Kültür Eserleri > > Çocuk Hekimliği Tarihi

Çocuk Hekimliği Tarihi

Çocuk hekimliği ile ilgili ilk bilgiler Mısırlılardan kalmadır. Ebers papirüsünün elli bölümünden biri çocuk hekimliği ile ilgilidir ve buna “Anne ve Çocuğun Papirüsü”denir.

Kökleri M.Ö. 1500’lere kadar uzanan, eski Hint uygarlığının en büyük iki tıp kitabından biri olan “Ayur–Veda”nın bir bölümü çocuk sağlığı ve hastalıkları ile ilgilidir. Bu kitapta anne sütünün önemi, bazı çocuk hastalıkları, bulaşıcı hastalıklar sırası, bulaşıcı hastalıklar sırasında karantinanın önemi ve özel bir çeşit çiçek aşısı anlatılmaktadır.

Bilimsel tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 460–370) çocuk hastalıkları konusunda da çeşitli bilgiler vermiştir. Kabakulağın orşit yapabileceğini, idrar tutamamanın nedenlerinden birisinin de bel kemiği hastalıkları olduğunu, bademcikler üzerinde irinli zarlar ve yutma güçlükleri ile giden ölümcül bir hastalığın (difteri) olduğunu, diş çıkarken ishal ve havale olabileceğini, anne sütünün bebek için en doğal besin olduğunu belirtmiştir.

İmparator Trayan ve Adrianus zamanında Roma’da yaşayan jinekolog Soranus’un ebelere yardımcı olmak için yazdığı, çocuk bakımı ile ilgili 23 bölümlük eser, sonraki yüzyıllarda bile hekimlere rehber olmuştur.

Bergamalı büyük tıp bilgini Galen (M.S. 130–200) de çocuk hekimliği konusunda Hipokrat ve Soranus’un etkisinde kalmıştır.

Ortaçağ boyunca kilisenin ezici baskıları nedeniyle tamamen duran bilimsel çalışmalar, İslâm tıbbı ile yeni bir anlam kazanmaya başlamıştır. Klasik Yunan tıbbı, İslâmiyet ile gelişmiş ve İslâm tıp bilginlerinin kitapları altı yüz yıl tüm dünyada temel ders kitapları olarak okutulmuştur. İslâm hekimleri arasında çocuk sağlığı ve hastalıkları ile en çok ilgilenenler Razi ve İbn-i Sînâ’dır. Razi’nin Avrupa’da Practica Puerorum adıyla bilinen eseri XII ilâ XVI. yy.lar arasında basılmış olan yirmi kadar kitap için en önemli kaynak olmuştur.

Çocuk hastalıklarında Mitolojik ve Folklorik Tıp

Çocuk hastalıklarında mitolojik ve folklorik tıbbın incelenmesi, Türk Çocuk Hekimliği Tarihi açısından önemlidir. Çünkü daha önce belirtildiği gibi, İslâmiyet öncesi Türk Çocuk Hekimliği konusunda yeterli bilgi yoktur. Türk mitolojisinin çocukla ilgili bölümlerinin ve günümüzde halk arasında âdetler ve gelenekler biçiminde yaşayan folklorik tıbbın incelenmesiyle bu konuda az da olsa bir fikir elde edilebilir.

Türk mitolojisinde çocuk bakımı

Yakut Türklerinin Güzellik Tanrıçası Ayzıt, aynı zamanda sağlık Tanrıçasıdır. Ayzıt dağınık yaşam unsurlarını toplayıp, birleştirerek “kut” yapar, bunu ana karnındaki çocuğa üfler, böylece çocuğa can verirmiş. Ayzıt gebe kadınları korurmuş. Bu nedenle gebe kadınlar doğum zamanı yaklaştığında, evlerini ve çevrelerini çok temiz tutmaya çalışırlar, komşu çocuklarına ve hayvan yavrularına karşı şefkat gösterirler ve onları doyururlarmış. Ayzıt, bir kadın doğuracağı zaman tarla, çiçek ve yemiş perilerini yanına alarak, onun yanına gider ve üç gün üç gece ona hizmet edermiş. Bunun yanında “Süt Gölü”nden getirdiği damlayı çocuğun ağzına damlatırmış ve bu damla da çocuğun ruhu olurmuş.

