Sosyalizmin prensiplerini bile tartışma konusu yapıp nihaî ereğini tehlikeye düşürmekle itham edilen Bernstein, ünlü düsturu ile karşılık veriyor : “Benim için erek bir şey değil, hareket herşeydir…” ; bu bir tür meydan okuma cümlesi, çok sayıda itirazı mucip olacaktı; bunların arasında kendisinin en iyi olarak telâkki edip en çok saygı duyduğu eleştiricisi olan Rosa Luxemburg’unki vardı; bu sonuncusu; bir sosyalist erek olmadan sosyalist hareketin olmadığı, işbu erekte hareketin kendisinin anlam ve orijinalliğini kaybettiği yanıtını vermişti. Buna karşılık da Berstein, düşüncesini açıklayarak cevap veriyor : “İşçi sınıfının bir beli nihaî erek’i olup olmadığının fazla önemi yok, şu şartla ki, en yakın amaçların gerçekleştirilmesini sıkıca takibetsin…”
Nihaî ereğin bir şey olmadığını ifade ederken Bernstein, aslında, düsturunun tahrik edici karakteri arasından, nihaî ereğin önceden onu bir ütopya haline getirecek kesinlikle sağlanamayacağını söylemek istemişti(79)– .
Bu düşüncesiyle Bernstein, bize göre, ayağını sağlam yere basan, soyut düşüncelere yüz vermeyen, işini günlük yaşamının pratik yönünde görülmesinden yana oluyor. Güçlü şekilde algılanılmış ve kabullenilmiş prensiplerin bu denli tartışma konusu yapılmış olmasının çok sayıda tepkiyi mucip olacağı doğaldı. Çok mantıkî olarak Bernstein’a sosyalist sol, özellikle Rosa Luxemburg saldıracaktı: Onlara göre fazlaca reformcu bir uygulamaya karşı sosyal-demokrat partinin tepki göstermesini isteyen bu sol, bu kadını uygulamanın bir kuramsal meşrûlaştırılmasına, haklılığına itiraz etmeyi kastediyordu. Ama Bernstein’in karşısına bir de Kautsky dikilecekti, pek yakın olma kuramının tekzibine itiraz eden, ama yine de, birkaç yıl sürece, marksist orthodoxluğun başlıca temalarını yerli yerinde tutmayı götürecek olan Kautsky. Ve Bernstein, hayli tuhaf olarak, partinin bir sekreteri Auer’i de karşısında bulacaktı : “Eduard, sen bir eşeksin” demişti Auer, “bu şeyler yapılır, bunlar yapılmaz” . Bu sonuncusunun yanında da, uygulamanın reformcu karakteri üzerinde hayaller kurmadan revolüsyoner orthodox ideoloji ve teoriyi muhafaza edenler vardı.
Alman sosyal demokrasisinin prensip ve eylem ifadelerini ortaya dökebilmesi için I. Harp, Weimar Cumhuriyeti’nin kurulması (yine de sosyalizmin kuramsal dili gayri muayyen kalacaktı), Hitler felâketi ve savaştan sonra da, uzlaşmazlıkla donatılmış bir sosyal demokrasinin ilk başarısızlıkları gerekli olacaktı: Bernstein’ci revizyonunun başlangıcından ancak altmış yıl sonra bunun prensiplerini Godesberg Kongresi benimseyecek ve bunları bundan böyle, Alman sosyalist partisi tarafından tutulacaktı; bu sonuncusunun solunda etkin bir rekabetin bulunmadığını, bunun içinde muhaliflerin küçük bir azınlık oluşturduklarını hatırda tutalım.
Bernstein’ci sentezin dayanıksızlıkları, kendisi içindeki, son anlarında belirgin olmuştu; seksen yaşına kadar yaşayıp ancak Aralık 1932’de ölmüştü. İhtiyar adam, son günlerini karartan nasyonal sosyalizmin başarılarının arttığını görüyordu. Yakınlaştırma çok sık yapılıyor. O, nazizmin çıkışının arifesinde olmuş, tıpkı harbin patlamasının arifesinde katledilmiş Jaures gibi. Sanki kader, bu adamları sembolik olarak, inanmış oldukları barış ve demokrasinin bozguna uğratıldıkları anda öldürmüştü.
