Kültür Eserleri > THKK 5 - Halk Eczacılık ve Sağaltma Teknikleri > Galenos

Galenos

Hippokrates’in eseri, tarihî Grek tıbbı binasının üstüne dayandığı temeli temsil ediyor diye kabul edilirse, altı yüz yıl kadar sonra yaşamış olan Galenos’un eseri, aynı büyük binanın tepesi ya da apeksi olarak görülebilir. Galenos’un değeri, kendisinden önce gelmiş Yunan tıp mekteplerinin en iyi eserini billûrlaştırma veya bir odakta toplamış olmasındadır. Yunan tıbbı gelecek kuşaklara esas itibarıyla Galenizm şeklinde intikal etmiştir.

Bildiğimiz gibi eski Grekler tıbbın kökenlerini bir Asklepios (Lâtince Aesculapius) Tanrısına izafe ediyorlardı ve böylece de gerçek tedavi sanatının tanrısal işlevine inançlarını teyit ediyorlardı. Aesculapius’un remzi (amblemi), etrafına bir yılanın sarıldığı bir asa olup bu hayvan genel olarak irfanına ve özellikle tabip–adamın hikmetinin, hayat ve ölüm üzerinde yarı mucizevî güçleri ile timsali oluyor.

Asklepios mabetleri eski Helenik dünyanın her tarafına dağılmışlardı. Hastalar ve rahatsızlar, kitleler halinde buralara başvuruyorlardı. Bir ırsî rahipliğin elinde olan tedavi, günümüzün sağlık çarelerinin en iyi yöntemlerini, ezcümle hidropathies (su ile tedaviler), sanatoriumlar ve bakım evleri. Taze–temiz hava, su kürleri (tedavileri), masaj, jimnastikler, psikoterapi ve gelen olarak doğal yöntemlere güveniliyordu.

“Tıbbın Babası” Hippokrates Cos adası Asclepieum’una bağlıydı. Görünürde sağlık mabetlerinin işini yeniden canlandırmıştı; bu sonuncular, ondan önce belli bir güçten düşme ve bununla müterafik olarak, buna tekabül eden aşırı bir sofistik ve rahip hünerliğine eğilim sergiliyorlardı.

Kendisinden uzunca söz edeceğimiz Celsus’a göre Hippokrates önce tabibe bir bağımsız mevki vermiş, onu kozmolojik spekülatörden ayırmıştı. Tıp adamını tıbba “hapsetmişti”. Tıbbî düşünceyi Sokrates’in genel düşünce için yaptığına indirgemişti. Onu (tıbbî düşünceyi) gökyüzünden yeryüzüne indirmişti. Parolası “Doğaya geri dön!” olmuştu. Artık tabip işini çok kutsal olarak görmeyecekti.

Hippokrates, tıpta loncacılık düşüncesine karşıydı. O, tabibin “hakları”yla değil, görevleriyle ilgiliydi.

Kaydedilmiş tıp tarihinin fecrinde Hippokrates, açıkça (vazıh olarak) görmenin, yani klinik müşahede’nin temel ve aslî önemini temsil ediyordu. Ve dikkat ettiği husus, insan organizmasının, belli gayritabiî koşullara – belli streslere – maruz kaldığında belli bir yolda hareket ettiğidir: Bu, başka deyimle, her “hastalık”, belli bir şeyi takip etme eğilimindedir. Ona göre bir hastalık, esas itibarıyla, tek ve bölünemez bir süreç olup onun pratik sorunu doğruca prognosis idi: “Kendi haline bırakıldığında, bu hastalığın doğal seyri ne olacak?”. Bu noktada komşu Knidos tıp mektebinin öğretisine büyük ölçüde muhalif olmuştu. Knidos’ta ise daha statik bir görüş noktası ile diagnosis, yani teşhisin inceliklerine özel vurguya götürüyordu.

Müşahede Hippokrates’e, yaşayan organizmanın iyileşme güçlerine sonsuz inancı öğretmişti. “Mahzâ Doğa’ya bir şans ver” diyordu tıbbın atası “ve çoğu hastalık kendini iyi edecektir”. Ve buna uygun olarak da tedavisi başlıca “Doğa’ya bir şans verme”ye yönelik olmuştu.

Organizma ile çevresi (maruz olduğu “koşullar”) arasında keskin dayanışma ya da daha doğru olarak sürekli karşılıklı etki duygusunu, “Havalar, Sular, Yerler” kitabında irad eder. Günümüz psikolojisindeki “bir kavga için iki kişi gerektir”i tanımamız gibi Hippokrates de, bir hastalık yaratmak için patolojide iki unsurun, organizma ve çevrenin gerektiğine inanır.

Yunan tıbbını Roma’ya sokan, Asclepiades (M.Ö. I.yy.) olmuştu. Büyük kişiliğe sahip ve iyice gelişmiş bir sıhhat ve hastalık felsefesi sistemiyle mücehhez olup kendisi, o zamanın Roma âlimleri’ne kabul ettirmiş ve Lâtin başkentinde meslekî başarının zirvesine varmıştı: O, gerçekten, her zaman için âdete uygun (ve biraz da garip âdetleri olan) Batı’lı tabip tipi olarak kalacaktı.

