Ermeni Meselesi Ve Almanya

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Ermeni Meselesi Ve Almanya

Ermeni Meselesi Ve Almanya

  1. Wilhelm Almanya’sı ile vâki “geleneksel dostluk”un öyküsünü “yüzyıllar boyunca Alman gerçeği ve Türkler” adlı çalışmamızda anlatmıştık. Ancak bu öykünün o denli çok ilginç safhaları olduğundan bunun arkası kısaca alınamıyor. Bu itibarla burada, daha önce anlatılmamış birçok ayrıntıya yer veriyoruz. Bunlardan önemli bir tanesi, bugün bile hâlâ başımızı ağrıtan “Ermeni meselesi”, bunun bir “soykırım” olmuş olduğu iddiası oluyor. Bu babda N. Dadrian’ın Amerika’da yayımlanmış bir çalışmasından parçaları aktarıyoruz. Burada, işbu “mesele”de Alman parmağı ve teşviki iddiası yer alıyor.

 

Ermenilerin ifnaı için bir entelektüel temel sağlamada Türk sosyal kuramcılarının rolü, uzun zamandan beri teşvik edilmiştir: Türkler için Türkiye, Doğu’ya genişleme, Müslüman Orta Asya’da pan-türkik bir gelecek. Bütün bu ereklere, Hıristiyan Ermenilerin Doğu Anadolu’yu işgal edip Müslüman Doğu’nun kapısını tıkadıkları sürece varılmanın mümkün olamayacağı düşünülüyordu. Birçok Alman düşünür ve aşırılıkçısı, bahusus Feldmareşal von der Goltz (Resim 21), XIX. yy’ın sonlarında açık seçik olarak Türk İttihatçı ideolojisi olacak olanı ortaya koymuştu. Goltz Paşa Türkleri, Avrupa’dan yüz çevirip Doğu’da yeni bir imparatorluk kurmaya teşvik ediyordu. Dadrian’ın da kaydettiği gibi bunun, Çarlık Rusya’sının genişlemesine karşı bir siper ve de Doğu’ya doğru müstakbel istilânın bir sıçrama tahtası sağlayacağını düşünüyordu. Ama, mevzilenmiş bir engel, yerli Ermeni halkı vardı. Goltz, Doğu Anadolu’da sâkin Ermeni halkının zorlu tahliyesini tasarlamıştı. Böyle geniş ölçüde bir yer değiştirme plânının taşıyacağı dehşetin vüs’atine rağmen mecburî tard, bunla birlikte bir genosid değildir. Ancak daha önceki tarihî vakıalar Türkleri, “Ermeni Sorunu” olarak tarif edilene bir nihaî çare aramak hususunda cesaretlendirmişti.

 

Bunun ötesinde, genosid bir kez başladıktan sonra müdahale etmeyi reddetmenin Alman politikasının odak noktası olduğunu Dadrian açıklıyor. Kaiser tarafından açık seçik şekilde onaylanan bu politika Almanya’nın, değerli bir savaş zamanı müttefiki olarak Türkiye’nin “güven”ini idame ettirme gerekçesine istinad ettirilerek kamuoyunda mazur gösterilmişti. Dadrian’ın ileri sürdüğü deliller arasında Almanya’nın Türkiye’yi bu işten alıkoymaya muktedir olmadığına dair bir şey bulunmuyor. Aksine, kendi çıkarını devam ettirmek üzere bunu yapmaya isteksiz olmuş olduğuna dair vazıh deliller ileri sürüyor.(168) .

 

Abdülhamid döneminde Rus istihbarat teşkilâtının Osmanlı başkentinde derlediği malzemeye göre İmparator II. Wilhelm’in hükûmeti: 1) Abdülhamid’e, Alman otoriteleriyle birlikte hareket edecek, bunların Ermeni katliamları haberlerini örtbas etmelerine yardımcı olacak gizli ajanlar göndermesine müsaade ediyor; 2) Rusya, İngiltere ve Fransa’daki elçilerine bu ülkelerdeki Ermeni milliyetçileri hakkında bilgi toplama talimatı veriyor. İşbu araştırmaların sonucu ciltler tutan raporlar, Abdülhamid’e aktarılıyor; 3) Türkiye’de görevli Alman konsoloslarına, nahiyeleri içinde yaşayan Ermeniler hakkında topladıkları bilgileri Abdülhamid’e iletme babında talimat veriliyor. Ve, 4) 1898 tarihli bir talimatla Türkiye’deki Büyükelçi vasıtasıyla buradaki konsolosları, Ermeniler lehine tavır koymamalarını, mahallî yetkelerin Ermenilerle ilişkileri şekliyle ilgilenmemelerini; nahiyelerinde yaşayan Ermeni tâcir, sanatçı vs.’nin tam bir listesini hazırlamaları isteniyor. Bunların ötesinde Ermeniler üzerinde Türkiye’de 32 Alman ve Avusturya’lı casus sadece Abdülhamid’e değil, aynı zamanda Alman sefaretine de bilgi veriyorlardı.(169)

