“… Alaca Bakır Çağı M.Ö. III. binde Anadolu’da da, tıpkı Mezopotamya’da olduğu gibi, çok yüksek bir kültürün mevcudiyetini belgeleriyle tanıtmıştı. Kalkolitik buluntular bizi bir adım daha ileri götürmektedir. Prof. Lansberger’in fikrine göre Anadolu, Ege ve Balkanlarda zamanımıza kadar kalmış birçok coğrafî adların bu devir insanlarına ait olması mümkündür”[1] dedikten sonra Hâmit Z. Koşay projeksiyonla göstermiş olduğu belgeler arasından seçtiğimiz orakları şek. 86A’da veriyoruz.
“Karatepeli’de (Toroslar) ekin biçmeğe mahsus iki nevi orak vardır. Biri, bıçkı yeri müdevver, diğeri kosa’ (tırpan) ya benzeyen, bıçkı yeri düz olan ve sapı diğerlerinden uzun bulunan doğru orak’tır. Orak işlerinde kadınlar erkeklerden az çalışır”[2] (şek. 86B).
“Erzurum ve havalisinde ot biçmek için tırpan istimal ederler. Bu tırpanın uzun bir sapı vardır ki nat tesmiye olunur. Natın ortasında el tutacak ufak bir sap vardır. Buna elcek diyorlar. Bıçakla uzun sapı birleştiren halka vardır.
Şek. 86A.- Hitit zamanı bronz orak ile (ortada) bugünkü orakların mukayesesi (H. Z. Koşay)
( KARATEPELİ )
Tırpan bıçağını döğmek için kekküç (çekiş), örs, bilemek için masat ve kösüne istimal ederler. Tırpanın sapı biraz kısa olur ve ortasında elcek bulunmazsa buna kirindi diyorlar. Orak ise kısa saplı ve eğri olur.”[3]
“Tırpan = Garp – Rumca δρεπανον – isim – saplı büyük orak, kosa; alât-ı kadime-i harbiyeden – az eğri ve gı – lâfına geçeceği yere yakın mahallinde bir çengeli olan bıçak.”[4]
“Mamafih, Türkçe kelime çırpmak = kesmek fiil sözcüğünden çırpan’ın bir değişik şekli olabilir ki buradan çırpı = kesik dal, çırpı ipi…”[5]
BTL’nın bu tanımlaması, şek. 87’de görülene uymaktadır.
Keban baraj gölü yöresinde bazı tırpanların bıçağının yanında ağaçtan bir tırmık bulunuyor (şek. 87a). Yan yana dizili çubuklardan oluşan, seyrek dişli bir tarak şeklindeki bu tırmık biçilen sapları tutmaya, toplamaya yarar. Tırmıklı tırpan daha çok yulaf biçmekte kullanılıyor.
Şek. 87a.- Tırpan (Keban baraj gölü yöresi) Şek. 87b.- Dahra –Das (Keban)
Bunların da çok sayıda değişik isim almış olmaları dikkate değer. Görelim şimdi bunları.
Asma ve ağaç budamakta kullanılan tahra, Farisî dehre’den muharref olup halk dilinde hayli yaygın olarak dahra-dahre-dehle-dehre-derhe-tara-tağra-tare-tarha şekilleriyle kullanılmaktadır. Bunun bir başka adı da ados’tur, Ar’de; çalakop’tur, Ist’da.
Keban baraj gölü yöresinde kullanılan ve das adıyla da anılan dahra’lardan iki örnek şek. 87b’de görülüyor. Bunlar ağaçtan uzun bir sapa geçirilerek kullanıldığı gibi sapsız olarak da iş görürler[6].
Pulur (Sakyol) (Tn) da çay kenarlarında azdur ve solhan-sorkun denilen, 1-2 m yükseklikte, kırılmayan, sırım gibi ağaçlar yetişir. Sepetler bu ağaçların çırpılarından yapılır ve çırpılar şek. 87c’de görülen dehre’lerle kesilir. Bunların, şek. 87b alttaki gibi “arkalı” olanı da vardır[7].
Şek. 87c. – Dehre (Pulur) Şek. 87d. – Pancar çatalı (Çatalbel)
Yine Keban yöresinde parcar sökmede şek. 87d’de görülen çatalbel kullanılır. Bu, ağaçtan uzun bir sapla çatal şeklinde demir bir uçtan oluşur. Ucun iki yanındaki çıkıntılara ayakla basılarak çatalın toprağa iyice girmesi sağlanır.
