ekmeklik, inek, öküz, manda gibi hayvanın gerdanından sarkan kısım (Ezc, Kn, Ada). Anlaşıldığı kadarıyla hayvanın bu kısmı satılmayıp evde “ekmekle” tüketiliyor. Elem, sığıra verilen yem (Gaz); elematmak, samanla karıştırılarak öküzlere verilen bir çeşit yem. (Gaz). Emeç, henüz memeden kesilmemiş buzağı (Gz); emilcen – emecen, inek memesini emen bir çeşit kertenkele (Kü); emmel, hayvanı yürütmek için ucu demirli sopa (Isp), boyunduruğa alışkın öküz (Hat); endirtmek, ineği sağmadan önce sütü gelsin diye danasına bir iki yudum emzirmek (Ks); engil, buzağıya takılan küçük yular (Ky); eydirme, koyun ve inekleri 15 – 20 dakika ara ile 2. kez sağma, bu 2. kez alınan süt (Kr).
Follamak, öküzün boynuz dibinden kırılmak (To, Sv).
Gahlamak, koşulu öküz veya mandayı sürmek, sevk etmek (Bo); ganırık, büyük baş hayvanda arka ayakla karnı arası (Brd, Dz); gemlik, döğene koşulacak çağa gelmiş öküz, manda (Gr, Gm, Kr); geneş – gedüğüş – ger, kahverengi inek (Isp, Brd, Kn, Ant); gevik, yavrusu ölmüş ineğin sütünü sağdırması için emzirilen başka bir buzağı (Kn); gezek, öküz inek vs. sürüsü (Brd, Dz, Kü); gerekçi, sığır çobanı (Dz, Ay, İst, El, Kn); gezeklik, sürünün otlamaya gitmeden önce toplandığı yer (Dz); gezenek – gezim, otlak (Dz, Kü, Bo, Zn, Ks, Or), pirinç, buğday tarlası (Sn); gıjdik, 2-3 yaşında tosun (Sv); gınaçlamak, güreşecek iki öküz birbirine yan yan bakmak: “bu öküzler gınaçlamaya başladı, şimdi güreşecekler” (Mg); gıraşmak, koyun, keçi, sığır… toslaşmak (Kn); giy, dana veya boğa güreşi (Berit ve Gâvurdağ yürükleri – Mr); goğuşmak, inekler çiftleştirilmek (Ada); gonur, boynuz dipleri, yüzü, bel çizgisi, gerdanı sarıya yakın, öbür yerleri siyah sığır (İç); govsemek, inek ve dişi manda erkek istemek (Sv); goy, bir yaşına girmiş öküz (İst); göbüş, öküz (Kn); göğsek, boğa isteyen inek (Ama),… kadın (Ama). İnekle kadının aynı tanımlama içinde birleştirilmesi, ilerde üzerinde uzuncu durarak irdeleyeceğimiz konuya malzeme oluyor. Ama her halükârda fazla “nazik” değil… Devam edelim.
Göksemek, inek çiftleşmek istemek (Sn); gömbek, boynuzsuz öküz veya keçi (Sv); görelemek, inek veya dişi manda çiftleşmek istemek (Dz); gövlemek – göylemek, döl tutmak, inek çiftleşmek (Brd, Dz, Sv); gövelek, manda ve sığırların kızgınlık hali (Krş, Brd, Dz, Zn, Ank, Mğ); güde, yavrulayacak gebe inek (Ba, Kn); gümbek, boynuzsuz öküz (Or); gütcü, sığır sürüsü (Afşar aşiretleri – Ky).
Ham düve, ilk kez yavrulayan sığır (Af); heyirtmek, ineğin memesine süt gelmek, sütünü indirmek: “inek heyirtti, helkeyi çabuk getir” (Kn); hıştık, boynuzları yukarı doğru kıvrık öküz vs. (Kr); hodah – hodak, sığır çobanı (Gın, Kr, Gr, Vn). Bu sözcük Ermeniceden gelmedir. Höğüne gelmek, inek çiftleşmek istemek (Ama); hürle, öküz yemi (Çkl).
İndirtmek, inek sütünü indirsin diye buzağıya emiyormuş gibi yaptırtmak (Es); ilkmek, ineği iki kez sağmak (Yz); ireklemek, sığır dinlenmek (Tk).
Kaftar – kafdar – kafter, ihtiyar, cadı, bunak (Kr, Vn, Ezm), yaşlı manda ve öküz (Ama); kala gelmek, dişi inek ve manda boğaya gelmek (Vn). Varsayım olarak şöyle bir olasılık akla geliyor: αλα (gala), “süt” demek olup “kala gelmek”i “sütlenmek” anlamına alabilir miyiz?…
Kapak atmak, genç inek çiftleşmek durumuna gelmek (Ezc), yani “kızlık zarı”nı patlatmak. Devam edelim. Kambak, boynuzsuz öküz, keçi (Or), küçük boynuzlu öküz (Çkl); kamber, büyük boynuzlu öküz (Or); kataman, inekleri sağarken tuz yalatmak için kullanılan kıldan yapılmış kap (Ar); karatacak, sığır (Ky, Nş); kelesek, boğa isteyen inek (Dz); kele, boğa (Af, İz, Mn, Ba, Kü, Es, Tr, Ağ, Nğ, Kn); keles – kelit, boğa, tavlı sığır (Ezin, Ba); uzun boynuzlu sığır (Ezm); keleye gelmek, boğaya gelmek, boğasamak (Af, Mn); kelkör, sığır sürüsü (Ada); kobarmak, doğurmak üzere olan ineğin memesi büyümeye başlamak (Tr); keyik, sarı inek (Gr) (herhalde “geyik”ten galat olması); kezek, sığır ve koyun sürüsü (Mn); kırışgan, iyi dövüşen öküz (İç); kotuş, inek memesi (Rz), boynuz (Bt); kovulmak – kovuşmak, inek çiftleşmek istemek, boğaya gelmek (Ar, Kn, İç); komlamak, sığır koyun gibi hayvanlar bir şeyden ürkerek bir araya toplanmak: “sürü komlamış” (Ezm); koduç – kodoş, düzeltilmiş öküz ve inek boynuzu (Ky). Bu sonuncu yörede godoş – kodoş, aldatılmış kocayı da ifade etmekte olup anlaşıldığı kadarıyla her iki anlam da “boynuz” ile ilgili. Koduk, buzağı (Ant); koğur – kongur – konkur – konur, sarı ile siyah karışımı bir renk koyu kumral, kestane rengi (öküz – inek için), (Or, Sv, Ada, İç, Gaz, Kü, To, Gr, Kn, Nş, Brd, Ama, Ank, Nğ, Ant, Sm); koringön, yılda iki kez biçilen dört ya da beş yıl ürün veren ve sığır ve mandalara yedirilen bir ot (Vn); künt, nallanan öküzlerin ayaklarına bağlanan ağaç (Sm).
Mengili, sığır kulaklarına yapılan işaret; mıçkır, küçük yapılı sığır hayvanı (Ada) mizgırt, yozlaşmış sığır (Kü); mozkıç, zayıf, cüce sığır (Çr); mozik, gürbüz dana (Gr, Ezc, Ağ), topaç (El); mozuk, iki yaşında erkek buzağı (To, Ada, Ezc); mozulama, yavrularını gören ineğin böğürmesi (Gm).
Nahır – nakır, sığır sürüsü (Zn, Yz, Kr, Mn, To – muhacir, Ba, Ky, Dy, Bt, Gaz, Krş, Ada, Ank, Sm, Ağ – muhacir, Ezm, Ml, Ezc, Gm, El, Ar, Mr); nahırcı, sığır çobanı, sığırtmaç (Bt, Ağ – muh. Ar, Ezm), mahırtmaç (Mn).
Öğür, dişi sığırın çiftleşme zamanı (Bil, Gm, El, Ama, Ml, Gr, To, Çkl); öğür almak, sığır hayvanı gebe kalmak, (İz, Sm, To, Or, Ar, Sv, Krş, Ama); öğürsemek – öğüre gelmek – öğürleşmek – öğür olmak – övürsemek, dişi hayvan çiftleşmek istemek (Dz, Zn, Çkr, Çr, Sm, Or, Gr, Sv, Ank, Yz, To, Ama, Ezm, Ezc, Tn, Ml); öğürsüz, eşsiz, yalnız hayvan (Nğ, İç, Ant), arkadaşlarına alışmamış hayvan (Dz). Öbür yandan birçok yerde ve bu arada İst’da (çocukluğumuzdan hatırlıyoruz) öğür- övür-öyür-, aynı yaşta olanlar, yaşıt, arkadaş, dost, eş; öğürleşmek-öğür olmak, birbirine alışmak, dost olmak, birbirinden ayrılmayacak derecede sevişip anlaşmaktır.
Pati, bazı inek ve öküzlerin burnunun ucunda bulunan beyaz leke (Gr); peliç, eğri boynuzlu sığır (Ezm) yanlamasına, çaprak (Ezm); picik, inek yavrusu (Kn).
Sekil – sekiz – seküle, at, öküz, keçi gibi hayvan ayağındaki beyazlık (Kn, İç, Isp, Ank, İst, Gr, Sv, Or); sultara, sürü halinde koyun ve sığır yürürken bıraktıkları iz (Çkl, Tk); süğü – süğün, buzağı (Ay, Es) süğmek, kökünden kesilen bir ağaç kökünden tekrar filizlenmek (Af, İz, Dz) süsüğen, azgın sığır (Mg) = gelek (Mğ); şapla, uzun ve düz boynuzlu öküz (İç).
* * *
Tebit, buğday, mısır veya arpa unundan topak halinde yapılan sığır veya köpek yalı – mancası (Brd); ten, sığır- ferci, çiğ, şebnem (To), rutubet, yaşlık (Rz, Mş, Gm, Kr, Erz, Kerkük); tereke, sığır (Ml), yük taşıyan hayvan (Ada), mahsul, zahire (Ed – muhacir, İz – muhacir, Çkl, Kc, Ba). Bu sözcük Arapçadan Osmanlıca – Türkçeye geçerek bir ölünün bıraktığı malları ifade eder.
Topraklık, iki yaşında öküz (Gr); toprak öküzü, kısa boylu, şişman ve çift sürmeye elverişli öküz (Kn); torpuna, henüz doğurma yaşına girmeden doğuran koyun, keçi inek vs. (Kü); toslak, bir yaşını geçmiş dana (İç), mecazen gürbüz çocuk (İç); turpuna, ilk doğuran inek (Kü); tuvar, sığır, sığır sürüsü (Af).
Uvanık, tosun (İst, To – muhacir).
Yanatmak, bazağın anasına emzirmek (Ank); yaşar, bir yaşında buzağı veya tay (Ank, Gr, Ay, To), iki yaşında dana (Kr, Gr), iki yaşını bitirmiş tay (Nğ), altı aylıktan üç yaşa kadar sıpa (Kn); yayman, boynuzları yan tarafa büyümüş öküz (Ba); yelek, bir yaşında dana (Ay, Mğ), 1 – 2 yaşında deve (Ada, Ank, Kn, Nğ), bir yaşında iğdiş edilmiş teke (Ant), bir yaşında tay (İz); yıldacı – yıldam – yıldamcı, her yıl doğuran inek (İç, Or, Brs, Kü, Çkr, Zn, Ank, Ama, Mğ, Dz); yosçu, büyük baş hayvanı yaz kış demeden merada otlatan adam, sığırtmaç, çoban (İst – muhacir); yozlak, doğurması yakın olup ağrılar etkisiyle dağa, kıra koşan ve orada doğuran inek, koyun vs. (Hat), doğum sancısı çeken, doğumu yaklaşan hayvan (Gaz, Sv, Krş, Mr, To, Nş, Nğ); yoz mal, inek, tosun, dana gibi çalışmayan hayvan: “yoz mala saman yok” (Sm); yüğürtmeç, doğurmamış kısır koyun veya inek (To, Ama, Kn, Ank, Krş) yürsek, sığır sürüsü içinde bulunan boğa (Çkl); yürsemek, boğasımak, boğaya gelmek (Çkl); yüürmek, sığır hayvanı boğasımak (Mn).
Zıluk, dana (Krş); zıplak, 1-3 yaşında dana (Nğ).
Torosların Karatepe bölgesinde tosunlar öküz olmadan önce işe alıştırılır. Bunun için yağıldırık adı verilen ve her köyün açık meydanında bulunan bir alet kullanılır. Bu aleti imal etmek için bir ardıç ya da katran ağacı yerden bir adam boyuna yakın mesafeden kesilir. Sak üzerindeki dallar budanır. Kesilmiş olan uç, bir erkek geçme olacak şekilde muntazam kertilerek yuvarlatılır. Bundan sonra en az 3 – 4 m uzunluğunda bir ikinci ağaç budanıp hafifçe yontulduktan sonra kalın tarafın 1 m ilerisine hazırlanmış ilk ağacın geçeceği bir delik açılır. Böylece geçmiş merteğin ucuna tek zelveli, yani tosunun boynu geçecek gibi dört köşe bir boyunduruk bağlanır. Böylece yağıldırık meydana gelmiş olur.
Tosun yağıldırak’ta çift sürmesini öğrendikten sonda asıl öküz niteliğini kazanır.
“Çukurova’nın bütün köylerinde bu alet vardır. Fakat bazen aynen böyle değildir. Tosunun boynuna tek taraflı bir boyunduruk vurmak suretiyle dahi alıştırılır. Karatepeli’den maada cenup mıntıkasında bu alete fazla miktarda domuz boyunduruğu ve az miktarda da çevirme adı verilir. Doktor Tagan, Türkistan’da ziraata zarar vermemesi ve ağıllara girmemesi için Hristiyan köylülerin domuzlara da boyunduruk taktıklarını ve buna Türkistan Müslümanlarının lanet kamutu adını verdiklerini söylemiştir.”[5]
Ahta, iğdiş manda (Kr, El); avara, manda (Kr). “Avara”, Farisî kökenli olarak “işe yaramaz, kötü” anlamında olup ayrıca eskiden iş tezgâhlarının bir Transmisyon milinden kayışla hareket aldıkları dönemlerde bu mile kama ile bağlı olmayıp serbest olan kasnağa “avara kasnak” denirdi ki kayış bu kasnağın üzerine kaydırıldığında tezgâh dururdu.
Badak ve varyantları, orta büyüklükte manda yavrusu, yeni doğmuş manda yavrusu (Isp, Brd, Dz., Ama, Çr, Yz, Krş, Ed, Brs, Kn, Ky, Af, Nş, Ks, İst, Nğ, Ada, Tk, Krk); balak – bala – balağ – balalı – ballak, manda yavrusu (Isp, Dz, Ay, Ks, Çkr, Çr, Sm, Ama, To, Or, Gm, Ağ, El, Ur, Sv, Yz, Krş, Ky, Kn, Ezm, Kr). “Bala”, Azerî Türkçesinde “çocuk, yavru” manasındadır. Balaklacı, gebe manda (To, Or); balaklamak, manda doğurmak (To); bartlak, bir yaşında manda (Brs), suda yaşayan bir cins kuş (Mr). Kuşla mandanın müşterek yanları suyu sevmeleri oluyor… Becge, mandaları otlağa götürürken söylenir (Or); bızır, kışın mandaların bitlenmemesi ve semiz olması için fırça ile gövdelerine sürülen sıvı halde kimyasal madde (Mş); bodlamak ve varyantları, manda, deve doğurmak (Mr, Nğ, Ada, İç, Mğ); bornak, iki yaşında manda (Bt); bozak, manda (Af).
Boduk ve çok sayıda varyantı ve b-p değişimi ile potak – potuk ve çok sayıda varyantı, yöresine göre hep çeşitli hayvanın yavrusuna verilen adlar oluyor. “Buta”, Çağatay lehçesinde fidan taze sürgün; Kırgızlarda da oğul, çocuk, deve yavrusu, küçük; “butlamak”, çocuk getirmek, doğurmak, “butelik”, yavrulu; “butak”, Kazan Türkçesinde de dal, budak, bir yerden ayrılan kol, nesil, soy oluyor (BTL) ki yavru – çocuk da esasta bir fidan, sürgündür.
Cenik, besili, güzel boynuzlu küçük manda (Ama, To, Ml); comba – cumba – cambız – cameş – conba…, iki ile dört yaş arasında erkek manda (Çkl, İst, Çr, Sm, Ama, To, Or, Sv, Yz, Brd, Tr, Tk, Kn), yaşça büyük, vücutça küçük, biçimsiz manda (Ezc, Ama, Sv, Nş); corkadak – combe – coruk, manda yavrusu (Ank, Yz, Çkr); çuka, manda (Gr).
Dombay – dombak – dombey – dombi – donbay – donbey, manda (Anadolu’nun Batı yarısı), şişman, kısa boylu kimse (Nğ, Kn, Isp, Ank); dombay ineği – domminek, dişi manda (Bo); dombay öküzü, erkek manda (Bo); dölbe, üç yaşında manda (Vn); dülbe, dişi manda(Vn).
Eremik, hiç doğurmadığı için koşumda kullanılan kısır manda (Ama); evere, mandanın 3-4 yaşına kadar olan dişi yavrusu (Vn) (avara’nın bir varyantı olabilir mi?).
Gandak, ihtiyar manda (Es, Gm, Nş, Nğ, Kn, İç); gedek – gadak – gadek – gedeyh, manda yavrusu (Af, Çkl, Çr, Ama, To, Or, Gm, Ar, Kr, Ezm, Ezc, Ağ, Vn, El, Sv, Ank), kışın doğan kuzu (Af, Ank, Kn), çoluk çocuk (Ezm); gelâh, manda (Dz); gelleş, manda (İç); gırman, iri erkek manda (Vn); genmez, manda (To); gıcık – gocuk, manda yavrusu (Bo).
Hopa, yaşlı manda (Es, Çkr, Ank, Ky), damızlık erkek deve (Ant, Mğ).
Izgın, kışın mandalara yedirilen bir nevi bitki tohumu (Nğ). İremik, boyunduruğa koşulan kısır dişi manda (Ama).
Kal, manda, manda yavrusu (Azerî köyleri – Ama, Kr); kartal, yaşlı erkek manda (Çr, Ama, Sm, Kr,); katal öküz, ihtiyar manda (Sm); koçik, dişi manda (Ezn), küçük manda (Gm); koşu mandası, çift sürmede kullanılan burulmuş manda (İst); koşum, üç yaşında erkek manda (Brd, Dz, Mr, Mğ); kota – kadak – kadek – kedek – kodak- kotala…, manda yavrusu, malak (Ba, Çkl, Brs, Kü, Bil, Kc, Sk, Sm, Ed, Krk, Tk, Gm, Ezc, Ar, İst); kotka, manda (Kü); kaymak ağacı, çok süt veren manda, inek (Zn). Gerçekten manda sütü, koyun ve ineğinkine kıyasla, en yağlı olanı olup kaymak genellikle manda sütünden yapılır. Afyon’un meşhur kaymağı böyledir. Kel, erkek manda (Vn); kendiz, iki yaşında manda yavrusu (Mr); kırvan, erkek manda (Vn); kocik – koçik, yine Ezm’da yeni doğmuş manda yavrusu oluyor. Keza yukarıda gördüğümüz gömüş’ün varyantları olan kömüş – kemüş – komüş – kös, Af, Isp, Mn, Çkl, Kü, Bil, Kc, Bo, Zn, Ks, Çkr, Çr, Sn, Sm, Ama, To, Or, Gr, Ezm, Sv, Yz„ Ank, Ky, Nğ, Kn, Tk, İç’de yine manda oluyor. Kotalamak, manda doğurmak (Ba, Çkl, Kc, Ed, Krk); kömüş ineği, dişi manda (Sv).
Macak, üç yaşına kadar olan manda (Zn); madak, dişi manda (Bt) = medek (Ağ, Ezm, Gm, Ar, Ezc); macı, manda yavrusu (Ks) = medik – medek (Ezm, Ezc, Vn, Ml, Ky); metek, dişi manda (Kü); mıcır, manda yavrusu, malak (Brs) Ermeniceden Türkçeye geçmiş olan mıcır – mucur, bayındırlık işlerinde, beton yapımında kullanılan taş kırıntısı veya küçük çakıl taşını olduğu gibi, bir şeyin işe yaramayan bölümünü de ifade eder (Türkçe Sözlük). Manda yavrusuna gelince, o yaşta hiçbir işe yaramaz… Mırık, manda yavrusu (Bo); motak, malak (Çkl), ayı yavrusu (Bil); mölöş, manda yavrusu (Zn).
Neverik, iki yaşında dişi manda (Ezm). Bu sözcük Ermeni kökenli olabilir mi?
Paduk, deve veya manda yavrusu (Gaz); palak, manda yavrusu (Or, Gr); patak, iki yaşında manda yavrusu, malak, düve (Af), on yaşından yukarı deve (Mğ); patuk, manda yavrusu (Kn); pelik, boynuzları geriye dönmüş manda (Gm); poduk, manda yavrusu (Kn, Ky); portlak, manda yavrusu (Ky), deve yavrusu (Ant, Ky); Potak, manda yavrusu (Isp, Ant, Dz, Brd, Kc-muhacir, Mğ), domuz yavrusu (Bo), ayı yavrusu (Sk, Kc, Bo), deve yavrusu (Ank, Af); potlamak, deve ve manda doğurmak (Isp, Çkl, Ada, Nğ, Hat).
Sert, uzun süre kırlarda kalarak yozlaşan manda: “bugün sert tutmaya gideceğiz” (Sm).
Toska, Puccini’nin “Tosca”sından farklı bir şey, sadece dişi veya erkek genç manda (Yz, Çr, Sv, To, Ank, Krş), büyük domuz yavrusu (Kü, Sv) oluyor… Tohma, manda, camus (Ml); Tosmak, manda yavrusu (Ks, Sv).
Yapaz, boynuzları eğri ve yatık öküz, manda (To, Sm); yarnak, ilk kez boğaya gelen manda (Mr, Ada); yütürtmeç, kısır manda (Ama).
* * *
Hayvan hastalıkları
Bunları doğruca Hamit Zübeyr Koşay’dan aktarıyoruz. Burada sadece davar ve sığır hastalıkları sayılmıştır.
Ağrıma, Koyunların ilkbaharda çok yağlanmalarından ileri gelen hastalık. Tüyleri dökülerek ölür (Çankırı).
Anı, Hayvanların damaklarına ve dişlerine arız olan bir hastalık (Niğde ve yöresi).
Arpalama, Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı (Isparta; Çeltikçi “İnegöl”, Aksu “Bursa”; Lâpseki “Çanakkale”; Bornova “İzmir”; Yıldızeli “Sivas”; Karahamza “Sarıkamış” – Kars).
Aşıklama, Atın arka ayağının burkulmasından ileri gelen bir hastalık (Menemen “İzmir [Muh.]”)
At Ağrısı, Sancı yapan ve göğsü dağlamak suretiyle sağaltılan bir çeşit at hastalığı (Antalya).
Atmaca, Koyunlarda birbirine geçen bir türlü hastalık (Gülesur “Ağrı ili”).
Avlamak, [İs.], Koyunların boğazında çıkan şişlik: Koyunlarda avlama var (Balçıkhisar “Konya”).
Bağı, Hayvanların, bilhassa atın ayağının altında hâsıl topaklık olup dağlanmak suretiyle sağaltılır (Kurugöl “Nevşehir – Niğde”).
Beleni, Bir çeşit sığır hastalığı olup kalçanın üstü yarılarak tuz dökülmek suretiyle sağaltılır (Bozlar “Konya”).
Belinsek, Sığırlarda görülen bir hastalık olup anî bir titreme ile başlar hayvanın sağrısı üzerinde deri açılır ve buraya tuz basılmak suretiyle sağaltılır (Antalya) [Bak: Belcek, 2].
Belisalık, Bel kemiği ayrılmış, sapmış [böyle hayvan arka ayaklarını çekemez. (Isparta).
Beli Yarma [İs], Hayvanların bel kemiğini çökerten bir türlü hastalık (Kızılcaören “Kütahya”).
Belyarma [İs.], Çatal tırnaklı hayvanlarda görülen bir hastalık (İncesu “Kayseri”; Dinar “Afyon”).
Bıcırmak [F.], Hayvan ishale uğramak (Karamehmet “Çorlu – Tekirdağ”) [Bak: ötürmek],
Bıçırgan, Hayvanların bileklerinde çamurdan ve tahrişattan doğan yara (Niğde), bıçılgan.
Bocuk= Derik, Sığırın arka oma kemiği belden ayrılır. Hayvan yürümez (A. R. Y.).
Boğazalma [İs.], İnek, öküz gibi hayvanların boğazlarında çıkan bir hastalık (Hümer “Ayancık – Sinop”).
Botça [İs.], – Kuzuların sıcak mevsimlerde çok meme emmelerinden ileri gelen bir hastalık (Kalfat “Çankırı”).
Bökrükerme [İs.], Hayvanların böğründe husule gelen bir çeşit sancı (Antalya) [Bak: Böğür germesi].
Burunca [İs.], İlkbaharda davarlarda beliren bir çeşit hastalık (Bozkır “Konya”).
Düğen [İs.], Koyunlarda ilkbaharda arız olan ishal (Dombaylı Salihli “Manisa”
Camah [İs.], 1 – Yosun (Mengeser “Ağrı”) 2 – Sığırların diş etlerinde hâsıl olan bir çeşit hastalık (Mengeser “Ağrı”).
Cembere [İs.], Hayvanların ve hele karasığırların soğukta kalıp hastalanarak boğazlarının şişmesi (Ermenek “Konya”; Antalya; Köy [?] “İçel”).
Cermek [F.], Hayvan ansızın ölmek (Yozgat).
Çatal Yarası, Koyunun tutağının arasında ıslaklıktan meydan gelen aşıntı, yara. Bu hastalık asit borik ve tuzla tedavi edilir (İstanbul).
Cıbırmak [F.], Kabarmak, değnek ve kamçıdan deri kabarıp çıban çıkarmışa dönmek (Konya).
Çalıklama [İs.], Sağmal koyunların memelerinde çıkan ve memesini körtelten bir çeşit hastalık (Seymen “Çorlu – Tekirdağ”).
Çatalaksak, Bir koyun hastalığı (C. A.).
Çelermek, 1- Hayvanlar fazla yağlanarak ölmek (Yılanlı “Eğridir – Isparta”; Hamurcu “İncesu – Kayseri”) 2- Davarlar ilkbaharda taze otları çok yiyip hazmedemeyerek ölmek: Bugün iki koyunumuz çelerdi (Kıbrıscık “Bolu”; Aşağıtuzlukçu “Akşehir”, Yeniköy, Konya; Genezin “Avanos – Kırşehir”) 3 – Hayvanlar zehirli ot yiyerek ölmek (Alayunt “Kütahya”; Hadım “Konya”; Kurugöl “Nevşehir – Niğde”) 4 -Hayvanat ansızın ölmek (Aydınlıçadırı “Seyhan”; Yapıntı “Mut – İçel”; Kula “İzmir”; Gerdan köyü “Seyhan”; Bizim koyun çelerdi (Sultanhanı “Aksaray – Niğde”) 5 – Gözler bir noktaya dikilerek ölmek (Karaisalı “Seyhan”) 6 – Hiddetle göz belertmek, bağırmak (Çanakkale; Uluborlu, Bozanönü köyü “İspart”) 7 – Ekinler yeşermek (Güdülcez “Sandıklı – Afyon”) 8 – Büyüklere karşı gelmek (Muğla) 9 – Sallana sallana yürüyerek çalım satmak (Konya) 10 – Kan pıhtılaşmak (Niksar “Tokat”) 11 – Susuzluktan bayılmak (Ayaş “Ankara”).
Çerelmek, Hayvan öldürücü ot yiyerek ölmek (Köşker, Lâdik köyü “Kırşehir”).
Çiçek, sarî hayvan hastalığı.
Çon, Zayıf hayvanlarda görülen bel ağrıları (Amasya).
Çonyarması, Manda, öküz ve ineklerin hastalıktan karınları şişmesi (Boyalı “Boyabat – Sinop”).
Çömelen [is.], 1 – Bulaşık bir tavuk hastalığıdır, bu hastalıkta tavukların ibiği kararır, kuyruğu düşer, eti yenmez (Beypazarı “Ankara”; Üçkuyu “Çal – Denizli”) 2 – Ayaklar kalçaya kadar tutmaz olma (Köşker “Kırşehir”) 3 – Saçayağı yerine kullanılan kerpiç (Silifke ve çevresi) “İçel”).
Dabak [İs.], 1 – Koyun, keçi ve sığır gibi hayvanların kuraklıktan dolayı tırnaklarında çıkan yara (Tamzara “Şebinkarahisar – Giresun”; Iğdır “Kars”; Erzurum) [Bak: Asak] 2 – Dalları kesilmiş ağaç gövdesi (Sunusa “Erbaa – Tokat”) 3 – [S.] Boynuzsuz keçi (Karapınar “Konya”) 4 – [S.] Topal (Gaziler “Hadım – Konya”).
Dabak, Sığır ve mandalarda görünen bir hastalık (Ahlat “Bitlis”).
Damağ, Hayvanın damağı şişer. Damağına çuvaldız batırılarak kan çıkarılır, yerine tuz sürülür veya dağlanır.
Daşırgamak [F.], Hayvanın ayağını taş aşındırıp yürüyememek (Kadirli “Seyhan”; Tepe köyü “Kastamonu”; Kırka “Eskişehir”; Merzifon “Amasya”; İçel).
Delibaş [İs.], Koyunları olduğu yerde döndüre döndüre öldüren bir hastalık (Aydın; Seymen köyü “Çorlu – Tekirdağ”; Bu sene koyunlarda delibaş belirdi (Çeşnigir “Karacabey Bursa [Muh.]”).
Deneleme (k) [İs.], Buğday ve arpayı fazla yemek suretiyle sığır, at ve koyun gibi hayvanların karınları şişme (Antalya; Adana).
Dil Altı, Sığırın dili altında ufak bir kıl çıkar, hayvan ot yiyemez, ağzı sulanır, kıllar cımbızla çekilir. Yerine tuz sürülür. (A. R. Y.).
Dili Kırkma, Sığır cinsinin dili üstünde peyda olan ufak siyah kabarcıklar (Çivril).
Dil Kırpması [İs.], Sığır hayvanlarının dilinde olan bir hastalık (Emirler “Bâlâ – Ankara”).
Dinç Dalağı [İs.], Kuvvetli otlar yiyen hayvanların tutulduğu hastalık (Kadıköy “Silivri- İst. [Muh.]”).
Doğacı [İs.], 1 – Soğuktan hayvanın dişi kilitlenme hastalığı (Antalya) [Bak: Doğca] 2 – Hayvanın gözüne perde inmesi (Bigadiç “Balıkesir”).
Domuzbaşı, Hayvanların çene ve boyunlarında meydana gelen şişler (Amasya yöresi). Sığır ve mandaların boğazlarının altında meydana gelen ur şeklindeki bir şiş (Ahlat “Bitlis”).
Donucu, Eşek ve at gibi hayvanlarda çok soğuk almaktan ileri gelen bir çeşit hastalık (Karagöl “Nevşehir – Niğde”; Kayseri).
Dovacı, Bir çeşit hayvan hastalığı (Antalya) [Bak: Dovaca dovuca, doveci].
Dökgü, Hayvana içirilen ilâç (Çakaldere “Ceyhan – Seyhan”).