 

Bütün bunlar, istidlâl ya da inançların gerçekliği, Alman subayların, özellikle General Bronzart’ın (Resim 33), Alman konsoloslarının raporlarında kaydedilmiş sürgünlerin gerçek amaç ve sonuçları hakkında peşin bilgisinin olup olmadığı sorununu ortaya çıkarıyor. O ise ki sefir Wangenheim (Resim 34) bu raporları, General Bonzart’ın dikkatine olmak üzere Osmanlı genel karargâhına iletiyordu. Bir özel durum olarak bir Alman viskonsülü, Dr. Max Erwin von Schenbner Richter, Wangenheim’dan topluca tehcir edilecek Ermeniler lehine müdahale etme iznini talep ediyor. Wangenheim sadece talebi reddetmekle kalmayıp Ermenilere yardım etmek isteyen konsolosu ağırlıyor.(170) .

 

Liman von Sanders’in (Resim 27) kehanet kabilinden öngörüşü yerinde oluyor. Cihad ilânının saçmalığından bahisle “bu işin sonunun Hıristiyan katliamına müncer olacağı”nı söylüyor. Genel anlamda Bakû’ya girmek ve Rusların Kafkaslar’daki savaş çabalarını kırmak için bir plân mevcuttu. Bu plânla yakından alâkalı olarak Kuzey İran’a girip daha ileri hazırlıklardan sonra burasını Hindistan’a çıkış kapısı olarak kullanma plânı vardı. Bu hareketler Türk ve Alman müşterek kumandası altında, Türk Teşkilât-ı Mahsusa’nın da içinde bulunduğu özel Seferî Kuvvetler tarafından yürütülecekti. Bu kuvvetler görevlerinde Transkafkasya’nın içinde ve çevresinde, özellikle Batum ve Karadeniz liman bölgesinde faaliyette bulunan Teşkilât-ı Mahsusa güçlerinden yardım göreceklerdi. Fiilen bu yardımcı kuvvetler, Dr. Bahaeddin Şakir’in idare ve alaya mensup Alman kumandanı Albay Stange’nin yardım ettiği Doğu Teşkilât-ı Mahsusa birliklerinin kısm-ı küllisini içeriyordu. Bunların her ikisi de Trabzon’un önde gelen Teşkilât-ı Mahsusa liderleri, Yenibahçeli Nail ve Yusuf Ziya tarafından yardım görüyorlardı. Bu sonuncular Mutareke’de Türk Divan-ı Harbi’nde, Ermenilere karşı işlenmiş cürümlerin başlıca sorumluları olarak yargılanmışlar, Nail gıyabında idama mahkûm edilmişti. Halil (Kut)’un Mayıs 1915’te Dilman’daki yanılgısının sonucu olarak Bakû  için plânın suya düşmesiyle öbür iki Seferî Kuvvetler tek bir kuvvet haline ifrağ edilmişlerdi. Halil Paşa’nın işbu teşebbüslerde yanıbaşında Teğmen Schubner Richter, Yüzbaşı Schwarz, Lucius Plosel, Oswald von Schmidt, Türk generali Ali İhsan (Sabis), İttihatçı hatip ve baş lider Ömer Naci ve Teşkilât-ı Mahsusa kumandanlarından Yakub Cemil,  “(Deli)” Halit, Çerkez Ahmet ve Topal Osman bulunuyorlardı.