Ölümün zamanı dahi böyle bir demokratik sosyalizmin, bir kademelici düşüncenin dayanıksızlıklarını ortaya dökmüş oluyor. Tarihin gerisine giderek Bernstein’in demokrasiye itimadının aşırı olmuş olduğunu görüyoruz: Demokrasi, Hitler’in çıkışını önleyememiş, hattâ onu getirmişti bile, şöyle ki Führer, bir hür kamu oylaması ile seçilmişti. Bugün artık demokrasinin yararının belli sayıda özelliklerle koşullandırılmış olduğunu biliyoruz(80)– .
Dünyada ve özellikle Almanya’da sol düşüncenin evrimi ve bu babda bugün varılmış olan çizginin oluşmasında etkin olmuş bir sosyalist olarak Bernstein’in hayat hikâyesi de, konumuz bakımından ilginç oluyor.
Eduard Bernstein (1850-1932), sosyal demokrat siyaset adamı, kuramcı ve tarihçi. Kapitalist ekonominin yakın gelecekte çökeceği ve proletaryanın iktidarı zorla ele geçirmesi gerektiği gibi görüşleri yadsıyarak, Marx’ın koyduğu temel ilkeleri gözden geçirmeye girişen ilk sosyalistlerdendir. Seçkin bir kuramcı olmamasına karşın “revizyonizmin babası” olarak adlandırılmış ve özel girişimciliği toplumsal reformla kaynaştıran bir tür sosyal demokrasi öngörmüştür.
Danzig’ten gelerek Prusya’nın başkenti Berlin’e yerleşmiş ve Yahudi ailesinin oğluydu. Babası demiryolu makinisti, amcası Aaron Benstein ise ilerici işçi çevrelerinde çok sayıda okuru olan Berliner Volkszeitung gazetesinin editörü idi. Bu ortamda, pek çok kültürlü Almanın ulusal birliğe ve demokrasiye duyduğu özlemi daha genç yaşta kolayca paylaştı. Sevilen ve açıksözlü bir insandı; 1872’de genç bir banka memuru iken Sosyal Demokrat Parti’ye girdiğini açıkça söylediğinde üstlerinden anlayış gördü. Prusya’nın 1871’de Fransa’yı yenilgiye uğratmasını izleyen çalkantılı yıllar, siyasî inançlarının oluşmasında önemli rol oynadı. Ama yumuşak kişiliğinden dolayı radikal Marksizmden çok, dogmatik olmayan, pragmatik bir sosyalizme ilgi duyuyordu. Otoriter sayılabilecek Alman Genel İşçi Derneği karşısında, demokratik ve barışçıl sosyal demokratları yeğledi.
Partiye girince sosyalist yayın organı Die Zukunft’ta çalışmaya başladı.