Altaylı Türklerde ise Ayzıt’ın görevini Tanrı Ülgen’in yakınlarından olan Tanrıça Yayık yapardı (Bugün Anadolu’da sütten yağ çıkarmak için kullanılan tahta varillere yayık denir). Ayrıca çocukları ve hayvan yavrularını koruyan Umay ismindeki bir Tanrıçaya inanılırdı.

Çocuk hastalıklarında folklorik tıp:

Ülkemizde halkın çocuk hastalıklarının nedenleri konusunda bildikleri, çeşitli inanışlara bağlıdır. Bunlardan en önemlilerini şöyle özetleyebiliriz:

1 – Vücutta soğuk–sıcak dengesinin bozulması: Burada belirtilen soğuk ve sıcak fiziksel anlamda değildir, halkın verdiği anlamdadır. Ancak bazıları üşütme gibi fiziksel bir nedene bağlı olarak da ortaya çıkabilirler. Vücutta üşütme ile (soğukluk) ortaya çıkan hastalıklar: nezle, grip, bronşit, zatüre, sıtma; ateşlenme ile (sıcaklık) ortaya çıkan hastalıklar: tifo, dizanteri, romatizma, gebelik, lohusalık gibi hastalıklardır. Ancak bir hastalığın sıcak veya soğukla ilgisi yöreden yöreye değişmektedir.

Bu hastalıkların tedavilerinde de amaç vücutta bozulmuş olan sıcak – soğuk dengesinin yeniden düzeltilmesidir. Soğukla ilgili hastalıklarda “ısıtmak”, sıcakla ilgili hastalıklarda “serinletmek” tedavinin temel ilkesidir. Soğukla ilgili hastalıklarda, soğukluğu artırıcı şeyler yapılmaz; örneğin, soğuk su içilmez, tersine hasta sıcak tutulur, terletilir, sıcak şeyler içirilir (çay, ıhlamur, çorba gibi), yatağa sıcak tuğla konup ısıtılır, hastaya yakı yapılır, sırta kupa çekilir. Ateşli hastalıklarda da “harareti almak” için ayran gibi şeyler içirilir. Bazı yerlerde sıcakla ilgili hastalıklar için baharatlar (karabiber, tarçın,… vb.), nane, zeytinyağı gibi şeyler kullanılır.

Soğukla ilgili bir hastalıkta, ateş yükselse bile sıcak hastalık olarak kabul edilmez. Bu nedenle zatüre olup, ateşi yükselen bir çocuk, ateşe bağlı havale geçirse bile üzeri örtülüp sıcak tutmaya çalışılır.

2 – Beden sıvıları arasındaki dengenin bozulması: Kaynağı çok eskilere dayanan bu inanç da halk arasında yaşamaktadır. Kan, salya, idrar ve meni arasında birtakım ilişkiler kurulmaya çalışılmış, çeşitli hastalıkların ortaya çıkışları, bu sıvılar arasındaki dengenin bozulmasına bağlanmıştır. Örneğin: kan kaybı veya kansızlık ile meni azalması arasında doğrudan bir ilişki olduğuna inanıldığından, bazı ana – babalar çocukları için bile kan vermek gerektiğinde isteksiz davranırlar, para ile başkasının kanını almayı yeğlerler. Şişmanlık, kaşıntı, basur gibi hastalıklar, bahar mevsimindeki halsizlikler kanın pislenmesine bağlanır. Bu pis kanın alınması için sülük ya da hacamat gibi yöntemlere başvurulur.

Tükürükte iyileştirici özellikler olduğuna inanılır. Bazı göz hastalıkları, göze tükürülerek tedaviye çalışılır. Tükürükte aynı zamanda büyüden koruyucu bir özellik olduğuna inanıldığından kötülüklerden, cinlerden, büyülerden korumak için “tü… tü… tü…” denir. Sarılıklı hastaya kendi idrarından bir parça içirilir. Gece altına işeyen çocuklara da, ceza olarak kendi idrarı içirilir.

3 – Büyü: Bir insanın diğerine sihir yoluyla zarar vermesine büyü denir. Büyü kelimesinin kökeni, eski Türkçedeki bilgelik anlamına gelen Bükü, Büğü, Böğü, Boğu sözcükleridir. Cincilerin yaptıkları büyüler dışında en önemli büyü, “nazar değmesi”dir. Kötü nazarlı kişilerin güzel çocukları, genç kızları hasta ettiğine inanılır. Kötü nazarlı kişiler genellikle sarı saçlı ve mavi gözlüdürler. Bu kötü etkilerden korunmak için “mavi boncuk”, “nazar boncuğu” takılır, “mavi takke” giydirilir, “muska” takılır.

