Halk uygulamasında gebeliği önleme yöntemlerini daha önce irdelemiştik. Bu kez, bu konuyu, daha geniş tarihî ve sosyo-ekonomik açıdan ele alacağız.
İnsanoğlunu, başta kadınlar olmak üzere, en çak meşgul etmiş olan “sosyo-ekonomik” konu doğum kontrolü; şimdiki dille nüfus planlaması olmuş. Bu bapta, kapsamlı bir araştırmayı özetlemeye girişmeden önce, elimize geçen bazı perakende bilgileri vereceğiz.
XV.-XVI. yy.larda, “akir kârha” otu kullanılıyormuş. Eski kadınlar, kırlardan toplarlarmış bu otu, akşamın keyfi” için. Günümüzde adı bile bilinmeyen bu ot, o zamanlar bol bulunurmuş. Bu meçhul otun iki dirhemi, beş dirhem tekesakalı otuyla havanda ufalanıp on altı dirhem sirkeyle dolu bir çömleğe konup iyice kaynatılırmış. Suyu gidince ilâç hazır demekmiş…
Eski tıp kitapları, iki yolla kullanıldığını yazıyor, sirkeli tekesakalı otunun. Erkeğe hitap ediyor: “Çömlek, ateşin üzerindeyken avratı yanına getirip buharını malûm yere tüttüresin” diyorlar… Ama bunun garantisi az. “Bir eski bez parçasını tam soğumamış sıvıya bulayıp yine malum yere sürersen, avrat hamile mamile kalmaz… Münasebetten muhakkak bir saat önce sürmek lâzımdır” deyip sirkenin başta biraz yakacağını da hatırlatıyorlar…
Bundan başka, yüzyıl öncesinin tababeti, şapta dinlendirilmiş süngeri öneriyor. Orta parmak kalınlığında kesilmiş süngerler, birkaç gün sulandırılmış şapta bekletilerek, “pek hususi” bir ilâca bulanacak, ucuna bir de kordon bağlanıp “tatbik” edilecek. Söz konusu “pek hususî” ilâç da kinin sülfat ağırlıklı sitrik asit (limon asidi), asit borik ve kakao yağ karışımı…[1]
Selçuk Üniversitesi arkeoloji bölümü öğretim üyesi Mustafa Şahin, Antikçağda Libya kıyılarında yetiştirilen “silphion dev dereotu” bitkisinin doğum kontrolüyle ilgili olarak kullanıldığını öne sürüyor. Silphion, M.Ö. 630’larda Libya’da Bingazi yakınlarında Kyrene’de yetiştirilmiş. (Kyrene, Sirehayka’nın başlıca kenti olup M.Ö. 631’de kurulmuş. Yani mezkûr ot, daha öncesinden itibaren yerli halk tarafından biliniyormuş. Coğrafî durumu ve toprağının zenginliği sayesinde Atina’ya buğday, şarap, meyve ve öz suyuna karıştırılarak çok aranan bir ilâcın elde edildiği Siphion satılırdı (BL).
Bu bitki, Kyrene’de basılan sikkeler üzerinde de kullanılmış. Plinius ve Theophrastus’un verdikleri bilgilere göre, bitkinin kalın ve büyük bir kökü, uzun bir gövdesi, kerevize benzeyen yapraklan varmış. Bu bitkinin doğum kontrolü ile ilgisinin varlığı çeşitli kaynaklardan izlendiği gibi Theophrastus, Kyrene sakinlerinin silphionundan elde edilen bazı bitkisel karışımlar bulduklarından ve bunu doğum kontrolünde kullandıklarından söz etmiş…[2]
***
İslâm’ın doğum kontrolü konusundaki tavrı, dinî-siyasî tartışmalara yol açmış. İçtihatlara göre, farklı görüşler ileri sürülmüş.
Kur’an nazarında evlilik insanın tabiî halidir: “İçinizde evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden nikâha lâyık olanları evlendirin. Onlar fakir iseler Hak Teâlâ onları kereminden zengin kılar…” (XXIV/32) Bunun sonucu olarak Müslüman toplumlar az çok tümden “evli toplumlar” olup “bekârlık”, nadir bir olgu halinde kalıyor.