 

Bu teşebbüslerin iki veçhesi belirtilir: Yayılmakta olan harekâtın ilk kumanda ve kontrol mevzisi olarak Trabzon kullanılmakta olup büyük ölçüde silâh, cephane, nakit para ve müşavirler şeklinde Alman yardımı bu limana yöneliyordu. İstisnasız, yukarda mezkûr Türk liderlerinin hepsi Ermeni nüfusunun yok edilmesinde başlıca rolü oynamışlardı. Bu sadece Türkiye’nin Doğu illerinde değil, aynı zamanda harbin ilk aylarında işbu subayların kumandasındaki Teşkilât-ı Mahsusa tarafındang geçici bir süre için işgal edilmiş Transkafkasya ve İran için de böyleydi.

 

Bu desteğin temelini Prusyalı subay yüzbaşı Rudolf Nadolny hazırlamıştı. Kendisi Yedek Genel Kurmay’da (Sektion Politik IIIb der Stellvertzetende Generalstabes) siyasî kısım şefi bulunuyordu. Görevi içinde İranda gizli işleri üstlenmişti; bu görev onu Ordu komutanı Mareşal von der Goltz ve XIII. Kolordu komutanı Ali İhsan (Sabis) ile temasta bulunmasını gerektiriyordu. Nadolny önce Urfa’nın Ermeni mahallesini topçu ateşiyle yerle bir edip Türklere geri kalan Ermenileri ifna etmede yardımcı olan Binbaşı Woksfeel’in, Trabzon’da İrtibat Subayı olmasını teklif ediyor. Sefir Wangenheim, onun bulunduğu yerde, Suriye’nin mahallî hükûmetinin kurmay başkanlığında gerekli olduğu gerekçesiyle bunu reddetmişti. Urfa o tarihlerde işbu nahiyenin idaresi altında bulunuyordu.(171) .

 

Türkleri Ermenilere karşı tasavvurlarını telif eden en muteber Almanlar arasında Mareşal von der Goltz bulunuyordu. Irak’ta VI. Ordu Kumandanı iken, İran Seferi Mahsusî Teşkilâtı’nın müşterek kumandanı Ömer Naci’nin Cezire alanında bir “başkaldırma”nın bastırılması talebiyle karşılaşıyor. Bu talebin iki önemli konumu bulunuyordu. Scheubner’in, birliği için mahaller sağlamak üzere Musul’da bulunduğu bir zamanda vâki olması. Bunun ötesinde Ömer Naci’nin, onun, Alman subay ve askerlerini içeren birliğin kullanılmasını istemiş olmasıydı. Hiç tereddütsüz Goltz, talibe razı oluyor ve her iki birliğin muvakkat işbirliği emrini veriyor. Ama, işbu müsaadenin çıktığını öğrenir öğrenmez Scheubner müdahale ediyor ve birliğinin derhal Musul’a kaydırılmasını sağlıyor. O, Berlin’e raporun müellifi Schenlenburg’un ifade ettiği gibi, “Alman ordu mensuplarının, dalbudağının nereye varacağı belli olmayan bir dahilî başkaldırmanın bastırılmasında kullanılmasının doğru olmadığı”nı düşünüyor. Scheubner, Goltz’u caydırmada yalnız kalmıyor. Musul Alman Konsolosluğu naibi Walter Hoffman, aynı şekilde müdahale ederek, ortada bir başkaldırma değil, sadece katliamdan kurtulmak için bir korunma hareketinin olduğunu Mareşal’a anlatıyor. (172) .

 

Von Seeckt, bu işlere fazlaca karışmadan “Savaş zamanında hislere yer verilmemesi” görüşüyle olanlara seyirci kalmıştı. Ama sonunda, General Bronzart gibi o da, Ermeni genositinin iki başlıca mimarı Enver ve Talât’a, Türkiye’den kaçarak adaletten kurtulmayı teklif ediyor ve bu amaçla Alman askerî gemilerini emirlerine veriyor. (173) .