Duyruk, Zorlamadan hayvanın beli ağrır, arka ayaklarını sürür.
Eski, Zehirli ot yeme sonunda koyunlarda meydana gelen bir hastalık (Toroslar).
Eskilemek, Kenelerin aşılamak suretiyle meydana getirdikleri bir türlü davar hastalığı, piropilozmos (Yanpınar “Mersin – İçel”) [Bak: Eski, 4].
Evdime, Koyunlarda meydana gelen kan boğması hastalığı (Eğmir “Elmalı – Antalya”).
Fındıklama [İs.], Hayvan ayağında beliren ufak ur (Sabak “Silifke – İçel”).
Galoson, Bir ot olup çiçeği hayvanın burnuna dokununca hayvan delirir (A. R. Y.).
Galus, Sığırların sevdiği bir bitki. Çiçeği hayvanın burnuna kaçacak olursa hastalanır. (Ahlat “Bitlis”).
Gırşan [İs.], Hasta hayvan: Senin inek biraz gırşan gibi (Müstecap “Balıkesir”).
Gırşarmak [F.], Hayvan hasta olmak (Müstecap “Balıkesir”).
Gök Gebe [İs], 1 – Keçilere arız olan bir çeşit hastalık (Seyitgazi “Eskişehir”).
Gönücür [İs.], Bir çeşit sığır hastalığı (Elecik “Ankara”).
Göze Gelme, Gözde kıkırdak büyür, hayvan ürker, ameliyat yapılır, yani kıkırdak ustura ile kesilir (A. R. Y.).
Gün Çalması, Hayvanda soluk darlığı, tuzlu ayran içilir (A. R. Y.).
Hakurka, [İs.], Hayvanların sırtında çıkan yaralarda bulunan kurtlar (Saraycık “Kütahya”).
Hassek [S.], Sürü ile gidemeyen hasta davar (Ihlara “Aksaray”, Ortaköy “Niğde”).
Hıştık, Yanıkara denilen hayvan hastalığı (Erzincan).
Hokra, 1 – Zayıf hayvanların yazın semirirken sırtlarında çıkan çıban (Dana besledim bakla ile *Sırtı dolu hokra ile: (Kurşunlu “Ilgaz – Çankırı”; Dizdaroğlu “Sinop”) 2 – Buzağı ve danaların sırtında çıkan çıbanlar içindeki kurt (Salihli “Manisa”; Alayunt, Kütahya) [Bak: Okra].
İniç, Zayıf olup eti yenmeyen, alım satıma yaramayan, sürüden ıskarta edilmiş hayvan.
Kalkım Kara [İs.], Davarların bir çeşit ciğer hastalığı (Kızılca “Hadım – Konya”).
Kantutma, Koyunlarda karın şişmesi suretiyle meydana gelen bir hastalık (G. A.). Çorak yerlerde biten otu yemekle koyunlarda meydana gelen bir hastalık. (Çorlu; Zonguldak).
Karakabarcık, [İs.], Koyun, keçi gibi hayvanlarda olan şarbon hastalığı (Kütahya; Antalya; Ömerli “Üsküdar – İst.”).
Kara Yanık, Sığırlarda, bilhassa danalarda olan bir türlü hastalık (Seymen “Çorlu”; Tekirdağ; Havsa “Edirne”).
Karayelin, Koyunlarda meme üstünün şişmesiyle meydana gelen bir hastalık (Ahlat “Bitlis”).
Karınca, Sığır ve koyun gibi hayvanlarda görülen bir hastalık (Güdül “Ayaş – Ankara”).
Keçi Zakkumu, Keçilerde akciğerin göğse yapışmasıyla meydan gelen ve tedavisi imkânsız olan bir hastalık (Ahlat “Bitlis”).
Kepelek, Davar ciğerlerinde olan kelebek hastalığı (Üçem “Bâlâ – Ankara”) = Kepenek, kelebek.
Kermeç [İs.], Keçilerde bulunan bir hastalık (Silaget “Hopa – Çoruh”).
Ketay = Sakavu hastalığı
Kırıldak [İs.], Öldürücü, bulaşık hayvan hastalığı (Niksar, Ferenge “Erbaa – Tokat”).
Kılkurdu, Bir koyun hastalığı (G. A.).
Kızılkurt, Ehli hayvanların kıçında veya kalın bağırsağında kanını emmek suretiyle yaşayan kırmızı kurt (Urfa; Belenli “Burdur”; Ayvacık “Gönen – Balıkesir”; Evreşe “Gelibolu – Çanakkale” Zelice “Kars”; Kemerburgaz “İst.”; Denizli, Konya; Sandıklı “Afyon”; Gülesur “Ağrı”; Azatlı “Mustafakemalpaşa – Bursa [Muh.]”; İncesu “Dinar – Afyon”; Gündüzbey “Malatya” Aydın [Muh]).
Kotik, Kedi büyüklüğünde bir hayvan, koyunların kuyruğu üzerine işer, o hayvan ölür. (A. R. Y.)
Kotur, Uyuz hastalığı.
Köten, Hayvanlarda görülen bir hastalık (Çankırı).
Kurbağacık, 1 – Sığırların dili altında çıkan kabarcık (Çeşnigir “Karacabey – Bursa [Muh.]”) [Bak: Kurbağacık, 1] 2- Sığırlarda nefes borularının şişmesinden ileri gelen burun, göz şişmesi (Emirler “Bâlâ – Ankara; Seymen köyü “Çorlu – Tekirdağ”; Danişment “Uzunköprü – Edirne [Muh.]”).
Kurdan, Mandalara yazın susuzluktan arız olan, vereme benzer öldürücü hastalıklar (Hasköy “Havsa – Edirne”).
Kuru Aksak [İs.], Hayvanlarda görülen bir hastalık (Kastamonu).
Kuzu Göbeği, Koyunlarda görülen bir hastalık (G. A.).
Mersek, Hayvanın iki tırnağı arasında çıban olur ve kıl çıkar. Göztaşı ile tedavi edilir. (A. R. Y.).
Mumer, Koyunların birikmiş sıcak suyu içmesinden hâsıl olan hastalık (Ahlat “Bitlis”).
Ot Çalgını [S.], Zehirli ot yiyerek hastalanan hayvan (Medetli “Osmaneli – Bilecik”).
Ot Tutma [ F.], Dağda yayılan hayvanlar zararlı ot yiyerek hastalanmak (Taşkaracalar “Çerkeş – Çankırı”) [Bak: Otlanmak].
Öksürük, Koyunun üşetme hastalığı.
Pısarka [İs.], Oğlaklarda olan bir çeşit sürgün hastalığı (Hasanlı “Ereğli – Zonguldak”)
Potça [İs.], Sıcak yüzünden kuzularda meydana gelen bir hastalık (Kalafat “Çankırı”).
Sakavu, Hayvanın burun delikleri tıkanır, nefes alamaz. Üşütme olur (A. R. Y.)
Sırtı Yarma [İs.], Şarbon hastalığı (Alanlı “Aydın”).
Saraca, Hayvanın belinde çıbanlar çıkar.
Solugan, Terli su içirilmeden nefes darlığı hastalığı.
Tabak [İs.], 1 – Çatal tırnaklı hayvanların ağız ve ayaklarında çıkan çıban (Şebinkarahisar “Giresun”; Pazar “Biga – Çanakkale”; Kars; Sarımbey “Çorum”; Adana) 2 – Hamur teknesi (Bitlis).
Taşırgamak [F.], Uzaktan getirilen koyun ve sığır gibi hayvanların tırnakları bozulmak ve acımak: Bu hayvanlar o kadar taşırgadı ki ayaklarını yere basamıyorlar (Boyabat “Sinop”; Terme “Samsun”).
Tecce, Bazı hayvanların arka ayaklarında görülen kısmi felç (Amasya yöresi).
Teneleme [İs.], Hayvan arpayı çok yiyerek topallama (Navdalı “Mut – İçel”).
Terkek Olmak [F.], Fazla yol yürüyerek terleyen hayvan rüzgâra maruz kalarak soğuk almak (Antalya).
Ters, Tırnağın içinde ince solucan şeklinde kurttur. Göz taşı ile tedavi edilir.
Tokmalanmak [F.], Hayvandan fazla buğday veya ziyanlı ot yiyerek karnı şişmek (Sarılar “Avanos – Kırşehir”).
Töhmelemek, Fazla yemden hastalanmak.
Tülüce [İs.], Koyunların tırnaklarında meydana gelen hastalık (Kümbet “YıIdızeli – Sivas”).
Vırrık [İs.], 1 – İnsanlarda kolera, hayvanlarda ishal (Güçge “Gaziantep”) 2 – [S.] Alıngan (Kargın “Çumra – Konya”).
Yangulamak [İs.], I – Hayvanlar üşüyerek hastalanmak (Paşaköy “Bolu”) 2 – Aksi sada hâsıl olmak (Ünye “Ordu”).
Yanıkara, 1 — Sığırlarda görülen bir çeşit hastalık (Çınarla “Şarköy – Tekirdağ [Muh.]”; Kuflek “Havza – Samsun”; Aydoğmuş “Rize”; Bergaz “Ezine – Çanakkale”; Belenli “Burdur”; Konya köyleri; Sandıklı “Afyon”; İbik “İskilip – Çorum”; Apturrahmanlar “Serik – Antalya”) 2 — Zatülcenb hastalığı: Ahmet yanıkara olmuş (Bafra “Samsun”) 3 — Yıldırım (Çerkeş “Çankırı”) 4 — Bir türlü ekin hastalığı (Konya) 5 — Bir çeşit kötü çıban, habis bisre (Lâpseki “Çanakkale; Konya; Gemlik “Bursa”; Aydın) 6 — Müzmin bel romatizması (Kırşehir) 7 — Bir nevi at hastalığı (Kars; Konya) 8 — Lekeli humma (Bayadı “Ordu”) 9 — Ağaçlara arız olan ve yanını çürüten bir hastalık (Tokat) 10 — Böğrülce (Armutlu “Kemalpaşa – İzmir”) 11 —Suçlu, lekeli fena insan (Sivas; Kürkçüle “Seyhan”).
Yelgufa [S.], Felce uğramış sığır (Tabaklar “Bahçe – Seyhan”).
Yelimsa [İs.], Koyun memelerinde meydana gelen ve kızgın demirle dağlanarak sağaltılan şiş (Cemele “Kırşehir”).
Yelinsek [S.], Bir hastalıkla memesinin birisi kör olan hayvan (Genezin “Avanos – Kırşehir”; Kesme “Eğridir – İsparta”).
Yonca, Çift tırnaklı hayvan taze yoncayı yiyince şişer. Tuzlu ekşi ayran içilir.
Yüğüleme [İs.], Hayvanlarda tüylerin dökülmesiyle muttasıf bir hastalık; Bizim tavuklar yüğüleme olmuş (Ula “Muğla”).
H.Z. Koşay’dan aynen aktardığımız bu özet bilgiler hususunda Gaz’de derlenmiş bazı ayrıntıları verelim.
Bu bölgede hayvan hastalıklarının başlıcası “tabak”tır; hayvanın ayakları arasında çıban çıkar, ağzından salya gelir. Hastalık öldürücü değilse bile bulaşıcıdır. O ise ki “karayanık” hem bulaşıcı hem de öldürücüdür; hayvanın burnunda at nalı büyüklüğünde şişler hâsıl olur, bunlardan sarı cerahat gelir ve hayvanın o yerini adeta çürütür. Bunlardan ilkinin tedavisi için katran ve zeytinyağı ve göztaşı ile bir merhem yapılır. Öbürünün ilâcı yoktur. Karayanık’a tutulan hayvanların eti bu çevrede yenmez.
Davara sıcak geçtiğinde ağızdan salya, burundan sümük akar; buna karşı sarımsaklı koyu ayran içirilir.
Kırlarda yetişen baldıran otu öküzleri şişirir ve sonunda öldürür. Buna karşı hayvanın ağzına zeytinyağı akıtıp soğan verilir.
Daha çok ilkbaharda, taze çayır zamanında ve hayvanların kuzuladığı sırada davara “ötürük” denilen bir öldürücü hastalık arız olur. Tedavisi olanaksızdır. Ancak ilk kez ötürük’ten ölen hayvanın ayakları kesilip ağıla ya da ahıra asılacak olursa öteki hayvanlar hastalıktan kurtulur. Ayrıca kırmızı renge yeni boyanmış yün ipliğinden bir parça ötürüklü hayvanın pöcüne (keçinin kuyruğuna) bağlanacak olursa hayvan iyileşir. Yün ipliği koyunlarda kuyruk üzerindeki yüne bağlanır.
Bu sonuncu “tedavi” yöntemlerinde büyü girişimi hissedilmiyor mu?…
Öküz ve keçi hastalıklarından biri de “yel” olup buna tutulan hayvan dağlanır; omuzları, kulaklarının arkası, eğe kemiğinin üstü, kaba eti kızdırılmış demir şişle yakılır ve hayvanlar yelden kurtulur.
Koyunları zayıf düşüren parazitlerden kurtarmak için sarı katranla kükürt karıştırılıp parazitin bulunduğu yere sürülür (Enver Sadık Koçak… Gaziantep’te derlenen folklor maddeleri TFA 130, Mayıs 1960, s, 2147-8
Bu arada, zehirlenen hayvana suyu içirilen çağman otu diye bir çeşit bitkiyi (Or) zikredelim.
Gördüğümüz gibi katran, birçok hayvan hastalığının ilâcı olduğu gibi araba tekerlerine, ağaçlara dadanan haşeratın itlâfı için de ağaçlara sürülür. Bu nedenle bunun Uludağ’da elde edilme şeklini ünlü folklorcumuz Ali Rıza Yalgın’ın kaleminden aktarıyoruz.
Uludağ’da katrancılık, kesit ve plânı A- Baca, B- Ocak, C – Emzik, D- Yalak
Ocak iyice yandıktan sonra baca çamurla tıkanır. (Ali Rıza Yalgın’dan)
“Uludağ’da halk iki türlü katran imal eder. Bunlardan biri pek şifalı saydıkları ardıç, diğeri ise çam katranıdır…”
“Önce, katran için icap ettiği miktarda ardıç veya çam çırası hazırlanır… sonra çıkaracağı katranın miktarına göre ormanın bir köşesine “katran harmanı” denen daire halinde kenarlı meydan tepsisi gibi bir çukur kazılır. Çukurun derinliği en az on santim, kutru bir metreden eksik olmaz. Kazılan çukur iyice tesviye edilir… içine bir miktar su dökerek âdeta çamur sıvalı bir sini haline konur. Bundan sonra rüzgârın estiği tarafa bir çukur kazılır ve bu çukurun içine bir küp yahut bir odun tekne yerleştirilir. Burada dikkat edilecek nokta küpün ağzının katran harmanının altında kalmış olmasından ibarettir. Küp yerleştirildiği zaman tam küpün ağzı hizasına harmandan bir oluk açılır ve bu oluğun ağzına önce demir veya seramik nevinden küçük bir oluk ve bu oluğun altına da başka bir ağaç oluk konarak küpün ağzına yerleştirilir.”
“Katran çıkarma hazırlığı bu suretle bitince harmanın içine tıpkı kömür ocaklarında olduğu gibi ardıç veya çam çıraları birbirlerinin üstüne dizilir. Çıra yığını yerden bir miktar yükseldikten sonda tepe kısmı gittikçe daralarak çıradan yığılmış bir koni meydana gelir. Bu iş biter bitmez oluk için açılan yerin ilerisi bol miktarda küçük küçük doğranmış çıra parçalarıyla doldurulur. Bu parçacıklara ‘ağızlık’ denir.”
“…Şimdi katrancı birçok ağaç kabukları, hasır eskileri, yaş veya kuru ot toplar bunlarla çıra yığınını örtmeye başlar, bu da bitince koni yığınının başına bir odun sokar, bu oduna ‘baca tıkacı’ derler.”
“Baca tıkacı yerleştiren katrancı eline küreğini alır ve koninin üstüne bolca toprak örterken bir taraftan da küreğin tersi ile toprağı iyice döğer ve yaptığı kümenin hiçbir tarafından hava almamasını temin eder. Bazen toprağın üzerine su dökerek bu ameliyenin daha kuvvetli olmasını temin eder. Şimdi meydana gelen şekil ucu sivri bir külahı andırır. Bu iş sona erince baca tıkacını çıkarıp atar ve derhal oluğun başına çömelerek evvelce yerleştirdiği küçük çıraları tutuşturur.”
“Katran harmanındaki -buna ‘küme’ de derler- çıraların hepsi ateş alınca ve bacadan çıkan duman kesilmeye başlayınca bir miktar çamurla baca deliğini tıkar, çok geçmez, oluğun ağzından küp veya leğen ve teknenin içine katran akmaya başlar. Katrancının yaptığı ocak göçünceye kadar akına devam eder.”
“Buna Domaniç mıntıkasında birkaç defa rastladım ve bu çeşit katrancılığı Adana’nın Karasalı ilçesinde bağlı Karatepeli mıntıkasında da gördüm” (Ali Rıza Yalgın.- Uludağ Türkmen etnografya (6) Halk çalışmaları, in TFA 11 Haziran 1950, s. 168-9).
A.R. Yalgın katranın Toroslar’da Karatepeli bölgesinde de nasıl elde edildiğini bize anlatıyor. Bu katran orada her türlü hastalığa, yaralara ilâç yerine kullanılıp aynı zamanda hayvan iğdiş etme ve odun kaplarını tamir etmede işe yaramaktadır.
“Katran yapma usulü: Bu da yine çok iptidaî bir haldedir.”
“1 — Toprakta elli santim kutrunda bir yalak yapılır. Bu yalağa (Gedere) denir. Yalak ıslanmış çamur edilmiş toprakla sıvanır. Yalağın önüne düdük adını alan kamıştan içi delikli bir masura geçirilir. Yalağın içine baltayla doğranmış ince ince dilinmiş çıralar kömür yakma usulünde olduğu gibi ısgaravarî istif olunur. Bundan sonda yalağın üzeri katıca samanla karışık bir çamurla güzelce sıvanır. Bu sıvanın üzerine bol odunlu bir ateş yakılır. Ateş mütemadiyen takviye olunur.”
“2 — Çam ağaçları akçam ve karaçam adını alır. Katran perişan dallı karaçamdan yapılır. Ateş yandıkça katran fırını kızar. Ve kızdıkça fırının içinde havasız kalan çıralar erimeğe başlar, yalağın içi katran dolunca düdük denilen kamıştan dışarı doğru akmağa başlar. Düdüğün altına yalak adını alan odundan yapılmış kepçe doldukça başka bir kaba nakledilir… çıralar tamamen eriyinceye kadar bu ameliyat devam eder.”
“3 — İstihsal edilen katranı zift yapmak ve ağaç kapların tamirinde ve ayakkabılarına sürerek pabuçlarını takviyede kullanmak isteyen Karatepeliler istihsal ettikleri katranı tekrar yalağa koyarak katran ameliyatında olduğu gibi pişirdikten sonra katrandan ikinci defa çekilmiş olan zifti elde ederler. Bunun adına sarı katran derler. Sarı katran kara katrandan ziyade dertlere devadır. Katran, ilâç olarak haricen kullanılmakla beraber dâhilen de suya katılarak ilâç yerine içirilir.”
“4 — Az miktarda sarı katrana ihtiyaç hasıl olursa bunun için ayrıca yalak yapılmaz. Yalnız iki ekmek sacı ile bu işi temin ederler. Sacın birine bir miktar katran konur ve (45) derece meyilli bir halde yere yerleştirilerek içindeki katranı sacın bir tarafına akacak gibi bir hale getirilir. Üzerine bir kaç saç daha örterler, etrafını hamurla kaplayarak yalnız akacak gibi meyil verilen yerine hamur koymayarak bir düdük ilâve ederler, Bu ameliyattan sonra yalak katrancılığında olduğu gibi üste gelen sacın üzerine ateş yakarlar. Alt sacdaki katran kızdıkça kâfi miktarda sarı katran elde ederler.”
“5 — Yukarıda adı geçen altmış santimlik katran yalağı vasatî bir yalaktır. Çok miktarda katran elde etmek istenilirse yalağın buna göre genişletilmesi de âdettir. (A.R. Yalgın.- Toroslar’da Karatepeli, s. 41-2)
* * *
“Çünkü bir tecrübe etsem senin aklın da yatar
Bize insan hekiminden daha lâzım baytar” (Mehmet Âkif)
Hayvan sağaltma teknikleri, yukarda göstermeye çalıştığımız uygulamaların ötesinde, tarih içinde bir “bilimsel” baytariyye – veterinerlik şeklinde gelişmiş.
Arapça cediy, teke veya oğlak olup Kazvinî (1203-1283)’de ma’z (“keçi”) maddesinde kısa bilgi veriliyor (Kazvinî kendisinin de, çeşitli disiplinlere sahip olmasının yanı sıra hayvan bilimcisi de olduğunu hatırlatalım). Eskilere göre koyunlar ince derili ve kaba postlu oldukları halde keçiler kalın derili ve seyrek kıllıdır. Teke bir aslan yavrusu görünce ona yavaşça yaklaşır; ama kokusunu alır almaz baygın düşer ve aslan uzaklaşıncaya kadar ölü gibi serilip kalır. Teke büyük örümcekleri yer ve bunlardan zarar görmedikten başka, semirir. Teke vücudunun birçok kısımları tıpta birçok yerde kullanılır. Kazvinî bu hususta en iyi kaynak olmak üzere Balînâs’ın Kitab al – havâss’ını gösterir (J. Ruska. – Çediy, in İA)
Baytariyye – veterinerlik tarihine “Sağaltma – ispençiyari teknikler” cildinde irdeleyeceğimizden burada sadece, av, avcılık, av kuşları ile av hayvanlarının bakımı yanında baytarlık konusunda da kitaplar yazmış olan Boğdu Beğ’i (1233 -1286) zikretmekle yetiniyoruz (bunun ayrıntıları için bkz. Cevat İzgi, Türk hayvan bilimcisi Kuştemiroğlu Boğdu Beğ, in Halk kültürü, 1985/1.
* * *
Hayvanın diş yapısına bakarak yaşının saptanması hususu da halk hayvan bilimi çerçevesine girer. Örneğimiz yine Kars’tan, önemli bir hayvancılık bölgesinden olacak.
Yaşlarına göre çeşitli hayvanların aldıkları adları gördük. Bazılarını burada tekrarlayacağız. Bunların diş durumları şöyle oluyor:
Dana- buzağı – buzov (0 -1 yaşında inek yavrusu. Sonuncu adda Rusça etkisi aşikâr oluyor): alt çenede sekiz süt dişi bulunuyor.
Mozik (1-2 yaşında dana): yine alt çenede sekiz dişini koruyor.
Gemlik (2-3 yaşında erkek mozik. “Koşum hayvanı – gem’e vurulma adayı”); mezkûr sekiz dişin ortadaki ikisini değiştirir. O yılın sonuna doğru bu değişen dişlerin boyları ötekilerden daha uzun olur. Daha ötekilerin boyundayken bile renklerinden ayırt edilir.
Genelde dört yaşındaki bir dişi sığır, ilk doğumunu yapar. Bundan böyle doğar diye adlandırılır. Buna göre dört yaşındaki bir sığır bir doğar’dır.
Bundan sonra, her geçen yıl için bir eklenerek söylenir. Yani iki doğar denince hayvanın beş yaşında olduğu anlaşılır… Bunların dişleri ise şöyle oluyor:
Bir doğar: önceden değiştirmiş olduğu ortadaki iki dişin bitişiğinden iki diş daha değiştirmiş olur. Böylece ortadan dört diş değişmiştir.
İki doğar: yine evvelkilerin bitişiğinden iki diş daha değişir şöyle ki sekiz dişten altısı değişmiş, süt dişi olarak başlardaki ikisi kalmıştır.
Üç doğar: dişlerin sekizi de değişmiştir.
Ayrıca dişle ilgili deyimler de vardır:
Üç doğar olup son değişen dişler henüz ötekilerin boyuna erişmemişse çaprazı düzeltmemiş denir. Hayvan yaşlandıkça dişlerinin dip tarafları incelmeye başlar ve dipten uca doğru daralan aralıklar meydana gelir. Buna seyreltme denir. Sarı karınca, bir çeşit diş hastalığı olup dişlerin dip taraflarının aşınması halidir. Kara karınca ise öncekinin aksine, dişlerin uç taraflarının aşınması hali olmaktadır. Hayvan iyici yaşlanınca, dişler düşmeye başlar. Buna dışatma adı verilir ki bu hayvan artık kasaplık olmaktan başka bir işe yaramaz. Ama yaşına rağmen dişini atmamışsa dişini döğmüş olur.
Camış mandalar ise diş atmazlar. Onların yaşları boynuzlarının kert (boğum)larından anlaşılır. Bu hayvandan dişi erkek sığıra göre daha uzun süre faydalanılır. Bunun için iyi bakım ister: Camışları sık sık su ve tuzla yıkar, kuruduktan sonra bütün gövdeleri bezir (zegerek yağı) ile yağlarlar. Bu, hem ömrünü uzatır, hem de kuvvetten kaybettirmez. Camuşa sormuşlar “yaşın kaç?”. Demiş ki “ben bilmem. Beziri bilir”. Yani ne kadar çok bezir sürülmüşse o kadar çok yaşamışım demektir (Mürsel Köse -Kars’ta sığır yaş ve dişleri üzerine, in TFA 182, Eylül 1964, s. 3521-2)
* * *
Halk dilinde hayvan barındırma yerleri
Hayvan barındırma yeri deyince ilk önce “ahır” sözcüğü gelir akla. Bu hususta BTL şunları yazıyor: “Ahur, garp, mekân – Farisî ile müşterek – hayvanların bağlandığı yer, hayvan damı, establ, hayvan yemliği”, DELT’de “karşılaştırınız Ermenice ahor = ahır, establ;… Keza karşılaştırınız Grek αγυρισ = toplantı yeri” diyor. Yine BTL’na göre “ahır” sözcüğü, aynı anlamlarda, Çağatay Türkçesinde de bulunuyor.
Kelimenin Anadolu’nun malı olması ihtimali galip gibi görünüyor.
Şimdi bundan galat çeşitli sözcüklere bakalım: afır – afur, ahırdaki hayvan yemliği (Bo, Gm, Bt, Mş, Hat, Sv, Zn, Ks, Çr, Sn, Ama, Or, Gr), ahır (Kc, Ama, To, Or, Gr, Sm, Gm); ahar – ahır – ahırlık – ahor – ahur, az çok her yerde hayvanların su içtiği taş veya ağaç yalak, çeşme yalağı, hayvanının barındığı yer, ahır, tavla, hayvan yemliği, içi oyuk ağaç dibek (Brd), demirci ocağı yanındaki oyma yalak (Brd, Ay, Ant) oluyor. Ahır ev, köy evlerinde ahıra bitişik oda (Kn); ağar – ağır – ağor – ağul, ahır (Dz, Tz, El, Ar, Ank).
Bu sonuncu sözcük de yine “ağıl”ı çağrıştırıyor. Günümüz Türkçesinde bu, koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrili yer; kimi yıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen geniş ve aydınlık teker, ayla, hale’dir. O ise ki bu sözcük halk dilinde doğruca bu anlamlarda bulunmuyor; Ağıl dutmak, tarlayı dikenli bitkiler vs. ile çevirmek, sınırlandırmak, hayvanlar için açık havada barınacak yer hazırlamak (İç) olup ağıllamak, koyun, keçi gibi hayvanları sağmak üzere ağıla koymak (Af, Isp, Brd. Brs, İç, Ant); ağıllanmak da bir yere toplanmak, toplu halde bulunmak oluyor Isp’da. Ağılpa’ya gelince o da yıkılan ahırın harabesidir Sv’ta.
“Ağıl”ın kendisi ise (Azerî, Çağatay ve Garp Türkçelerinde “ağıl” şekliyle sırasıyla mekân, ağıl; mekân, ağul, davar ve koyun konulan yer, ağıl, ay ağılı, hale, köy, karye; mekân, etrafı çevrilmiş yer, avlu, davar yatırılan yer, mandırayı ifade ediyor (BTL). Konuya ilerde döneceğiz.
Mandıra – mandra, doğruca Rumca μανδρα, koyun ağılından gelmektedir. (BTL). “Karşılaştırınız Sanskrit mandira – mandûra, ahır. İtalyanca mandra, hayvan sürüsü anlamındadır…” (DLT).
“Güzelova (Erzurum)’da. “Ahırların umumi bir klasik planı olmasına rağmen zengin ve fakir ahırları bazı küçük farklılıklar gösterir. Umumiyetle bir ahırın boyu 5 – 6, eni de 3 – 4 mene arasında olur. Ahırın uzun duvarlarına müsürlük’ler tespit edilmiştir. Müsürlük hayvanın diz kapağı yüksekliğinde olup duvara tespit edilmiş tahta oluklar şeklindedir. Bu müsürlüklerin dipleri çoğu zaman ya mayısla (hayvan pisliğiyle) ya da çamurla sıvanır. Müsürlükleıe 1-1.5 metre arayla zincirler ve kalın urganlar tespit edilmiştir. Bu urganların başlarına da zam’lar bağlanmıştır. Zam diye hayvanın boynuna geçen ‘U’ şeklinde kıvrılmış sağlam çubuk parçalarına denir. Zamın açıkta kalan iki ucu arasına bir ip bağlanır. Zam hayvanın boynuna geçtikten sonra bu ip düğümlenir.”
“Ahırın döşemesine gelince; ahırın altı sal (7-8 cm. kalınlığında muntazam kesikli bu taş)’la yapılır. Böylece karşılıklı iki sıra hayvanın arasında kalan kısım 0.5-1 uzunluğunca olan kısımlar yüksekçe 0.5-1 metre genişliğinde bir kanal teşkil eder. Hayvanın altı temizlenince sağdan soldan süpürülen mayıslar bu kanalda toplanır. Ekseriya ahırın sonunda, bazen de orta kısımlarında ve bu kanalın içinde bir direk bulunur. Bu direğe dik olmak üzere yerden 1.5 metre kadar yükseklikte yatay bir tahta tespit edilir. Mayıs sepeti bu tahtanın üzerine koyularak doldurulur. Ve oradan sırta alınarak dışarı dökülür.”
“Ahırın bakım malzemeleri az ve basittir. Ahırda daima bir demir bel (kürek) bulunur. Bir de sekavül ve kaşağı vardır. Sekavül Güzelova’ya Oltu, Tortum taraflarından gelir. 1-1.5 metre boyunda ince yeşil dallardan yapılır.”
“Güzelova’da hayvanın pisliği sepetten ziyade tejgere (“teskere”den galat olmalı) ile dışarı dökülür. Tejgere 2 metre kadar uzunluğunda iki kolu olan geniş bir sedyeye benzer. Kenarları 7-8 cm. genişliğinde tahtalarla çevrilidir. Doldurulduğu zaman biri ön biri de arkadan kolları tutan iki kişi tarafından taşınır.”