Ve burada zikretmediğimiz ampirik’ler, metodistler…

Bütün bu tıp mekteplerinin Milâdî I. yy.da, az çok genel kabulle yerlerini tutuyorlardı ki büyük Galenos, Greko – Romen tıp dünyasına giriyordu.

Galenos’un babası Nikon, hali vakti yerinde olup Bergama kentinin mimarı imiş. Oğlu onu yüksek derecede cana yakın, doğru ve iyi niyetli bir kişi olarak; anasını da, hizmetçisini ısıracak kadar cadaloz, kocasına etmediğini komayan bir kadın olarak tanıtıyor.

Nikon, oğluna sakin, rahat demek olan Tαληνος adını koyuyor ve her ne kadar mezkûr tabip sonunda yüksek karakterli bir adam oluyorsa da onun bir dereceye kadar tartışmaya aşırı eğilimi, onun hiçbir zaman anasından tevarüs ettiği kötü yanlardan tam olarak kurtulamadığından ileri gelmişti.

İyi bir matematik ve felsefe öğreniminden geçmiş babası, oğlunun liberal eğitimden yoksun olmaması gereğini görmüş. Bergama’nın kendisi de eski bir uygarlık merkezi olup sair kültür müesseselerinin dışında, İskenderiye kitaplığından hemen sonra gelen bir kitaplığa sahipti; bir de Asclepeium’u vardı.

Galenos’un eğitimi, esas itibarıyla eklektik (seçmeci) olmuştu: Zamanın bütün felsefî sistemlerini, ezcümle Eflâtunî, Aristocu, Stoik ve Epikürcüleri talim etmiş ve on yedi yaşında, tıbbî etütler kurslarına devam etmeye başlamış. Bunu, kendi sitesinin (Bergama’nın) en iyi hocalarından takip etmiş ve bundan sonra İzmir, İskenderiye ve sair başta gelen tıbbî merkezlerde gezintiler yapmış.

Bergama’ya döndüğünde ilk meslekî tayini çıkıyor: Gladyatörlerin cerrahı oluyor. Bu görevde dört yıl kaldıktan sonra hırs onu Roma’ya sevk ediyor; o, şimdi otuz bir yaşındadır. Bu başkentte genç Bergamalı pratisyen ve alenî anatomi göstericiliği olarak parlak bir üne kavuşuyor; hastaları arasına nihayet İmparator Marcus Aurelius’u da katıyor.

O tarihlerde Roma’da tıbbî pratik düşük seviyede olup Galenos, meslektaşlarının cehalet, şarlatanlık ve irtişaını (rüşvetçiliğini) istihfaf etmekle sıkıntıya düşüyor. Son olarak, sosyal kabulüne rağmen tıbbî çevrelerde ona karşı o denli bir nefret uyandırıyor ki nihayet bu kentten kaçmak zorunda kalıyor. Bunu, alelacele ve gizlice M.S. 168 yılında yapıyor, otuz altı yaşında. Bergama’daki eski mekânına dönüyor, burada bir edebî yaşama kendini vermek üzere yerleşiyor.

Bununla birlikte bu nefes alma kısa sürüyor, bir yıl içinde imparatorluk emri ile İtalya’ya geri çağrılıyor. Marcus Aurelius, İmparatorluğun Kuzey sınırlarını tehdit eden Cermenlere karşı bir sefer hazırlığındadır ve müşavir tabibin onu cepheye takip etmesini istiyordu. Bu anlamda “vatanseverlik”, Bergamalıyı fazla çekmemiş olmalıydı ki bundan muaf tutulması için yalvarıp duruyor ve sonunda İmparator buna müsaade ediyor, evde genç Prens Commodus’un bakımını ona tevdi ediyor. Bundan sonra Galenos’un öyküsü hakkında fazla bir şey bilinmiyor. Ancak malûm olan, onun büyük bir edebî faaliyete girmiş olduğudur. Muhtemelen yüzyılın sonuna doğru ölüyor.

Galenos, sadece anatomi, fizyoloji ve genel olarak tıp üzerine değil, aynı zamanda mantık üzerine de çok yazıyor. Onun mantıkî eğilimleri tıbbî yazılarında örneklerini veriyor. Çok sayıda şüphesiz sahih eseri ilimize varmıştır. Artık Galenizim ile Yunan tıbbı pratik olarak eşanlamlı olacaktı.