Katolik Kilise’sinin daimî görüşüyle tezat halinde olarak İslâm’da evliliğin temel amacı sadece tevlit (üretme) olmayıp aynı zamanda ruhî ve bedenî ihtiyaçların tatmini olmuştur. Bunun anlamı, cinsî münasebetin, üremenin kendisinden bağımsız olarak bir müspet değeri bulunduğudur. Cinsiyet sorununa açık olan İslâm, kesinlikle gebelikten korunma yöntemlerinin tartışması ve tasvibini teşvik etmiş. İslâm hukukunda bu tartışmalar öncelikle tarihî olarak insanların bildikleri en mutat gebeliği önleme yöntemi olan (yarıda) “kesilmiş cima” (coitus interruptus) ile ilgili olmuş.
Doğum kontrolü sorununa Kur’an’da yanıt bulunmaması dolayısıyla fakihler, çoğu bunu mubah gören birçok Hadis’e dayanarak “geri çekme”nin “azl” tasvibini ispatlamışlar. Azl’ın ahlâkî hoşgörüsü kıyas yoluyla bunu genişletip sair yöntemleri, ezcümle tamponlar, dölyolu arası süpozituarlar, bitkisel içilecekler ve nihayet sihir’i de kapsayan hale getirmiş.
***
Eski dünyada aileler nispeten küçüktü ve bunun çeşitli nedenleri vardı. Hayat kısa olup doğuştan itibaren yirmi ya da otuz yılı geçmiyordu.
Yunanistan’da iskeletler üzerinde yapılan tetkikler sonucu çocuklukta kurtulanlardan, erkeklerde ortalama 45,0, kadınlarda ortalama 36,2 yaşıyordu. Bu rakamlar dahi fazla yüksek gibi görünüyor. Doğum ve ölüm oranları yılda, nüfusun binde otuz beşi ile ellisi arasında oynuyordu. İyi zamanlarda ancak çok az bir nüfus artışı beklenebiliyordu; kötü zamanlarda ise savaş ve kıtlık afetleri aralıklı olarak kuşakların tümünü süpürüyordu.
Evlilik herkes tarafından katıksız bir zevk olarak görülmüyordu. Birçok erkek evlenmemeyi yeğliyordu; düğün yapanlar da az çocuk tevlit ediyordu. Kızların erken evlenme yaşı (on dört ile on yedi arasında) dikkate alındığında, beş ilâ altı doğum mümkün olurdu. Ama ortalama olarak yaklaşık dört çocuk doğuyor ve bunlardan sadece iki ilâ üçü yaşıyordu. Bu denli düşük sayının izahı birçok nedene dayanıyordu. Hattâ evliler arasında bile kamu hoşgörüsü ve Grek dünyasında erkek homoseksüelliğinin övülmesi, tevlidi sınırlamada rol oynamış olmalıydı. Girit’te, Aristo’ya göre eşcinsellik, bir nüfus kontrolü taktiği olarak, resmen destekleniyordu.[3]
Sparta’da ise durum farklıydı. Devlet, bekârlığı cezalandırıyor ve çocuk yapmayı ödüllendiriyordu. Üçüncü erkek çocuğunun sahibi kişi askerlikten, dördüncüsününki de vergiden bağışık tutuluyordu.[4]
Hippokratik teoriye göre tohum, iki tarafın da bedeninin her yanından sevk ediliyordu. Yavrunun cinsiyeti ve onun ana babadan birine benzemesi, işe dâhil olan tohum miktar ve niteliğine bağlanıyor. Ama işleri karıştırmak için Rejimler üzerine‘nin müellifi, çocuğun kuvvetli ya da zayıf oluşunun (ve muhtemelen cinsiyetinin de), rahmin çevresinde peşinen saptandığını ve bunda sıcak ve kurunun erkeğe, soğuk ve ıslağın kadına bağlı olduğunu iddia ediyor. Eserlerin hepsi, en azından kadının da esasta iştiraki hususunda müttefiktiler.