Azu, “tırpan demirinin geniş dip kısmı” (To); acene, “tırpanın sap geçecek deliğini delmeye yarar çelik aygıt”tır (Ky). “Tırpana sap takmak için yer yapmak”a gadaklamak, “tırpanın ökçesinin sağlam olması için tırpana vurulan demir”e de gadak deniyor, To’da; kodak ise, “tırpanla sapı birbirine bağlayan çengel”dir, yine aynı ilde. Tırpanın sapına nat deniyor, Brd, Ar, Kr, Ezm, Ağ’da. Tırpanın sair adlarından: çalkı (Ist, To); gozebi-gazebi (Brs, İz); gerenti (“küçük tırpan” – Tr); kerenti-kerendi- kerinti-kirinti (Ama, Tr, Rz, Kr, Gm, Ezm, Ezc, Ky, Or, Sv); kıran (Ky); özcüm (Dy); sıyırma-sıyırgı-sıyma (“büyük orak”, Ezc, Krş, Nğ, Isp- “büyük tırpan”, Ank).
Gerenti-kerenti-… babında χέρι’nin el, kol, sepet kulpu, bıçak sapı, tava sapı… karşılığı olduğuna dikkati çekelim…
Ve nihayet tırpanın tanımlanmasında geçen kosa, Sv’dan itibaren Anadolu’nun Batı yarısında kullanılan bir ad olup BTL bunun Polonezceden geçme olduğunu bildiriyor. Çkl’de geçen kora da bundan muharref olmalı.
Oraklara gelince: gavrama (Isp, Dz), her halde demeti kesmek için “kavramak”tan; haliç (Kn); kaluç-kalıç-kaloç-kalunç-kalüç-kolç (Ist, To, Gr, Sv, Hat, Tr, Gm) gelüç-geliç-gelüş (Or, Gr, Sv), bir önceki sözcük ailesinden olmalı. Giriftiri-girifteri (Mğ, Ba). Bu sonuncusunun kökeni κλαδευτηρι’dır (Tietze).
Yıldırım orağı da “boylu ve kalın ekini biçmekte kullanılan orak” oluyor Ks’da.
Gurebi-gorebi-gürebe-gürebi-güreli-gurepe, “eğri uçlu küçük balta, nacak” (Tr, Sv, Kc, Bo, Zn, Çr, Sm, Sn); kürebi-kopru-körebi-körepe-kürepe-küreyi, “diken, çalı kesmeye yarayan yarım ay biçiminde küçük balta, keski”dir (Kc, Ist, Zn, Ama, Tk, Rz, Brs-Bil). Bu sözcük ailelerinin kökeni, aynı manaya gelen κρωπι oluyor (Tietze).
Pulur’da oraklar deste orağı (şek. 87e sol), pırnat orağı (şek. 87e orta) ve ot orağı olmak üzere üç çeşit arz ederler. Deste orağı’nın ucu ay şeklinde olup sapları ele toplayacak şekilde biçer. Pırnat orağı’nın ağzı açık olur. Ot orağı ise bahçelerde ot biçmeye yarar. Sapları kısa ve ağzı küçük olur[8].
Oraklar körlendiğinde kırrık ile bilenir, Gm’de.
Tırpanla ekin biçenler, ayaklarını korumak için bunlara demetler bağlarlar ki buna ayakçak denir Çkr, Sn, Ama, Ank’da. Biçilen başakları toplamak için de yine ayakla bir çalı, çönge, taşınır, İz’de. Ayakçak’ın Isp, Ank, Kr, Ky, Ezm, Nş, Krş’de aldığı adlar da tönge-tömge-töngebağı-töngü-tonkebağı’dır.
Orakçılar için de önemli olan ellerin, parmakların korunmasıdır. Bunun için ekin demetlerini kavrayan sol elin parmaklarına, bazen üç, bazen tekine, tahtadan, hem koruyucu, hem de sapları çekip kavramaya yarayan bir eldiven, ellik, geçirilir, Anadolu’nun Batı yarısında. Buna Gaz’da kef denir.
|
Şek. 87e. – Pulur’da çeşitli orak tipleri
Keban baraj yöresinde orakla ekin biçilirken ellik işaret, yüzük ve orta parmağa takılır. Bunlar yekpare ağaçtan oyularak yapılır. (şek. 88a)
Şek. 88a. – Keban yöresinde ellik ve detayı (sağda)
Bu aynı ellik sözcüğü, tırpanın elle tutulan yerini de ifade eder.