 

Max Freiherrn von Oppenheim’ın Mısır, Suriye… ve Anadolu ile İstanbul’da Ermeni aleyhtarı ve Türk tepkisini mazur gösterici faaliyetlerinin ayrıntılarına girmiyoruz. (174) . İşin aslında, “ikili (dual) durum” sorunu vardı. Türk savaş çabalarına yardımcı Alman generalleri birbirinin üstüne binmiş iki kazaî alana ait bulunuyorlardı, ezcümle Alman (Türkiye’de Alman Askerî Misyonu) ve Türk (Osmanlı Yüksek Kumandası) alanlarına. Alman askerî tarihçesi Carl Mühlmann’ın izah ettiği gibi, tek bir kişiye iki (eşit olmayan) işlev yükleme, yasal bakımdan sorun ve karışıklıklar getirir. Ancak az çok her zaman Almanlarla Türkler birbirleriyle uzlaşıyorlardı, böylece de, özellikle Osmanlı Genel Karargâhlarında kriz üstleniyordu”. Mühlmann hattâ Enver tarafından imzalanmış birçok emrin Alman Genel Kurmay Başkanı, General von Seeckt tarafından kaleme alınmış olduğunu iddia ediyor. Mühlmann böylece Alman subaylarının itimatlarını kazanmış olup faydalandıkları Türk liderlerine bilerek ters düşmemeye ve “taşıdıkları üniformanın şerefi ve ekmeğini yedikleri” devlete zarar vermemeye çalıştıklarını ekliyor. Herhalde, diyor Dinkel, işbu şeref ve minnettarlık hissi ile General von Seeckt, “Rus Kafkasları’nda Türklerin işgal etmiş oldukları yerlere Ermeni sığınmacıların geri dönmelerini” reddediyor ve böylece de bunların durumunu ağırlaştırıyor.(175) .

 

Ermenileri bir “dâhilî düşman” olarak telâki etmek, işbu dürtüyü harekete geçiren harp gerekleri durumunun sadece kısmen bir yansıması oluyordu. Bu babda, I. Balkan Harbi ile I. Dünya Harbi arasındaki Ermeni sorununun yeniden doğuşu daha da belirgin oluyor. İşin daha ötesinde, Güçler arasında Rusya’nın Ermeni sorununun avukatı olarak ortaya çıkışı, işbu yeniden doğuşun bir sonucu olmuştu.

 

Mutasavver saldırıların Türk hükümranlığına yabancı reformların bir askıntısı olduğu düşüncesinden hareketle, Türkiye’yi koruyacak kalkan anısı, II. Wilhelm Almanya’sından gelmişti. Bu sonuncusu Jön Türk rejimi ile yeni ve çok güçlü ortaklık kurma düşüncesini geliştirmişti. İşbu hizalanmanın yeni değişmesinde Türk – Alman müşterek ereği, gizlenmiş Rus emperyal tasavvurlarından şüphe edilen reform plânına sed çekmede yer alıyordu. Bu görevin tevdi edildiği kişi, Türkiye’deki Alman Büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim idi. I. Balkan Harbi ile I. Dünya Harbi arasındaki Ermeni konusunun gelişmesinin ayrıntılarına girmedik.(176) .

 

2 Nisan 1915’te Amiral Tirpitz günlüğünde, “Kaiser geçen gün Alsace’ın tüm Fransız insanından temizlenmesini istediğini söyledi” diye yazmıştı. Başka deyişle, imparator ve idareci mahfeli, daha şimdiden günümüzde topluca tehcir yoluyla “etnik temizlik” tesmiye edilen düşünce ile oynayıp duruyordu. Türkiye’yi, yerli Ermeni nüfusundan arındırma Türk projesinin ideolojik elifbası bir Alman damgasını taşıyor. 1894 – 1896 Ermeni olaylarının hemen sonraki akıbetinde. Alman Büyükelçisi Marshall’ın o zamanlarda Türk vatansever subayların gurusu (saygıdeğer manevî öğretmeni) olarak tanımladığı General von der Goltz, uzun bir makalede yeni bir Türk ulusal genişleme doktrinini tavsiye ediyor ve Türkiye’nin ileri sürdüğü işbu yeni akımı benimsememesi halinde başına gelebilecek tehlikelere işaret ediyor. Bu doktrinin meali Türkiye’nin istikbalinin İmparatorluğun Asya tarafında olduğu, bu itibarla Avrupa’daki toprakları gözden çıkarıp içe dönerek kendini Anadolu’da pekiştirmesinin gerektiği zımnında idi. Amaç, diyordu, zayıf bir Bizans devletini, bahis konusu bölgelerdeki halklar arasında İslamî bağları sıkıştırarak sağlam bir Türkiye’ye dönüştürmektir. Tavsiyesi, iç güçlenmeyi sağlamak üzere Asya Türkiyesi’nin belli başlı vilâyetlerinde toplanmaktır. Goltz, “Türkiye’nin çekirdeği Avrupa’da değil, Küçük Asya’da aranacaktır. Türkiye, Rusya’nın askerî bakımdan zayıf olduğu Transkafkasya’da daha büyük askerî başarı şansına sahiptir ve onun oralardaki Müslüman halklarla etnik ve dinî bağları elverişli olacaktır” diye görüşünü tekrarladığında bunları beyan ediyordu.