1890’lara değin süren 1873 ekonomik bunalımı, kapitalizmin zayıflığı yolundaki inancını pekiştirdi. Ama onu daha radikal bir tutum almaya zorlayan, Şansölye Otto von Bismack’ın antisosyalist yasaları oldu. Almanya dışına sürülünce İsviçre’ye yerleşti. Die Zukunft’un varlıklı koruyucusu Karl Höchberg’in “ahlâkçı sosyalist” görüşlerinden uzaklaştı. Burada, gizli Sosyalist Parti’nin toparlayıcı odağı dumunda olan Der Sozialdemokrat dergisinin Zürich baskısının editörlüğünü Marx’ın onayıyla üstlendi. 1888’de Bismarck’ın başvurusu üzerine İsviçre’den de sınırdışı edilince, derginin yayımını Londra’da sürdürdü. Orada Marx’ın çalışma arkadaşı Engels’in yakın dostu oldu; sosyalizmin adım adım gelişeceğini savunan etkili Fabian Derneği’nin önderleriyle de yakın ilişki kurdu. Giderek değişen görüşlerini, bir dizi makale ile 1898’de Stuttgart’ta yapılan Sosyal Demokrat Parti toplantısına gönderdiği bir mektupla sergiledi. Ertesi yıl Die Voraussetzungen des Sozialismus und die Aufgaben der Sozialdemokratie’yi (Sosyalizmin varsayımları ve Sosyal demokrasinin görevleri) yayımladı. 1901’de Almanya’ya dönen Bernstein, reformcu işçi harekitnde giderek gelişen revizyonist okulun kuramcısı durumuna geldi. Sosyalizmin, kapitalist orta sınıfa karşı bir ayaklanmanın doğrudan ve katıksız bir ürünü değil, insan tutkularının ayrılmaz, içsel bir parçası olan liberalizmin nihaî sonucu olduğunu savundu. Kapitalizmin hemen çökeceği ve burjuvazinin yalnızca asalak ve baskıcı bir sınıf olduğu yolundaki görüşten vazgeçti. Ayrıca üretken sanayiin belirli ellerde toplanmasının, her alanda Marx’ın öngördüğü ölçüde eksiksiz ya da hızlı biçimde gerçekleşmediği sonucuna vardı. İşyeri yasalarının çıkarılması ve işçi sendikaları üzerindeki yasal kısıtlamaların kaldırılması türünden reformları örnek göstererek, sosyalist hareketten gelen baskılar sonucunda sermayenin sömürücü eğilimlerine karşı bir tepkinin geliştiğini öne sürdü. Bütün bunlara dayanarak, kalıcı başarının yolunun şiddete dayalı bir altüst oluştan değil, sürekli bir ilerlemeden geçtiğini savunmaya başladı.
1902’de Reichstag’a (Parlamento) seçildi ve üyeliği 1928’e değin sürdü. Sosyalist kuramcı Karl Kautsky’nin dogmatik Marksizmi ile Alman işçi önderi August Bebel’in eklektik Marksizmi giderek etkisini yitirdikçe revizyonizm sosyal demokrasinin ideolojisi durumuna geldi. Ama sınıflararası şiddete olduğu kadar uluslararası alanda da şiddet kullanımına karşı çıkan Bernstein, militarizme karşı mücadelede sol kanatla birlikte tutum aldı. Sağ kanat önderleri arasında yer almasına karşın, I. Dünya Harbi sırasında partisinin desteklemesini protesto etmek amacıyla Bağımsız Sosyalistler ile birlikte davrandı. Ama barış gerçekleşir gerçekleşmez eski konumuna döndü ve Kasım 1918’deki siyasî devrimi toplumsal bir devrime dönüştürmek isteyenlere karşı cephe aldı. Parlamenter cumhuriyetin kesintisiz bir ilerleme yolu açtığını savundu. Savaştan sonra 1919’da ekonomi ve maliyeyle ilgili devlet bakanı olarak görev yaptı.
Sonunda sosyal demokrasi, Bernstein’in 20 yıldır özlemini çektiği büyük bir reformcu halk hareketi durumuna geldi. Artık partinin saygın bir yol göstericisi olan Bernstein, sosyal demokrat programın büyük bölümünün fikir babalığını yaptı. Alman halkını 1917 Rus örneğinden caydırmakta önemli rol oynayan Bernstein, 1922 İtalyan faşist modelinin Almanya’ya sıçramamasını önleyemedi. Nazilerin kanlı saldırılarını, dengesiz kafaların düşüncesiz davranışları olarak değerlendirdi; Nasyonal Sosyalizm’in özünü kavrayamadı ve Nazilerin iktidarı ele geçirmelerini önlemekte çaresiz kaldı. Bernstein’in ölümünün üzerinden daha altı ay geçmeden, tüm umutlarını bağladığı demokratik devlet, kapılarını Adolf Hitler’in diktatörlüğüne açtı (AB) . Herşeye rağmen az da safdil değilmiş, Bernstein.
– (79) ibd . , S.149-150 .
– (80) ibd., S. 155-159.