“Dile kolaylık bakımından ‘Japon feodalitesi’nden söz edildiğinde, az çok dışa vuran benzerliklerin kolaylıkla haklı gösterebileceği bir mecazî ifade kullanılmış olursa da bu ifade hiçbir surette doğruluk iddiasında bulunamaz. Bir evrim koşutluğuna inanmak, sözcüklerin tuzağına düşmek ve muhakkak bir yanılgıya uğramak olur. Gerçekte feodalite doğruca Batı’ya ve Ortaçağ’a aittir.”[1]
“Ortaçağ tarihi…, feodalizm tarihidir. Bu iktisadî düzen Avrupa’da on iki yüzyıl sürmüş olup bu arada toplum gelişmesinin bütün yönlerini derinden damgalamıştır. Avrupa ulus ve devletlerinin çoğunluğu Ortaçağ sırasında teşekkül etmiştir.”
“Feodalizm, bütün öbür içtimaî düzenler arasında tümden özel bir yer işgal eder. O, en evrensel olarak yayılmış bir sınıf rejimi olmuştur… Feodalizm karşıt sınıf ilişkileri üzerine oturan bütün rejimlerden, üretim ilişkileri şekillerinin en geniş çeşitliliği ile ayırt edilir. Sadece Avrupa’da, az çok her ülke kendine ‘özgü’ feodal gelişme tipini yaşamıştır. Feodal rejim altında sınıf ilişkilerini ifade eden temel kanunların evrenselliğine rağmen sınıf tahakkümü ve boyunduruk altına alma şekillerinin şaşırtıcı bir çokluğu müşahede edilmiştir.”[2]
“Sınıf tahakkümü” ve “boyunduruk altına alma” kavramlarının feodal düzeni istihlâf eden burjuva – kapitalist düzende de aynen geçerli olmuş olduğuna dikkati çekerek tarihin bu “olay”ına alıcı gözüyle bakmaya devam edelim.
Gerçekten mezkûr ifadeler karşısında “Bizans, Osmanlı… feodalizmi”, neyi ifade ediyor? Bu devletlerin düzeni, her ne kadar Ortaçağ diye adlandırılan bir döneme rastlıyorsa da, hep aynı “feodal” potaya konabilir mi?
Konamayacağını göstermekte güçlük çekmeyeceğiz. Bununla birlikte tekniklerin her yerde aynı sınırlı düzeyde bulunması keyfiyeti, bu çağın toplumlarını bir müşterek mahrece (paydaya) sahip olmaya mahkûm ettiği de bir vakıadır. İşte bu müşterek mahreç, “feodalite” sözcüğünü birçok uzman kişinin diline virt ettiriyor: “Türk fütuhatının bir başka büyük sonucu Doğu feodalizminin pekiştirilmesi olmuştur. İlk Selçukluların vezir-i azamı Nizamülmülk, sisteme son şeklini vermiş olup bunu, daha önce mevcut olmadığı bölgelerde tesis etmiştir… Her halükârda ikta’ı… aynı alanın idaresiyle mezcetmiş olması çok muhtemeldir ki bu dahi, hiç şüphesiz, bir feodal rejimin tesisine doğru son adım olmuştur” derken Ortadoğu’nun iktisadî ve siyasî tarihinin büyük uzmanı Prof. Ashtor[3], Avrupa feodalizmiyle bu “Doğu feodalizmi” arasındaki bazı “fark”ları da, “ikta” edilmiş arazinin işbu tasarrufunun irsî ve ebedî, ya da sınırlı süre ile bağlı bulunduğu şeklinde basite irca ediyor. Ayrıca da “ikta sahibi”ni bir “feodal lord”, “reaya”yı da “vassal”a teşbih ediyor, buna hiç de mecbur değilken.[4] O ise ki “Siyasetnâme” bağıra bağıra “mülk ve raiyet Sultan’ındır” diye tüm toprağa toplum adına tesahup eden bir otokrat, devlet sınırlarının her köşesini sıkı denetim altında tutan bir yetkenin varlığını vurguluyor.[5] “Avrupa feodalizmi”nde nerede bu yetke? Hangi Fransa, İngiltere, Almanya kralı, kılıcını “başbakan”ının tepesinde tutup koyduğu nizamın bütün ülkede uygulanmasını denetlemiş? Yok böyle bir kral.
O ise ki bir Melikşah var!
Hattâ bütün zaaflarına rağmen, sonuna dek, Bizans Basileus’ları var!…
Şu halde kavramlara, sözcüklere kesin açıklık getirmek zorundayız. Biz de bunu yapacağız, sadece başta da söylediğimiz gibi, sistemlerin kökenleri üzerindeki sisleri mümkün olduğu kadar dağıtma çabası içinde. Bu yolda Avrupa “feodalizm”i ilk modelimiz olacak. Osmanlı toplumunun toprak düzeninin işbu “feodalizm”le uzaktan yakından ilişkisini irdeleyeceğiz. Eninde sonunda “feodalizm” sözcüğü Batı kökenli değil miydi?
Aslında, “Osmanlı sisteminin imparatorluk yapısını uygun bir somut çözümleme nesnesi olarak görmek, onun iç çeşitliliğini dikkate almamak olacaktır…” Artık çok tarihçi, bir yollu “evrensel feodalizm” kavramının çıkmazda olduğunu anlayıp geniş ölçüde Marx’ın “Asya tipi üretim tarzı -ATÜT” düşüncesine yapışmışlardır.[6]
[1] Calmette.- La société féodale, Paris 1947, s. 1.
[2] Coll.- Histoire du Moyen Age. Les Editions du Progrés, Moscou 1976, s. 5.
[3] E. Ashtor.- A social and economic history in the Near East in the Middle Ages, London 1976, s. 213.
[4] ibd., s. 214.
[5] Nizamülmülk.- Siyasetnâme, Terc. M. Şerif Çavdaroğlu, Beşinci fasıl, s. 44.
[6] Bryan S. Turner.- Marks ve oryantalizmin sonu, çev. Ç. Keskinok, Ank. 1984, s. 61, ve Perry Anderson. – Lineages of the absolutist state,
London 1980, s. 484.