 

Benzer görüş, alman Albayı von Diest ve özellikle Yakın-Doğu’da Alman yayılmacılığı fikrinin savunucusu Paul Rohrbach tarafından ileri sürülüyordu. Aslında Rohrbach’ın Türk düşüncesine, Doğu Türkiyesi’ndeki Ermenileri tahliye ettirip onları, Bağdat tren yolu sisteminin tesis edileceği alanlara iskân edip buralarını ekip biçmeleri için Mezopotamya’ya yerleştirilmeleri fikrini oturtan kişi olduğu sanılıyor. Amerikan Büyükelçisi Morgenthau da (Resim 35), Fransız Le Temps gazetesini zikrederek aynı beyanda bulunuyor. 1915 Mayıs 28 – Haziran 10’da İstanbul’da Alman Sefarethanesi’nde Ermeni kürsüsü başkanı Dr. Mordtmann’la bir toplantıda, Ermeni Patriği, bu sonuncusuna, Türk hükûmetinin tevessül etmiş olduğu tehcirin, Rohrbach’ın plânının gerçekleştirilmesinden ibaret olduğunu söylüyor; bu plânı Rohrbach, Alman Coğrafya Derneği’nde verdiği bir konferansta açıklamıştı.(177) .

 

Her ne kadar İstanbul ve Berlin’deki Alman makamları bu işte methaldar olduklarını gizlemeye gayret ediyorlarsa da, eldeki belgeler bunun aksini ispat ediyor. Bunlardan biri Talât Paşa’nın yayımlanmış hâtıratı oluyor ki buna göre Aralık 1914’te, Osmanlı Genelkurmay Başkanı General Fritz Brongart von Schellendorf (Resim 33), Enver Paşa’dan derhal bir gizli toplantı davetinde bulunmasını talep ediyor. Bu toplantıda, sairlerinden başka, Alman Generalleri Goltz ve Liman von Sanders (Resim 27) ve Türkiye’de iktidarı elinde tutan Enver ve Talât Paşalar bulunuyorlar. Nakledildiğine göre Alman askerleri bu toplantıda Ermenilerin ordunun gerisinde sabotaj ve vahşet hareketlerinde bulunduklarının belgelerini ileri sürüp Türk savaş gücünü açıkça kıracak gibi görünen işbu tehlikeye karşı tedbir alınmasını talep ediyorlar.

 

Tasvip ve tasdik için Kabine’ye sunulan, Osmanlı Ermenilerinin topyekûn tehcirini öngören öneri müsveddesinin “Osmanlı Genelkurmay’ınca hazırlanmış olduğunu” Talât Paşa yine itiraf ediyor. Aynı hususları Rauf Bey (Orbay) da (Resim 36) teyit ediyor(178) .

 

Amerikan sefiri Morgenthau, Wangenheim’ı “mükemmel Prusya sistemi tecessümü” olarak tarif ediyor; o ise ki Wangenheim, Prusyalı değil, Thuring’li olmakla birlikte gençliğinde süvari birliklerinde hizmet etmişti ve “tıpkı bütün sosyal sınıfının mensupları gibi Wangenheim da Prusya askerî sistemine tapıyordu…” , Onun nazarında Prusya geleneği, “büyük toprak sahibi Yunker” sistemi, “insanlığın mükemmeliyetini temsil ediyordu”…

 

Geniş ölçüde askerî gereklilik ve Kaiser’in istekleri nedeniyle Wangenheim, ilk Türk askerî potansiyelini küçümseme inancını yeniyor ve Temmuz 1914’te Berlin’e Türkiye’nin ciddî olarak Almanya ile bir ittifakın adayı olduğunu tavsiye ediyor. Alman militarizminin bir tipik teşahhusu olarak Wangenheim, Osmanlı hükûmetinin işleri yürütmesine doğruca müdahale ediyordu. O, İstanbul’un despotu idi(179) .