Yunan tıbbı, genel Yunan kültürü ile birlikte Suriye’ye yayılmış, buradan da, zulme uğrayan bir tarikatın mensupları olan Nasturîler tarafından İran’a taşınmış; burada kök salıyor ve sonunda Müslüman dünyasına yayılıyor. Halife ünlü Harûn Reşid ile III. Abdul-Rahman Yunan öğretisinin, özellikle tıbbının, büyük hamileri oluyorlar. Arap bilginleri Aristo ile Galenos’u açıkgözlülükle massediyorlar, içlerine çekiyorlar. Bir kısmî imtisas, buna rağmen, varılabilecek en uzak durak yeri oluyordu; farmakoloji (eczacılık) istisnasıyla Araplar pratik olarak tıbba müstakil ilâveler yapmamışlardı. Bunlar esas itibarıyla sistematikleştirici ve yorumcular olmuşlardı. İbn Rüşd (Averroes), İslâm hakîminin (âkilinin) en mükemmel örneği idi.

İbn-i Sînâ (Avicenna), İslâm tıbbının en önde gelen ismi oluyordu. Onun el–Kanun fi’t tıb’bı Latinceye çevrildiğinde Galenos’un bile otoritesini, dört asır boyunca, gölgeleyecekti[1] [2].

Galenos’un başlıca eseri olan “İstidatların doğası üzerine” kitabındaki onun, Hippokrates gibi tüm tıbbî öğretisini dayandırdığı “Doğa”, ya da biyolojik prensip nedir? Bu tabiri kullanmakla Galenos, bir yaşayan şeyle meşgul olunduğunda basitçe, başlıca bir vahdetle ilgili olunduğunu ifade ediyor. Yaşayanın bütün kısımları vahdet prensibi ile ilişkili olarak mütalaa edilecektir. Galenos böylece de zamanının birçok tıbbî ve cerrahî uzmanını, zımnen ya da açıkça, bütünün parçalarının toplamı olduğu ve bir hasta uzvun münferiden ele alınmasıyla tüm uzviyetin sonunda iyileşeceğini iddia ettiklerinden şiddetle tenkit ediyor.

Galenos, organizmanın bir Physis ya da Doğa tarafından tanzim ve idare edildiğini söyleyerek bunun (organizmanın) vahdeti fikrini ifade ediyor.

“En büyüğü” diyor usta, “Physis olup Hippokrates onun resulüdür”… Müslümanlar bile Tanrı’nın tebliğini, Hippokrates ve Galenos’un organizmanın tekliğini iddia ettikleri kadar gayret ve hamiyetle iddia etmeliler[3].

İşi özetleyecek olursak:

Galenos, günümüz sağaltma sanatına ne kadar iştirak etmişti? Ama büyük Bergamalının, bin yıl sürece tıp dünyasına kanunlar vermiş olmasının boşuna olmadığı muhakkaktı.

Neler söylemişti?:

1) Mesleğin önüne sürdüğü yüksek ideal.

2) Hastalığın anlaşılmasına varmak için ilk koşulun doğa ile derhal temas üzerine ısrarı; daha eski otoritelerin mütalâası ihtiyacı.

3) Başka bir doğa alanında benzer bir vakadaki bilgisinin işbu vakadaki olguyu anlamada çoğu kez yardımcı olan geniş görüş açısı.

4) Onun (organizmanın) vahdeti ve bunların parçalarının aralarındaki bağlılığın keskin değerlendirmesi; hayatî fizyolojik ya da patolojik vaka, bir yaşayan organizmada, ya da onun bir parçasında ancak bu organizmanın çevresi ile ilişkisi ile birlikte ele alındığında anlaşılabilir. Galenos’un mücadele ettiği husus, bugün dahi mutat olduğu gibi, tıbbı, her hasta için bir tabela–yafta bulma bilimine indirgeme ve dolayısıyla, hastayı değil, tabelayı tedavi etme eğilimi ile idi[4].

Bu kadarı bize yetiyor. Asıl kitabın özüne girmiyoruz.

Ama yine de Galenos’u bu kadarla bırakacak değiliz.

İslâm dünyasında Calinus adıyla tanınıyor Galenos – Divan edebiyatında Bokrat (Hippokrates) ile birlikte aşk hastalığına da çare bulan ünlü tabip olarak; Batlamyus (Ptolemaios) ile birlikte evrenin gizlerini çözmüş bilgin olarak anılır:

“Çeşm-i bimazındadır derman sana ey mürde can

Kanda cellâd-ı ecel üstad-ı Calinus olur”.

“Ey ölüye dönmüş âşık. Senin dermanın, sevgilinin süzgün gözüdür. O gözler, ecel cellâdı olmak yerine sanki hekim Galenos olmuştur”. (Fehim)


[1] Galen. – On the natural faculties, transl. Arthur John Brock, M.D. The Loeb Classical Library, London 1963, s. IX – XX.

[2] Aşağıda üzerinde uzunca duracağımız İbn-i Sînâ doğ. 980 Buhara – ölm. 1037 Hemedan, İran –Arap değildi. Ancak o tarihlerde Doğu’da bilim dili, lingua franca, Arapça olduğundan, o da eserlerini bu dilde vermişti.

[3] Galen.-op.cit., s. XXVI.

[4] ibd., s.XXXVIII-XXXIX.