Kadın da, erkek gibi, tohum ürettiğine göre Hippokratik teori, gebeliğin sağlanması için her ikisinin de zevk almasının gerektiğini savunuyor. Her ne kadar Grekler üremede kadının rolünün izahı hususunda farklı görüşlerde idiyseler de ne Hippokrat’ın, ne de Aristo’nun halefleri, bu işte herhangi bir doğaüstü müdahale kavramına iltifat etmiyorlar. Cima, genelde tohum ekmeye; orgazm, alev üzerine dökülen şarabın alev almasına; menilerin karışması balmumu ile yağın birlikte eritilmesine; hamilelik sütün kesilmesine; rahim bir fırına, ceninin etrafından hâsıl olan zar, ekmek üzerinde katılaşan kabuğa ya da kaynayan bir sıvının üzerinde hâsıl olan köpüğe; göbek bağı bir sâka; ceninin gelişmesi bitkilerin büyümesine ve doğum da, olgun meyvenin düşmesine teşbih ediliyordu. İşbu dünyevî mecazları (metaforları), ev halkı kadınları üretiyorlardı. Bunlar, üremenin bir sır olmadığını belirtiyorlar.
Yazılı belgeler, üreme biliminin öncelikle hamileliği sağlamaya dönük olduğunu gösteriyorlar. Tıbbî kaynaklar, gebeliği önleyicilerden çok kısırlığın tedavisine yönelik çok sayıda yazılı belge bırakmışlar: Kısırlık, yaygın olarak korku yaratmış. Kısır kadın, boşanmak tehlikesi içinde olmuş.[5]
Greklerin üremeyi etkileyebilme imkânı inancı bağlamında bunların velûtluk kontrolü üzerindeki görüşleri daha iyi anlaşılır. Gerçekten, gebe kalmayı önleyici tedbirlere dair belgelerin çoğu, kısırlık sorununun tartışmalarında bulunuyor. Çok kişi, bunun çıkışını, bir sikkenin iki tarafı olarak görüyordu.[6]
Eğer penisi geri çekme bir “eril” önleme tedbiri olarak sınıflandırılıyorsa, tıkayıcı peser, tampon ve şurup kullanımı da “dişil” şekli olarak görülmüş ve gebeliği önleme tedbirleri, aslında kadının işi olmuş.
Grekler, birçok bitkisel şurubun gebeliği önleyici etkisine sahip olduklarına inanmışlar. Dioscorides’in De materia medica‘sı, Theophrastus’un (M.Ö. yakl. 300) daha önceki bitkilere dair bildiklerine ek olarak birçok kısırlaştırıcı reçeteyi sıralıyor: Akdiken (mayısçiçeği), sarmaşık, kavak ve söğüt yaprak ya da kabukları. Penis üzerine konmuş ya da fercin içine yerleştirilmiş ardıç meyvesinin de, belli bir süre içip kısırlık tevlit ettiğine inanılmış. Hippokratik eserler arasında göz taşı’na (bakır sülfat) dair bir tilmizin yazdığına göre “gebe kalmak istemeyen bir kadın, su içinde bir fasulye tanesi kadar göztaşı eritip içse, bir yıl gebe kalmaz”mış… (eğer zehirlenmezse!…).
Şuruplar, çeşitli gebeliğe set çekici yöntemlerle takviye ediliyorlardı. Dioscorides, üreme organlarını sedir sakızı ile yağlayıp, rahme şap sürülmesini öneriyor. Bu maddeler bugün etkin olarak görülebiliyor şöyle ki bunlar spermayı durduramıyorlar. Ama Aristo bunu Historia Animalium’unda “rahmin içine tohumun düştüğü yeri sedir yağı ile yağlayarak, ya da zeytinyağı katılmış kurşun ya da günlük ile yağlayarak” diye izah ediyor.
Dioscorides, cimadan önce kullanılan bir nane ve bal süpozituarı ile bundan sonra bir biberli peseri zikrediyor. Hippokratik teoriye göre bu süpozituarlar, bir engel oluşturduklarından değil, rahmi kuruttuklarına göre etkin oluyorlar. Birçok Mısır papirüsü, bal, zamk, akasya ve timsah dışkısından söz ediyor; bu reçeteleri Araplar kullanmışlar.