Nazar değmesinin genellikle birden ortaya çıkan baş ağrısı, üşütme, bulantı, kusma, düşüp bir yerini kırma gibi hastalıklara neden olduğuna inanılır.

4 – Cin çarpması: Bunlar arasında en bilineni ‘al basması’dır. Al karısı denen kötü bir cinin, lohusalar ve yeni doğan bebeklerde ölümcül ateşli hastalıklara neden olduğuna inanılır (Geniş bilgi için aşağıya bakınız).

5 – Korkma: Korkma ya da korkutulma olayından cinler sorumlu tutulur. Sara, cin çarpması, bayılma, cinnet geçirme, havale, uykusuzluk, sinirlilik, çocuk düşürme gibi hastalıklar “korkma”ya bağlanır. Cinlerin erkek ya da dişi olduklarına, erkek cinlerin kadınlara, kadın cinlerin erkeklere “musallat” olarak hastalıklara neden olduklarına inanılır.

6 – Günah işleme: Dinin haram olarak yasakladığı şeylerden yapılmasının hastalıklara neden olduğuna inanılır. Ülkemizde İslâmiyet’in belirttiği haramların dışında, İslâmiyet’ten önceki Türk dini olan Şamanizm’in yasakları da yaşamaktadır. Örneğin ateş, eşik, geceleri ağaç diplerinde ruhlar bulunduğuna inanıldığından, buralara işenmesinin “çarpılma” denen felçlere ve bayılmalara yol açtığına inanılır.

Halk arasında yaşayan çocuk sağlığı ve hastalıkları ile ilgili bazı ilginç örnekler şunlardır:

Ağaç dikme: Bebek doğduğunda bir ağaç dikilir ve ağaç gibi uzun ömürlü olması dilenir. Çocuk büyüdüğünde bu ağacı satarak kendisine sermaye veya çeyiz yapar.

Ağız olmak (Pamukçuk): Monilyazis.

Ak perde (Boz perde, göze perde inmesi): Katarakt.

Al basması (Kırk basması, gelincik, karıştı, alacama, cin uğrağı, ağırlık çökme): Lohusa ile yeni doğan bebeğin doğumdan sonraki ilk kırk gün içindeki ateşli hastalıklarına denir (puerperal sepsis ve neonatal sepsis). Hastalığın nedeni al karısı (al anası, al kızı) denen kötü bir ruhtur. Bu inancın kaynağı Şamanizm’deki al ruh’tur. Bundan korunmak için bir takım yöntemlere başvurulur. Örneğin; lohusa ile bebeğine kırmızı kurdele bağlanmış anahtar veya altın takılır. Bu hastalıktan korunmak için kırk gün dışarı çıkmamak gereklidir. Ayrıca kırklama denilen bir yıkanma töreni yapılır. Al basanı tedavi etmek için “alıcı” veya “ocaklı” denen kişilere götürülmesi gerekir. Çünkü al karısı bunlara kötülük edemez. Ayrıca bu ruh demir sesinden korktuğu için hastanın yanında silah atılır, demirler birbirlerine vurulur.

Arpacık: Hordeolum

Aya bakma: Bir kaç aylık çocuğun aya bakarsa ölümcül bir hastalığa yakalanacağına inanılır.

Ayak kösteği: Yürümeyen ya da yürümesi geciken çocuklar cuma günü camiye götürülerek ayaklarını birbirine bağlayan ip dua okunarak kesilir. Bunun dışında oynak yerleri yumurta akı ve balla ovulur, kaynatılmış kemik suyu içirilir, kemikle tartılır, güneş altında oturtulur.

Aydaş: Aynı ay içinde doğan çocuklardan biri hastalıklı ise “aydaş olmuş” denir. Bazı yerlerde böyle bir durumda “aydaş kaynatma” âdeti vardır. Bunda çocuk bir kazan içine konup, kaynatılıyormuş gibi yapılır.

Belen (Havale): Konvülsiyon.

Bebek yıkanmaz: Bazı yörelerde bebekler 6 – 12 ay yıkanmaz.