“Kom, küçükbaş hayvanların… barındığı ahırdır. Kom’lar iki kısım olur. Birinci kısımda davar alaf (ot) yer, ikinci kısımda yatar. Bunlara ek olarak bir bölme de kuzular için ayrılır ki çoğu komlarda kuzuların ayrı bir yeri vardır. Ahırdan farklı olarak kom’da müsürlüklere bağlanmış zam ile döşemedeki kanal yoktur. Buna karşılık müsürlüklerin üstü duvarla 45 – 50 derecelik açı yapacak şekilde ince çağlar vardır. Bu çağlara çiçeklik denir. Vazifesi verilen otun müsürlüklerde zayi olmasını önlemektir.” (H. Koşay – S. Kılıç – Güzelova (Erzurum) etnografya ve folkloruna dair notlar, in TED VI, 1963, s. 72-3)
Ahırın nasıl inşa edildiğine gelince: “Önce uzun duvarların dibine 2 kalın odun atılır. Bu odunlara harolma denir. Ahır sekisini ayırmak için harolma’ların üzerine diklemesine bir odun atılır ki bu da bölme odunudur. Bölme odununun üzerine tekrar dik olarak iki tane öküz odunu atılır ki atının üstü de bu odunlarla hatif kubbemsileşir.”
“Öküz odunlarının başlarına kont’lar, kont’ların üstüne de kont odunları atılır.”
“Kont odunlarının başlarına kantar ağaçları atılır.”
“Kaburga: kantar ağaçları’nın üstüne atılır.”
“Düzme: Kaburga’ların üzerleri düzme’lerle, onların üzeri de mertek’lerle örtülür. Ahırın penceresi bacadandır. Hem baca, hem de pencere vazifesini gören bu baca penceresine frengi pencere denir.”
“Ahur (ahır) sekisi: Duvarlarda iki kiriş vardır. Hatif kubbe elde etmek için bu kirişlerin üstüne 2 tane tilki odunu konur. Tilki’lerin üzerine de kont’lar yerleştirilir. Ve üzeri tahta ile döşenir. Sekinin dört etrafına kân yapılır. Kân’ların içine tahtalarla daraba yapılır” (ibd).
Bütün bu inşaî ayrıntılara “İnşa teknikleri” cildinde enine boyuna değineceğimizden burada herhangi bir izaha girişmiyoruz.
Ağnak, mandanın yattığı su birikintisi, gölcük (Dz, Brs, Ada); ağrek, koyun, keçi ve sığırların yaylımda dinlendikleri yer (To, Ezc, Mr, Sv, Yz, Ky); ağur, hayvanın yem kabı (Gm); ahraç, sığır ve davar sürülerinin yazın açıkta yattıkları yer (Gz, Ank, Ky); albut, yazın mandaları serinletmek için üzerlerine su atmaya yarayan ağaçtan yapılmış çukur kürek, çömçe (Bo); arkaç, ağıl (Ay, Sa, Brs, Sn, Ky,) ağılın ön tarafında davarların iyi havalarda yattığı üstü açık, etrafı çitle çevrili yer (Es); arantı, ahırlarda iki hayvan arasına konan kalın ve uzun ağaç (Es); arek, sığırların toplu halde dinlendiği yer (Çr, To, Hat, Yz, Avşar ve Türkmen aşiretleri – Ky); azbar, ahırların önündeki toprak meydan (Karadeniz kıyıları). Bağa – bage – bağa – bege – beye, yemlik (Ar, Mr, Kr); bansu, sığır yemliği (Tr); behni – bahana – bahna, ahırda tahta veya taştan yapılmış oluk şeklinde hayvan yemliği (Ks, Çr, Sm, Ama, Ko, Or, Gr, Kn, Isp, Zn, İç); ber – barı – berci – bere – beri – berilik, davar sağılan yer, ağıl (Gr, Gm, Ar, Ezm, Mr, Sv, Ada, Ks, Tr, Kr, Vn), davarın sağılma zamanı (Ml), koyunların sıra halinde sağılması (Ezc, Kr, Es, Vn, Bt, Ur, Gaz, Mr, Ada. İç), “Bere – berre”nin Farisîde “kuzu” olduğunu hatırlatıp devam edelim.
Ceferlik, ahırlarda saman, ot vs. konan kafesli tahta bölme (Ezm); cicgar, dana kapatmak için ahırın bir köşesine yapılmış yer (Ar).
Çalmaç, yaylada hayvan sığınağı (Yz); çalmar – camar – carmar – çalman – çelke – çalki, üstü açık, çalı ve taşlarla çevrili ağıl (Ba, İst, Çkl, To, Or, Gr, Ed, Krk, Tk, Isp, Mr, Ama, Nğ, Kn, Brd, Ant); çatal kapı, hayvanın sağıldığı yer (Brs); çıçğal, hayvanı ahırda bağlamak için kullanılan bükülüp halka haline getirilmiş ağaçlar (Ar), aynı işi gören zincir (Ar); çeten – çetene – çiten, buzağı veya kuzu için yapılmış özel ağıl (Af, Bo, Ks, Sm, Çkr, Kn, Gaz- Ank), süt konulan yer (Ank); çelik, ahırlarda gübreyi dışarı atmak için delik, küçük pencere (Brs).
Dange – dangi, kışın hayvana yem vermek için dışarıda hazırlanmış olan yer (Bt, Mş); daşama – doşama, ahırda hayvanların rahat yatmaları için yapılan tahta döşeme (Ar); dömek, “çelik” ile aynı (Zn).
Erek – eyrek ve varyantları, otlakta hayvanların toplanma yeri, dinlenme yeri (Brd, Dz, Mn, Sm, Gr, Gm, Kn, Mğ,), ağıl (Ant. Tk); evün, ahır ve avlu damı (Kn).
Gaşak, inek yavrularını analarından ayırarak konulan bölme (İz); gepdeş, ahırdaki hayvanın saman yediği oluk, tekne (To); gurik, hayvana yem verilen kap (Ar), su testisi (Eze); gurnek, sığır ahırı (Mğ); gürün, hayvanın su içtiği yalak, oluk (To).
‘Halhal, taştan örülmüş ağıl’dır (Kr). Bu aynı sözcük, Arabî kökenli olmak özellikle Güney – Doğu illerinde kadınların ayak bileklerine geçildikleri bileziği (Çağatay kökenli mengeli – BTL) ifade ediyor. Kars’taki bu ağıl da, bilezik gibi dairesel mi idi?
Mezkûr mengel, ayrıca bakraç, kova (Ank) olup mengil – mengül, küpe (Ank), bilezik’tir (Kü, Kr, Kn, Ada, Ant, Mğ, Ks, Çr, Sn, Sm, Ama).
Mengene ise Rumca μαγγανον μηχανη İtalyanca da mangano olup “kumaşlara ve kâğıtlara cila ve parlaklık verilen üstüvane; her türlü tazyik ve baskı makinesi…”dır (BTL). Mezkûr mengel – mengil–mengül’ün kökeni olarak da Farisî mengûş = küpe, gûşvare’yi (BTL) görebilir miyiz?
Devam edelim.
Hatıl, hayvan yemliği (Af, Isp, Brd, Dz, Es, Yz, Ank, Krş, Nş, Nğ); çeşme yalağı, oluk (Af, Isp Kn, Ant); içinde üzüm ezilen tekne (Af, Isp). Hatıl, inşa tekniğinde, taş ya da kerpiç yapılarda, duvarı berkitmek için araya konan yatay ahşap latalardır. Nitekim hatıl, Ay, Kü, Es, Bo, Zn, Ks, Çkr, To, Ank, Krş, Mğ’da “kereste”, Zn’da “et tahtası”, Dz ve Ky’da “duvar örülürken araya konulan kalın, yuvarlak ağaç”, Sm ve Ed’de “orman içinde büyük odunların yığıldığı yer” ve Mğ’da da “Toprak evlerin tavanı” olmakla bunların hepsi bir ahşap nesneyi anlatıyor ki yukarıdaki hayvan yemliği vs.nin ağaçtan olduğuna işaret ediyor. Bu arada “araya konulan kalın, yuvarlak ağaç”, bir teknolojik eksikliği ifade ediyor şöyle ki hatılın, işlevini tam yapabilmesi için duvar genişliğinde ve yassı olması gerekir.
Havzan, hayvanların su içtikleri taş veya ağaç yalak (Ar) olmakla Arapça – Türkçe “havz – havuz”dan galat olmalı. Hevşe – hevişe, üstü açık yaylık ahır, davar ağılı (Ml, Ezc). Horum, deve ahırı (Ky); nu, ahırda hayvan yiyeceği konulan yer, yemlik (Or). Hul, yeni doğan danaların konulduğu yer (Ezm). yaylalarda sütleri saklamak için yapılan kulübe (Ar)., Hulak da bostan kulübesidir, yine Ezm’da Sözcüklerin kökeninin araştırılması değer.
Inak, sığırların toplandığı yer (Dz); ırgıncak, ağıl kapısı (Sm); ıstırga, çalılarla, taşlarla çevrilmiş küçük ağıl (Brs, Gr, Kn – Rumeli göçm., Ed). Yunanca στρεφω, εσjεψα “döndürmek, çebirmek, sarmak… tır (?).
İğme, ahır ve ağılların önüne yapılan üstü çalı çırpı ile örtülü dam, gölgelik (Ed); iğrek – irek, davar ve sığırların sağılması ya da dinlenmesi için ayrılan dört yanı kapalı, üstü açık yer, ağıl (Af, Dz, İst – Bulgar göçm. To, Ada, Ed, Krk, Tk, Ba, Kü, Kc, Ant); iyrek, gündüz hayvanların yatırıldığı yer (Bil, Tk).
Kerana, ahır, ağıl (Mr); işyeri (Nğ). Farisî “Kârhane”, işyeri, fabrika karşılığında olup burada hayvancılığın da “kâr getiren” bir uğraş olduğunun kabul edilmiş olduğu anlaşılıyor. Devam edelim.
Kızzıt, ahırlarda iki hayvanı ayırmak için aralarına çekilen ağaç parmaklık (Gm); kom – kem – konur – köm – kön – küm, ağıl, davar ahırı (Çkr, Sk, To, Tr, Ar, Gm, Kr, Ezm, Ezc, Ağ, Vn, Bt, Tn, El, Ml, Sv, Yz., Af, Çr, Sn, Or, Gr, Ur, Gaz, Mr, Ank, Ky, Nş), mandra (İst, Çr, To, Mr, Yz). Bu sözcük ve varyantlarının münhasıran Anadolu’nun Doğu yarısında kullanılmakta olması dikkate değer.
Kotaklık, küçük mandaları koymak için ahırda ayrılan yer (Ba); kozik, içine hayvan yemi ya da gereksiz eşya konan küçük yapı (Tn); Kömzek – kemzelik, ahırdan gübre penceresi (Ar, Gr); kön, gübre (Af, Kü, Es, Nğ); körk, ahırların üstünde yapılan ot ve saman konulan yer (Ar); kürün, hayvan yemliği (Sv).
Mısran – mısranı, hayvana yem verilen yer, yemlik (Bt) olup Vn’da buna mışırlık denmektedir. Musluk, ahırda ahşap yemlik (Ada, İç) olup bu aynı manada musul sözcüğü Hat, Krş ve Ky’da, musur da Ml, Ky, Ezm, ve Kr’da geçmektedir. Ada ve Nğ’de ayrıca bu aynı musur, yalak anlamına kullanılmakta. Müsürmuk, hayvan yemliği’dir (Ezm).
Örüm, çok çeşitli sair varyant ve manalarının dışında, Brs’da ağıl anlamına kullanılmaktadır.
Pahna – pağna, ahır yemliği (Mğ, Zn); pege, ahır (Dy); pehni, yemlik (Çr, To); petni, ahırdaki yemlik (To, Sm, Yz, Ama); pol, hayvanı bağlamak için tarlaya çakılan kazık’tır (Rz). İngilizce “pole”, benzer anlamlarının yanı sıra “bir çift beygirin bağlanabileceği tek bir kazık” olup bunun da kökeni Latin palus (Alman Pfahl)dır. Bunda Bizans ordularındaki ırklar tayfı paralı askerin yadigârını mı göreceğiz?
Sayvant, ağıl, mandra’dır (Ada, Af, Isp, İst). Bunun gölgelik manasındaki, Farisî kökenli (saye – van) “sayvan”dan galat olduğu aşikârdır. Sıllık, ahır (Ml); sıvat, dere kenarlarında hayvan sulandığı düz ve sığ yerler; “uyuz uyuzu sıvtta bulur” (İz, Ed- muh. Çkl, Ay, Tk – muh., Brs -muh., Es, Dz); mandaların gömülüp yattığı çamurlu su (Kc – muh., Bil); hayvanı semirten otluk ve sulak mera (Krk – muh., Sn). Bunun “suvat”tan galat olduğu belli. Söğen – sügen, ağıl ve çit kazığı (Dz, Ada).
Tağır, su yalağı (Sm); taka, ahırda yemlik (İst). Bu sözcük, Karadeniz’in teknesinden mülhem olabilir mi (her ikisi de oyuk…)? Tatoma, inek ahırının döşeme tahtası (Tr); terce – tercen, yeni doğan buzağıları koymak için ahırlara yapılan dolap (Ks, Çkr); tokat, hayvanlar için yapılan üstü açık yaz ağılı (Es, İz, Bo, Ant, Kü, Mn, Mğ, Dz, Af, Isp. Ay, Brd, İst, Brd, İst, Brs, Ba, Kc) avlu (Brd, Brs, İst, Es), tarla, bahçe mandra kapısı (Brs, Tk, İst, Ed, Krk, Ba, Tr, Çkl); tokura, inek ahırı (İst, – muh.); tömek – tömzek, ahırda gübre penceresi (To, Ks, Zn, Tr, Sm, Or).
Yasla, hayvan yemliği (Brs, Gm, Ed, İz, İst, Tk, Bo, Çkl, Mr), ahır (Çkl), ahırlarda hayvanların yatması için yapılan ağaç döşeme (Krk).
* * *
Hayvan yatırma yeri – küçükbaş
Şimdi özellikle küçükbaş hayvanlarla ilgili barındırma yerlerine ait halk sözcüklerine göz atalım.
Ağal – ağıla-ağul, gece kırda yatırılan koyun sürüsünü korumak için yapılan çiftle çevrili yer, açık ağıl (Ba, Brs, To, Or, Gr, Tr, Mr, Yz, Nğ, Ada, Kü, Isp, Sv); ahman, koç katımında koyunların gece yattığı üstü açık, etrafı kapalı yer (Çr); alageçik, çoban kulübesi (İç); alek, hayvanın toplandığı yer (Mr); arcak, koyunları tipiden korumak için götürülen kuytu yer, koyak (Kn); argaç ve varyantları, davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları (Uş, Çkr, Gz, Yz, Ank, Ky, Nğ, İç, Brd, Ama, Kr, Ağ, Ml, Mr, Sv, Nş, Ky, Ada, Afy, Es, Bo, Çr, Tr, Krş, Kn); avıl – avla – avlağ – avlağa – avlağan – avlağı – avlavuç – avlo – avloç – avlogı – avlu – avul, ağıl (Gr, Sv, Ank, Brs, Çkr, Ama, To, Isp, Ky, Ks, Dz, Zn, Selanik); avlağa, kuzu ağılı (Yz, Ky, Nş, Kn, Nğ); avzan, su yalağı (Rz).
Bana, ilkbaharda hayvanları otlatmak için çayırlıkta kurulan yurt (Mn), kaplıca (Kn); banı, yaylada yapılan evler, çiftlik (Mr, Ada), mandra, ağıl (Mn, Mr, Reyhanlı ve Anik Ovası Türkmenleri, Hat, Ada); batma, ahır yemliği, yemlik (Af, Isp, Çkl, Kn, İç, Ant), çeşme yalağı (Af), ahır (Kn); bav, ahır (İst, To, Kn), ahır hayvanı (İst); bavi, bağ evi (Isp). “Bağ evi”nden kısaltma olabilir mi? Bondil, ahırlara döşenen kalın döşeme tahtası (Tr).
Çığ, kuzular için tahtadan yapılmış küçük ağıl (Brd), ahırların üst döşemesi (Zn); cidpirti, ağıl yapılmakta kullanılan bir çalı (İç); citen, küçük ahır (Ank); civdirmek çivdirmek, hayvanı gelişigüzel ve çabuk sağmak; cump, 70 cm. derinlikte ve 2 m. çapında, ağılların önüne kuzular için yapılan yer (Yz). Bunun bir ses taklidi olması muhtemeldir. Şöyle ki kuzular bu çukura “cup” diye bırakılıyor. Bunun bir varyantını cüp, kuzu bağlanan yer (Ank) olarak görüyoruz.
Çal, etrafı çitle örtülü yazlık ağıl (Ama), taştan yapılmış çit (Mr); çalak, davar için kışlık ağıl (Gm); çalamar, dört tarafı çitle çevrili yazlık koyun ağılı (İst); çeğürme ağılların önünde, her tarafı çitle çevrili yer (To) (her halde “çevirme”den galat olmalı). Çığ, keçi ve koyun yavrularını koymak için kamıştan veya tahta parçalarından yapılmış ağıl, çit (Af, Brd, Es, Zn, Ama, Nğ, Ada). Bu aynı sözcük “süt kazanlarının üzerini kapatmak için kamıştan yapılan örtü” (Uş, Brd, Dz, Es, Mr, Sv, Ank, Nş, Nğ, Kn, Ada, Mğ), “çadırlarda kamıştan yapılmış bölme” (Ur, İç, Kerkük), “ucu dikenli bir çeşit kamış” (Af, Isp, Brd, Dz, Sm), “tınas savrulurken samanla tane arasına dikilen uzun değnek” (Brd) “kurumuş afyon sapı” (Brd, Kn), “kağnıdan saman dökülmemesi için tahtalardan yapılmış çit” (Dz), “pencere kafesi” (Ba, Bo), “oklu kirpinin dikenlerinden bir tanesi” (İç), “çamaşır sepeti” (Zn) gibi anlamlara da geldiğine göre bunun doğruca kamış, sap, sopa, değnek gibi ince uzun şeyleri ya da bunlardan yapılmış olanları ifade etmiş olduğu anlaşılıyor. Çokal, kuzu ve davar ağılı (Isp).
Davarlık, koyun ve keçilerin yattığı ahır (Sv, Krş); dayama, koyun ve keçi ağılı (Çkl, Brs, Kc, Krk, Tk); delcah, koyun ve keçilerin kötü havalarda, sağılmak ve kırkılmak için topladıkları yer (Tr); demek, yeni doğan kuzu, keçi yavrusunu korumak için yeraltında açılan in şeklinde yer (Kn), ahırdan gübreyi atmak için ufak pencere (Ks, Ama, Hat); denge, koyunlara ot yedirilen meydanlık, açıklık (Kz, Ezm), koyunların önlerinden artanı yiyemedikleri kaba ot (Ezc); diblik, hayvanları bağlamaya yarayan zincir (Ezm); dom, ağıl (Rz). Latince “domo”, yola getirmek, boyun eğdirmek baskısı altına almak, yararlanabileceği duruma getirmek karşılığında olup “domus” dahi ev, meskendir… Dör, köyün dışında hayvan sağılan düzlük yer (Ezm); döl ağılı, kuzu ve oğlakların otlamaya götürülmeden önce toplandığı, etrafı çalılarla çevrili yer (Çr).
Evsin – evsil, kuzu ya da oğlak ağılı (Isp, Brd, Dz), davar ya da büyük baş hayvan ağılı (Kü, Kr), ahırda buzağı için ayrılan özel yer (Kü).
Gelik, çiftle, çevrili ağıl (Zn, Ks, Ank); gom, davar ağılı (Ezm, Bt, Kn); gozan, koyun ve keçi ağılı (Tn); gotura, hayvanın beslendiği yer (Af); götügömre – götügömme, baharda kuzuları barındırmak için yapılan üstü kapalı alçak yer (Dz, Ada). Sözcükten anlaşıldığı kadarıyla burası bir miktar yerin içine girilip üstüne alçak bir çardağın yapılmış olduğu bir barınak olmalıdır. Güm, ağıl (Isp, Mr); gözet, baharda geceleri hayvanların otlatıldığı yer (Mn).
Bu arada, herhangi bir büyük- küçükbaş hayvan belirtilmeden kullanılan sözcükler var. Ezcümle: Gayar, dağda kışın çobanların barınması için yapılan ev (Dz); gaylık, hayvanı kardan ve yağmurdan koruyan yer (Sn, Sm). Sırası gelmişken Türkçede at yetiştirilen yeri ifade eden hara’nın Romalılarda domuz, özellikle anaç domuz ahırı; kaz kümesi olduğunu zikredelim.
Havdan, davara yem ve su vermek için ağaçtan oyulmuş kap (Nğ); havşa – havış, hayvanın yattığı çevresi taş veya dallarla örtülü yer (Sv); haymana, mesken, ağıl, mağara vs. (İç), hayvan sürüsü (Mr); herel, mağara, ağıl (Ky); hobur, koyun ve keçilerin gecelediği, çit veya duvarla çevrili yer (Ed).
Ilkılık, keçi sürüsünün sığındığı gölgelik yer (Çkl).
İnlik – innik, hayvan mağaraları olan yer (Çr), yazın bile karların erimediği çukur, kuytu yer (Mr, Ada); irilik, kuzuların altı günlük olana kadar konuldukları özel ağıl (Nğ).
Kaha, avlu, ağıl, (Sm, Ank, Kn); kam, koyunların barındıkları yer, çiftlik (Ada); kara iğrek, koyun barındırmak için, yamaçlarda poyraz ve karayel tutmayan yer (Çkl); karık, kışın hayvanların yem yedikleri yer (Gr); kaşak-koşu-kaşa-kaşşak, ahırda kuzu, malak ve buzağı konulan yer, bölme (İz, Ba, Çkl, Brs, Kü, Ada, Sn, Ank); kışla, koyun ve keçi sürülerinin gecelediği ya da kışın barındıkları kapalı ağıl (Brs, Kü, Kc, Kr, Çr, Sn, Sm, Ada, Ama, Tr, Hat, Krk); kotana-koşam-koşana- koşera-kotan- kotna-kuşana, koyunları sağmak için kullanılan üstü kapalı koyun ağılı (İz, Ba, Brs, Krk, Isp, Mğ, Ada, Ed); kotarı, duvar ve çalı ile çevrilmiş üstü açık ya da bir kısmı kapalı koyun ağılı;
koz-kozuk, evlerin altında bulunan davar ağılı (Ezc, Bt, El); kölen, körpe kuzuları barındırmak için yapılan çukur yer (Sv, Ky); kötez, kuzu, oğlak veya buzağı konulan yer, ağıl (Bo), kümes (Sk); kulluk, ağıl (Zn, Kn), avlu (Zn, Ks); kuzluk, kuzu ve oğlak barındırılan küçük ağıl (Isp, Sv, İz, Sn, Kn, Ada, İç, Ant); küm, yeni doğan kuzuları soğuktan korumak için yapılan çukur (Af, Brd, Ank). Bu aynı sözcük, kom-kem- komur-köm-kön ile birlikte, ağıl, davar ahırı (Çkr, Sk, To, Tr, Ar, Gm, Kr, Ezm, Ağ, Vn, Bt, Tm, El, Ml, Sv, Yz, İst, Af, Cr, Sn, Gr, Ezc, Ur, Gaz, Mr, Ank, Kğ, Nş, Kr), çalı, çırpı, ağaç ya da çamurdan yapılmış küçük ev, yayla evini (Tr, Ezm, Ezc, El) ifade ediyor.
Türkçede mandıra, koyun ve keçi gibi süt veren hayvanların barındığı, süt ve süt ürünlerinin elde edildiği yer (TS) olup sözcük Yunan μάνδρα, Latin mandra’dan geçmedir. Bu dillerdeki tanımlama aynı Türkçedeki gibi olup ayrıca içeriğini de kapsamış şöyle ki sözcük mandıra’daki hayvanları da ve hattâ çekici hayvanları ve bunların arabacılarıyla birlikte arabalarının oluşturduğu kalabalığı ifade etmiş (Rich, s. 389).
Obur, hayvanların geceledikleri etrafı çitsiz kuytu yer (Ada); orun, üstü açık ağıl (İst); Öpek, davarların kışladıkları küçük yurtlak (Ada); örk, hayvanları çayıra çakmak için ip (Nğ, Ada, Kr, Or, Bil, Gr, Krş, Ank, İç, Ku, Ky, Sm, Sn ); örö, hayvanların yayıldığı yer (Bo); örüm yeri, sürülerin otladıktan sonra dinlendikleri yer (Ama).
Parağ-parak, üstü ve yanları kapalı davar ağılı (Ezm, Kr) (Kelime Ermenice “barah”tan muharreftir); patoma, ahır tabanına döşenen tahta (Tr) olup πάτος, dip, kıç, aşağısı anlamındadır. Peg, yazın koyunların sağıldığı yer (Gm); per, koyun ve keçi ağılı (Ar), bunların sağıldığı yer (Gm); püne, yeni doğmuş kuzuların bulunduğu yer (Kr, Kc, Isp), ahırda buzağılar için ayrılan yer (Kr), yuva (Dz).
Salah, obalarda koyunların yattığı etrafı çevrili yer (Gr); sanra, ağıllarda davarların ayakları altındaki kalın gübre (Ank); seçek, yaylada koyunların kuzulardan ayrıldıkları yer (Or, Gr); sıpırdak, koyun ağılı (Sn); şalak, koyun ve keçilerin toplanıp sütlerinin sağıldığı yer (To); şıfat, ağıl kapısını bağlayan demir halka (Sm).
Tırkıç, ahırlarda küçük hayvanları analarından ayırmak için yapılan parmaklıklı yer (Gm); tila, koyunların yazın kapandığı ve sağıldığı yer (Kc-muhacir); tokara, mandıraların önündeki avlu. “Kışın semiz koyunlar tokarada yatarlar. (İst); tolçak, kuzu ağılı (Gm); turluk, ağıl yanındaki çoban evi (Ank, Es, Gm), keçi kapamaya mahsus ağıl, saya (Bil, Mğ), çardak gümele (Af, Bil, Ank), kulübe (Bil); tuzla, davarlara kırda tuz verilen düz taşlık veya kayalıklar (Kn).
Ürü, kırda hayvanların yattığı yer. “Ürüsünü sermeyen hayvan sürüsüz kalır” (Bo). Bunun, yukarda gördüğümüz örö’nün bir varyantı olduğu aşikârdır.
Yaylım, hayvan otlağı (sığır ve davar), mera (Es, Ezm, Kn, İz, Tr, Rz, Ba, Ank, Isp, Kü, Dz); yiğrek, öğle veya gece vakitleri hayvanların toplu halde dinlendikleri gölgeli yer (Tk)= eğrek (Af, Ay, Brs, Çr, Sm, Ama, Gr, Gm, Ada), hayvanların toplu halde durdukları su başı (İst, To, Sv), hayvanların gece yattıkları yer, ağıl (Brs, Or); yunak, davarların yıkandığı yer (Ank); yurtlak, davarın yavruladığı kuytu orman (İç), davar ve davar sahiplerinin kışladıkları yer (Ada, Mr), göçebe oymaklarının oturdukları ev (Ada).
* * *
Daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi, herhangi bir konuda kesin ayırım yapılmanın olanaksızlığı, sözcüklerin yer yer anlamları itibariyle birbirlerine girdiği aynı bir sözcüğün, değil değişik yörelerde, aynı bir bölgede bile farklı anlamlar ifade ettiği her vesileyle görülüyor. Bu gerçeğin ışığında, ayıkladığımız her tür küçükbaş hayvana özgü müşterek sözcükleri aşağıda veriyoruz. Bunlar da, öbürleri gibi, bir takım “teknikler”in aynası olacaklardır.
Ağaranlık-ağran, koyun ve keçi gibi süt veren hayvan (Nğ, Dz, To, Kn,); alaman, alaca renkli koyun, keçi, inek, öküz, vs. (Sm, Or), her kuzuya süt veren koyun (Sv, Ank); alata, sürüye katılmayan zayıf hasta hayvan (Mr, Sv, Ky, Nş, Kn, İç, Mğ); almaz, yavrusunu emzirmeyen koyun ya da keçi (Dz, Mr); almazlık, almazı alıştırmak için yavrusuyla birlikte konulduğu çukur (Es, Or, Sv, Kn), koyun keçi bağlamaya yarayan dikine çakılmış çatal ağaç (Es); andaç, damızlık koyun veya keçi (Af, Dz, To, Or, Mr, Sv), sürüde baş çeken koyun (İz); anis, yaprağından ve meyvesinden yem olarak faydalanılan bir ağaç (Tr); apranmak, otlamak, yayılmak (Kü); apraz, doğuştan kısır hayvan (Çr), hiç yorulmayan hayvan (Yz); araki, hayvanın vaktinden önce büyümesi, irileşmesi (Ank); ardık, dağda yetişen, kılıç şeklindeki yaprakları hayvana yem olarak verilen bir bitki (Ezm); avıkkım, kızgın dişi hayvan (Isp); azman- azmantı, beş yaşını geçmiş davar (Af); iğdiş edildiği halde erkekliğini kaybetmeyen keçi, koç, boğa (Isp, Ba, Çkl, Es, Sv, Mğ), doğuştan tek husyeli hayvan (Isp, Brd, Çkl, Ada, Mğ, Bo), enenmiş, iğdiş edilmiş koç, keçi (Brd, Dz, Ay, Mn, Çkl, Brs, Kn, Ant, Mğ), damızlık olarak ayrılan erkek keçi, davar (Brd, Dz, Çkl, Sm, Su, Ky, Kn), 4 yaşını geçmiş boğa (İz, Bil, Ks, Sn, Ezc), mevsiminden önce doğan kuzu, oğlak (Rz), 3-4 yaşında dişi davar, keçi (Kn), 4 yaşında sığır (İç, Tk). Aynı bir sözcüğün gerek aynı, gerekse değişik yörelerde bu denli farklı anlam taşıması gerçekten dikkate değer.
Bastırma-bastırık, kışın hayvana yedirilmek için biriktirilen yapraklı dallar (Dz, Kü, Es, Çr, Kn); başaklamak, koyun ve keçiyi sağdıktan biraz sonra tekrar sağmak (Dz, Mğ); belin, hayvan memelerinin arkadan gözüken kısmı (Bt); bestel, üzerinde beyaz veya siyah leke bulunan hayvan (Af, Mr, Yz, Kn), siyah leke (Mr); beş-beşik, keçi, koyun ve sığır gibi hayvanların alınlarındaki beyazlık veya böyle bir lekeye sahip olan hayvan: “beş dana alnı beş” (Vn, Bt, El); bırağıntı, düşük yavru (İç); bidne, kışın hayvan altına serilen yaprak (Ar); bisamcık, tarlada yetişen ve yem olarak kullanılan bir ot (Dz); boy, yem olarak kullanılan, çemen yapılan burçağa benzer bir tahıl çeşidi (Isp, Çr, Sm, Gr, Gm, El, Mr, Sv, Ank, Ky, İç); bozboruk otu, dağlarda biten ve yem olarak kullanılan bir ot (Bo).