 

Avusturya’nın Türkiye’de tam yetkili askerî elçisi Vismareşal Pomiankowski ile, 1913 Ermeni reformları müzakerelerinin cari olduğu o günlerde bir görüşmesinde Wangenheim bu sonuncusuna Türkiye Ermenilerinin tek kurtuluşunun “ihtida” olduğunu söylemiş. Yine Sefir Morgenthau ile gayri resmi sohbet raporlarından daha haşin, daha meş’um bir veche ortaya çıkıyor. Tıpkı General Bronzart gibi Wangenheim da Ermenilere, antipatiden keskin nefrete kadar giden hislerle muhalif görünüyor. Wangenheim, Morgenthau’ya Ermenilerin doğruca hain haşerat olduklarını” söylüyor.

 

Harp başlamıştı ve Morgenthau Wangenheim’a önleyebileceği Ermeni tehcirinin bir “askerî zaruret, devlet politikası vs…” olmayıp basitçe bir “insanî sorun” olduğunu hatırlattığında bu sonuncusu uzlaşmaz şekilde “müdahale etmeyeceğim; bizim tek ereğimiz harbi kazanmaktır” demişti(180) .

 

Biz daha önce Korvet Kaptanı ve Deniz Ataşesi Hans Humann hakkında etraflı bilgi vermiş ve onun Enver’le olan ileri derecedeki arkadaşlığını anlatmıştık (bkz. Alman Gerçeği ve Türkler, S. 382). Bunu tekrarlamıyoruz. Sadece Humann’ın konumuzla ilgili tutumlarını zikretmekle yetiniyoruz.

 

Amerikan Sefiri Morgenthau ile görüşmelerde, o da “Ermeni Sorununu olabildiğince samimiyet ve gaddarlıkla” tartışmıştı. Türkler ve Türkiye üzerindeki bilgileri itibariyle “Ermenilerle Türkler, bu ülkede birlikte yaşayamazlar. Bu ırktan birinin gitmesi gerekir. Ermenilere yaptıklarından dolayı onları kınamıyorum. Bunların tamamen haklı olduklarını düşünüyorum. Daha zayıf ulus, çökmelidir” demişti. Morgenthau, Humann’ın Wangenheim’in olduğu kadar katı ve haşin olmayıp “büyük etki sahibi olmuş olduğu”nu kaydediyor(181) .

 

Ve nihayet bir gün, başlarına fes geçirilmiş, tiyatro oynamaktan bıkmış mürettebatı ile, Türk bayraklı Yavuz, aslı Goeben zırhlısı, Amiral Souchon’un (Resim 37) kumandasında, bir nevi emrivâki ile Sivastopol’u bombardıman ediyor ve Osmanlı Devleti de, zorunlu olarak böylece Alman “dost”larının yanı başında harbe girmiş oluyor. Gerek bu harp boyunca, meselâ Kamal Taarruzu’nda, gerekse daha sonra Kafkaslar’daki Osmanlı harekâtı sırasında Kress von Kressenstein’ın (Resim 38) oynadığı rolleri, “Alman Gerçeği” kitabımızda anlatmıştık. Bu itibarla Dadrian’ın bunlar hakkında söylediklerini burada tekrarlamadık.

 

(168) Vahakn N. Dadrian. – German responsibility in the Armenian genocide. A review of the historical evidence of German complicity, Cambridge – Massachussetts, 1996, S.XIV, Roger W. Smith’in Önsöz’ünden.

(169) ibd . , S. 15 .

(170) ibd . , S. 23 .

(171)   ibd . , S. 54 – 56 .

(172) ibd . , S. 57 – 58 .

(173) ibd . , S. 64 .

(174) Bkz. İbd . , S. 65 – 79 .

(175)  ibd . , S. 92 .

(176) Bkz. İbd.  S. 107 – 109 .

(177)  ibd . ,  S. 113 – 114 .

(178)  ibd .  ,  S. 116 – 117 .

(179) ibd . ,  S. 141 – 142 .

(180) ibd . ,  S. 143 – 145 .

(181) ibd . ,  S. 147.