Yunanlı kadınlar, aybaşı aralıklarını kullanma yöntemlerine yönelmişlerse de, bundan fazla sonuç almamışlar; inançlarına göre gebelik, aybaşından hemen önce ve de sonra vaki oluyordu.[7]
Ebers Papirüsü, âdetleri tanzim edip doğurmayı hızlandıracak duş tarifnameleri içeriyor. Düşürmek için de hurmalar, soğanlar ve balda ezilmiş ayı pençesi (acanthus) meyvesinden yapılan bir peser, bir bez üzerine püskürtülüyor ve fercin üzerine tatbik ediliyor. Dioscorides’in herbal (bitkiler dizini)’inde âdeti teşvik edici ilâçlar bulunuyor. Dizinde, tampon olarak kullanılan ak asma, anagyris (?) şurubu, pelesenk ve kakule tütsüsü, gentiana (kökünden kuvvet ilâcı yapılan bitki) kökü kâzip vanilya yapraklarından tampon, suda yumuşatılmış kızıl boya kökü, dölyoluna (vajina) acı bakla haşlaması, şerbet ve peser halinde beyaz ve kara çöpleme, güherçile çubukları, kaynatılmış Girit kekiği, çeşitli şakayik, sedef otu, çöven, çoban çantası (capsella Bursa – pastoris), pelinotu (apsent), edderwort (?) ve Yunan siklameni karışımları bulunuyor. Yabani sedef otunu, birçokları hem meniyi pıhtılaştırıcı, hem de yolunu şaşırtıcı olarak biliyor. Hippokratik külliyat, Girit kavağı, kurbağa, yabani hıyar ve chalbane (?)ın çocuk düşürtücü güçlerine dair birçok atıfları içeriyor.[8]
Romalı tabipler, hem erkeklerin, hem de kadınların tohum ürettikleri inancı babında Hippokrat’ı takip etme eğiliminde olmuşlar. Lâtin cinsî lügatçesi, erkeğin “toprağı sürmesi” ve kadının da “öğütücü değirmen ya da değirmen taşı”na teşbih edilmesi babında birçok tarımsal kıyaslama içeriyor. Her iki cinsiyet de faal rol oynar olarak kabul ediliyor. Oribasius ile Galenos, kadınların ne zaman gebe kaldıklarını bildiklerini iddia ediyorlar. Büyük Plinius ile Lucretius, bazı kısırlıkları uygunsuzluğa atfediyorlar. Soranos ve Galenos gibi bunlar da kadının zevk almasının tevlidin şartı olarak görüyorlar. Soranos’a göre döl yatağı, cima arzusuyla genleşip tohumu ithal ediyor.
İktidarsızlık durumunda tabipler nergis kökü, nohut, çam fıstığı, anason ya da ısırgan otu yiyip biber, roka ve safran şurupları içmeyi öneriyorlar. Büyük Plinius, timsah ayağı, mürrisâfî, roka, biber, kısrak teri ve kurutulmuş at yumurtalarının afrodizyak olarak etki yaptığına, ökse otu kadınların gebe kalmalarına yardımcı olduğuna, devedikeni usaresine dayalı içeceklerin çocuğun erkek olmasını sağladığına dair halk inancını kaydediyor.[9]
Romalıların, Grekler gibi, bitkisel gebelik önleyicilere başvurdukları kaydediliyor. Büyük Plinius, Homeros’un söğüt’ü “meyve kaybeden” diye tesmiye ettiğini yazıyor, şöyle ki söğüt, tohumlarını erken döküyor. “Bu nedenle” diye devam ediyor Plinius, “ilâç olarak alınan söğüt tohumu kadında kısırlık yapar”. Öküz idrarı ile karıştırılan ak asma, iktidarsızlık yapardı. Soranus, şarap, sedefotu, sarı şebboy tohumu, mersin, mürrisâfî ve beyaz biber kullanımını betimliyor. Dioscorides, gebeliği önleyici niteliği haiz dokuz bitkiyi sıralıyor.