Ceneği, yüksek yerlerde yetişip yaprakları hayvanlara yedirilen bir cins ağaç (Rz); cerelemek, yavrulayacak hayvanın dişilik organından beyaz sıvı akmak (Nğ); cıba- ciba, tüyü kırkılmış koyun ve keçi (Af, Isp, Dz, Çkl, Es, İst, Çkr, Ank, Ky, Kr, Yz); cırbası tütmek, dişi hayvanın çiftleşme isteğinin kabarması (Nğ); cok, boynuz (Kerkük); cor, koyun ve keçi sürüsü (Mr); curaki, koyun ve sığırın içyağı (Tn); çaç-çaça, hayvanın altına serilen kuru toprak (Rz), buğday yığını (Çr, Gm); çağşır, bir yılda davarın ikinci kez çiftleşmek isteği (İç); çakım, hayvanın çayıra çıkma zamanı (Isp, Ba); çala-cala-cel-celeh, hayvana yedirilen tahıl sapları, mısır koçanı (Rz, Ar, Kr, Ezc, Çr, To, Tr, Ezm, Sm); çamel boynuz, eğri boynuz (Af, Mr, Sv); çampır, hayvan yemi alarak toplanan ot (Ar); çara ve varyantları, memeli hayvanın kızgınlık zamanlarında ve doğumları yaklaşınca dişilik organlarından akan sıvı, (Anadolu’nun Doğu yarısı), meni (Kn, Bt, Uz), yeni doğan yavrunun ilk pisliği (Kn, Ant, İç), döl yatağı (Ank, Kn, Brd); çangalak, keçi veya koyun gibi hayvanda kıvrılmış boynuz (Ant); çav-cav-çavan-çavgın-çavın-çavır-çavun, hayvanların erkeklik organı (çok değişik yöreler); çaylak, boynuzlarının arası çok açık olan hayvan (Tr); çemkinme, az otlu yerlerde hayvanın zorlukla otlaması (Dz, Ama, Kn); çevt, hayvanın dişilik organı (Isp); çevürmek, hayvanları çiftleştirmek (Sv); çırtık-çirtik, sağılması güç olan küçük hayvan memesi (Af, Çkl, Dz, Ba, Es); çıtak, çobana dışarıdan katılan davar (Bo); çomu-comu-çomah-çomak-çomman-çomuk-çomul, küçük kulaklı koyun veya keçi (Af, Or, Mr, Ank, Avşar aşiretleri- Ky, Ant, Ada, İç, Hat, Isp, Dz, Kü, Mn), boynuzsuz koyun (Ada, Çkl); çot, bacağı eğri davar (Kn); çula, küçük kulaklı koyun veya keçi (Çkl, İz).
Dalab olmak ve varyantları, dişi hayvan çiftleşmek istemek (çok değişik yöreler); dal, boynuz (Kc, Zn); darah, davarın geçtiği yol, iz (İç); dığı-dığıç-digam-diği-dikan, kuzu, oğlak (Kn, Dz, Kr, Ky); dığıl, koyun, keçi, tavşan gibi hayvanların yuvarlak katı pisliği (To, Gz, Sv); dingiş ve varyantları, boynuzu kısa, ince ve sivri, kendisi hareketli olan oğlak, davar, inek, (Ada, Mr); dişcek, koyun, keçi, vs. hayvanın yeni doğmuş dişi yavrusu (Sv); doğu-dödog-doga-doğa-doğ koyun- doğ kulak – dovu, kulaksız koyun veya keçi (Kn), siyah koyun ve keçiye verilen ad (Kn), oldukça uzun ve kıvrık kulak (Isp), küçük kulaklı davar (Kaçar aşireti- Uş, Isp, Dz, Es, Cr, Or, Ank, Krş, Ky, Kn, Ada, İç, Bil, Çkr, Nğ); doğuş-dağaş-dovuş, küçük ve kıvrık kulaklı koyun ve keçi (Ama, Yz, Ky, Brd, Ant); doşu, küçük ve yuvarlak kulaklı koyun ve keçi (Kn); döl başı, sürüde ilk doğan kuzu, oğlak (Or, Nr, Sv); döle, boynuzunun çıkması gerektiği halde çıkmamış olan hayvan: “döle keçi” (Ar); düyüş, kulağı sivri ve uzun olan davar (Isp).
Efenk, kurutulup kışın hayvana verilen, bağla veya karacaot denilen bir bitki (Brd, Dz, Ay, İz, Ba, Brs, Kü, Mğ); eğrilce ve çok sayıda varyantı, hayvana dadanan, eğri belli, boz renkli, bir cins sinek, sığır sineği, büğelek (çok değişik yörelerde); ekdi oğlak, çobana alışık olan oğlak veya kuzu (Brd); elcik-elcil, sürüden ayrı olarak beslenen ve insana çok alışık hayvan (Af, Isp, Brd, Ay, İz, Ant, Es); emicek, meme emme zamanı geçtiği halde emmeye devam eden kuzu ve oğlakların ağzına takılan ince ağaçtan yapılan burunsalık (Sv); emişik, sağmal koyun ve keçilerin oğlak ve kuzularıyla birlikte otlamaya gitmesi: “davarlar bugün emişik gitti” (Ank); emişük, her cuma günü koyun ve keçilerin sağılmadan önce yavrusuna emdirilmesi: “emişük günü” (To, Or). Bu adetin kökeninin araştırılması çok ilginç sonuçlara götürebilir. Devam edelim. Emlik-emnik, zamanından geç doğan kuzu veya oğlak (Çr, Sv, Yz, Nğ, Kn, Dz, Isp, Bo, Ama), körpe kuzu veya oğlak (Çr, Ml, Sv, Mr, Kn), yeni doğmuş kuzu (Isp, Çkr), keçilerin doğurdukları ilk yavru (Mr); emişçi-emlikçi, kuzu ve oğlakları analarına emdiren adam “bu sene Ali’yi emişçi tuttum” (Kn).
Fehil, damızlık koyun, keçi (Hat); fele, arkaya yatık kısa boynuz (Es).
Ganzımak, hayvanlar toslaşmadan önce başını kaldırmak; gege-geğmeç-gere, meyve dallarını eğmek veya davarı yakalamak için kullanılan ucu çengelli uzun sırık (Mn, Ba, Çkl, Brs, Kü, Es, Kc, Bo, Ist, Gr, El, Sv, Ank, Mğ, Ed, Krk, Tk); gerem açmak- gerenlemek, sürü birbirinden düzenli aralıklarla ayrılarak yayılmak: “koyun gerem açtı” (Es, Gaz, Sv, Kn, Mr, Ank,); geren, sürünün serpilerek dağınık yayılması hali: “şu çoban davarı iyi gerenli salmış” (Ank, Kn); germeç tutmak yokuş yerlerde sürü yayılarak ilerlemek: “koyunlar germeç tuttu” (Isp); gerz, zamanında yavrulamamış hayvan (Bil), bakımsız, meyve vermeyen ağaç (Bil); gevgeç, düşük kulaklı hayvan (İz, Or, Hat, Ada); gevik, hayvanda koyu kırmızı ile siyah karışığı renk: “gevik keçi” (Kr); gezdan -gezeğen -gezem -gezgezme -gezleme, iki yaşından sonra doğurmayan kısır keçi veya koyun (Bo, Kn, Kş, Yz,), 2-3 yaşında erkek keçi (Es); gezyardı, bir yavrulu keçi, koyun (Çr); gezyarma, 2-3 yaşına kadar kısır kalan keçi, koyun (Çr, To, Sv,); gezyazmış, ilk kez doğurma çağma giren koyun, keçi (İç), 5 yaşından sonra boğaya gelmiş inek (Ada); gırma, davarların yemesi için kesilen ağaç dalları (Af, Bo), hayvan yemi olarak kullanılan kırılmış tahıl (Ama, Sv, Ank), hayvanın kolay yiyebilmesi için ezilerek verilen arpa (Kr); göğem, koyun ve keçi gibi hayvanların ilkbaharda yeşil ot yedikten sonraki dışkısı (Isp) (gök rengi ile ilgili bir sözcük), yapraklanmış ekin (Ama); göğe salmak-göğlemek, ilkbaharda hayvanı taze ota salmak (bu da gök rengi ile ilgili) (Kü, Isp, Çr,); göğleme, kısır (Ba); gölemek, hayvan çiftleşmek istemek (Ank); görrük, küçük kulaklı hayvan (Krş); görünce, hayvana yedirilen pembe çiçekli bir ot (Ezc, Sv); gösnük, erkek isteyen dişi hayvan (Brd, Dz, Çz, Sm, Or); gudermek, otlatmak (Ist); guruk, küçük kulaklı koyun ve keçi (Su), kılçıksız buğday (Su); guz, yaz geceleri davarların ayaklarıyla eşeleyip yaptıkları yatacak yer (Sv); gümrük-gürük, küçük kulaklı koyun ve keçi (Sv, Kn, To, Ama, Ky, Ada) = gürüs (Ks, To, Sv)= gürüş (Çr); güsüm, sürünün önünde giden koç, teke (İz).
Hahıt, zayıf koyun ve keçi (To); hüpçük, koyun ve keçinin dişilik organı (Ada); hıçhiç, ağuz (Vn, Gm, Ezc); hızana gelmek, dişi hayvanın çiftleşmek istemesi (Sm, Or, Ar, Ezm, Ezc, Vn, Ml, İç); horak, boynuz (Kn), yufka ekmeğinden kaşık (Nğ); hotak, boynuzsuz hayvan (Bo, Zn); hota, başıboş gezen hayvan (Sv), kabadayı (Ada); hodüklemek, hayvanı sağarken sütünü saklamaması için ara sıra yavrusuna emzirtmek (Or).
Ilkı-ılgı-ırhı, at sürüsü (Af, Ay, Çr, Ada, Es, To, Ky, Kn, Ant, Ed, Ezm), koyun sürüsü (Kn), keçi sürüsü (Çkl, İç), keçi (To, Kn, İç, anl) (Ilkı=fidanlık-Sn); ırıklamak, davarı suya çekmek (Sv).
İkti, anası öldüğü için başka koyun emmeye alıştırılan kuzu veya oğlak (Or, Ank, Kn), çobana alışık hayvan (Or, Ada); ime, boynuzları düz, dik ve birbirine paralel davar (Ada).
Kabak, kısa boynuzlu hayvan (İst, Sv, Ed), boynuzsuz hayvan (İst,Dz, Ay, İz, Ba, To, Es, Bo, Sn, Or, Mr, Ank, Ky, Nğ, Kn, Ada, İç, Mğ, Krk); kabış-kabaş- kabuş koyun- kabeş- kaluş, boynuzu çıkmayan hayvan (Isp, İz, Mr, Yz, Nğ, Kn, Ada, İç, Ant, Dz, Mğ, Brd); kafkara, boynuzsuz keçi veya kuzu (Kıbrıs); kanatçı, sürüye girmeyen koyun ve keçi (Anl); kapçık- kapıcına, zamanından önce doğuran hayvan (Bt, Ezm); karma- karmaç, arpa, çavdar ve mısır unu su ile karıştırılarak yapılan hayvan yemi (Es, Sk, Sn, To, Çkr, Sv, Ky); kaspar, bir gözünün siyahı olan hayvan, ak gözlü (İz); kata, iyi gelişmemiş hayvan yavrusu (Çkl), besili şişman hayvan (Gm); kedimen, küçük kulaklı koyun ve keçi (Kr), kemirge, keçi ve koyunlara verilen pırnal ve diken gibi kemirilen şeyler (Çkl); kıcı-kıdı, koyun ve keçi vs.nin yuvarlak, katı pisliği (Çkr, Ank, Nş); kıdıman, zamanından önce doğan koyun, keçi, sığır (Ezm, Ezc); kırbız, kırpık, tüyü az olan koyun ve keçi (Es); kısma, boynu başa yapışık gibi olan koç, teke (Bo); kırdoğu, bacağında ve başında beyaz olan davar (Dz, İç); kıyrış, koyun ve keçi güreşi (Mğ); kızıl atmak, koyun ve keçi yavru düşürmek (Kr); kossak- kostak, çiftleşme istekli koyun ve sair hayvan: “bizim ala koyun kossak” (Sv, Or); koşarmak, anası ölen yavruyu, yavrusu ölen anaya alıştırmak (Ank); köken, hayvanın bağlandığı küçük kazık (Zn), bir ucu hayvana, diğeri kazığa bağlanan ip (Gz); kölük- kol-kolik-kollik-kolo-koluk-kolük-kulıya-kulik,kuliye-külük, boynuzlu olması gerekip boynuzsuz veya kısa ve kıvrık boynuzlu hayvan (Çr, Gr, Rz, Gaz, Mr, Yz, Sv, Krş, Türkmen aşiretleri- Ky, Tk, Vn, Gm, Kr, El, Ml, Tn, Tr, Ank); kösem-kösemen-kös koyunu, çobana alışkın ve sürünün önünde giden 4 yaşında keçi veya koyun (Af,Isp, Dz, Ay, İz, Ba, Brs, Kü, İst, Ml, Ant, Mğ, Krk, Mn); kudul, kısa kuyruklu veya kuyruksuz hayvan (Ar); kulak, koyun ve keçi butlarındaki açı biçiminde sinir (El); küre, küçük kulaklı koyun, keçi (Tr, Kr), hayvanın öğle üstü otlamaksızın toplu olarak ayakta durup dinlenme biçimi (Kn); kürmek, sıcaktan bunalıp birbirinin gölgesinden yararlanmak için bir araya toplanan koyun sürüsü (Af, Es, Ank), hayvanların sıcak günlerde toplu olarak yatıp dinlendikleri yer: “ sığırlar hep kürmekteler” (Isp, Ada, Ant); kürnemek, hayvanlar sıcak ve soğuğun etkisiyle birbirine sokulup toplanmak (Isp, İç).
Lopuk, karnındaki yavruyu taşıyamayan koyun veya keçi (Mr); lökü, sürüye uymayan, sık sık durup dinlenen koyun veya keçi (Kn).
Macık, koyun ve keçi yavrusu (çocuklar anasında) (Gaz); mastar, davar memesi (Ed, Tk – muhacir); menç, koyun ve keçi yavrusu (Ml); mengil, koyun, keçi ve sair hayvanların boğazlarının altında sarkan bezler (Gaz, Kn), bunların kulaklarına işaret olarak yapılan delik ve kesikler (Ada, Tk).
Nahır, her evden 2-3 davar toplanarak yaylıma çıkarılan davar sürüsü (Gaz), dana sürüsü (Ml). Sözcüğün Ermeniceden geldiğini biliyoruz.
Oğlaman, bir yaşında iken yavrulamaya başlayan koyun veya keçi (Kn, Gr, To, Sv, Ky, Nğ, Çr, Krş); oğulsuz, yavrusu olmadığı halde süt veren hayvan (Dz)= oğursak (Ky, Çkr, Kn, Es, Af, Krş, Ank); otukmak, kuzu ve oğlak gibi küçükbaş hayvanlar yayılmaya başlamak (Brd).
Örümek, hayvanı geceleyin otlattıktan sonra yataklarına götürmek (İç-aşiret); örüt, cılız ve zayıf hayvan (Gaz), davarı geceleyin otlatmak (Ky).
Pamuça, hayvana yedirilen boz yapraklı, yoncaya benzer bir bitki (To); pernek, hayvanı sürüye katmayıp dağınık olarak otlatmak (Sv, Gm, Gr).
Savruk, davarın çiftleşmesi (İç); siyeç, erkek koyun ve keçilerden çiftleşmek arzusu gösterenler (Ky); siyek, dişi koyunun bacaklarında biriken sidik ve pisliklerden ibaret çakıldak (Kn), vaktinden önce dişi arayan oğlak ki bacakları arasına akıttığı meni ile ıslanır, eti pişince ağır bir koku yayılır (Çr), koyun, keçi, koç ve tekelerin dişilik ve erkeklik uzuvlarından kızgınlık zamanlarında akan su (Af); sümek, küçük kulaklı koyun ve keçi (Bo)= kürüz (Çr).
Takas, topal veya zayıf olduğundan sürüye uyamayarak geride kalan koyun veya keçi (İç); toluk, koyun, keçi yavrusu (El), davar derisinden yayık, tulum (Ezc); töbür, davar gübresi (Kn); tülü, bir yaşında iken doğuran koyun veya keçi (Gaz, Mr, Ada, Es).
Uğruman, zamanından bir yıl önce doğuran hayvan (Kn)= uluman (Bil).
Ürüm, davarların sabaha karşı yaylıma kalkması (Es); süt veren hayvan (Ada); ürümek, davar gece otlamak (Kn), beşik sallamak (Or); üveç, 3,5 yaşında burulmuş, enenmiş koyun veya keçi (Ada, Yz, Ed, Kü, Ank, Es, Brd, Ba, Zn), 3-4 aylık kuzu (Sv, Gr).
Yağdalı, tiftik keçilerinin kılları ve koyun yapağılarının yağlı olmak hali (Ank, Çkr, As); yakmak, anası ölmüş hayvanı başka bir hayvana alıştırmak (İç, Krş, Or).
Yava, sürüden ayrı olarak biraz geriden gelen koyun, keçi veya sığır (Ank); yavuç, boynuzu arkaya eğri hayvan (Sn); yaya, sürüye ayak uyduramayan koyun veya keçi (Ank); yazmış, ilk kez doğurma çağına giren koyun veya keçi (Nğ, Kn, Ky, Ada, Isp, Ant, İç); yelin, memenin süt toplanan kısmı, süt torbası (Brs, Isp, Çkl, Tk, Ist, Ks, Ba, Sn, Ed); yen, doğurması yaklaşan hayvanın şişkin memesi (Gr, Or, To, Sv); yenirseği, sakat memeli koyun, keçi veya inek (Yz); yoz, vahşi, yabani (Ay, To, Bo, Kn, Kü, Dz, Sm, Mn, Çkr, Ba, İz, Isp, Ant, Tk); kısır sütsüz koyun veya sığır (Gr, Ezm, Bil, Çkr, Tk, Krk, Ank, Ada, Ant, Isp, Dz, Es, Ba, Cr, Sm, Ama, Ist), yazın yaylalarda otlatılan erkek koyun sürüsü (Ank, Ky, Su, To, Tk, Krş, Ky, Gm, Ada, Çkr, Ks, Ba, Brs); yuğurtmeç, kısır hayvan (To).
Zıbgın, koyun ve keçinin kuyruk ucu (Kn).
* *
Her ne kadar yukarda küçükbaş hayvanlara özgü sözcükler diye bir ayırım yaptıksa da bunda tam başarılı olamadığımız ortada olup birçoğunda geçen “hayvan” ifadesi itibariyle sözcüğün büyük başları da kapsamış olması melhuzdur. Aşağıda verdiklerimiz sadece genel olarak “hayvan”lara aittir.
Abık-apık, yumurtaları karnında veya hiç olmayan hayvan (Kn, İç, Dy); afurcu, samana fazla düşkün hayvan (Ks); ağbaş alnı veya başı beyaz hayvan (Ar, Kr, Ezm), kel (Mr); ağdırmak, dolaştırmak, gezdirmek (Es), sürüyü bir yamaca doğru salıvermek (Dz, Es, Mğ); ağızlamak, sürüyü otlağa, yaylaya sürmek (Bo, Sv, İç); alabicik, memesi beyaz hayvan (İç); alaboz, benekli hayvan (Sm); alaf-alafa-alafı-alıf, hayvanın kışlık yiyeceği, şaman, ot, mısır sapı (her tarafta), hayvan yemi satıcısı (Bt), hayvana yedirilen yeşil yaprak ve dallar (Gr, Tr, Rz), taş, kerpiç veya ağaçtan yapılmış hayvan yemliği (Ant, Mğ), hayvanların su içtikleri yer, yalak (Yz, Ant, Mğ); alınmak, dişi hayvan gebe kalmak, döl tutmak (Isp, Mğ, Nğ); aloç- aloş, al renkli hayvan (Ezm, Bt, Kr); arpalık, hayvan dişlerinde yaş gösteren belirti (İz, Çkl, Hat); artağ, kırılan hayvan bacağını oynatmadan düzgün tutan tahta (Ar); aşım, hayvanda cinsel ilgi (Isp, Sk); âşırı, hayvanı sulamak için yapılmış, yağmur suyu ile dolan orta büyüklükte havuz (Ant); aşırmak, erkek hayvanı dişi ile ilişkiye getirmek (Isp); avındırmak, hayvanı çiftleştirip döl almak, gebe bıraktırmak (Dz, Nğ, Isp, Ay, Gm, İç, Ant).
Balalı, gebe hayvan (Vn), yavrusu olan hayvan (Vn); bağanak, doğum vakti gelmeden hayvanın karnından çıkarılan yavru (Sm), keçi ve koyun tırnağı (Gaz); bernek, sürüye katılan, başkasına ait hayvan (Tr) (bu sözcük pörnek’in bir varyantı olmalı); bernekçi, kendisine ait az sayıda hayvanı, başkasının sürüsüne katan kimse (Tr); beylik, damızlık hayvan (Dz), köyün ortak malı, semiz sığır (Brd), tosun, burulmuş erkek dana (Dz). Bu sözcük herhalde ya “ağanın malı”, ya “kamunun-devletin malı” ya da beylik çiftlikte yetiştirilmiş damızlık hayvan kavramının bir devamı olmalıdır. Bibodca, kışın hayvan yemi olarak kullanılan bir ot (Brd); boduk, tek boynuzu kırık hayvan (Zn); burağıntı, koyun, keçi, inek vs.nin dişilik organlarından akan koyu sıvı (İç).
Celbe, hayvan sürüsü, yılkı (Hat, Ada).
Çarşır, dağlardan toplanan ve yedirildiğinde hayvanda cinsel istek uyandıran bir ot (İç); çavan, inek, manda vs. hayvanın dişilik organı (Or), çavkın= erkeklerin cinsel organı (Ay); çelek-çelik, bir boynuzu kırık hayvan: “çelek boynuzlu keçi” (Anadolu’nun Batı yarısı), eğri boynuzlu hayvan (Isp, Brd, Ant, Mğ, Krk); çelenk, dik boynuzlu hayvan: “bizim öküz çelenk boynuzludur” (Ezm); çepel, dişi hayvanların üreme organlarının çıkardığı beyaz renki salgı (İç, Mğ); çıtıman, hayvan yemi yığını (Or). Burada “man” takısı dikkatimizi çekti[6]. Çıtnaşmak, hayvan çiftleşmek (Hat); çile, (hayvan hakkında) sağlık, şişmanlık: “hayvanın çilesi bu yıl iyi (Af, Isp, Dz, Ay, Mn, Ba, Es, Ist, Sm, Ama, Or, Gaz, Mr, Amik ovası Türkmenleri- Hatay, Sv, Yz, Nğ, Kn, Gâvurdağı yürükleri- Ada, İç, Ant, Mğ); civit yağı çıkarılan keten tohumunun küspesinden yapılan hayvan yiyeceği (Kr); çöplemek, sütü az hayvanı sağmak (Or), otlamak (Tu); çurruk, zayıf hayvan (Tn).
Dine-dinek, boynuzları dik ve sivri olan hayvan (Sm, Bil).
Ennemek-en vurmak, hayvana işaret koymak amacıyla kulaklarını kesmek veya boynuzunu kertmek (Dz, Ama, Nğ, Kn, Ant, Gm, Af, Brd, Es, Çr, Ank, İç, Isp, Ay, Ar, Ezc, Mğ, Uş, Ks, Krş); esi, 4 yaşını bitiren hayvan (Brs); etli, oldukça yaşlanmış hayvan (Ba); etmeme, az süt veren sağmal hayvan (Isp, Brd, Dz, Ay, İz, Es, Çr, Or, Krş, Ky).
Galak, boynuz (Af, Dz, Mn, Ba, Zn, Nğ); gargın, yemden doymuş hayvan (Dz, Ba, Es, Kn, Uc); geyim- geyn, geviş getiren hayvanların dişilik organı (Brd, Isp, Es, Bo, Ks, Çkr, Ank, Nğ, Kn, Ada, İç, Sm); gircim, hayvanın, yiyemediği kadar saman (Ama); göresek, çiftleşmek isteyen hayvan (İz); gözlüce, geviş getiren hayvanda olan, kırkbayır da denilen 3. mide (Dy); gümürze, doğranarak samana karıştırılan ot, hayvan yemi (Vn, Bt, Sv).
Hovunu almak, hayvan döl almak (Ar), cinsel arzuyu gidermek (Ar).
Ilgı hayvanı, damızlık hayvan (Bo); ılkımak, süt sağmak (Kn); ın, hayvanın kulağına yapılan işaret (Ank).
İnilemek, hayvan yem yerken samanın irisini ayırmak (Türkmen köyleri, Bünyan- Ky); in vurmak, hayvanı işaretlemek (Çr, Nğ, Kn); irilemek, hayvan saman yerken irisini ayırıp bırakmak (Isp, Bo, Kc, Ks, Çkr, To, Gm, Sv, Kn, Mğ), davarın beslenmişini, irisini seçmek (Nğ).
Kalak, boynuz (Af, Brd, Dz, İz, Mn); keslemek, hayvan samanın incesini yiyip irisini ayırmak (Dz, Kü, Ama, Nğ); kırlangıç kuyruğu, hayvanın kulağını delerek yapılan işaret (Ba, Çk, Krk); kongal- kangal, tarlada yetişen ve hayvanlara yem olarak verilen bir ot (Sv); kösnük, hayvanda çiftleşme mevsimi (Dz, Çkl), kükmek, boynuz (Dz). Buraya kadar dikkati çeken bir husus, hayvanların yemi yerken iri samanı ayırması keyfiyetine ve boynuza verilen değişik isimler olmaktadır.
Maloz, yeni doğmuş hayvana verilen mısır çorbası (Ar); mizara, büyük memeli damızlık hayvan (Kc).
Ösek, kızansamış dişi hayvan; (İst).
Sıdır, hayvanın altını kurutmak için serpilen gübre, saman vs. (Kn); sıynak, çatal tırnaklı hayvanların tırnaklarından herbiri; “ineğin sıynağı berelenmiş” (Ks, Çkr); soygun, hayvanlara verilen, mısır dallarının aşağıda kalan yaprakları koparıldıktan sonra kalanı (Brs); soymak, mısır koçanını saran yapraklar: “soymakları hayvanlara verirler” (Zn), kışın hayvanlara yedirilen söğüt, kavak gibi ağaçların kabuğu (Ank); sökül, kuyruk veya bacaklarında beyaz leke olan hayvan, şekili (Sn), beygirlerin alnındaki aklık (Sn); suluk, hayvanlara sabaha karşı verilen yem (Ml); sunturaç- suntureç, hayvanların tırnaklarını kesmekte kullanılan bir türlü bıçak (Ed, Çkl, Krş, Af, İz, Isp).
Taran, hayvanın yaylım ve suya gidip geldiği yer (İç); torpuç, bir yaşında iken doğuran hayvan: “koyunun torpucu semiz olur” (Dz).
Yabuç, boynuzları yatık hayvan (Sm, Sn); yakıtmak, hayvanları sulamak, suvarmak (Dz, İz, Af); yalamaç, hayvanlara yemek için verilen haşlanmış yeşillik (Dz); yeygi, at, öküz gibi hayvanlar için hazırlanıp saklanan kışlık yiyecek, yem (Or, Brd); yilin, dişi hayvanda meme ucu hariç, sütün biriktiği meme torbası (Sr); yivgi saman, ot gibi hayvan yiyeceği (Sm); yörüdüm, damızlık hayvan (Çkr, Kn); yumur, midesi döıt parça olan hayvanın kırkbayır denilen 3. midesi (Brd); yüve, dağlarda başıboş gezen hayvan (Ant).
Zavan- zevar, değirmende hayvan için kırdırılan burçak arpa gibi şeyler kırma (Mn, Çr, Gaz, Ada, İç, Es, Mr, Krş, Ank, Nğ, Kn, Ky, Yz, El); zaylak, bir yaşını geçmiş hayvan (Kn).
* * *
Halk dilinde iğdiş etme ile ilgili sözcükler
Daha önce, hayvanları iğdiş etme yöntemlerini görmüşütük. Bu kez bu işlemle ilgili sözcükleri sıralayacağız.
Ahda- ahta, iğdiş edilen hayvan (Kr), iğdiş edilen manda (Kr, El)
Bodak, ve varyantları, tek husyeli hayvan, iyi burulmamış, dişisine yanaşamayan hayvan (Af, Uş, Isp, Brd, Mn, Es, Bo, Ks, Çkr, Sv, Ank, Kn, İç), husye (Brs, Bo, Zn, Ks).
Çukalatmak, öküzü nalbanta enetmek (Tk).
Gırdan, borulmuş manda (Gm); gizin, borulmuş 2-3 yaşında tosun (Kü, Es).
Hangel- hanger- hankeli- hengel, erkekliği iyi giderilmemiş boğa, tosun (Gr, Ezm, Ezc, Sv, El, Ml, Gm), tek husyeli tosun, öküz (El, Ml, Sv, Kr).
Kırdan enenmiş manda (Gm, Ezm, Vn).
Poluç, enenmiş insan veya hayvan (Mğ); pulunç, bir hayası bozulmuş öküz (Ank).
Arınık, iğdiş edilmiş hayvan (Isp, Ku);
Burgaç ve varyantları, yumurtası burularak erkekliği giderilen koç, teke vs. hayvan (Af, Uş, Isp, Ist, Nğ, Dz, Krk, Nş, Çkl, Ay, İz, Mr, Ba, Es, Kc, Ama, Kr, Kt, Ky); bükme, iğdiş hayvan (Ama).
Çağırgan, iyi enenmemiş hayvan (Ba, Ank).
Dövmek, koyun, koç vs.yi iğdiş etmek (Kü);
Dumbul, iyi enenmemiş erkek koyun (Kn).
Eğemek, iğdiş etmek (Dz), asmanın dallarını budamak (Dz); enek, iğdiş edilmiş koç, koyun vs. hayvan (Isp, Brd, Dz, Af, İz, Mr, Sv, Kn, Ant, Mğ).
Hasi, altı ayı geçmiş ve enenmiş keçi (Tn, El, Ml); hezik, iyi enenmemiş koç (Ezm); holuç, enenmiş insan ya da hayvan (Mğ).
Imlık- ımnık, enenmiş hayvan (Kn, Isp, Gaz, Mğ, Kn), husyesiz doğan hayvan (Isp); ineme, burulmuş koyun veya keçi (Es, Or, Sv).
* * *
Çobanlık müessesesi
“Ekme bağ, bağlanırsın,
Ekme ekin, eğlenirsin,
Çek deveyi, güt koyunu,
Bir gün olur beğlenirsin.”
Böyle diyordu Uludağ’da Anadolu’nun, Asya’nın gezginci, hayvancı unsuru, yerleşik düzene alışmakta güçlük çekmiş Türkmen’i[7]. Ama gezginci olmadan da Anadolu adamı, koyunu, keçiyi biliyordu.
O halde, Anadolu’da, hayvan güdümü için bir kuram, hattâ bir müessese kurulmuş olması doğaldı.