Boga (Gurdul): Guatr. Boğaza bir küçük torba içinde kurban dişi asılır. Çocuk 15 gün keçi eti, ıspanak ve balık yemez.

Boğmaca (Kara öksürük, boğulgan öksürük, öğürgen öksürük, kukucak öksürüğü): Çocuğu boğmacadan korumak ya da boğmacanın hafif geçmesini sağlama için “cuma halkası” yapılır. Cuma günü sela ile ezan arasında bir demirciye üzerinde dua yazılı olan küçük bir demir halka yaptırılıp çocuğun boynuna asılır. Bazı yerlerde boğmaca, sümüklü böcek üzerine şeker konup çocuğa yedirilir. Bazı yerlerde de “Mered sandığı” denen sandık içine çocuk konarak boğmaca sandık içine kapatılmaya çalışılır. Boğmacada kırlangıç veya horoz ibiği kanı, eşek veya inek sütü içirenler de vardır.

Çuvallık: Diş çıkarmanın ishal yapacağına ve bir dişin iki çuval kaka ile çıkacağına inanılır. Bu nedenle diş çıkarken ishali olan bebeğe çuvallık oldu denir. Diş çıkarken çocuk yeteri kadar kaka yapamazsa, hem diş çürük olur, hem de çocuk hasta olur.

Çürük süt: Emziren kadın yeniden gebe kalırsa, sütünün bozulduğuna inanılır.

Dalak kesme: Dalak büyümelerinde hoca dua ederken, bıçakla büyümüş olan dalağı kesiyormuş gibi yapar.

Dışarda kalma: Kırkı çıkmamış bebeklerin kendileri ya da bezleri geceleri dışarda kalırsa, cin çarparak hastalanacaklarına inanılır.

Dil bağı (Dil kösteği): Konuşmayan çocukların dil altındaki bağ (frenilum lingula) kesilir. Çocuk ahıra konup “hayvan ise mele, insan ise söyle gel” denir. Çocuğa kuş, koyun veya eşeğin içtiği sudan içirilir, kuzu veya kuş dili yedirilir.

Diş çıkarma: Diş çıkaran çocuğa üç gün sabah ezanından sonra, içine köpek dişi batırılmış bal şerbeti içirilir, muska takılır.

Diş hediği (Diş buğdayı): Çocuk diş çıkarmaya başlayınca buğday, mısır, nohut, fasulye karıştırılarak bir tatlı yapılır ve bu komşulara dağıtılır.

Dolama: Panaris.

Dolluk: İnfantil egzema. Çocuğun bileğine kırmızı ve yeşil iki iplik bağlanır.

Emmeme: Çocuk ve anne cinlerinin geçimsizliklerine bağlanır. Önlemek için muskalar takılır.

Gece yanığı: Bebeklerde yüzde görülen sulu kabarcıklara denir.

Gelincik: Karnı şişen çocuklara “gelincik olmuş” denir. Çeşitli merhemler veya yeni kesilmiş tavuk kanı karın üzerine sürülür.

Germece (Germencik): Gaz ağrısına (meteorizm) denir.

Göz nezlesi (Göz çapağı): Konjonktivit.

Hacamat: Zatüre gibi hastalıklarda uygulanan ve pis kanın deri üzerinden kupa çekilerek veya bıçakla kesilerek toplanmasına denir.

Hıdırellez eğrisi: Doğuştan olan sakatlıklara denir. Annenin babanın hıdırellez günü ağaç kesmiş, dal kırmış veya hayvan öldürmüş olmasına bağlanır.

İçi gitmek (İç kesilmesi, ishal olmak, sürgün, ötürük, ötrük, ötürme,…).

İt dirseği (Arpacık, gelincik çıkarma): Hordeolum. Çocuğun gözüne ekmek parçası konur. Köpek bunu yemeye çalışırken arpacığı da yalar.

Kabakulak (Tulum kabası olmak): Tencere karası veya domuz dişi şiş olan yere sürülür.

Kara sakız yakısı: İncinen yerlere ve bazı yerlerde hasta çocuğun başına sürülür.

Kara su: Glokom.

Kazıklı humma: Tetanoz.

Kesme: Hırıltılı veya hasta çocukların boğazları dua okurken kesiliyormuş gibi yapılır. Bazen bu sırada ip ya da bez kesilir.

Kırık–Çıkık: Sınıkçıya götürülür. Yumurta beyazı ve sabunla sarılır.