Bu sözcük, yine birkaç terimin kökünü oluşturmuş: ellikaltı: “ekin biçerken bir elin aldığı kadar toplanan sap” (Brd); ellikleme: “ekin biçerken bir elin kavrayabildiği kadar kısmını avucunun içine alma (Çkr, Çr, Ank), ekin destesi” (Ank); ellikleşme: “ekin biçen kimselerin bir sıraya girerek aynı yöne doğru orak sallamaları” (Brd).
Şek. 88’deki elliklerin bir değişik şekli de Kn’da kullanılıyor: şakşakı= “ekin yolunurken fazla demet kavrayabilmek için tahtadan yapılmış beşparmak”.
Bunun şekli hakkında fikrimiz yoksa da adından bir tesmiye bittaklid ül-savt (ses taklidi) olduğu, dolayısıyla “eldiven”in mafsallı olduğu tahmin edilir.
Dürü, “tırpanla ekin biçen adamın bir gidişte biçtiği yer” (To) olup aynı ilde dürü düşürmek, ekin biçen adamın bir gidişte biçtiği sapları düzgün bir şekilde sıralamasıdır.
“Geviş”, “geviş getirmek”in ne olduğu bilinir. Bu aynı şeyin yanı sıra geviş, “orakçıların bir sıra halinde ekin biçmesi”dir, Ama ve Sv’da. Gevişe gitmek- gevişmek de, “orakla ekin biçerken yarışmak”tır (Ama).
Tırpanla ekin biçildiğinde yığılan ekinler sırayla toplanır ki buna felte denir, Es ve Ank’da.
Tarla, biçildikten sonra, hayan adını alıyor. Ezc, Vn, Bt’de. Buna Or’da avız deniyor.
Bu sonuncu sözcük herhalde Anadolu’nun bütün Batı yarısında “ekinin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap kısmı; ekini biçildikten sonra sürülmeden boş kalan tarla; mısır sapı (Ay, Sm, Mğ); ürün kaldırıldıktan sonra ekilmeyerek nadasa bırakılan tarla” anlamlarına gelen anız, ağız-an’ın bir varyantı olmalı.
Çumra ilçesinin Alan köyünde “ekin işlemeye, daha evvel olmasından, önce arpadan başlanır. Bu da evvelâ harımlarda olur. Harım, köyün kenarında veya köye çok yakın olan tarlalardır. Sonra daha uzak olan tarlalar işlenmeye başlar. Arpayı yolarken -ki daima elle yolunur- ellerine anız batmasın diye parmaklarına, bilhassa ekini koparmakta büyük rolü olan küçük parmağa, icap ederse ondan sonraki iki parmaklara da çapırt (çapıt, bez) bağlarlar. Buğday işlerken de orak, tırnaklarını kesip parmaklarını acıtmasın ve daha çok şerevle (elde toplanan ekin) alsın diye parmaklarına ellik takarlar”[9].
Yukarda geçen “harım”, köye yakın bir yer olması itibariyle Arabî “harîm”den (herkesin giremeyeceği yer, harem dairesi, eş dost) galat olmalıdır.
Punnat, “orakçıların elcikle biçerek kolları üstüne biriktirdikleri demet” (Nş, Nğ, Krş) olup purnat, “bir tutam ekin” (Kü), yani Çumra’nın şerevle’si; purnaz da “ekin demeti” oluyor İç’de.
Hon, “ekin biçilirken sıralanan işçi bölüğü” (To, Gr, Gm, Ar, Ezc, El, Sv); “bu işçilerin tarlanın sonuna kadar açtıkları yer” (Ar, Ezm, Ezc, Sv, Ml). Honcu da “ekin biçen kimse”dir (To, El, Ml, Sv, Ezc).
Ank’da “orakla biçilen bir tutam ekin”e pırnas, deniyor. Bunun bir başka adı da Isp’da şevile’dir.
[1] Hâmit Kosay.- Alacahöyük ve Güllücek kazılarının sonuçları, in IV, TTKg, s. 367
[2] Ali Rıza Yalgın.- op. cit, s. 24
[3] ibd.
[4] BTL
[5] DELT, s.155
[6] Keban baraj gölü yöresi halkbilim araştırmaları, Ank. 1980, s. 38-9
[7] Hâmit Zübeyr Koşay.- Pulur. Etnografya ve folklar araştırmaları, Ank. 1977, s. 48
[8] Hâmit Zübeyr Koşay.- op. cit.,s. 14-15.
[9] Veli Varol.- Çumra’nın Alan köyünde ekin işleme, in TFA 9, Nisan 1950