“Katım (bir nevi davar düğünü demektir): Uludağ’da Kasım’dan 20 gün önce koç katımı başlar. Bir Perşembe veya Pazar günü koyuna katılmak için seçilmiş koçların göğüsleri, sırtları, kuyrukları kına veya kırmızı aşı boyası ile boyanır. Böyle süslenmiş koçları koyunlar pek severlermiş. Ağustos’un ortasında damızlık ve süslü koçları sürüden alırlar. Onüç, ondört yaşında bir çoban tutarlar, damızlık koçların idaresi kolay olduğu için bunları çocuklar bile rahat rahat güderler. Damızlık koçlar akşamları köye yahut hususî hazırlanmış koç eğreklerine (yatak ağıllarına) dönerler. Bunlara gece yaylımı yapılmaz. Çünkü bu koçlar geceleri bir yerde çan sesi duyarlarsa derhal sesin geldiği tarafa giderler ve sürülere tecavüz ederler ve damızlık yerinde sarfedilmemiş olur. Bunun için damızlık koçlar geceleri arpa ile beslenirler. Otuz kırk yıl önce on koyuna bir koç katılırken bugün (1950) onbeş koyuna bir koç katılmaktadır. Koç katımı sırasında koçlara tuz seyrek verilir, zira tuz koçları çözermiş (… katımın anormal olmaması için tuz az verilir). Tuz verildiği zaman koçu derhal sulamak âdettir. Bunun için koç katımı esnasında sürüler sulak yerlerde bulunur. Koçlar sürüye katılınca çobanlar ve mal sahipleri kadın erkek, hepsi beraber katımı seyir ve temaşa ederler. Koçlar sürüye katılınca koyunlar boyanmış, kınalanmış süslü koçların etrafını çevirirler; bu esnada bazı koçlar arasında kıskançlıklar da çıkar. Kuvvetli koçlar birbirleriyle dövüşmeye başlar.”
“Koç katımı bir ay sürer, katım sona erince koçlar artık rahatça sürüde kalırlar. Eğer katım sırasında etten düşmüş (zayıflamış) koç varsa bu koç evde güzel bir bakıma tabî tutulur. Etini alınca tekar sürüye katılır. Bazen kuvetli kuzuların da koç gibi koyunu aştıkları vâkidir. Faydalı oldukları da tecrübe edilmiştir.”[8]
Bu arada koç katımında gece koyunların kırda yattığı üstü açık, etrafı kapalı yere arhaç- arkaç, ahman dendiğini de hatırlatalım.
“çoban hakkı. Eskiden[9] çobanın yıllığı bir sarı lira idi. Mal sahibi elbise ve yemeğini de verirdi. Elbisesi: bir takım iç çamaşırı, bir pantalon, bir ceket, bir fes ve bir yemenidir. Yemeği ise kırda merkep heybesinde taşıdığı erişte, bulgur, yağ, bazlama, çörektir. Çoban mal yanında yatar.
Bir halk türküsü:
“Çobanı dağdan inmez mi sandın,
Çağşırı çoha giymez mi sandın
Çobanın yediği sütten göremez
Gündüz kavleden gece gitmez” (Çankırı)
“Çoban bulursa yağmurda ve soğukta kepenek giyer”[10] (Fot. 108)
Nahır ve varyantları, çoklukla Anadolu’nun Doğu yarısında “değişik tür hayvanlardan oluşan sürü, davar sürüsü, sığır sürüsü…”dür. Nahırcı- nahıl-nahır- nahırtmaç da “çoban” oluyor. Nahırgoyan, Kr’da bir yıllığına ücretle tutulan çobanların hesap verdikleri aralık ayının 25. günü” olup herhalde bununla ilgili olarak nahırkavan da Bt’de “bir Aralık”ı ifade ediyor.
Az sayıda hayvan sahibi olanlar kendi başlarına çoban tutamadıklarından pörnek- pörneyh, yani “insanların ortak yararları için oluşturulan topluluk (Çr, Ama, To, Or, Yz), koyunlarını bir araya katan birkaç kişinin oluşturdukları topluluk (Kr)” kuruyorlar. Bu sözcük ayrıca “başkasının sürüsüne katılan küçük davar sürüsü”nü de ifade ediyor (Çr, Ama, To, Or, Rz, Kr, Ezc). Bu sözcük Ermenice olmalı şöyle ki bu dilde “pırnel”, “adam tutmak, hizmete almak”tır. Döneceğiz bunlara.
Çobanın dağda, yaylada en yakın dostu köpeğidir. Çoban köpeğinin en makbulu Kangal cinsidir. Asya’nın göçebe hayvancı kavimlerinde totemizmin cari olduğunu biliyoruz. Bu hususta Ziya Gökalp bize şunları anlatıyor: “… mâbud ilkbaharda (koyun) yer. Demek ki bu mevsimde (Gök Han)’a kendi totemi olan (koyun) kurban edilir. Diğerlerine kendi mevsimlerinde kendi totemleri kurban edilir… en eski Türk âleminde, bu totemlerinin isimlerini taşıyan beş kavim görmekteyiz:”
“…Garpte (İt Baraklar) ki Oğuz Han bunlarla harbetmiştir… Bugün Birecik’te (Barak) isminde bir Türk ili vardır.”[11]
Bu “barak” lafzını DLT şöyle tanımlıyor: “Çok tüylü köpek. Türklerin inandıklarına göre, kerkes kuşu kocayınca iki yumurta yumurtlamış, bunların üzerine oturmuş, yumurtanın birisinden barak çıkarmış. Bu, köpeklerin en çok koşanı, en iyi avlayanı olurmuş…”[12]
Mezkûr Barak kabilesi üzerinde durmayacağız[13].
“Çoban hakkı”, yani çobanlık müessesi ile sürü sahipleri arasındaki bir nevi standartlaşmış anlaşma babında hayvancılığın çok yaygın olduğu Doğu Anadolu, özellikle Kars ve yöresinden örnek vereceğiz.
“Çoban hakkı”, esas itibariyle “aynî” olarak ödenmekte olup ancak aşağıda göreceğimiz zorunlu hallerde para işin içine giriyor.
“İşbu “çoban hakkı” anlaşmasının esasını “yirmide bir” kaidesi teşkil ediyor şöyle ki bu, çobanın otlattığı her yirmi koyun için işin sonunda kendisine bir kuzu veriliyor anlamındadır. Çoban, yirminin katları kadar kuzu alıyor, ancak koyun sayısı bu kâtlara tam denk düşmezse, aradaki fark para ile ödeniyor.
Kars ve yöresinde keçi az besleniyor o kadar ki 400-500 koyunluk bir sürü sahibinin 15 ilâ 30 keçisi oluyor. Bilindiği gibi keçi, koyunlarla kıyaslanmayacak kadar hareketli olup güdümü de o oranda zor olan bir hayvandır. Yörede, daima sürünün önünde yürüme özelliği için keçi bulundurulur. Sürü, onların yüksek boynuzlarına bakarak arkalarından kolaylıkla yürür; özellikle öğle sıcağında inatçı ve başlarını birbirlerinin gölgesine sokmuş koyunlar ancak bunlar sayesinde bir yerden diğerine sevk edilebilirler.
İşi bilen kişiler, keçiler henüz yavru iken boynuzlarına sıcak ekmek sarmak suretiyle bunları yumuşatırlar ve istedikleri, çoğu kez dikine büyüyecek şekli verirler. O kadar ki bir sürünün önünde boynuzları 40 – 50 cm uzunluğunda keçiler görülür. Bu sonuncular sürünün maskotu olurlar.
Dağ köylerinde ise keçi çok sayıda bulunur. Kılından çadır örülür ve araba urganı bükülür.
Çoban hakkı olan kuzular şöyle seçiliyor: bütün kuzular bir yere toplanıyor. Bu bir nevi törende konuk komşu hazır bulunuyor. Çobana “haydi at bakalım değneğini” deniyor, o da bunu kuzu sürüsünün ortasına doğru atıyor. Kuzular kaçışarak ikiye ayrılıyor. Orada bulunanlar hemen araya girip hem ayrılmayı kolaylaştırıyor, hem de yeniden karışmalarını engelliyorlar.
Bundan sonra çobana soruluyor: “hangi bölüğü beğeniyorsun?” diye. Çoban bunlardan birini gösteriyor ve hakkı olan kuzuları bu bölükten seçip alıyor.
Bunun dışında çobana bir kepenek (buna keçe ya da khıllik de deniyor) veriliyor ancak çoban bunu görev süresi içinde kullandıktan sonra mal sahibine geri veriyor. O da bunu ertesi yıl tutacağı çobana veriyor. Keçe, uzun yıllar kullanılan pahalı bir “pardösü” olduğundan mülkiyeti çobana devredilmiyor.
Çobanın yiyeceğini de davar sahibi sağlıyor.
Ayrıca çobana süresi içinde bir üst gömleği, bir şalvar (bunlar siyah ya da çizgili adi ketenden olur), bir de arkalık veriliyor. Arkalık biraz daha kalın kumaştan olup ceket yerine geçiyor. Ancak ceketten uzun olup diz kapağına dek geliyor. Çamaşır olarak da iki gömlekle iki don veriliyor. Donlar topuğa kadar uzun oluyor (Amerika bezinden). Çarıkla çorap eskiyip yırtıldıkça yenileniyorlar. Çoraplar yünden örülmüştür.
Çarığa gelince: bunun sığır gönünden olmasında çobanlar özellikle ısrar ederler ve bu hususta baştan anlaşırlar. Sebebine gelince: manda gönünden yapılan çarık daha çok dayanır. Öte yandan, daha pahalı olmasına rağmen, mal sahipleri çobana manda gönünden çarık almak isterler. Çoban bunu kabul etmez, çünkü manda gönü sıcakta çok çabuk kuruyup insanın ayağını sıkarmış ve inadına da çok geç (ancak iki günde) yumuşarmış. Oysaki sığır gönü, hem geç kurur ve sıkar, hem de çok çabuk (akşamdan nemli toprağa gömünce sabaha dek) yumuşarmış. Hal böyle olunca çoban, manda gönünden yapılmış bir çarığı yumuşatana dek, bazen günlerce, yalınayak gezmek zorunda kalırmış. Tabiî bu durum, çarığın eskimesini de geciktiriyor.
Gelelim şimdi yukarda sözünü ettiğimiz pörnek’e Buna Kars ve yöresi Kürtleri çöl diyorlar ki Bitlis’in Mutki ilçesinde col, “koyunlardan bir sürü”yü ifade etmektedir.[14]
Bir çobanı tatmin edecek kadar davara pek az kişi sahip olduğundan, aşağıdaki gibi bir pörnek kurulur.
Bir sürüyü bir çoban tek başına da gütmez. En azından iki arkadaş olurlar.
Bu itibarla sürüdeki koyun sayısı buna göre olacaktır.
Köyün ağası (“ağa”, burada sürünün çoğunluğuna sahip kişidir) yukarda mezûr genel esaslar içinde çoban tutar. Çoğu kez davar sayısı çobanları tatmin edecek ölçüde olmadığından komşularına koyunlarını kendininkilere katma iznini verir: O zaman gerek ağa, gerek komşular aslî hak karşılığı olarak çobana her yirmi koyunları için bir kuzu vereceklerdir.
“Çoban Hakkı”nın ekleri, ezcümle keçe, elbise, yiyecek, çarık – çorap… ağa tarafından karşılanır. Buna karşılık da komşulardan bir katılma payı alır. Bu hususta aralarında iki türlü anlaşma yapılır.
İlkinde çoban hakkının bütün eklerini ağa karşılar. Buna mukabil komşularından her yirmi koyun için bir god arpa ve bir çift çarıklık (gön) alır. Bu katılma payı olarak alınan şeylere cire, anlaşma türüne de cire usulü denir.
Ağanın katılma payı olarak aldığı arpa kendi ambarına girer. Çarıkları çobana verir. Kendisi ayrıca çobana çarıklık almaz. Şu halde komşular çobana her yirmi koyun için bir kuzu ve ağaya da cire olarak bir god arpa ile bir çift çarık verirler. Çarıklar ağanın elinden dolaşıp çobana gider. Arpa ise ağaya kalır.
Öbür tür anlaşmada ağa, komşularının vermesi gereken çoban hakkı hususunda kendi çobanı ile başka şekilde sözleşme yapar. Der ki “komşularımın davarlarını da senin gütmene izin veririm. Yalnız sana kendi koyunlarımın her yirmisi için, komşularımın koyunlarının da her yirmi beşi için bir kuzu veririm”. Bu takdirde ağa, çoban hakkı olarak komşularından her yirmi koyun için bir kuzu alır ama çobana her yirmi beş koyun için bir kuzu verir; bu yirmi beş sayısı çobanla ağanın anlaşmasına göre değişebilir.
Bu çeşit anlaşmada ağa komşularından ayrıca cire almaz. Bu usulde sadece, komşuların sahip oldukları koyun sayısı ile orantılı olarak, süresi içinde çobanın yiyeceği sıra ile sağlanır. Yani yiyeceğin tamamını ağa karşılamaz. Ek hakların geri kalanlarını ağa sağlar.
Çoban herhangi bir koyunu yitirecek olursa; bu koyun komşuların olursa, bunu önce ağa tazmin etmek zorundadır. Ama sonradan ağanın çobana rücu etmek hakkı vardır. Dilerse çobanın hakkından indirir. Yiten koyun ağanın ise durum değişmez. Çoban koyunun, elinde olmayan bir nedenle, mesela kurdun kapması sonucu kaybolduğunu iddia ederse bunu bir barata’sını (delilini) getirip ispat etmek suretiyle tazmin zorunluluğundan kurtulur. Koyunun komşulara ait olması halinde de bu durum ağayı tazmin zorunluluğundan kurtarır.
Nakhırcı’lar (sığır çobanları, sığırtmaçlar) daima köy adına tutulurlar.
Bunların hakkı esas olarak her on mal (sığır) için bir kuzu, bir god arpa ve bir çift çarıktan ibarettir. Kuzuların seçimi, koyun çobanlarınınki gibi olur. Öbür giyim eşyaları ve yiyecekleri çobana aittir. Küsurat, verilen şeylerin değerlerine göre hesaplanıp ödenir[15].
“Pörnek, Akkoyunlu’ların Boz – Ulus Türkmenlerinden Pozak boyu ile bu boya göre anılan Tırabuzon, Hınıs ve Diyarbekir’deki birer köy adında da görülür. Sözlük bakımından pörnek – pornak, koyun sürüsünün 1/3 ü demektir.”
“God: buğday, ara, mercimek, mısır vb, gibi hububat alış-verişinde ve özellikle köyüler arasında kullanılan malalli bir ölçektir. Bir god, 20 -22 kilo buğday ve 16 – 18 kilo kadar arpa alır. Ayrıca 16 god’a da bir somar denir.”
God ve somar deyimleri Akkoyunlu’lardan kalmadır. Uzun Hasan yasası ile Doğu Anadolu’daki Osmanlı eyalet ve sancaklarında çok geçer.”
Bu hususlar ilerde “Ölçü teknikleri” cildinde mütalâa edileceğinden bunların üzerinde şimdilik durmuyoruz.
Ancak yukarda zikredilen cire sözcüğünün Farisî “çırak ve hizmetkârlara verilen gündelik, yemek ve para” anlamına geldiğini kaydedelim[16].
Şindi bütün bunları bir kez de Orta Anadolu’da, Konya’da görelim, bu yüzyılların deneyimlerinin yerleştirdiği çobanlık müessesesini.
Konya’nın geleneksel hayvancılık kültüründe çobanlar, yaydıkları sürüdeki koyun cinslerine göre dörde ayrılıyorlar: kuzu çobanı, sağmal çobanı, yaz çobanı, arık çobanı. Ayrıca bir de “koyun çobanı” diye adlandırılan çobanlar vardır ki bu, yaz koyun ile sağmal koyunu aynı sürüde yayan çobandır.
Çobanlar “yaz çobanı” (1 Mart’tan 29 Ekim’e kadar) ve “kış çobanı” (29 Ekim’den 1 Mart’a kadar) olarak da ayrılırlar.
Bunun dışında Konya köylerinde çobanlar, geldikleri yerlere, devamlı yaşadıkları yörelere göre de ikiye ayrılırlar: dağlık bölgelerdeki köylerden gelenlere “dağlı çobanlar” Orta Anadolu’nun çeşitli bölümlerine yerleşmiş aşiretlerden gelenlere de yerli halk tarafından “Kürt çobanlar” denir. Bunlar bazı farklılıklar, ezcümle giyimlerinde, dillerinde, yaşam biçimlerinde ayrılıklar arz ederler. Ancak çobanlık, koyunculuk tekniği bakımından ortak bilgiye sahiptirler.
Dağlı çobanlarla aşiretlerden gelme olanlar çobanlık edecekleri köylerde bir topluluk kuramazlarsa, hemşerilik kayırıcılığını ortadan kaldıramazlarsa aralarında çoğu kez uyuşmazlıklar başlar. Mamafih bu durum her yerde aynı olmaz. Birçok köyde her iki çoban tipi karma olarak çalışır. Ama çoğu yerde de bütün çobanlar ya bir, ya da öteki kategoriden olur. Böylece de muhtemel geçimsizlik ve kavgalar önlenmiş olur.
Kış çobanlığı iklim koşulları nedeniyle güç olup çobanın tek başına üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Bunun için ona yardımcılar tutulur ki bunlar 15-16 yaşında çocuklardan seçilir. Sürünün büyüklüğüne göre bunlar birden fazla da ola bilirler. Çobanlığa yeni başlayan bu yardımcılara daha önce gördüğümüz gibi çeltek veya çona adı verilir.
Aynı kişiye ait sürüleri veya bir araya gelerek bir sürü meydana getirenlerin (Kars’taki pörnek) sürülerini yayan, işverenleri aynı olan çobanlar birbirlerine yanaşık diye hitap ederler. Bu, “beraber ekmek yediğimiz, süt içtiğimiz, çobanlık arkadaşım…” demektir. Yanaşıklar arasında yardımlaşma, birbirine destek olma vardır.
Dağlı çobanın giyinişi de öbürününkinden farklıdır. Bununki şöyledir: ayaklarında gön ya da lastik yemeni vardır. Gön yemeninin altı kirtişli lastik, üstü manda derisindendir.
Çoraplar elpeden – elpeten – erpeden – erpeten (çul ya da çuval yapmakta kullanılan kıl sicim)’den kalın, “tek mil örgülü beyaz çoraplardır. Şalvar, siyah yünden ev dokuması veya depme (yünden dokunmuş ve keçelendirilmiş kumaş)’tandır. Ağı bol olup belde kayış vardır. İşlik bitigara dokumadan (?), yakasızdır. Bazı çobanlar siyah dimi (dört kat iplik bükülerek yapılmış dokuma bez – Ba, Ar); çeşitli renklerde düz ve desenli olabilen dokuma bez, pamuklu – Uş, Isp, Dz, Mn, Kü, Es, İç, Ant; yünden dokunmuş kumaş – Brs. Köylülerin pantolon diktikleri ince siyah kumaş – Ay; renkli ve yollu elbiselik kumaş – Hat…)tan kapaklı, önüne düğme yerine bağları olan sıkma giyerler.
Başlarına bazıları siyah yünden örülmüş takke, bazıları da siyah ipten örme kalpağa benzer bir başlık geçirirler. Bellerinde, şalvara bağlı, elde örme bir ipin ucunda bağlı kocaman çoban bıçağı taşırlar. Ayrıca, demirden döğme kemik saplı, Kafkas kamalarına benzer, yüzleri oluklu birer de kama taşırlar ve bununla övünürler. Bu, onlara, dede yadigârıdır.
Dağlı çobanların kıyafetlerini, beyaz yünden yapılan kalın ipliklerle dokunmuş, altı yedi metre uzunluğunda enli kuşaklar tamamlar. Kuşakları kat kat, göbek hizasından göğüslerine kadar sıkıca, bulundukları yerde döne döne sararlar. Bunun birçok hastalığa engel olduğuna, yorgunluğu önlediğine inanılır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında demiryollarının inşası sırasında müteahhitler böyle kuşak saran “amele” almazlarmış, her çişe gidişte uzun süre kuşak çözüp kuşak bağlamada çok vakit kaybolduğu gerekçesiyle…
Aşiret çobanının giyimi de az çok aynı olup başta çok renkli, güllü bezlerden dikilmiş takke vardır. Takkenin üzerinde sadece yüzünün az bir bölümünü açıkta bırakan, kırmızı veya kahverengi bir poşu sarılıdır. Poşu, yaz kış başta sarılı olarak durur. Aşiretten gelme çobanlardan bazıları bunun yerine büyük bir mendili takkenin arkasından omuzlarına, boynunu kapatacak şekilde sarkıtır ki bu mendile çevre derler.
Çobanların yiyeceği, anlaşmaya göre ya sürü sahibi tarafından sağlanır ya da bunu çobanlar kendi evlerinden getirirler. Birinci halde çoban, kırdan gelince sürülerini sulayıp yatırdıktan sonra öğle yemeklerini sürü sahibinin evinden alır. Çobana, evde- pişen yemekten aynen verilir. İkindiden sonra akşama yakın çobanlar sürülerini alıp kıra gidecekleri zaman, kırda yiyecekleri akşam ve sabah yemekleri “çıkılınarak” verilir. Bunlara “azzık” denir.
Kışı köyde geçirmeyip kente inen sürü sahipleri, çobanlara aydan aya, ya da on beşten on beşe yağ, bulgur, pekmez gönderir. Çobanlar bunları kendileri pişirir. Köyden uzaklarda bulunan ağıllara giden, orada kalan, daha çok yaz çobanları için “pilâv kayıtı”, yani pilâv için gerekli malzeme hazırlanır. Böylece uzaklara gitmeye “yatıya gitme” denir.
Birkaç kişinin, koyunlarından meydana gelmiş sürüye “perakende” sürü denir.
Bu sahipler, koyun sayılarına göre, belli günlerde çobanın yiyeceğini sağlarlar.
Koyun güden her çobanın bir eşeği olur. Çoban eşekleri daima dişi olur. Aksi halde erkek eşek sürü içinde durmadan kaçar sürüyü ürkütür…
Sürüleri kurtlardan (ve de hırsızlardan) korumak için birkaç çoban köpeği bulunur. Bunlar özel olarak yetiştirilir. Enikler (yavrular) pin adı verilen toprak çukurlarda, ıssız yerlerde, insanlarla temas ettirilmeden büyütülürler. 8-10 aylık olana kadar kimseye gösterilmeden korunurlar.
Köpeklerin kırlarda kurtların arkasından büyük bir hızla koşarken gözleri yaşarmasın diye enikken burunları dağlanır. Gözlerinden bir parmak aşağısı kızgın demirle yakılır, Kurtlarla boğuşma sırasında bunların köpekleri kulaklarından ısırarak yere çarpmalarını önlemek üzere de eniklerin kulakları kışın dibinden kesilir.
Konya’da koç katımında elli sağmal koyuna bir koç hesaplanıyor. Keçiler için teke katımında aynı oran uygulanır.
Sağmal koyunlar ve keçiler, koç katımından genellikle beş ay sonra yavrulamaya başlarlar. Doğumun başladığı aya döl zamanı adı verilir. Doğumların takibi zor doğum yapanlara yardım (döl almak), deneyimli çobanın işi olup yavrularla annelerin birbirlerine karıştırılmaması önemlidir. Aksi halde yavrular açlıktan ölebilirler: “emiştirme” zamanı dardır ve kuzulamalar devam etmektedir. Bu kuzulama, döl alınması bir ay kadar sürer.
Bazı koyunlar kuzularını emzirmeyi reddederler. Bunlara almaz koyun denir. Emiş zamanında bunların boyunları bacak arasına sıkıştırılarak kuzunun emmesi sağlanır. Birkaç gün böyle yapılmasına rağmen emzirmemekte devam ederse koyun kuzusu ile birlikte bir yere kapatılır. Yine olmazsa bu kez kapatıldıkları yere bir de köpek konur: koyunlar kuzularını köpekten kıskanırlar ve onları yanlarına alıp emzirmeye başlarlar[17]
Konya ilinde kalmaya devam edelim.
Anadolu’da hayvancılık tekniklerinin koşullarında çekirdek aile bağımsız bir ekonomik birim oluşturamaz. Bir çift ve çocuklarının varlıklarını sürdürebilmeleri için asgarî üremeyi sağlayıcı asgarî hayvan sayısı yaklaşık 80 koyun ve keçidir. Böyle bir mevcutla çeşitli nedenlere bağlı ölümler hesaba katılarak doğal artış yılda 40 hayvan olarak tahmin edilir ki bunların yarısı, erkekleri, satışa, öbür yarısı, dişileri de üremeyi sağlayıcıların yerlerini tutmaya ayrılır (bunlar kesin değerlendirmeler olmayıp büyüklük mertebelerini ifade ederler). Koyunlarla keçilerin nispî sayıları değişir: geleneksel hayvancılık ekonomisinde ev birimlerine bağ, torba, çadır için gerekli kılı sağlamak ve sürünün yer değiştirmesi sırasında koyunları sürüklemek için gerekli bir asgarî keçi sayısı vardır.
Münhasıran hayvancılıkla yaşayan bir çekirdek ailenin (ana baba ve çocuklar) kısılamaz ihtiyacı, Anadolu’nun doğal koşulları altında, asgari 80 üremeyi sağlayıcı başlık bir sürünün sağlayabileceği hayvanî ürünü gerekli kıldığına göre bir çift ile evlenmemiş çocukları, böyle bir mevcudun muhafaza bakım ve güdülmesi için gerekli iş gücünü sağlayamaz; Konya Ereğlisi’nde Berendi’de, Yürük’lerde, Divle’de, kışın sürüleri ağıllarda muhafaza etmek, yazın da, Toros yaylalarında bir yandan kuzu ve oğlaklar, öbür yandan da koyun ve keçileri beklemek için erkekler uzmanlaşmak zorundadırlar. Bu itibarla teknik zorunluluklar çekirdek aileleri, elde mevcut işgücünü en iyi şekilde dağıtmak, sürünün muhafazasına gerekli adamları serbest bırakmak ve herkesi hayvanî ürünleri hazırlama, taşıma, sağma işleri için seferber etmek üzere biraraya gelmeye zorlamaktadır.
Her yerde, Berendi ve Divle Yürük ve Bekdik’lerinde, çobanlık mesleğinde uzmanlaşmış bir adamın en az 400 en çok 600 baş hayvanı gözetmesinin gerektiği hususunda birleşilmektedir. Bu iki sınır, yüzyılların deneyiminin ürünü olup bunun altında bir sayıda çobanın ücreti pahalıya gelip üstünde de çobanın gücünün tehlikeli şekilde aşılmış olacağı mülâhazasıyla saptanmıştır.
Gerçekten çoban, esas itibariyle, sürünün doğal artışı üzerinden tediye edilir: Bu tediyenin miktarı (mahallî değişmelerle) örfî olarak tespit edilmiş olup, altı aylık dönemler için %5 olmaktadır. Asgarî 80, asgarî üremeyi sağlayıcı sürü için çobanın tediyesi, dolayısıyla, 4 baş olur. Yani sürü sahibine 16 baş yeni hayvan kalır. Öbür yandan, kendisi de bir çekirdek aile reisi olan ve kendi sürüsü olmayan çobanın, 16 hayvanlık bir gelire kavuşabilmesi için 320 başlık bir sürüyü gütmesi gerekir. Böyle bir iktisadî düzenin yürüyebilmesi için dört erkekten en az birinin çobanlık işlerinde uzmanlaşmış olması gerekir. Ama çekirdek aile başına sürü mevcudu çoğu kez 80 baş sınırını aştığından ve yaz döneminde güdülecek koyun ve keçilere kuzu ve oğlaklar da ekleneceğinden, bu görevlerin yerine getirilmesi için çoğu kez üç adamdan biri gerekmektedir[18].
Bir ciddî gözlemci Türkoloğun beyanına göre, çobanlık müessesesinin kuruluşunun başlıca nedeni, ekinlere, sürülerin yapabilecekleri zararlara karşı etkin bir koruma sağlamaktır: “Ekin olduğu yerlerde çoban tutarız” diyor köylü.
Küçük çaplı sürülerde her tür hayvan, inek, öküz, dana, tosun, manda, kısrak, eşek, süt ve cer hayvanı, hiç fark etmeden karışık olur. Hattâ bazen bunlara deve de eklenir: bu, “her gele” olup sürü fazla önemli hale gelince, her biri kendi çobanı olan birçok kesime parçalanır[19].
Devam etmeden mezkûr “her gele”yi biraz irdeleyelim. “Hergele”, günümüzde, “bineğe ya da yük taşımaya alıştırılmamış at ya da eşek sürüsü” olup mecazen de “terbiyesiz, görgüsüz kimseler için bir sövgü sözü”dür. Farsça “her” Osmanlıca “har”, eşek, mecazen idraksiz kimse anlamında olup yine Farsçada “hergele”, büyük sürü yahut eşek sürüsü. Terbiye görmemiş binek hayvanıdır[20].
Sürünün işletilmesinin ortaya çıkardığı teknik sorunun tek bir çözümü, uzman çobanlar müessesesi, bulunmasına karşın çobanın seçiminin yarattığı sosyal sorun için mümkün çözüm birden fazla olmakta ve hayvancılığın başat ekonomik faaliyet olarak kaldığı sürece bunlardan ikisi değişmez şekilde üstün çıkar. Türkmen modeline en yakın olan ilkine göre çobanın seçimi kesinlikle, genişlemiş baba soylu bir aile içinde erkeklerin birbirlerine nazarın konumları tarafından saptanır. Böyle bir ev biriminde beş ya da altı yetişkin erkek bulunması halinde elde mevcut işgücü, dış katkı olmadan kalabalık sürülerin işletilmesine yeterli olmaktadır: Yörük yaşlıları, on civarında yetişkin erkeğe sahip bazı büyük ev birimlerinin 1500’e kadar keçi yetiştirdikleri zamanı anımsıyorlar.
Türkmen modelinin daha uzağında ikinci çözüme göre çobanın seçimi, nesep oluşturan ama baba soyu itibariyle dayanışık münferit çekirdek aileler arasında anlaşma ile saptanır.
Mamafih bu çözümlerden hiçbiri aslında sürekli olmaz[21]
* * *
“Cefa istersen ek-biç
Sefa istersen kon- göç”(Şavak Türkmenleri)
Tunceli ili sınırları içinde Pertek ve Çemişgezek ilçeleri arasında köylerde yaşayan yarı göçer Şavak aşiretinde geleneksel bir kurum özelliği gösteren çobanlık, babadan oğla geçen bir meslek ve uzmanlık dalı olmaktadır. Çocuğun gelecekte iyi bir çoban olarak yetişebilmesi için istek ve beklentiler, bazı inanç ve uygulamalara yol açmaktadır. Örneğin doğum sonrası erkek çocuğun göbek bağı kom (ağıl)ın içine ya da damına atılır.
Şavak aşiretinde çocuklar 6-7 yaşlarında kuzu gütmeye başlarlar. Bu yaşlarda büyüklerinden bilgi alırlar: hayvanların nasıl otlatılacağını, ne zaman ve ne kadar tuz verileceğini, ne zaman sulanacağını öğrenirler.
Aşirette başlıca üç tür çobanlık vardır: 1. Davar çobanlığı, 2. kuzu çobanlığı, 3. sığır çobanlığı.
Davar çobanlığı: koyun ve keçilerin karışık olduğu sürünün bakımıyla görevli çobanlardır. Her 500-600 başlı sürüde bir ya da iki davar çobanı bulunur. Davar çobanları, sürüdeki görevlerine göre ikiye ayrılır:
a- Baş çoban: iyi bir çobanda olması gereken niteliklerin tümüne sahip, deneyimli yaşlı çobanlardır. Bunlar sürünün tüm sorumluluğunu üstlenirler. Çoğunlukla aşiretin kendi çobanları arasından seçilir.
b- Ayak çobanı (Sürücü): Baş çobandan sonra gelir ve onun denetimi altındadır. Gençlerden olan ayak çobanı, “sürücü” adıyla da bilinir. Baş çobanın yanında çıraklık dönemini geçirir. Aşiret dışından ayak çobanı tutulmaz. Aşiret gençlerinin baş çobanın yanında eğitilmeleri için, çoğunlukla mal sahiplerinin çocukları, ayak çobanlığına giderler.