Kızamık: Herkesin kızamık geçirmesi nedeniyle kızamığa tanrısal bir hastalıkmış gibi bakılır. “Yaşarken çıkaramazsa, mezarda çıkarır” denir. Kızamıklı çocuk sıcak tutulur, kırmızı renkte şeker yedirilir veya şerbet içirilir, üzerine kırmızı örtü örtülür, odada kırmızı eşya bulundurulur. Kızamık dışarı vuramazsa daha ağır seyreder, “karamuk” olur. Kızamık geçtikten sonra çıkan çıbanlara “kızamık tepmesi” denir.

Kulak akıntısı: Bunun için anne sütünü, bebeğinin kulağına damlatır, üç-beş günde düzelme olmazsa, bu kez anne sidiği damlatılır. Burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve gözlerdeki çapaklanmalar için de aynı şeyler yapılır.

Kurdeşen: Ürtiker.

Kurbağacık: Yaz aylarında görülen yeşil ishale denir. Karın üzerine çeşitli yakılar konur.

Kusma: Dua edilir, üflenmiş şerbet damlatılır, annenin memesine dua yazılır.

Kuşpalazı: Difteri.

Nasip torbası: Toprak yiyen çocuklara, bu huylarından vaz geçirmek için içlerine toprak konup, elbiselerinin sırtına dikilen torbalardır.

Melek ibriği: Bebeklere meleklerin süt verdiği için, ek su verilmemesi gerektiğine inanılır.

Orak vurması: Yazın, orak mevsiminde tarlada, ağaç altında yalnız bırakılan çocuğu güneş çarpıp, ishal olmaması için her iki ayak bileğine kırmızı iplik bağlanır.

Ömür kilidi: Kardeşleri ölmüş bebeklere yaşamaları için takılan bu kilitler, yedi yaşına kadar hiç çıkarılmaz.

Pişik: Diaper rush.

Sarılık–yenidoğanda: Çeşitli nedenlere bağlanır. Bebekleri sarılıktan korumak için veya sarılıklı bebekleri tedavi etmek için, ilk dört gün bebeğin üzerine sarı bir örtü örtülür, bebeğin bileğine sarı iplik bağlanır, sarı altın asılır, sarı kundağa sarılır. Dört gün sonra bebeğin renginin yeniden düzelmesi için kırmızı bez örtülür.

Sarılık–büyükte: Hasta hocaya götürülür. Hoca okur, sarı şeylere doğru üfler, alnına veya başının üzerine muşamba ve sarı ipek bezle sarılı muska asılır. Bıçakla iki kaşının arası çizilir. Bu çizgi Allah kelimesinin ilk harfi olan “elif”dir. Bu süre içinde çocuk sarı renkteki şeylere dokunmaz, sarı renkli bir şey yemez. Böyle yapılırsa yedi gün içinde sarılığının geçeceğine inanılır.

Saç kesme: Çocuğun saçı kesilmez, bir yaşında iken yapılan bir törenle saç kesilir.

Saç kıran: Tinea kapitis.

Sedef hastalığı: Psöriasis.

Sıraca (Akarca): Boyundaki lenfadenopatilere denir.

Şeytan değiştirmesi: Çocuk kırkı içindeyken besmele çekilmeden ellenirse gelişmesi durur, hasta olur. Böyle bir çocuğun yaşayıp yaşamayacağını anlamak için, çocuk bir su başında yalnız bırakılır, çocuk ağlarsa iyi olacak demektir. Bu sırada “al çürük çocuğu, ver sağlam çocuğu” denerek dualar edilir.

Şeytan halkası: Bebekleri şeytandan korumak için takılan, yuvarlak hamur halkalardır.

Tırnak kesilmez: Bir yaşından önce tırnak kesilirse, çocuğun ilerde hırsız olacağına inanılır.

Ülker vurması: Yazın güneşte kalan çocukların yüzlerinde kırmızılıklar ve yaralar olmasına denir. Bunu önlemek için çocukların bileklerine kırmızı iplik bağlanır. Şamanizm’de en büyük Tanrılardan biri olan gök Tanrısı Ülgen’in bir kalıntısıdır.

Uçuk: Herpes labilalis.

Uyuz: Kaşıntı, gecimek, gicimik, kiçimek.

Yılancık: Erizipel.