Romalı kadınlar keza doğum kontrolü için çeşitli engel yöntemleri kullanmışlar. Büyük Plinius, sediri anlatırken “dedikodu bir mucize kaydediyor: Bununla cimadan önce penisin her tarafı ovulursa, gebeliği önler” diyor. Muhtemelen o, Dioscorides gibi, sedir sakızını ima ediyor. Bu sonuncusu peserler ve nane, sedir sakızı, şapın bal ile karıştırılarak elde edilen yapışkan maddeler için reçeteler veriyor. Oribasius ile Amida’lı (Diyarbakırlı) Aetius da, esas itibarıyla, aynı şeyleri söylüyorlar.
Bu tür tıkaçlar mutat olarak bal, zeytinyağı, kurşun tozu veya şap gibi lüzucetli (yapışkan) maddeye doldurulmuş bir yün parçasından ibaret oluyordu.
Romalılar, duşları kullanmış olarak görünüyorlar. Soranus, bir şap ile şarap karışımından söz ediyor. Şair Martial, deniz suyunun meni öldürücü olduğu iddiasında. Oridius, coitus interruptus‘un (geri çekmenin) erkeklere olduğu kadar soğuk suyun kadınları o denli önemli olduğunu hatırlatıyor. Caetius Aurelianus da, bir tuzlu su ile sirke karışımını tavsiye ediyor. İşin dikkate değer tarafı, benzer sirke veya limon suyu eriyiklerinin, XX. yy.ın başında doğum kontrolünde etkin olduklarının kabul edilmiş olmasıdır (biz, 50’li yıllarda, İstanbul hanımlarının buna başvurduklarını duymuştuk).
Romalı kadınların çoğu, cenini tahrip etmektense gebe kalmamanın daha uygun olduğu düşüncesinde idiler. Ama gebeliği önleme tedbirlerinin işe yaramaması halinde, düşürme yoluna gidiyorlardı.
Soranus’un dediğine göre, çeşitli bitkisel maddeler, sadece gebeliği önlemiyor, aynı zamanda mevcut olanı da tahrip ediyor. Büyük Plinius, öğütülmüş çamın düşüğü mucip olduğunu, aynı işi bir çeşit eğrelti otu şerbetinin de gördüğünü ifade ediyor. Herbalist Dioscorides, çocuk düşürücü niteliğini haiz yirmi beşten çok bitki betimliyor.
Ve daha niceleri…
***
Konuyu ülkemizde güncel durumu yansıtan bir gazete haberiyle (Cumhuriyet, 03.10.1984) kapatıyoruz.
“Yaklaşık 10 aydır kürtajın yasa ile serbestleştirilmesine karşın, özellikle Anadolu’da kadınların hâlâ istemedikleri çocuklar için geleneksel düşük yöntemlerine başvurdukları belirtildi.”
“Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları… Başkanı Prof. Dr. Şakir Pelin ‘… Birçok merkezde kürtaj için poliklinikler oluşturulduğunu hatırlatarak “ne yazık ki bu polikliniklerden habersiz olan ve zamanında başvurmayan kadınlar, bir süre sonra rahminde tavuk tüyü, sabun ve benzeri yabancı cisimler olduğu halde hastanemize getiriliyorlar. Birçoğu henüz gencecik olan kadınlardan bir bölümünü, bütün gayretlerimize karşın kurtaramıyoruz’ şeklinde konuştu…”
Evet, bunun bunlar, hâlâ Türkiye’mizin bir acı gerçeği.
[1] Murat Bardakçı – Spiralin atası, sirkeli teke sakalı, in Hürriyet SHOW, 10.10.1993
[2] Mustafa şahin – Antik çağda doğum kontrol hapı, in (Cumhuriyet) BİLİM TEKNİK 642. 10.07.1999
[3] Angus McLaren – A. History of contraception, from antiquity to the present day, Oxford 1990, s.13
[4] ibd. s.18
[5] ibd. s.22-23
[6] ibd. s.25
[7] ibd. s.27
[8] ibd. s.29
[9] ibd. s.59-50