Bu verilerin, Cuisenier’nin birinci çözümüne uyduğunu (aşiret de patrilineal bir topluluk değil mi?) kaydedip devam edelim Şavaklar’da kalmaya.
Kuzu çobanlığı: kuzu doğumlarından yaylada kuzuların sürüye katımına kadar olan dönemde oluşturulan kuzu sürülerini güden çobanlardır. Yeni doğmuş kuzuları otlamaya alıştırmak kuzu çobanının en önemli görevidir. Zaman zaman gençler, kadınlar ve çocuklar kuzu çobanlığı ve yardımcılığını yaparlar.
Sığır çobanlığı: yaylaya çıkarılmayan ve sayıları çok az olan büyükbaş hayvanların köydeki bakımlarından sorumlu çobanlardır. Bunlara “nahırcı” denir. Nahırcılık aşirette önemli bir çobanlık türü olmayıp fazlaca uzmanlık gerektirmez, Köy içinde kız çocuklarının bile nahırcılığa çıktıkları görülür. Köylerde az sayıda bulunan büyükbaş hayvanlardan birleştirilerek oluşturulan sürüde “nöbet” ya da “sıra” denilen ve her aileden bir kişinin belli sürelerde görev aldığı çobanlık türüdür.
Bunların dışında, çobanın ya da hayvanların durumuna göre değişen çoban türleri bulunmaktadır.
a- Döl çobanı: doğum zamanı sürüye bakan, hayvan doğumlarından iyi anlayan, kuzusunu kaybeden koyunların yavrusunu bulup emzirten çobanlara döl çobanı denir. Bunlar daha çok, deneyimli baş çobanlar arasından seçilir; bunlar sürüdeki her koyunu ve kuzuyu tanırlar.
b- Alınçcı çobanı: sürüyü sabah sağımından akşam sağımına kadar geçen sürede (alınç zamanı), gün boyu, köyün ya da obanın yakınındaki otlaklarda otlatan çobandır. Çoğunlukla gençlerin ve çocukların yaptığı bir çobanlık türüdür.
c- Alınta çobanı: hasta, zayıf düşmüş hayvanların çobanıdır. Ana sürüden hastalık ya da benzer nedenlerle ayrılan hayvanlardan oluşan sürünün bakım ve beslenmesinden sorumludur. Daha çok hayvan hastalıklarından anlayanlar arasından seçilir.
Çoban tutma ve çoban hakkı (Taban hakkı):
“Şavak aşiretinde aşiretin dışından tutulan çoban çok azdır. Çobanlar daha çok aşiret içinden ya da yakın köylerden tutulur. Dışarıdan tutulan çobanlar büyük sürü sahipleri tarafından, özellikle yayla dönemi içinde tutulmaktadır. Köyde hayvan sayısı az olanlar, kendi aralarında anlaşarak bir sürü oluştururlar. Bu sürüye sıra ile çobanlık yapılır. Bu özellik, yani ortaklaşa çobanlık, çoban emeğinin karşılığı olan ve ‘taban hakkı’ adıyla bilinen çoban hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bu tür çobanlıkta çoban hakkı olmaz ve çobanın ihtiyaçları kendi ailesi tarafından karşılanır. Köy içinde sürüler için bir ya da iki çoban bulunur. Bu çobanlar kışı komlarda geçirirler. Yaylada koyun sayısı az olanlar kendi sürülerine kendileri çobanlık yaparlar. Ortaklaşa çobanlık, yaylada aynı oba içinde de sıra ile sürdürülür.”
“Aşiretin yerleşik olduğu köylerin tümünde, koyun sayısı çok olan sürü sahipleri tarafından çoban tutulmaktadır. Çobanlar devamlı ya da vadeli denilen, sürekli ya da belli süreler için tutulur. Devamlı çobanlıkta çoban, 3-5 yıl ya da daha uzun süreli olarak tutulmaktadır. Çoban, mal sahibinin yanında uzun yıllar çobanlık yapar. Bu çobanlar aynı köyden ve aşiretin diğer komşu köylerinden seçilmektedirler. Bu tür çobanlıkta taban hakkı her yıl için yirmi koyuna bir kuzu olarak hesaplanmaktadır. Bunun dışında, çobanın yemesi-içmesi, sigarası, araç-gereçleri; keçesi, ayakkabısı
(lastik), elbisesi, silahı gibi ihtiyaçtan mal sahipleri tarafından karşılanır. Çoban emeğinin karşılığı olan taban hakkı, her yıl köyde koç katımı sonrasında verilmektedir. Sürekli çobanlar her yıl aldıkları kuzuları aynı sürü içinde bakmayı sürdürürler. Giderek çobanın da sürü içindeki kendisine ait hayvan sayısı çoğalmakta ve mal sahibiyle ortak olmaya kadar varabilmektedir.”
“Vadeli çobanlıkta ise, hayvan sayısı çok olan mal sahiplerinin belli süreler için tuttukları çoban tutma biçimidir. Anlaşmalı olarak tutulan çobanlar aylık, altı aylık, dokuz aylık gibi sürelerde çobanlık yaparlar. Aylık çobanlar, daha çok mart ayında (döl tökümü) tutulan döl çobanlarıdır. Altı aylık çobanlar ise, bir yayla dönemi için tutulan çobanlardır. Yaylaya göçlerin başladığı mayıs-haziran aylarından, yayla dönüşü koç katımına kadar olan dönem içinde tutulurlar. Bir yayla dönemi içinde çobanlık yaparlar. Hayvanların sadece yayla bakımından sorumludurlar. Dokuz aylık çobanlar, hayvanların doğumundan (mart) yayla dönüşü koç katımı sonuna kadar (kasım) olan sürede görev yaparlar. Süreli çobanlar daha çok aşiretin dışında tutulmaktadır. Şavak aşiretinin dışarıdan tutulan çobanlarını çoğunlukla Siverek (Urfa) yöresi çobanları oluşturmaktadır. Süreli çobanların çoban hakkı daha çok ücret karşılığında olmaktadır. Bir yayla döneminde tutulan çobanın özelliklerine göre aylığı 20-70.000TL. arasında değişmektedir (1979-1981 yılları için geçerli ücretler). Baş çoban ücreti ayak çobanı ücretinden fazla olmaktadır. Dışarıdan tutulan bu çobanların bir bölümü baş çobanlık, bir bölümü ise yaylada kuzu çobanlığı yapmaktadırlar.”
“Köyde ve yaylada koyun sürülerinin sağlıklı olmasında, sahiplerine gelir sağlamasında çobanın önemli görevleri vardır. Koyunların merada istenilen yönde güdülmesi, suya götürülmesi, tuzlanması, kötü hava şartlarından ve vahşi hayvan saldırılarından korunması, hasta hayvanlara gerekenlerin yapılması gibi işlemler çobanların başlıca görevlerindendir.”
“Çobanların köydeki görevleri, yayladaki görevlerine bakarak daha azdır. Çobanın, kış aylarında komda bulunan hayvanları yemleme, tuzlama, sulama, kom dışında havalandırma, kom temizliği gibi görevleri vardır. Çobanların köydeki günlük iş düzenleri, sürünün sabah (kuşlukta) yemleme sonrası sulanmasıyla başlamakta, daha sonra sürüyü davar yataklarına yatırmak, iyi havada merada otlatmak, komda yemlemek, akşam yemleme öncesi bir kere daha sulamakla sürdürülmektedir. Çobanların yayladaki günlük iş düzenleri, gündüz obada uyumak, gece ise, hayvanları otlatmak gibi sınırlı görünse de bir dizi yoğun işlerle yükümlüdürler. Yaylada, akşam berisinden sonra sürüyü otlatmaya çıkaran çoban, geceyi otlakta sürü ile birlikte geçirmektedir. Çobanların, hayvan otlatmanın yanı sıra, hayvan doğumlarında ve doğum sonrası bakımlarında, koç katımında, kırkımda, süt sağımında ve hayvan hastalıklarında etkin görevleri, vardır. Çobanlar, hayvanların bakım ve beslenmelerinden sorumlu oldukları kadar, korunmalarından da sorumludurlar. Özellikle sürüyü ayı ve kurt saldırılarına karşı koruyabilmek başlıca görevlerindendir. Çobanlar gerek vahşi hayvanların saldırılarında gerekse göçlerde insanlar tarafından çalınan, yitirilen hayvanları ödemekle sorumlu değildir. Zarar sürü sahiplerince üstlenilmektedir. Bu konuda çobanın iyi niyetinden kuşku duyulmazsa da, özellikle kurt saldırılarında yitirilen hayvanların bir nişanını (işareti) getirmek, çoban töresidir. Bu nişana ‘berat’ denir. Berat daha çok hayvanın işaretli kulağı ya da derisi olmaktadır. Beratı getiremeyen çoban, yitirdiği hayvanı ödemekle yükümlü değilse de bu tür çobana iyi gözle bakılmaz, kınanır.”
“Anadolu’nun birçok yerinde çobanlar, ‘berat’, ‘berata’, ‘dürüf’ gibi adlarla bilinen, yitirdikleri hayvanlara ait işaretleri getirmek ve getiremediklerini de yitirdiği hayvanı ödemekle yükümlüdürler. Oysa Şavak aşiretinde sürü sahibi-çoban ilişkisinin daha farklı kurulduğu, çobanlara güvenin daha fazla olduğu, iyi niyetlerinden kuşku duyulmadığı ve özellikle göçlerde çok sayıda hayvanın çeşitli sebeplerle yitirilmekte oluşu gibi gerekçelerle olsa gerek, çobana yitirdiği hayvan ödettirilmemektedir.”
“Çobana ait araç-gereçlerin başında çoban giyimini tamamlayan keçe gelmektedir. Keçe, çobanları gündüz sıcaktan gece ise, soğuktan koruyan kolsuz, sırtta taşınan çoban giysisidir. Çobanlar, gündüz güneş altında gölge ihtiyacı duymaksızın keçe içinde yatabilmektedirler. Gece de aynı keçeye sarılarak yatarlar. Şavaklı çobanların giyimiyle ilgili önemli bir özellik başlarına bağladıkları ‘desmal’ adı verilen mendildir. Desmal, aşirette genç kız ve genç erkek giyiminde de kullanılmaktadır. Desmal, Şavaklı çobanı yörenin diğer aşiret ve köylerinin çobanlarından ayıran bir özellik görünümündedir. Yörede Şavak aşiretinin dışında hiçbir çoban bu başlığı kullanmamakta ve çobanın Şavaklı olduğunun bir belirtisi olarak görülmektedir.” (“dest- mal”, Farsça “mendil”dir).
“Keçe ve desmalın dışında, çobanın yanında bulundurduğu dağarcık (azık torbası), ‘dülüce’ (kaval), ‘değnek’ önemli araç-gereçlerdir. Dağarcık (=davarcık), hayvan derisinden yapılmış, ağzı iple bağlanan bir deri torbadır. Bu torbanın içinde ekmek, peynir, şeker, süt tası (üsküre) ve bağçek (=bizbend) ipi bulunur. Dağarcığın içindeki süt tası, çobanın gece süt sağıp içmesi için konulur. Dağarcığın içindeki bağçek ipi ise, çobanın gece yatarken koyuna ve kendi koluna bağladığı iptir. Gece sürü hareketlendiğinden haberdar olabilmektedir. Çoban değneği de sıradan bir değnek değildir. Çobanların ‘bir vuruşta iri bir yılanı öldürebilecek’ eğri bir değnek olarak tanımladıkları bu değnek, yörede ‘melhem ağacı’ olarak adlandırılan mazı ağacından yapılmaktadır. Çobanlık mesleğinin piri olarak bilinen Hz. Musa’nın asasının da bu ağaçtan olduğu inancı bu ağacı kutsal kılmaktadır. Aynı ağaç hayvan süslemelerinde ve daha birçok yerde nazara karşı da kullanılmaktadır…[22]
Şavaklı’lar, bu Murat ırmağı havzasında kışlak ve yaylak yaşamı sürdüren yarı göçer, yani kış için sabit meskenlerden oluşmuş kır yerleşim birimlerine sahip aşiret arasında kalmayı sürdürelim.
Bunlarda iklim koşulları itibariyle yayla göçünün hazırlığı Nisan ve Mayıs arasında olur. Yerleşik köy alanları, yani kışlak ile yaylak arasındaki uzaklık 50-100 km. arasındadır. Mayıs aylarının sonlarına doğru önce çobanların gözetiminde sürüler harekete geçirilir. Sonra da aileler yola çıkarlar. Sürüler, anayolun dışında otlatılarak götürülür. 7 ilâ 20 gün kadar süren göç boyunca yolda sütler sağılır ve peynir yapılır.
Yaylaya varılınca ilk iş çadırların kurulması olur. Önceleri keçi kılından kara kıl çadırlar kullanılmaktayken zamanla bunun yerini konik, ak branda bezinden çadırlar almaktadır ancak bu sonuncular, kara kıl çadırlar kadar sağlık koşullarına uygun düşmemektedirler.
Koyunlar ve kuzular ayrı ayrı sürüler halinde, ayrı çobanların gözetiminde yaylaya çıkarılırlar. Koyunlar burada günde iki kez sağıma getirilir; bunun ilki sabah “saat”lerinde, oba yakınında yavar yatağı’nda, ikincisi de akşama doğru yapılır. Koyunlara her gün düzenli olarak su verilirler. Haftada bir kez de, kayaların üzerine tuz serpilerek, koyunlara yalatılır.
Şavaklının yaşamında, yayla etkinliklerinde çobanın yeri çok önemlidir. Çoban, aşiretin içinden olabildiği gibi, başka yerden de sağlanabilir. Dışarıdan çoban tutanlar, büyük sürüye sahip olanlardır. Hayvanları az olanlar birleşik bir sürü oluşturup nöbetleşe çobanlık yaparlar.
Davar sürülerinin başında bir ya da iki çoban bulunur. Bunlardan bir, yaşlı, deneyimli baş çoban olup öbürü çırak durumundaki ayak çobanı’dır. Davar çobanları gündüz obada uyuyup sürüyü gece güderler. Gündüz sürü obadan fazla uzaklaştırılmaz. Bu süre içine onu alınccı çoban gözetim altında tutar[23].
Şimdi de hareket alanı Siirt, Diyarbakır, Bitlis olan göçer Alikan aşiretinde çobanlık müessesini görelim.
“Göçebelikte çobanlık çok mühim bir sanattır. Bir sürüde 500 koyun, 2-3 adet de çoban vardır. Çobanlık erkeklerin görevlerindendir. Başlıca beş çeşit çobanlık vardır: i) Koyun çobanlığı, (ii) Keçi çobanlığı, (iii) Kuzu Çobanlığı (iv) At-katır çobanlığı, (v) Hasta hayvan çobanlığı.”
“Bunlardan en önemlileri koyun çobanlığıdır. Koyunlar yaradılış itibariyle dar ve kapalı yerlerden hoşlanmadıkları için daima açık havayı tercih ederler. Sıcakken kızgın havalardan, yağmurlu durumlardan korunmaları, gölgelik yerlerin bulunması lâzımdır. Böylece koyunlar sağlıklı, sağlam ve verimli olurlar. Koyun sürüsünün sağlıklı ve sağlam olmasında, sahibine gelir sağlamasında çobanın rolü çok büyüktür. Koyun tabiatı icabı yavaş yavaş hareket eden bir hayvan olduğu için insanın yardımına ihtiyacı vardır. Merada istenilen yönde güdülmesi, suya götürülmesi, fena hava şartlarında kuytu yerlere alınması, kızgın öğle sıcaklarında gölgelik yerlere çekilmesi, tuz verilmesi, vahşi hayvan saldırılarından korunması, hasta hayvana gereken işlemin yapılması çobanlar tarafından dikkatle yapılan işlerdendir. Ayrıca koç katımında, doğumda, çeşitli hastalıklarla savaşta, kırkımda ve sağımda çobanın rolü büyüktür. Dolayısıyla çoban koyunu seven, uzunca bir süre sürü işlerinde bilgi ve teknik kazanan insanlardan olur. Bu bakımdan çobanlık babadan oğla geçen mesleklerden biridir.”
“Zengin, yani koyunu fazla olan aileler, sürüleri için özel çobanlar kiralar. Çobanlar yıllık olarak kiralanır. Yıllık 1000-14000 lira arasında değişir. Çoban senenin belirli günlerinde yoğun bir faaliyet içindedir. Özellikle göçler sırasında, yaylalarda görevi ağırdır. Fakat kışlaklarda bu görev azalır. Koyun sayıları az olanlar birbirleriyle anlaşarak bir sürü meydana getirir, sıra ile çobanlık yaparlar. Burada dikkate değer bir özellik ile karşılaşıyoruz. O da çobanlığın kolektif oluşudur. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi büyük sürü sahiplerinden başka çoban kiralayanlar azdır. Koyunları az olanlar ise koyunlarını bir araya getirerek sürü meydana getirirler. Bir sürü 500 koyundur. Çobanlık bazen bir, bazen bir kaç gün ara ile aileler arasında yer değiştirir. Çobanın yiyeceği yani azığı ailesi tarafından temin edilir. Çoban gerek vahşi hayvanların, gerek insanların sürüye saldırısından meydana gelen zararlardan sorumlu değildir. Hayvan kimin ise zarar yalnız ona aittir. Çobanın iyi niyetinden şüphe edilmez. Eğer çok fakir kimsenin koyunu çalınmış ise zenginler ona koyun verir.”
“Çoban hayatını koyunların hayatına uydurur. Gün ağarırken koyunlar harekete hazır olduğundan çoban da harekete hazır olmalıdır. 4-5 saatlik otlatmadan sonra sürü gölgeye çekilir. Öğleden sonra sürü tekrar harekete geçirilir. Akşam karanlığına kadar sürü otlatılır. Gece için yazın daha ziyade serin ve açık yerler seçilir.”
“Sürü içinde çıngıraklı hayvanlar bulunur. Çoban bu hayvanlar sayesinde sürünün dağılıp dağılmadığını anlar. Çobanın dikkat edeceği önemli işlerden biri de zehirli bitkilerin yoğun olduğu alanları seçip, sürüleri o tarafa yöneltmemektir. Koyunların suya götürülmesi de önemli bir meseledir. Yaylaklarda temiz akarsular vardır. Bu su koyunların çok hoşuna gider. Buralarda havalar serin olduğu için 1-2 günde bir suya indirilir. Çobanın önemli görevlerinden biri de özellikle öğlenin kızgın sıcaklarında sürünün birbiri içine girmesine, birbirlerine sokulmasına engel olmaktır. Çünkü koyunların bu hareketi zaten yüksek olan ısıyı artırdığından bir takım hastalıkların meydana gelmesine sebep olabilir. Çoban burada öyle bir ıslık çalar ki, koyunlar arka arkaya, yani dizi dizi yürürler. Bu ıslık çalınmadan daima birbirinin içine girerler. Çobanlar kendi sürülerindeki koyunları büyük bir ustalıkla tanırlar. Hatta bir koyunun zomanın (yaylanın) içinde hangi kişiye ait olduğunu da bilirler. Bu tanıma doğrudan doğruya onun içgüdüleri ve çoban karakteriyle ilgilidir. Koyunların merada serbest bir şekilde yayılmaları esastır. Hiçbir taraftan etkilenmemeleri lâzımdır. Bu bakımdan çocuklar sürüye hiç yaklaştırılmaz. Çünkü onlar sürüyü rahatsız ederler. Koyunların sakin sakin ve ağır ağır otlamaları gerekir. Keçi gibi değildir. Sağım daha ziyade öğle vakti (günde bir defa) çobanlar tarafından yapılır, fakat sağılan sütü kadınlar çadırlara kadar taşırlar.”
“Sürüye lüzumu kadar tuz sağlamak yine çobanın görevidir. Günde bir koyuna 10- 15 gram tuz lazımdır. Yaylak ve meralar genellikle sulak olduğu için tuz miktarı da artar. Kurak meralarda ise ihtiyaç azalır. Tuz hayvan sahipleri tarafından temin edilip çobana teslim edilir.”
Çoban köpeği:
“Çoban köpeği çobanın en büyük yardımcısıdır. Mera tamamen açık olduğu için 1-2 çoban köpeği sürüye dışarıdan gelecek saldırıların yok edilmesi için şarttır. Diğer taraftan koyunlar sakin ruhlu hayvanlar olduklarından onların bu hareketinde çoban köpeği büyük rol oynar.”
“Koyunların beslenme ve bakımı ile ilgili olarak diğer bir faktör meralardan yararlanma tarzıdır. Kiralanan mera çobanlar tarafından göz kararı ile kısımlara ayrılır. Bu ayrım koyunların daima aynı yerde otlamalarına engel olup meranın her tarafından eşit suretle faydalanmayı da sağlar. Yazın yaylalarda tamamen meralardan faydalanılır. Kışın da meralardan faydalanmak esastır. Kışlak bölgeler genellikle serin olduğu ve az kar tutuğu için hayvanlar meradan faydalanabilirler. Fakat kış aylarında merada seyrek ve sararmış otlar bulunduğu için bu tip otların besin değeri azdır. Saman ve tane ile yem de verilmelidir. Özellikle çok soğuklarda mera tamamen karla örtüldüğü zaman buna daha fazla ihtiyaç duyulur. Fakat bu olayı ahırlama olayı olarak görmemek lâzımdır. Tamamen iklim ve bitki örtüsü koşullarının bir neticesidir.”
“Keçi çobanlığı koyun çobanlığı kadar önemli değildir. Bu keçinin yırtıcı tabiatından ileri gelen bir özelliktir. Keçiler bazen öğle sıcaklarında koyunları hareket ettirmek için kullanılır. Öncü olarak görev yapanlar az sayıda olduklarından daha ziyade koyun sürüleri ile beraber otlarlar. Kuzular doğumdan sonra 2-3 hafta analarının sütünü emerler daha sonra yumuşak otları yemeğe başlarlar. 4-5 aylık olunca ana sürüye katılırlar ve onlarla beraber yayılırlar.”
“Koyunlar çadırlardan çok uzakta kalan meralarda otladıkları halde at-katır sürüleri çadırların civarındadır. Bu sürülerin çobanı sürüyü uzaktan kontrol edebilir. Koyun çobanlığı kadar müesseseleşmemiştir. Hasta hayvanlarla daha ziyade çocuklar ve kadınlar meşgul olur. Bu hayvanlar hastalığın derecesine göre çadır içinde veya çevresinde çocuk ve kadınların kontrolü altında yayılırlar.”[24]
“Toros Türkmenlerinde büyük baş hayvanların otlatmasına nahırcı gider, Camuşkırandan (20 nisan) nahırkovana kadar büyük baş hayvanların hepsini karışık olarak otlatır. Camuşkırandan 1 hazirana kadar, hayvanlar köy içindeki hevüş’lere (avlu) konur. 1 Hazirandan sonra sağım olmayan hayvanlar köy civarında mozalanlarda (sığırların yaylada yattıkları yerler) yatırılır. Sağım mallar akşam eve gelip gece hevüşte yatar.”
“Umumiyet itibariyle hayvan başına bir ölçek buğday alır. Ayrıca iki çüt (çift) çarık, bir keçe almakla beraber birçok yerlerde Cuma günleri bir ekmek verilir. Buna Cuma ekmeği denir. Ekseri köylerde de nahırcı mal adedine göre her akşam bir evde yemeği yedirildikten sonra gündüz ekmeği de dağarcığına bırakılır. Nahırcı camuşkırandan, nahırkovana kadar davarları otlatmağa mecburdur. Bu otlatım sırasında karşısındaki hayvanlardan birisi barata’sız (nişansız) kaybolursa, baratasız kaybolan malı çoban ödemeğe mecburdur. Akşamları köye gelen hayvanlar tamamen gelmezse mal sahibinin o akşam nahırcıya, falan iniğim gelmedi, diye söylemesi mecburidir. Söylerse nahırcının bu malı aramağa gitmesi mecburidir. Sabaha kadar kalır, nahırcıya haber verilmezse aramak mecburiyetinde değildir. Ve mal sahibi bir hak iddia edemez. Nahırcı, malı köyün içine soktuktan sonra mal köyden çıkıp kayıp olursa yine aramak mecburiyetinde değildir.”
Çoban tutma
“Çobanlar camuşkırandan koç katımına tutulurlar (koç katımı 1 Kasımdır). Çobanlar umumiyetle 20 de bir kuzu ile tutulur. Çoban, kuzu zamanı orta ve iyi derecedeki kuzulardan yirmide birini seçer alır. Koyun ve kuzuda şart aynıdır. Bundan başka çobana (kılav) yani keçe verilir. Ayrıca üç çüt (çift) çarık, çorap, çoban bıçağı verilmesi de mecburidir. Nahırda olduğu gibi, çoban da hayvan adedine göre her gece sıra ile bir evde yemek yer ve gündüz yemekleri de dağarcıklarına konur. Tütün içen çobanlara günde bir yirmilik tütün de verilir. Çobanlar ekseriyetle iki tane olur. Birisi baş çoban yani “serşivan”, ikincisi ise divajordur. Mal sahiplerinin ayrıca bir de çobana eşek vermeleri şarttır. Köy çobanlarının köpekleri kendilerine aittir. Kendisi götürür, kendisi besler. Çoban, dağda sıra ile günde bir evin koyununu sağmağa salâhiyettardır. Yalnız sağıp yemek, köpeğine yedirmek, ayrıca yolcu olanlara ikram etmek şartıyla. Sağıp sattığı görülür veya duyulursa çobanın hakkı kesilir. Sürü çobanları ekseriyetle aylık para ile tutulur. Bunların yemeleri, elbiseleri, keçeleri tamamen mal sahibine aittir. Bu çobanlar da ikidir. Bunlara bir eşek vermek mecburidir. Katiyen köye girmezler, gece ve gündüz dağda kalırlar. Yemeleri, içmeleri beraberlerindedir. Çobanların mal kayıpları görülürse bu malı kurt yiyip yemediğini anlamak için koyunun bel kemiğini, dürüflü (nişanlı) kulağını getirmesi şarttır. Üç gün içinde bu malı bulamazsa mal sahibi hakkından keser, Ayrıca murdar olan yani ölen malın da dürüfü’nü göstermesi şarttır.”
“Hastalanıp kesilen mallar çobanlar tarafından kavrulup yenilir. Fazla olursa derisi soyulmadan karnı yırtılarak boşaltılır. Divajo (çoban yamağı) eşeğe yükler, mal sahibine getirir. Bu işlerde mal sahibiyle çoban arasında bir hüsnüniyet ve emniyet vardır. Sürüler ikindi zamanı guhur’dan yani yataktan kaldırılır. Yassı vaktine kadar otlattırılır. Ondan sonra yatağa döner, sabah güneşinin vuramayacağı bir sırtta yatırılır. Yani güher ve mağal’lar evvelden böylece seçilir. Koyun şafaktan evvel uyandırılır ve otlatılır. Fitir (saat 10) vaktine kadar otlama devam eder. Ondan sonra sürü dalav’lara (su içirilen yerler) sulanmağa gelir. Dalav çayırlık ortasında havuz şeklinde yapılmış su çukurlarıdır. Yalnız bu dalavların suları gür olmalıdır ki, su birikmesin aksın. Koyun sulandıktan sonra yatağa gider. İkindiye kadar yatar ve bu şekilde otlatma devam eder. Bu erkek ve kısır sürüler içindir. Sağım koyunlar ikindi zamanı köyden beriden kalkar, gece yarısına kadar otlar. Dağdaki mağal’da yatar, sabaha doğru kaldırılır, otlatılır, fitir vakti suyu içirildikten sonra yavaş yavaş köye döner. Beri’ye gelir, yani sağıma. Beri’ler ekseriyetle köy yakınlarındaki düzlüklerdir. Köy kadınları toplu olarak sağıma giderler. Bazı köylerde koyun her evin ağılına girer, sağıldıktan sonra gerek beride, gerek ağılda yatar. İkindi zamanı kaldırılırlar. İkinci defa tekrar sağılır. Çünkü koyun yatar, gevşer süt yapar. Sağıldıktan sonra emzirilir ve otlamağa gider. Baharın ve güzün sürü, yayladaki mağalda kalmaz. Köy içindeki ağıllarda yatar. Yalnız koç katımından sonra esas çoban ayrılır, bir kış çobanı tutulur. İşte bu çoban tutulduktan sonra koyun köyde kom’lara (ağıllara) bırakılır ve sabahleyin güneş çıktıktan sonra gecenin yarısına kadar otlatılır.”
“… Koyun kırkımında çobanı yün seçmekte (mal sahibi) serbest bırakır. Çoban beğendiği koyunların yünlerine işaret kor. Bu işaretli yünleri kendisine alır. Kırmızı, siyah koyunlara beyaz yün bağlar… kırkımda (mal sahibi) bu yünleri çobana verir…”
“Her sürüde dürüyü (dağarcık) gezdirmek için iki tane beyaz, süslü ekseriyet boyunları siyah neri (teke keçi) bulundurulur. Bu neri’ler koyuna seyislik eder. Koyun yataktan ilk kalkışında, önce neri’ler kalkar ve çoban tarafından üfürüzüm (çoban ıslıkları) çalındıkça neriler koyunu yaylıma çekerler. Daima sürünün önünde ve baş çobanı takip ederler. Otlama yerinde çoban önden çekilince neri’ler sürüyü gezdirirler. Bunlardan en ziyade güneşli havalarda istifade edilir. Çünkü sıcakta koyun gezmez. Neri’ler gezer, koyun da onu takip eder. Bazı çobanlar bu neri’ler yerine iki tane koyun alıştırırlar. Bu koyunlara seyis koyunu denir. Sürüyü bunlar gezdirir ve otlatır. Çoban uzaktan (ho! ho!) diyerek seslendi mi bu koyunlar çobana doğru sürüyü getirirler. Ayrıca da zararlı bir yere girecekleri zaman (o o, yağ!) diye çoban seslendiği zaman bu koyunlar zararlı olduğunu anlarlar ve başka tarafa giderler. Sürü de onları takip eder. Birçok çobanlar da bu koyunları kavala alıştırır. Kavalla istediği şekilde koyunu gezdirir. Yalnız kavala alışan koyun et tutmaz. Çünkü daima kaval sesini beklerler. Bu koyunları çobanlar yeni teslim alır almaz iki haylaz koyun seçer. Ekmek ve tuz vererek kendisine alıştırır. Zaman ilerledikçe bazen bunların burunlarına vurmak suretiyle korkutur. Tekrar ekmek, tuz verir ve bu şekilde alıştırır. Yatak koçu, umumiyet itibariyle çobanlar koçlardan seçerler, çoban sürüyü güher’de (dağdaki yatak yeri) yatırdıktan sonra, kendisi sürünün bir tarafında uyur. Sürüyü itler bekler. Kendisi de arada bir nezaret eder. Geceleri bazen koyun kendiliğinden kalkarak otlamağa gider. Çobanın haberi olmaz, işte bunun için bir yatak koçu seçer. Koçun boynuna bir ip bağlar bu ipi kendi koluna düğer (bağlar). Bu hayvan sürüden bir koyun kalkıp uzaklaşırsa o da derhal kalkar ve yürür, çoban uyanır. Hattâ bazı yatak koçları vardır ki sürüden koyun kalkınca dişleriyle çobanı uyandırır. Bunları çobanlar genç yaştaki tohlu ve högeç’lerden (bir yaşına giren erkek koyunlar) seçerler. İlk sürüyü yatağa çıkardığı zaman bekler. Sürüden bir koyun kalkınca o koçu da kaldırır ve arkasına sürer; bu şekilde birkaç gece tekrarlayınca koç alışır ve sürüden ayrılan bir koyunun arkasına düşer. İşte bu şekilde çobanı uyandırır. Çobanların sürü içinde en çok sevdikleri yatak koçları’dır. Bunlara bol tuz, ekmek, bulgur yedirmek suretiyle kendilerine alıştırırlar.”[25]
Ve nihayet (Elazığ) Keban baraj gölü yöresinde çobanlık müessesesi:
“Çobanlar aynı köyden veya komşu köylerden olabilir. Köylüler tarafından seçilerek göreve getirilen çobanların sayısı, köyün mal varlığına göre değişir (iki, üç veya daha fazla). Sığır çobanı ile davar çobanı ayrıdır. Sığırları güden çobana nahırcı, küçükbaş hayvanları güdene çoban denir. Kuzuları otlatana da kuzucu adı verilir. Nahırcılar çoğunlukla tahılla tutulurlar. Ölçek, sığır başına bir ölçek buğday, bir ölçek arpadır. Bu miktar daha az veya daha çok olabilir. Davar çobanına ise sekiz aylığına davar başına anlaşılan para ödenir.”
“Büyük sürü sahipleri para karşılığı bir yıllığına özel çoban tutarlar. Çoban adayı davarın kuşluk suyuna getirilmesi, davarın otlak yolunun yamaçlara dikine değil yan verilmesi gibi işlerin nasıl yapılacağı hakkında sınandıktan sonra, işe alınır. Giysileri, yiyeceği sürü sahibine ait olmak üzere, bir yıllık ücreti saptanır.”
“Çobanın en yakın arkadaşı köpeklerdir. Çobanın yatağı, kepeneği; mutfağı, eşeği; eğlencesi kavalıdır. Sürülerin içinde pek çok dostu, düşmanı, şeytanı, meleği, çocuğu vardır. Onları sever, okşar onlarla konuşur, kızar bağırır, küfreder.”
“Çobanın belli başlı günlük yiyeceği evinden götürdüğü ekmek ve soğan, bazen da meyvedir. Dağarcığında bir de üsküre bulunur. Bu üsküre’ye süt sağar ve içer. Buna fırt denir. Bir çobanın her gün davardan bir üskürelik süt sağma ve içme hakkı vardır. Bazen yanında peynir, bulgur pilavı da bulunabilir.”
Çobanın görevleri ve mal sahibi ile arasındaki hukuk
“Çoban önüne katılan hayvanların bakımından sorumludur. İyi bir çoban, hayvanları suya indirdikten sonra beri yerine getirme zamanını bilir. Hayvanların sahipleri tarafından ayrı ayrı sağıldıktan yere beri denir. Burada bir saat kadar kalan hayvanlar çoban tarafından öğle yatağına götürülür, burasına da ser adı verilir. Çoban öğleden sonra da hayvanları otlağa çıkarmakla yükümlüdür. Otlağa çıkarma zamanına alınç zamanı denir. Sürünün akşam sağılma yerine (şevin), gece yatak yerine (guhar) götürülmesi de çobanın günlük görevleri arasındadır.”
“Çoban yitirdiği hayvanlardan bir nişan getirmek zorundadır. Bu nişana berat denir. Berat’ı getirmeyen çoban yitirdiği hayvanı ödemekle yükümlüdür. Yıl sonuna kadar çobandan hoşnut kalan büyük sürü sahipleri, çobana ödül olarak birkaç dişi kuzu verirler. Çoban bu kuzularla sürü sahibi olabilir.”[26]
Yine aynı yörede, Pulur’da çoban, Mart’tan Kasım’ın sonuna kadar dokuz aylığına tutulur. İnek, tosun, buzağı ve merkep başına kile’nin on altıda biri olan bir ölçek buğday (9 kilo) ve bir ölçek arpa (7 kilo) alır. Koyun, keçi başına ise üç kod (ölçeğin dörtte biri. Ölçekler saçtan olur) arpa ve üç kod buğday verilir. Yeni doğan kuzuları eve getirince bahşiş olarak yumurta, bulgur verilir. Bu armağana dölcek denir. Çobana yiyecek ihtiyacı avans olarak verilir. Bütün verilenler yıllık ihtiyacı hemen hemen karşılar. Elbise verilmez[27].
* * *
Bir “müstahdem” olarak karşımıza çıkan çobanın her şeye rağmen müstesna bir yeri olduğu da bir vakıadır. Özellikle dağlarda gördüğümüz birçok “yatır” çobana aittir; Serçoban Dede… vs. Müesseseler insan ilişkileri sistemleri olup bunlar daima toplum-doğa çevresi ilişkilerinin doğurduğu ilişkilerdir: çoban, dağların vazgeçilmez adamıdır. Behice Boran bize bunun efsaneleşmiş örneğini veriyor: (Manisa ovasında) “Kepenekli köyü de Sarıçam köyü gibi bir tepenin üzerindedir… önce köy tepenin batı eteğinde imiş. Eşkıyalardan çok bizar olmuşlar. Tepede bir çoban yaşarmış, ‘derebeyi gibi bir şeymiş’. Eşkıyaların bile gözünü yıldırmışmış. Köylüler çobana sığınmaya karar veriyorlar. Üç hane tepeye taşınıyor. Sonra köy hariçten gelenlerle büyüyor…”[28].
“Çobanın gönlü olunca tekeden peynir çıkarır”… (Zühtü Yiney’den).
* * *
Koyunculuk geleneğinde bir Saya ve buna bağlı olarak saya gezmesi töresi her tarafta yaşamaktadır. “Saya” kuzunun, koyunun rahmine (halk diliyle “karnına “) düşüşünün yüzüncü günü çobanların ve köy çocuklarının yaptığı şenliktir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz “koç katımı” töresi, genelde güzün 40. – 45. günleri yapılır. “Saya”, ya da “koyunun 100’ü bayram da koç katımından yüz gün sonra kutlanır.”
“Köğ: koçun yahut başka hayvanların kışa doğru yakın aşması. Koy köği boldu= koç katımı oldu…” diyor Kaşgarlı (DLT III/132).
Gerçekten “koç katımı”, “koyunun yüzü-saya”, hayvancılık dünyasının başlıca takvim günlerini oluşturup bunların etrafında daha başka töreler de gelişmiştir. Nitekim “Amasya’nın merkez Aydoğdu köyünde atlama ile ilgili bir inanç vardır. Koyun, sürü sahipleri, Mayıs ayının ilk günlerinde köyden yaylaya göç akımına hazırlanırlar. Sürüye (ana, yavru ve koçlara) mahallî dilde kelek adı verilen ses çıkartıcı âletler takılır. Sürü bu seslerle daha neşeli, hareketli olur. Böyle bir sürü çalman adı verilen etrafı duvarlarla çevrili ve dar bir kapısı bulunan yerde toplanır. Kapı eşiğinin bulunması gereken yere ateş yakılır. Kelekleri boyunlarında olan hayvanlar büyük bir neşe ve çeviklikle bu ateşten atlayarak çalmandan dışarı çıkarlar. Artık sürü için yayla yolculuğu başlamıştır. Bu âdet her sürü için ayrı ayrı yapılır. Buna benzer bir âdeti Isparta’da daha önce tespit etmiş ve yayınlamıştık.”
“Hastalıktan temizlenme ve nazara karşı fayda sağlayacağına inanıldıktan başka, bereket, uğur elde etmek, uğur kazanmak, hattâ kutsallık kazanmak şeklinde bu işleme inanılıyor…”[29]
Ateşin tathir edici (arıtıcı) niteliği hususundaki inancın Hint-Avrupalılarla Orta Asyalılarda müşterek olduğundan daha önce söz etmiştik[30].
Moğollar, yabancı elçileri, Han’ın huzuruna götürmeden önce iki ateş arasından geçirerek Han’a herhangi bir şeyi bulaştırmalarını, nazar değdirmelerini önlerlerdi.
Bir başka çoban bayramını da Şükrü Elçin’den dinleyelim:
Tefenni (Burdur) köylerinden Hasan Paşa ve Bayramlar’da “…Çobanlar koyunları 1 Nisan’dan 15 Eylül’e kadar otlatırlar… Yünüm bayramından sonra haklarını (ücretlerini) alıp koyunlar sahiplerine teslim ederler; yeniden sürü kurarlar ve Kasım sonuna kadar güderler…”
“Hasan Paşa ve Bayramlar’da sürüde başı çeken koyuna el-koyun adı verilir. Çobanlar, yünüm’e bir ay kala seçtikleri 3-4 koyunu hususî surette beslemeye başlarlar. Onlara fındık, fıstık, incir, üzüm, lokum, ekmek verirler. Hattâ ekmek kırıntılarını kendi terlerine bulaştırarak yedirirler; bu, koyunun çobanın kokusuna alışmasını temin içindir…”
“El-koyunlar, yünüm’e üç gün kala renk renk boyanır; üstlerine kolanlar bağlanır ve ziller takılır. Koyunların ise yalnız sırtlarını boyarlar. Renklendirilen sürünün koyunları bu müddet içinde birbirlerini tanımış olurlar.”
“Bu çalışmalar devam ederken yünüm böğedi hazırlatılır. Böğed, büg kökünden gelen eski bir kelimedir, ‘durdurmak, hareketine mani olmak, kapanmak, set çekmek, toplamak’ manaları ile en az XI. yy.dan bu yana birçok Türk boylarında yaşamaktadır[31]…”
“İşte… muayyen merasime ad olan yünüm böğedi için köyde 2-3 adam tutulur. Bunlar değirmen çayının önüne bir setle… 2 metre derinliğinde bir gölcük meydana getirirler.”
“…Komşu köy veya kasabalardan isteyenler sürüleri ile yünüm’e katılırlar.”
“Köy halkı ve misafirler gün doğmadan önce, karanlıkta, saat 3-4 sularında güle oynaya toplanırken çobanlar, sürülerini böğedin üstündeki tepeye getirirler ve orada beklemeye başlarlar.”
“Çoban el koyunlarını okşamaktadır. Çobanın, varsa, babası, kardeşleri, akrabaları ve sürüde koyunları bulunan şahıslar ellerinde tüfekleri, heyecanla beklerler. Çoban ‘Viyyaaa!…’ diye bağırıp kuvvetli kaynaktan gelen soğuk suya doğru koşarken havaya kurşunlar sıkılır. Çoban, ardından el-koyunları ve onların peşinde sürü, cesaretle koşarak suya dalar. Suyun yüzü koyunlarla dolmuş olur. Geleneğe göre, suyu korkmadan geçen ve yıkanmış olan bu sürü, iyi beslenmiş kabul edilir…(Çoban) suyun içinde, gururla, aşağıdaki mani ve türküleri söylemeye başlar:
“Ekili tarlalarda gütmedim,
Sabaha kadar karı koynunda yatmadım.
Hırsızlık koyun alıp satmadım,
Emek çektim dayılar, emek.”
“Muhtarlar koyunu gibi ekin yedirmedim,
Fasulyadan bıktım, pancar isterim dedirtmedim,
Merada güttüm dayılar, mereda”[32]
Bu arada çobanın, muhtarın kendisinde şahıslandırdığı zengin tabakaya tarizi de dikkate değer. Halk “gökten yağmur yerine süt yağsa, bunu toplayacak testi gene zenginde bulunur” (Z. Yöney) demiyor mu?…Devam edelim.
Iğdır’da, Nevruz’da manda döğüşü, horoz döğüşü, koç döğüşü geniş yer alır ki özellikle bu sonuncusu Türk toplulukları arasında haylice yaygındır[33].
Şimdi gelelim asıl “saya, saya gezmesi, köse oyunu ve kuzunun tuyu bitti” gibi saya geleneğine:
1561 (969)da İstanbul’da ölen Nakşibendî şeyhlerinden Sofya’lı Ni’metullah Efendi’nin 1540 (947) yılında düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlükte (Lûgat-ı Ni’metullah) “Şeb-i sedı (Fa): Saya gecesi, yani kâfirlerin haçı suya bıraktıkları gece ki sovuğun gayet şiddetli zamanıdır.”
1540 (947) yılında ülkesinde ölen değerli bilgin Afyonkarahisarlı Hasan bin Hüseyin İmadüddin’in 1505 (911)de düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlükte:
(Şamil-ül-Lûga)de “Sede(Fa): saya gecesi ve şeb-i yeldâ” deniyor.[34]
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir” (Fikret)
Farisîde “yelda”, uzun ve kara şey olup “şeb-i yelda”, (20-26 Aralık) yılın en uzun gecesi olmaktadır. Yine Farisî “sede =Eski İranlılar tarafından şemsî yılın on birinci ayının onuncu günü yapılan büyük bayramdır ki gecesi pek çok ateş yakılır, devlet ricali kuşlar ve sair hayvanların ayaklarına bir demet kuru ot bağlayıp onu ateşlerler; biçareler çırpınarak uçup seğirttikçe güya eğlenirlermiş… Bugünden Nevruz’a kadar elli gün ve elli gece olması itibariyle yüz olmasından yahut Hazret-i Âdem’in evlâtları bugün yüze erdiğinden dolayı (sede) denilmiştir. Muarrebi sezek’tir…”[35]
Steingass da sada’yı şöyle anlatıyor: “Alevli bir ateş; İranlıların, aşağıdaki halk geleneğinin anısına düzenledikleri ve büyük ateşlerin yakıldığı bir festival gecesi: Hoshang- zamanında (yaklaşık M.Ö. 860 yılları) bir korkunç ejderha ülkeyi kasıp kavurduğundan kral bizzat ona taşlarla saldırmış ve bu sonuncular birbirleri üzerine öyle bir şiddetli kuvvetle düşmüşler ki ateş hasıl olup otları ve çevredeki ağaçları alev sarmış ve ejderhayı da yakmış…”[36]
Ahmet Caferoğlu’nun 1934’de yayınlanmış çok önemli bir makalesi sayacı sözleri veya türkülerine ilk ciddi ışığı tutuyor[37]. Bundan sonra sözünü edeceğimiz daha yeni çalışmaların büyük ölçüde bu makaleden esinlenmiş olduklarını göreceğiz. Şimdi bu sonuncusunu özetleyelim.
Sayacı türküsü’nü, Azerbaycan’da göçerliğe sıkıca bağlı hayvancı Terekeme’lerin bir tür edebiyatı olarak görüyoruz. XIV. yy. Azerî Türk lehçesi yadigârlarından sayılan Kitab-ı Dede Korkut’ta bu “türkü”nün bir nevi eşine rastlıyoruz ki bu sonuncusu günümüz Azerbaycan’ın birçok yerinde göçerler arasında yaşamaktadır. Nitekim Dede Korkut’ta geçen “At”, “Kara Köpek”, “Çoban” şiirleriyle günümüz sayacı türküsündeki motifler arasında büyük benzerliklere rastlanıyor. O kadar ki türkü’nün Dede Korkut’tan alındığı düşüncesi bile bahis konusu olabiliyor. Ancak, zaman geçtikçe türkü kendi adını değiştirmiş ve sonradan Azerbaycan hayatına uygulanan “Sayım” adlı hayvan vergisine izafe edilmiştir. Filoloji araştırması “Sayacı”nın “Sayım”dan geldiğini kuvvetle tahmin ettirmektedir.
Göçebe Azerî Türklerin yaşamının en canlı bir ayinesi olan “Sayacı Sözleri” ilk kez 1910 ve 1912’de Azerbaycan edebiyatı tarihi araştırmacısı Feridun Bey Köçerli tarafından yayınlanmış. Bu tür edebiyatın göçebelikten ayrılmayan birçok Türk kabileleri arasında varlığı gerekir. Nitekim Kırgız’larda “Koyucu batası” adı altında benzer bir edebiyat bulunuyor. Azerbaycan yaşamının aynını sürdüren Doğu Anadolu’da da bu gibi türkülere rastlanacağı şüphesizdir[38].
Türkü tahlil edildiğinde bunun maişetini sağlamak amacıyla herhangi bir Terekeme tarafından söylendiği ortaya çıkar. Köçerli’nin tarifince sayacı, ne bir âşık ne de İmam Ali’yi öven bir derviş tipidir. Aksine o, özellikle kışın ve güzün sonlarına doğru köy köy dolaşarak serbest bir eda ile sayacı türküsü’nü söyleyen ve göçebelerin hayvanlarını överek ruhlarını okşayan ve karşılığında un, peynir, buğday, arpa vs. gibi sırf beslenmeye ait şeyler toplayan adi bir Terekeme’dir. Gerçekten daha sonraki devlet iktisadî teşkilâtıyla sadece bir vergi memurluğuna indirgenen sayacılık, şüphesiz, çok daha önce, göçebe Terekeme-Türkmen’ler arasında, bir nevi “Dede Korkut” niteliğine bürünmüşlerdir. Tıpkı Dede Korkut gibi sayacılar da evcil hayvanların koruyucusudurlar. Dede Korkut “göl gibi kımız sağdırıyorlar; tepe gibi et yığdırıyorlar; attan, aygırdan, deveden, boğra koyundan koç kırdırıyor…”, sayacılar da onun gibi koyunla evleri bezerler; kışta kavurmasını yiyerler; eve gelin getirirler; ağır ağır harmanlar, dolu dolu samanlıklar… ve ilâh, yaratırlar. Bu itibarla sayacılar, göçebeler arasında çoktan beri izi kaybolmuş Dede Korkut’un rolünü oynamış oluyorlar.
Sayacı sözleri ya da türküleri, Azerî göçebeleri arasında saadet, kut telâkki edildiği gibi sayacının kendisi de kökenini “Adam ata”, “Musa”ya kadar götürmekte[39] olup bir nevi Dede Korkut’un peygamberlik niteliğini kendisine yakıştırmış oluyor. Bu sözleri kadar kendisi de göçebeler arasında aziz sayılıyor. Bu itibarla sayacılar, Dede Korkut’un halefleri olmuş oluyorlar.
Saya’cı sözcüğünün kökenine gelince, Köçerli’nin varsayımları tutarlı görünmüyor; “saya”, “koyunla vergi toplayan” manasında olup “Sayacı Sözleri”nin baş kısmında dahi geçmektedir:
Saya geldi gördüğüz Salam verdi alığız
Annı (alnı) tepel goç guzu Sayacıya verdiğiz.
“Sayacı”, Osmanlı “vergi için koyun sayan memur” olan “sayıcı”dan başkası olmuyor (saymak’tan ve a-ı değişmesiyle)
Şimdi de sayacı sözleri’nden örnek vereceğiz, aynı makaleden.
SAYACI SÖZLERİ
Salam meliyh[40] say beyler Bir birinnen[41] yey[42] beyler
Saya geldi gördüğüz Salam verdi aldığız
Annı tepel[43] goç[44] guzu Sayacıya verdiğiz.
Siz sayadan gorxmusuguz Safa yurda gonmusuguz
Safa olsun yurduguz Ulamasın gurduguz
Ac getsin avanıgız[45] Tox gelsin çobanıgız
Bu saya yaxşı saya Hem çeşmeye hem çaya[46]
Hem ülkeye hem aya Hem yoxsula hem baya[47]
Bu saya kimden galdı Adam – atadan galdı
Adam-ata gelende Gızıl öküz duranda[48]
Gizil buğda bitende Dünya bünyad olanda
Musa çoban olanda[49] Şişliyigiz[50] erkeçtir[51]
Onun derdi uludu Aşıxlığı[52] kurudu
Ucası gıymetlidi Gaburgası daddıdı[53]
Gaburga içinde perde Perde iki ireyhdi[54]
Böyreyh[55]ona direyhdi Atmış arşın bağırsax
Birbirine olgaşıx.[56]
Ezzel[57] atasın[58] deyim Sonra anasın deyim.
Yiyer yiyer gerneşi[59] Alnın verir döyüşü
Buynuzu var burma burma Yunu[60] var yerden sürme
Zinhar goyunu vurma Goyunsuz yerde durma
Goyunlu evler gördüm Gurulu yaya benzer
Goyunsuz evler gördüm. Gurumuş çaya benzer.
“Küçük bir mukaddeme ile kendisini tanıtan sayacı ilk önce sürücünün koyunlarını cinsine göre birer birer tarife başlar ve her cins koyunun temin ettiği menfaatleri sayar. Meselâ:”
Goyun var kere[61] gezer Goyun var küre[62]gezer.
Geder dağları gezer Geler evleri bezer[63]
Keresidir goyunun Küresidi goyunun
Açlığımızdan gezeriyh. Çöyresini goyunun.
Nenem goyunun garası Gırxlığı[64] polat parası[65]
Yaz günü delemesi[66]. Payızda[67] küremesi [68]
Giş günü gourması[69]
Nenem o şişeyh[70] goyun Yunu bir döşeyh goyun
Bulamanı tez yetir. Bulamanı tez eyle.
Gırıldı uşax goyun[71]
Nenem gumral “tat” goyun[72] İlden ile[73] art goyun
Balalarıg[74] ölmeyhdedir Ölme gel namert goyun.
Nenem o “sacax” goyun[75] Bereden[76] gaçax goyun
Sege yaman baxanin Gözüne pıçax goyun
Nenem o “kürdü”[77] goyun Otladı[78] durdu goyun
Ay garannıx[79] gecede Ayağın yere döyer gurdu goyun
Görüptü gurdu goyun
Nenem o “narış”[80] goyun Yunu bir garış goyun
Çoban sennen[81] küsüptü Südü ver barış koyun
Nenem o “göyçe”[82] goyun Gederseg öyce[83] goyun
Yiyeg[84] senin ucugnan[85] Dolanır[86] beyce goyun.
“Cins ve nevine göre sürü sahibinin “koçlarını” kere, küre, kara, şişek, tat, saçax, kürdü, narış ve göyçe koy unlarını methettikten sonra sayacı, çobanı da çok güzel bir surette tavsif etmektedir.”
Göydeki göy bulutlar Yorganıdı çobanın
Yastı yastı tepeler Yasdığıdı çobanın
Yumru yumru gayalar Yumrağıdır[87] çobanın
Elindeki deyeneyh Galaxnıdı çobanın
Yanındaki boz köpeyh Yoldaşıdı çobanın
Ağzı gara canavar Tüşmanıdı çobanın.
“Ayni çoban motifi Dede Korkut’ta vardır, buradaki çoban tarifi güzel olmakla beraber bir dereceye kadar sayacınınkinden ayrılmakta, fakat süje itibariyle birdirler. Mesela: Dede Korkut’ta çoban şöyle tavsif ediliyor:”
Karanku axşam olanda kaygulu[88] çoban
Karla yağmur yağanda çakmaklu çoban
Südü peniri bol kaymaklu çoban (s.23)
“Diğer bir yerde:”
Karanku axşam olanda kaygulul çoban
Karla yağmur yağanda çakmuklu çoban
Ünün iğle sözüm digle
Ağban-um şundan geçmiş gördün mü değil maga.
Karabaşım kurban olsun çoban saga (s.27)
“Motifteki birlik ve ayniyet şiirlerin tarzında da göze çarpmaktadır. Dede Korkut’un 93.sahifesindeki:”
Yüksek kara tağların Sağa yaylak olsun
Souk souk suların Saga içit olsun.
“Şiiri aynen yukarıdaki çobanı tavsif eden ‘sayacı sözü’nün aşağı yukarı bir örneğidir.”
Caferoğlu’nun Artova (Tokat)’ta derlediği “Davar yüzü-Saya” türküsü[89].
DAVAR YÜZÜ[90]
(Saya)
Hay hayadan hayadan
Yılan çıtıdı gayadan
Acımızınan gelmedük
* * *
Anam garabaş goyun
Gallı[93] dalar aş goyun
Ay garannuh gecede
Çobana yoldaş goyun.
Sağına yattı guzladı
Soluna yattı yozladı.
Bir dişice guzusu var
Dişlerinin sızısı var.
Ürtmeğnin ağı var.
Böreğnin bağı var.
Daha dersem daha var.
Şunda ne galdı ne galdı
Elli gün galdı
Elli günün arasında
Günbür günbür yayasın
Foşur foşur sağasın
Şu oluma şu gızıma deyesin.
Şu derede tütün tüter
Vardım bahdım geven üter
Ya vermiyen garıları
Yazın bunelek[94] dutar.
Hay humudur hay humudur
Ahmet anın[95] evi bu mudur
Ahşam oldu da yattıgızmı
Baca baca attıgızmı
Bir hayıllı iş dutduguzmu.
Hay humudur hay humudur
Ayranmıdur sumudur
Ahmet anın evi bu mudur.
Ah edig çocuhlarım.
Şükrü Gümüş
Artova Örteren
Ve Ahlat’tan[96]
SAYACI TÜRKÜSİNDEN
G’eçi diyer men naşıyam[97] naşıyam
Dağa çıhsam şeytannarın başıyam
Süde gelse heppisinden yanşıyam
Ne gözel ne gözel gıdalarım[98] var menim.
Goyun diyer men bu otları yemenem[99]
Dağa çıhsam ot kökünü gomanam[100]
süte gelse heş birinnen galmanam[101]
Ne gözel ne gözel guzularım var menim.
Deve diyer hamurumu yoğurun.
İnce odun çuvallara doldurun
Eğer yola gitmedimse vurun meni öldürün.
Ne gözel ne gözel balalarım[102] var menim.
Bütün bunlara Kirzioğlu fazla bir şey katmıyor[103].
Buna karşılık Boratav’ın söyledikleri üzerinde durulmaya değer: “…Bayramın… dikkati çeken bir diğer noktası da, kışın soğuğunun en üst noktaya vardığı kabul edilen zamana rastlamasıdır. ‘Saya’dan sonra havanın yumuşamaya başlayacağı ve kış mevsiminin inişinin başlangıcı olacağı düşünülür. Sırası gelmişken saya bayramının, birçok Anadolu bölgesinde, (Kralların günü) ‘Epifani’ zamanına, yani Gregoryen Takviminin 6 Ocak’ına rastladığını belirtelim”[104].
“Birçok uygarlığın dönemeci olan bu topraklarda yoğrulmuş bulunan Anadolu ve Azerbaycan kültürünün bir kutlaması olduğuna göre sorun zorunlu olarak karışıktır. Olayları incelerken, Orta Asya Türk öğeleri ile bu bölgelerin Türkleşmesini sağlayan uygarlıkların getirdiklerini ayırmak ve incelemenin konusu olan karışımın oluşmasındaki diğer çeşitli kaynaklı kültürlerin paylarını da belirtmek gerekir.”[105]
“Sorunun anahtarı… Sofyalı Ni’mettullah’ın… açıklamasında bulunuyor. Sözlük yazarının sâdâ gecesi olarak belirttiği ve Türkiye’nin ve Yunanistan’ın Ortodoks Rumları tarafından Gregoryen Ocak’ının 6’sında (18/19 Jülien Ocak’ı) yani Epifani’de kutlanan haçı suya atma töreni, bu Hristiyan topluluklarında da soğukları yumuşatma amacını güdüyordu.”
“İranlıların sädä’sı için çok daha geniş bilgilere ve oldukça eski tarihlere sahibiz… Bayramı anlatan İran sözcüğü, Birunî tarafından ‘sadhak’, Kazvinî tarafından da ‘sadak’ olarak belirtilmiş. Christensen’e göre Pehlevi metinlerinde bu isimde bir bayram olmamasına rağmen Birunî ve Kazvinî’nin arkaik yazışlarından “sadhagh” gibi bir Pehlevilik çıkartmak mümkün. Oğuz Türkleri sözcüğü bu eski haliyle almış olmalılar. Son ‘gh’ın düşüşü Türk ve İran diline birlikte özgü bir olgudur. Oysa ‘dh’in ‘y’ şekline dönüşmesi tümüyle Tük diline özgü bir oluştur. Sorunun bu lengüistik durumu üzerinde konuştuğum Louis Bazin sözcüğün İran diline geçişini oldukça kısa bir zamana indirgeyebileceğimizi ve bunun Oğuz Türklerinin eski Türkçenin d/dh’sını ‘y’ haline dönüştürdükleri XI. yy.dan evvel olabileceğine dikkatimi çekmişti. Zaten Kaşgarlı Mahmut da Karahanlı Türklerine karşılık Oğuz ağzının bu özelliğini belirtiyor.”
“Bizim Anadolu ve Azerbaycan ‘saya’sıyla İran ‘sâdâh / sadhagh’ının uyuşması salt bayramın isminde sınırlanmıyor. Her iki gelenekte de tarihle, ayinlerle ve sembollerle ilgili birçok detay aynıdır. Eski yazarların tanıklıklarından, ‘sâdâh’ bayramının İranlılar tarafından gecelerin en uzun ve soğukların en şiddetli geçtiği zamanlarda kutlandığı anlaşılıyor. Ateş ayinleri sıcağın dönüşünü sağlamak için olsa gerekti…”
“1652’de yazılmış olan Acem sözlüğü yazan Muhammad Husayn Bin Halaf-ı Tebrizî tarafından yapılmış olan açıklamada ‘bu bayram, yazın başlangıcına 50 gün ve 50 gece kaldığı için kutlanıyor’ deniyor. Türk geleneğinde de bu tarihleme şeklinin üstünde durulduğunu biliyoruz. Bayramın… koçun sürüye konmasından 100 gün sonra kutlandığını biliyoruz… Bayramın koyuluşunun ilk adama bağlantısı hakkında Türk geleneğinde de bazı izler var: sayacı şarkısının birçok söyleyişlerinde, bayramın Âdem tarafından kurulmuş bir gelenek olduğundan bahseder:”
“Bu saya kimden kalıp?
Adem Ata’dan kalıp. (İran Azerbaycan’ı)”
“Bu saya kimden kaldı?
Âdem Ata’dan kaldı. (Anadolu)”
“İran bayramı sadah, eski kaynaklarda yazıldığı şekliye, ‘çobansal’ bir kaynağa dayanmamaktadır. Ayinselliği ile daha çok bir ateş bayramı olarak gözükmektedir. Gerçek amacı ilkbaharı, sıcakların dönüşünü sağlamak olmalı. Türklerin saya veya koyun-yüzü ise, doğal bir olasılıkla çobansaldır. Yine de kutlama şekillerine karşın, o da, ilkbaharın dönüşünü, kuzunun yaşama kavuşması, tüylerinin çıkmaya başlama zamanını kutlaması kışın düşüşüyle aynı zamana geldiği için aynı şeyi simgeler[106].
* * *
Bu “koyunun yüzü” töresi ve o günler tertiplenen, burada tafsil etmediğimiz eğlenceli oyun ve şenlikler (kosa)[107]nın baharın ilk günlerine rastlaması kültüroloji açısından ilginç olmaktadır. Nitekim “bu gün bir bayram günüdür. Çobanların hepsi toplanarak bir program hazırlarlar… Köyde bulunan tulum, kaval gibi çalgılarla koyun sahiplerinin evlerini gezerek türküler söyler ve oyunlar oynarlar.”
“Koyunun yüzü geldi
Gün çaldı (güneş doğdu) buzu deldi”
“Çobana taze keçe
Ağaya kuzu geldi”
…
Evet, bu, “gün çalıp buzu delmesi” sevinci olmaktadır. Doğa bundan böyle kara kış uykusundan uyanacak, havalar ısınacak, ağaçlar, tarlalar yeşerecektir. Düşünebildiğimiz kadarıyla bu, hayvancı toplumların Hıdrellez’i olmalıdır…[108]
* * *
“Yüzüncü günden sonra koyun memededir (memelerin süte hazırlanması) denir. Doğum başlayıncaya kadar koyun sahiplerinin evinden geceleri ateş çıkması, kazan çıkması ve başkasına tuz verilmesi iyi sayılmaz. Bu geleneğe uyulmazsa koyunların memeleri doğumdan sonra yara olur inancı vardır. Döl (doğum günü) koç katımından yüz elli gün sonra başlar. İlk günü doğan kuzuya dölbaşı denir ve bunu eve getiren çobana da ağa tarafından bahşiş verilir.”[109]
Malatya’da koç katımı günü “çobanın haykırışını ve manilerini duyan koyun koç sahipleri, köylüler, çocuklar koçları ve hediyeleri alırlar. Tüfek sıkarak[110], türkü söyleyerek sürüye doğru yürürler. Yolda koçlara güzel kızlar bindirirler. Bindirilenlerin kız olması kuzuların dişi, güzel olması da kuzuların güzel olması içinmiş.”
“Koçlar sürüye katıldığı zaman ilk olarak çevirdikleri koyunun sahibine ziyafet çektirilir ve oyun oynattırılır. Çobanın hediyesi verilir…” “Koyun ve koç sahipleri fakir çocuklara para dağıtırlar.”
“… koç salımından beş ay sonraki ilk güne de döl başı denir. Döl başına iki ay kala koyun sahipleri: ‘davarın yuzu yetti, kılı bitti’ derler. Komşularına ve başkalarına hamur mayası, tuz, ateş, yün tarağı vermezler. Bunları verirlerse sürü ve koyunlarına zarar geleceğine inanırlar. Bu hal, evdeki koyunların tamamı doğuruncaya kadar devam eder.”
“Döl başından itibaren koyunlar doğurmaya başlar. Bu zamanda çoban koyunları çok uzaklara götürmez. Koyunlardan doğuran olursa götürmeleri için sahiplerini çağırır. Kuzuyu götürmeye gelen, çobana eğlecelik yiyecekler getirir. Buna dölcek denir”.
“Bazı günler koyunlardan doğuran çok olur. Gelen dölcekleri çoban yemekle bitirmez. Akşam köye geldiğinde çocuklara dağıtır. Bu sebeple çocuklar çobanı çok severler. Her akşam karşı giderler.”[111]
Bu ifadelerden değişik yörelerde mümasil âdet ve inançların cari olduğu anlaşılıyor: Kars’ta da, Malatya’da da koyunun yüzünde kimse kimseye ateş vermiyor…
“yamraşdı: kuzı yamraşdı = kuzu anasıyla karıştı… Şu parçada dahi gelmiştir:”
“Konçnğar teke seşildi
Sağlık sürüğ koşuldı
Sütler kamu yuşuldı
Oğlak kuzı yanıraşur”
“Koç, teke ayrıldı; sağmal sürü koşuldu; sütler bütün aktı; oğlak, kuzu karışır.”
“(Yazı anlatarak diyor ki: yaz geldiği için koç ve teke dişi koyundan ve keçiden ayrıldı. Sağılmak için dişi koyun sürüleri katıldı. Memelerden sütler aktı. Kuzular analarına karışır”) (DLT III/102-3).
* * *
Farisî “şeban-çapan-çûpan”dan iştikak eden “çoban”, Farsça galabân denilen at çobanına karşın, özellikle koyun ve sığır güdeni ifade eder. Bu İran kökenli sözcük İran dil alanıyla yakın temasta olan Türk halkları (Anadolu ve komşu alanlar, Çağatay, Kazan vs.) tarafından benimsenmiş olup işbu iştikak, sözcüğün bu grupların dışındaki Türk dillerinde bulunmayışıyla sübut bulmaktadır.
Modern Farsçada genellikle kullanılan şubân veya sabân Türkçeye ç- diyalektleri yoluyla geçmiş. Bu arada Farisî bân’ın “dam, dam örtüsü” ve de “koruma” manasına geldiğini (GG) zikredelim. ML da şu’nun “koyun”u ifade ettiğini yazıyor. Kaşgarlı’da da “çoban”, “köy büyüğünün, muhtarının yamağı” olarak gösteriliyor (DLT 1/402).
Türkçede “çoban” için bir genel sözcüğün bulunmayışı Türk toplumunun tarihî gelişmesinin ışığında izah edilebilir şöyle ki göçebe Türklerde hayvancılık bütün kabilenin başlıca faaliyeti olduğundan ayrı bir “meslek” olarak hayvan gütmek düşüncesi gelişmemişti. Daha sonra, toplumun artan çapraşıklığı ile böyle meşgale meydana gelip bu iş, idareci sınıfı oluşturan Türkler tarafından, sözcüğün İranî kökeninin gösterdiği gibi, Türk olmayanlara havale edilmiş olmalıdır.[112]
Böyle bir olgunun İran’da, Büyük Selçukluların egemenliği döneminde vaki olmuş olması gerekir. Gerçekten, özellikle Osmanlı toplumsal yapısında, daha önce ayrıntılarıyla irdelemiş olduğumuz “idareci sınıf – halk” zıtlaşmasının ilk tohumlarının İran Selçukluları döneminde atıldığı, Nizamülmülk’ün bunun tehlikelerini sezinlediği de yine anlatılmıştı. Gerçekten “göçebelerin nazarında çoban, halkın aşağı tabakalarını temsil eder. Kelimenin bazen hakaret ifade eden bir manası da vardır; o zaman kelime, idare eden sınıflara mukabil kaba ve cahil halkı gösterir. Bazen de çoban kelimesi, aksine olarak, destanî hikâyelerde hodgâm ve nankör efendisinden kurtarıcısı… olarak, asıl halk kuvvetinin mümessili manasında kullanılır. Bundan mâda, çoban kelimesi en yüksek tabakaya mensup şahsiyetlerin has ismi de olabilir. Misal olarak Abû Said devrinde, 1316’dan 1327’ye kadar İran’da saltanat naipliği etmiş ve hanedan kurmuş olan Emîr Çoban’ı zikredelim.”[113]
Kitâb-ı Kandiya, bir efsane naklediyor. Buna göre Peygamberden bin yıl önce Semerkand’ı düşman sarıyor. Halk Allah’a ve peygamberlerine (kimse bu kişiler) yalvarıyor ve ertesi sabah düşman ordusundan hiçbir iz kalmadığını görüyor. Buna karşılık kentin önünde, yepyeni bir dağ peyda olmuş ve düşman, her şeyi ile bunun altında kalmış. Ama bu dağın üstende de bir çoban sürüsünü otlatıyormuş… Semerkand civarında Zerefşan’ın Güney kıyısında sıralanmış tepeler böylece Çoban – ata adını almışmış[114].
Çoban, çok yerde bir “ermiş” olmaktadır. Kişisel anılarımız arasında, 1949-50 yıllarında, Amasya civarında Serçoban – dede adlı bir “yatır” vardı. Anlatıldığına göre orada çobanlık eden bir kişinin sürüsünden bir keçi kaçmış. Adam, yazın sıcağında onu bütün gün dağ bayır kovalamış ve nihayet akşama doğru yakalamış. Hiddetten onu keseceği ya da hiç değilse iyice döveceği yerde büyük bir şefkatle gözünün terini silip “ikimizi de yordun” demekle yetinmişmiş. O türbeyi çocuğu olmayan kadınlar ziyaret eder, bundan sonra da (türbedar ne yazıyorsa) çocukları oluyormuş diye anlatılıyordu.
Çobanlık müessesesi, adın pejorativ manasının dışında, başlıca üretim şeklinin bir temel unsuru olarak, tarımsal-hayvancı yaşamı ile ilgili birçok şeye adını vermiştir, ezcümle: çoban böreği-ekmeği, tuz, karabiber, kırmızı biber, biraz yağ konulmuş su içinde yumuşatılan ekmekten yapılmış yemek (Bo, Kü); çobancalık-çobansırık parası, çobanın yıllık ücretinden başka, çoban için ekilen buğday vb. (Çr), sürüden herhangi bir hayvan satıldığı zaman alıcı tarafından çobana verilen bahşiş (Es, Dz); çoban çırası çam ağacına benzer bir çeşit ağaç olup yakıldığında parlak ışık verir ve sadece odun olarak kullanılır. (Es, To); çoban çokeren-ıslıtan, geçecek diye ümit edilen, yavaş yavaş yağan yağmur (Brd, İç, Ant). Bu, İstanbul’un “ahmak ıslatan”ı oluyor… Devam edelim.
Çoban çökerden-çokurdek-çökeren-çökerten, karpuz teveği gibi yarım metre kadar uzunlukta dalları dikenli ve dokunduğu yeri kızartan bir ot (İst, Bo, Gaz, Nğ, Af, Isp, İç, Çr); çoban dilimi – ekmeği, çok kalın kesilmiş ekmek dilimi (Bo, Kü); çoban döşeği – döneği – yastığı, yetiştiği yeri yatak gibi örten, gri yeşil renkli, geniş bir ot (çobanlar üzerinde yattığı için bu ad verilir) (El, Mr, Gaz, Sv, Kn, Dz, Es); çoban ekmeği, dağlarda yetişen ekşimsi, katmerli, içi çok sulu bir bitki (Sv); çoban elması, küçük boylu ağacın mısır tanesi büyüklüğündeki kırmızı, meyvesi (Sv); çoban gaşuğu, dağlarda biten bir çeşit bitki olup olgunlaşınca meyveleri kaşık şeklini alır (Ml); çoban iliği, çobanların ekmek torbalarını vücutlarına bağlamak için kullandıkları çengel biçimindeki ağaç (Brd). “Dokuma ve giyim Teknikleri” cildinde göreceğimiz gibi düğme-ilik, giyim tekniğinde ileri bir aşamanın ürünü olup genelde izafi olarak uzman, dolayısıyla da “pahalı” işçiliği gerektirir. O ise ki bağlantı sistemi basit olup ucuz bir geleneksel tespit şeklidir. Devam edelim.
Çoban kaçıran, birdenbire hissedilen Mayıs sıcaklarıdır ki sahillerdeki çobanlar yaylalara göç ederler (Mğ); çoban kalgıdan, dağlarda yetişen, böğürtlen cinsinden dikenli bir ot (Dz, Çkl, Krk, Mğ); çoban kayıştırması, dağlarda çobanların koni şeklinde odun ve çalı yığıp yakarak ısınması (Mğ); çoban kurtaran, birdenbire yağmaya başlayan yağmur (İç); çobansalık – çobancalık – çobanlık, çoban hakkı, çoban bahşişi (Af, Isp, Brd, Dz, Ay, İz, Mn, Sm, Kn, Ank, Ama, Or, Gaz, Mr, Ada, Hat, Ba), ağıl yakınında çobanların oturması için yapılmış ev (Ank, Nş, Nğ, Kn, Ada, İç, Mr, Sv); çoban sargısı, lapa lapa yağan kar (İst); çoban takkesi, dağlarda ve kırlarda yetişen, toprak mantarına benzeyen huni şeklindeki ağzı yukarı olan bir çeşit ot (Mğ); çoban yolu, yeni doğmuş kuzu veya oğlağı sahibine getiren çobana verilen hediye (Mr).
Bütün bu terminoloji bize, dağda kırda, doğa ile baş başa olan çoban yaşamının çeşitli veçhelerini yansıttığı gibi çobanlık müessesesinin işleyiş tarzı hakkında da fikir veriyor.
“İlk doğan kuzu”nun ne denli bir töre konusu olduğunu gördük… “Baldır. Baldır tarığ = İlkbahar başlangıcında ekilen ekin. En iyi ekin vakti budur. Herhangi bir iş ilk çağında işlenirse ona da ‘baldır’ denir. Kuzu doğumunda ilk doğan kuzuya da ‘baldır kuzu’ denir…” (DLT I/456)…
* * *
Koyunculukta her sürü sahibinin hayvanlarını tefrik etmek için özel bir işareti vardır ki Konya’da buna in deniyor. Yavrular doğduktan birkaç gün sonra kulakları çeşitli yerlerinde değişik şekillerde kesilir (inlenir). Bunun için zımba da kullanılır. Kulak ucunun yandan daire şeklinde kesilmesine de mandal adı verilir ki bu da in olarak kullanılır. Oğlaklar da kuzuların inlendiği şekilde işaretlenir[115].
“Elbeyli obalarında davarların hepsinin kendilerine has ve yalnız kulaklara işaret edilmek üzere eski ve esaslı damgaları vardır ki bunların ismine en derler. Elbeyli enleri obaların âdetlerine uygundur. Dolayısıyla her obanın sabitleşen kulak damgaları aşağıda olduğu gibi kaydedilmiştir.[116]
En sözcüğünün kökeni hakkında Gülensoy’un yazdıklarını aktaralım[117]:
“… ‘En’ adına, Köktürk yazısıyla yazılmış olan Irk Bitig adlı kitapta rastlıyorsak da H. N. Orkun bunu ‘metinde kendisinden sonra gelen man sözünün tesiriyle an olmuştur” diye açıklıyor ve aslının an, manasının da ‘av hayvanı, avlanmış hayvan’ olduğundan bahsetmektedir.”
“Daha sonra Kutadgu Bilig’de gördüğümüz eng kelimesi “yüz, yanak, damak” manalarına gelmekte (333, 453, 477, 498, 954, 1100 vb. beyitler) eng urmak şeklinde yardımcı fiille de kullanılmaktadır.”
“Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde en ve en yeri olarak “mafsal, oynak yeri, bitişik iki şey arasındaki çizgi, büküm yeri” manalarında kullanılmaktadır (bk. Tarama Sözlüğü).”
“Bu manalardan ‘bitişik iki şey arasındaki çizgi’ olarak belirtilen manası Anadolu ağızlarındaki manasına uygun düşmektedir. Çünkü Anadolu’nun özellikle Doğu ve Güney yörelerinde hayvanın, daha açıkçası koyun ve keçilerin kulaklarını “keserek, delerek veya çenterek” yapılan işarete ‘en’ (èn ve enek) denilmektedir. Derleme sözlüğünde her ne kadar “hayvanlara veya eşyaya vurulan damga, işaret” manası verilmişse de tarifteki ‘keserek, çenterek veya delerek’ ifadelerinin eksikliği açıktır.”
“Elazığ yöresinde “kırtik” (Baskil-Şahaplı köyü), Bingöl yöresinde “Kertik” (Karlıova- Cibran aşireti) şeklinde söylenen kelimeler de ‘en’ ile aynı manayı paylaşmaktadır. Bunlardan farklı olarak Elazığ’ın Keban’a bağlı Büklümlü köyünde kullanılan ‘dırow’ kelimesini de belirtmek gerekir.”
“…‘En’, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, koyun veya keçilerin sağ veya sol veya her iki kulağının bıçakla kesilerek, çentilerek ve oyularak yapılan işarete verilen addır. Bundan maksat, her hangi bir aileye ait koyun veya keçilerin ötekilerle karışmasını önlemektir. Enler Sürü sahibi ailelerin bir nevi “damgası”dır. Damgalardan farkı, fazla bir şekle sahip olmamalarıdır.”
“ ‘En’ aynı şekilde ve aynı anlamda Karaçay-Malkar Türkleri ile Kırgız Türkleri arasında da kullanılmaktadır.”
Bundan sonra Gülensoy, Räsänen’in etimolojik sözcüğündeki en’le ilgili bilgileri veriyor. Biz bunları tamamlanmış şekliyle aktarıyoruz:
“Kutadgu Bilig än, ‘yüz, sima’; Türkiye Türkçesi än, ‘yüz rengi, renk, ten’; Abû Hayyân: Kitâb al – idrak li – lîsan al – Etrak ve A. Battal: İbnü Mühennâ lügati än, ‘yanak’; Orta Türkçe (Brackelmann) än – nik, aynı; …; Kazan…; in – nek, Teleut ınäk…”
“Krş. aşağıda än, yanak; änäk, çene”[118]
* * *
Malatya’da hayvan yemleri taze ve kuru olmak üzere dağ otu ve bağ (bahçe) otu diye ikiye ayrılır. Dağ otları şunlardır: süpürge otu, acı süpürge, karga kaşığı, gevreyik, düğmecik, çarşıl, badıç, keçeli ot, kalğan otu. Bahçe otları da başta ekilen yonca, sonra kara yonca, çayır, sarmaşık otu, kuş pepesi, pipirim otu, kuzu kulağı, sığır dilidir.
Biçilen taze ot bir tarafa yığılır, burma yapılmak üzere bir gün yerinde bırakılır. Üç metre kadar uzunlukta burma’yı iki kişi yapar: bunlardan biri, ot yığınının yanında çömelmiş olarak durur. Öbürü ayakta, elindeki tahra ya da orağın ucunu, arkadaşının elinde tuttuğu, yarım daire şekline getirilmiş otun arasına geçirir. Geri geri giderek elindeki tahrayı ağır ağır döndürür. Yerdeki de otu uç uca ekleyerek ayaktaki arkadaşının aksi yönünde döndürür. Yapılan burma ikiye katlanır ve kurumaya bırakılır ve daha çok kış aylarında yedirilir.
Dört çeşit burma yapılır: dağ burması, bahçe burması, yonca burması, pir burması. Bu sonuncusu fasulye bitkisinden yapılır. Kışlık hayvan yemi olarak ayrıca güzde mısır bitkileri kökten kesilir ve kurutulur. Kışın satırla küçük parçalara ayrılarak yedirilir.
Yazdan meşe dalları kırılıp üst üste konur, üzerine de bir iri taş oturtulur. Buna yığın denir ve daha çok davara verilir.
İnce, sivri dikenli, geniş alana yayılan keven kazmayla kökünden çıkarılır. Dikenli kısmı satırla doğranıp eşeklere yedirilir; kökü ise suda ıslatılır, tahta tokmakla ezilir ve ineklere verilir.
Şiv, yani pekmez yapılırken geriye kalan dut posası, portakal iriliğinde yumru haline getirilir ve kurutulur. Kış aylarında kaynar suda haşlanır ve sığırlara yedirilir.
Hışşik, meyve, sebze ve nişasta için kullanılan buğday kabuklarının kurutulmuşu olup kış aylarında davar ve sığırlara yal ile birlikte verilir. Bu, bir nevi hayvan “yemeği”dir.
Yal, kaynar su içine biraz hışsik, biraz şiv atılarak yapılır ve yavrulayan hayvanlara verilir[119].
Başta söylediğimiz gibi günümüz Anadolu hayvancılığının kökenleri, hiçbir surette münhasıran Asya bozkır geleneklerine bağlanamaz: Türkmen bu topraklara geldiğinde, burada da bir hayvancılık “tekniği” vardı. Nitekim bu son irdelediğimiz konu da bizi bu hususta düşünmeye itiyor: Zikrettiğimiz flora Asya steplerinde var mıydı? Yoksa Malatyalı Melitene geleneğini mi sürdürüyor?…
* * *
İster Asya stepi, ister Anadolu dağı olsun, koyunu kurt kapar, köpeğe rağmen. Teknolojik acz, insanı büyüye iter: “Eğer gece davarımız, atımız, öküzümüz dışarıda kalır bulamazsak hocaya gider kurt ağzı bağlatırıh. O zaman malımızın yanına kurt yaklaşmaz”[120].
Bozkırda şaman dışında “hoca” (İslâmî dönem) var mıydı? Yoksa Bizans papazı mı kurt ağzını bağlıyordu?
İşte yığınla yeni genç araştırıcıları bekleyen sorun.
* * *
Manilerden:
“Ak koyun kara koyun
Memesi dolu koyun
Ben gurbette ölürsem
Adımı dertli koyun”
‘Ak koyun melemesin
Mor menekşe yemesin
Sevdiğini almayan
Evlendim demesin”
…”
Halk türkülerinden;
“Koç koça koçlar katıldı
Bal ile şeker katıldı
Yar yare işman (işaret) edince
O yar o yare satıldı”
“Yar satıldı yar satıldı
İki can cana katıldı”
“Koçları kostüm döğene
Kızlar geliyor kevene
Ergen ergene sarılmış
Birbirini seven sevene
Yar seviyor yar seviyor
Yüreğim yağı eriyor”[121]
Doğayla kucaklaşıldığında koç – koyunla insanoğlu birleşiyor…
* * *
Davar ve öküzlere durdurma, genelde kumanda ünlemleri de ayrıca bir derleme ve köken araştırma konusudur: ökşoha – ökş – öküşa, öküz durdurma ünlemi oluyor. Sv, Ada, Mğ’da. Oha da çok yerde aynı şey olup İst’da bir abartmaya ya da kaba bir davranışa karşı kullanılan (fazla nazik olmayan) bir ünlemdir.
[1] AB. Mad. “Tiftik” ve “Ankara keçisi”.
[2] ML, mad. “tiftik”
[3] Bkz. C.II/1. s. 546
[4] Bkz. ibd. fot.78 renkli
[5] Ali Rıza Yalgın, Toroslar’da Karatepeli Bölgesi, s.30
[6]Bu hususta bkz. C.I, s. 153-156…
[7] Ali Rıza Yalgın.- Türkmen Etnografyası, hayvancılık, beslenmeler, in TFA 9 Nisan 1950, s. 136-7
[8] ibd.
[9] Bu satırların basılışı 1958
[10] Hamit Zübeyr Koşay.- Hayvancılık, in TED III, 1958
[11] Ziya Gökalp.- Türk medeniyeti tarihi, İst. 1341, s. 36-7
[12] DLT I/377-8
[13] Bu hususta bkz. Naci Kum.-Türkmen Barakları, in TED VI, 1963, s. 27 ve dev.
[14] Yusuf Ziyaediin Paşa. – Kürtçe – Türkçe sözlük, İst 1978
[15] Mürsel Köse Kars ve yöresinde çoban hakkı, in TFA 198, Ocak 1966, s. 3959-62
[16] GG. s.672
[17] Seyit Küçükbezirci.- Konya’da geleneksel koyunculuk ve çobanlık, in TFA 308,9,10, Mart-Nisan- Mayıs 1975
[18] Jean Cuisenier – Êconomie et paranté, Leurs affinitees de structure dans le domaine ture et dans le domaine arabe, Paris 1975, s. 253-5
[19] Xavier de Planhol. – De la plaine pamphylienne aux lacs pisidiens. Nomadisme et vie paysanne, Paris 1958, s. 290-5
[20] GG
[21] Jean Cuisenier.- op. cit., s. 2
[22] M. Muhtar Kutlu.- Şavaklı Türkmenlerde göçer hayvancılık, Ank. 1987, s. 88-96
[23] Emrullah Güney, -Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da göçer-konar aşiretlerin kışlak ve yaylakları, Diyarbakır 1993, s. 11-13
[24] İsmail Beşikçi.- Doğuda değişim ve yapısal sorunlar (Göçebe Alikan aşireti), Ank. 1969, s. 126- 131
[25] Ali Rıza Yalgın.- Hayvancılık, in TED III, 1958, s. 89, 90, 92
[26] Duygu Ansan Günay. – Keban baraj gölü yöresi halkbilim araştırmaları, Ank. 1980. s. 46-7
[27] Hamit Zübeyr Koşay.-Pulur. Etnografya ve folklor araştırmaları, Ank.
[28] Behice Sadık Boran.-Toplumsal yapı araştırmaları, Ank 1945, s.33
[29] Hikmet Tanyu.- Türklerde ateşle ilgili inançlar, in I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri. C. IV, Ank. 1976, s. 296
[30] Bkz. C. II / 1, s. 267, 421
[31] Bunun ayrıntılarını C. I’de (s. 335-6) vermiştik.
[32] Şükrü Elçin.- Tefenni Burdur köylerinde bir çoban bayramı Yünüm Böğedi, in Türk Kültürü 102, Nisan 1971, s. 557- 560
[33] Nizamettin Onk.- Araş köyü örf ve âdetleri. Nevruz bayramı, in Türk Kültürü 119, Eylül 1972, s.55 ve Abdülhalûk Çay.- Anadolu’da Türk damgası. Koç heykel – mezar taşları ve Türklerde koç – koyun meselesi, Ank 1983, s. 96
[34] TS
[35] GG, s. 1165-6
[36] F. Steingass. – Persian – English dictionary (Ferheng-i Steingass), London 1977, s. 66
[37] A. Caferoğlu, Azeri halk edebiyatında “Sayacı Sözleri”, in Azerbaycan Yurt Bilgisi 35-36, II.Teşrin- I.Kânun 1934, s.353-364
[38] Caferoğlu’nun yazısı 1934 tarihlidir. Kendisi bundan sonra Anadolu Ağızlarından Derlemeler serisi kitaplarını yayınlamış olup bunlarda bu türkülerin varlığını aşağıda göreceğiz.
[39] Musa, bilindiği gibi çobanların pîridir.
[40] Terekeme’ler selâmaleyk yerine bu tabiri kullanıyorlar.
[41] Birinden
[42] Daha iyi
[43] Alnı beyaz lekeli
[44] Koç
[45] Düşman demek olup ‘Kurt’, kastedilmektedir.
[46] Diğer variyasyonunda ayrıca bir de “Hamıya xeyirri saya” mısraı vardır,
[47] Zengine
[48] Azeri halk telakkisince kürrei arz altun öküz üzerinde durmaktadır
[49] Musa, halk rivayetlerine göre peygamberliğe çağırılmadan evvel bir yıl “Şuayb”ın sürüsünü beslemiş ve mukabilinde mükâfat olarak onun kızı ile evlenmiştir. Evliya Çelebi’ye göre cilt, I, s.537 Şuayb “Esnaf südcüyan ağnam’ın piridir. Hazret Hamza belini bağlamıştır.
[50] Kebaplığ etiniz
[51] Koyun sürüsünün önünde giden üç dört yaşındaki keçi
[52] aşık gemiği
[53] Tatlıdır.
[54] Renk
[55] Böbrek
[56] Yekdiğerine karışık, bağlı.
[57] İlk önce
[58] Babasın
[59] Terekeme tellâfuzudur, gerneşirdir.
[60] Yünü
[61] Kulaksız koyun
[62] Ufak kulaklı koyun
[63] Süsler
[64] Yün kesilmesi
[65] Çelik parçası
[66] Süt peltesi. Yoğurda süt karıştırıldıktan sonra hâsıl olur
[67] Sonbahar
[68] Koyun sütünün içine maye karıştırdıktan sonra hâsıl olan madde
[69] Kavurması
[70] Genç dişi koyun
[70] Yavrular
[71] Koyunun bir cinsidir Dede-Korkut’ta “tat” kelimesi bu manada geçer s.l2
[72] yıldan yıla, seneden seneye
[72] Yavruları
[73] Yünü saçak gibi olan koyun cinsi
[73] Koyunun sağıldığı yer
[73] Koyunun bir cinsidir
[73] Otladı
[73] Karanlık
[73] Kelimenin aslı “narinç” olup Azerî lehçesindeki “nç”nin “ş” ile ifade edildiğinden bu şekli almıştır. Manası ‘zarif’tir. Burada bir cins koyun kastedilmiştir
[73] Senden
[73] Bir cins koyun
[73] Önce manasında olsa gerektir. Köçerli bunu “arhaç” manasında almıştır. Balalara Hediye, s.63. Bu takdirde ‘sürünün durduğu mahal’ demek olacaktır
[74] Sahibin
[74] Senig ucugdan-tabiri bugün bile Azerî ağızlarında ‘sayende, senin sayende’ manalarında kullanılmaktadır.
[75] Yaşamak, hayat kazanmak.
[84] Yumruğudur
[84] Bu kelime ‘bağırmak, çağırmak’ manasında olan Qığır-fiili ile Qığırlu şeklinde de (Rd. II.707) okunabilinirdi. Fakat ikinci ve üçüncü mısralardaki Çakmaklu ve Kaymaklu kelimeleri ile hemaheng olmak üzere Kayğulu kelimesini tercih ettim.
[89] Ahmet Caferoğlu.- Sivas ve Tokat illeri ağızlarından toplamalar, İst. 1944, s. 167-8
[90] Kışın davarın kuzulamasından elli gün evvel yapılan bir merasimin adıdır. Bu merasim esnasında grup halinde toplanan çocuklar ellerindeki çan ve keleklerle bacaları birer birer dolaşarak bu çanları bacalardan içeri sallarlar ve bu türküyü söylerler. Ayrıca, bilhassa kısır gelinler için söylenir.
[91] Bahşiş
[92] İnce çitten çevrilmiş davar dairesi.
[93] Karlı
[94] Böcek
[95] Ağanın.
[96] Ahmet Caferoğlu.- Anadolu illeri ağızlarından derlemeler, İst 1951, s. 56
[97] Dilbilmez, cahil, masum
[98] Oğlaklarım
[99] Yemem
[100] Komam
[101] Kalmam
[102] Yavrularım.
[103] M. Fahrettin Kirzioğlu.- Koyuncu Türklerde saya şenliği ve Kars’ta derlenen “Sayacı Türküleri”, in TFA 115, Şubat 1959, s.1847-50 ve 117, Nisan 1959, s.1881-85.
[104] Eski Saturnales’lerin devamı olarak da bilinen ‘‘Epiphany” için bkz. B.Oğuz.- op.cit., C.II/1, s.75-77
[105] Tarafımızdan belirtildi
[106] Pertev Naili Boratav.- Saya-Anadolu ve Azerbaycan Türklerinin bir yörük bayramı, in Folklora Doğru 42, Eylül-Ekim 1975
[107] İsmet Alpaslan.- Tatlıçay’da koyunun yüzü ve kosa bezeme, in TFA 348, Temmuz 1978, s. 8384
[108] Bu konuları C. II/1’de yeterince irdelemiş olduğumuzdan burada tekrarlamıyoruz.
[109] Mustafa Turan.- Kars’ta koyunun 100’ü, in TFA 221, Aralık 1967, s.4602
[110] Bunun cinleri kaçırmak için uygulanan bir âdet olduğunu C. II/1’de görmüştük
[111] Turan Koçer.- Malatya’da koç katımı, in TFA 225, Nisan 1968, s. 4714
[112] W. Barthold. – Çoban, in İA ve R. Rahmeti Arat – Çûpân, in EI
[113] W. Barthold. – op. cit.
[114] W. Barthold. – Çoban – ata, in İA
[115] Ali Rıza Yalman (Yalkın), op. cit. I, s.23-4
[116] Seyit Küçükbezirci, op.cit. III, s.7313
[117] Tuncer Gülensoy.- Orhun’dan Anadolu’ya Türk damgaları, İst. 1989, s. 151-2
[118] Martti Räsänen. – Versuch eines etymologischen “Wörterbuchs der Türksprachen, Hesinki 1969, s.45
[119] Ahmet Şentür, Malatya’da hayvan yemleri ve ot adları, in TFA 350 Eylül 1978, s. 8433
[120] Hâmit Koşay-Sabahattin Kılıç, op. cit., s.87
[121] Hayret M. Türmen. – Halk edebiyatında hayvan adları, in TFA 174, Ocak 1964, s. 3276