Çin’in Batı Tarımına Etkisi

Kültür Eserleri > THKK 2/C - Tarım Teknikleri > Çin’in Batı Tarımına Etkisi

Çin’in Bati Tarimina Etkisi

Batı sabanları geleneksel olarak ahşap, genellikle düz kulağı haiz olup ancak Doğu ve Güney-Doğu Asya ile temasa geçtikten sonra kavisli demir kulaklar Avrupa’da gelişmiştir.

Bunun dışında 1731’de Jethro Tull tarafından ilk kez kuru toprak tahılları için ileri sürülen bütünleşmiş sıra ekimi sistemi, görmüş olduğumuz gibi Çin’de M.Ö. III. yy. da biliniyordu. Geleneksel Avrupa sabanlarının verimsizliği geniş ölçüde meydana getirdikleri sürtünmeden ileri geliyordu: hantal taban, ağır ahşap tekerler, geniş ve saban ucundan farklı bir eksen üzerinde bulunan kulaklar… sabanın çekilmesi için birçok öküz çiftini gerektiriyordu[1].

Batı’nın tarımsal yazın geleneği Grek ve Finikelilerle başlar ve Hesiodos’un ilerde göreceğimiz İşler ve Günler’inin dışında, bundan geriye fazla bir şey kalmamıştır. Avrupalı çiftçiye, XVII. yy.a kadar model olarak kullandığı büyük Latin yazarlar kalmıştı.

İlk Batılı seyyahlar, Marco Polo ve Rubrucus, gezdikleri Doğu ülkelerinin bilim ya da teknolojilerinden güvenilir hiçbir bilgi götürmemişlerdi, ülkelerine. Bu bilgiler ancak XVI. yy.dan sonra Batı’ya sızacaktı ama bu tarih, bizim ilgi alanımızın dışında kalır.

 

* *

 

Gördüğümüz gibi Ortaçağ Batı’sının tarımsal teknoloji kalıtında herhangi bir elle tutulur Çin gen’i bulunmuyor. Ama Küçük Asya’da Turchia’nın oluştuğu günlerde bu topraklardan gelmiş ve geçmiş olanlar için aynı şeyi söylememiz mümkün değil. Türkik ve Moğol kavimleri, kendilerini bildikleri günden itibaren Çin ile yakın temas halinde ve bu arada da, bu ülkede uzun süre yönetici olarak bulunmuşlardır. Bu itibarla günümüz Anadolu’sunun tarım tekniklerinin kökenlerinin araştırılmasında Çin faktörünün göz ardı edilmesi mümkün değildir. Buna ilerde, elimizdeki müspet veriler nispetinde, değinmeye çalışacağız. Özellikle kültür alışverişinde faal ve etkin rol oynamış ve II. Bayezit dönemine kadar Osmanlı sarayında görev almış Uygur unsurunu hiç akıldan çıkarmayacağız. Bu önemli konuları biraz gerilerden alalım.

Çin’le (genellikle savaş yoluyla) temas halinde bulunmuş Asya Türk kavimleri zamanla bu uygarlığa daha yakın birimler oluşturmaya başlamışlar, bunların ekonomik örgütlenmeleri bazen büyük uygarlıklarınkine koşut hale gelmiş. Savaş ve göçlerin hâsıl ettiği karışma, teknolojik ilerlemeyi teşvik etmiş.

Yeni bir sosyal doku şeklini alma kabiliyetinde olan ülkeler yeni güç ve istikrar devletleri olmuşlardı. Karakitaylar ve Türkistan’da Uygurlar bunlar arasındaydı.

Gerçekten VII. yy. dan IX. yy.a kadar Doğu Asya’da en büyük amil iki büyük topluluğun, Çin ve Türklerinkinin, mücadelesi olmuştu. 750’ye kadar Kartuklarla T’ang’ların ilk imparatorları arasındaki zıtlaşma sürmüş, arkasından son T’ang imparatorlarıyla Uygurlar arasında sakin bir birlikte yaşama dönemi gelmiş. Uygurları Kırgız ve Kartuklar istihlâf etmiş…

Göktürk devleti ikiye bölünmüş ve iki bölge arasındaki ekonomik ve politik farklılık iyice belirgin olmuştu. Biri, Batı’daki yüzünü İran kültürüne çevirmiş; öbürü, Doğu’daki, Çin’in cazibesine kapılmıştı. Bunları artık ayıran sınır, esas itibariyle Orta Doğu’yu Uzak Doğu’dan ayıran sınır olmuştu. Batı Türkleri Orta Asya’da seyrek şekilde meskûn mıntıkaları işgal etmiş olup buralardaki dağınık gruplar geniş ölçüde tarım ve ticaretle yaşarlardı. Doğu Türkleri ise eski otlak bölgelerini tutmuşlardı. Ekonomik düzenlerdeki bu farka, iki bölgenin sırasıyla siyasî konumlarına bağlı olanlar da ekleniyordu. İlki, İran’la olan ilişkilerinde Bizans’tan güçlü destek görüyor; öbürü, ona Çin’e karşı yardımcı olacak böyle bir ittifaktan yoksundu. Bu Türk güçlerinin yaşam tarzı, eski İran ve Çin uygarlıklarının sınırlarında tarım ve kentsel yaşamın yayılmasıyla, temelinden sarsılıyordu. İşbu uygarlıklarla ilişkilerinde Türkler uzun süre haraç almakla yetinmişlerdi; örneğin Çin sarayından 100.000 parça ipek, Sogdlu tacirlerden kesilen nakil vergisi vs. VII. yy.da, bu uygarlıkların etkisi kendini iyice hissettirir olmuş, tarım, genel ekonomi içinde, her gün artan bir önem kazanır olmuş: 698’de Mo-ch’o kagan Çin’den 4000 ton tohum ve 3000 takım tarım âleti talep edecekti. Türkler, atlarının karşılığında Çin’den para ve çay alıyorlardı. Özellikle Batı Türkleriyle Çinliler arasında temaslar da sıklaşmış, bunların arasında fikir alışverişleri, menzil ve müfreze zincirleriyle bağlanan sürekli münakale yollarını teşvik ediyordu[2].

 

*  *

 

Âdemoğlu daha bir toprak parçasına sürekli olarak yerleşip onu çapayla işlemeye başladığı günden beri, olanağı oranında su dağıtımını denetimi altına alıp onu hava koşullarından bağımsız hale getirmeye çalışmış. Kendisinin ve hayvanlarının içeceğinin dışında ekili toprağını sulamayı amaçlamış. Öbür yandan topraktaki fazla suyun akıtılması ve ürünün kurtarılması sorunu ortaya çıkmış. Önce Çin’de, sonra da Indonezya ve Hindistan’da pirinç ekili arazinin sulanması için yöntem icadı teşvik edilmiş.

Çin’de sulama ve büyük nehirleri denetim altında tutma ihtiyacı tipik olarak bir Çin hidrolik mühendisliği ilminin erkenden ortaya çıkmasını intaç etmiş. Huang-ho suyu üzerinde ilk set M.Ö. VII. yy.da inşa edilmiş. O günlerden itibaren çeşitli feodal devletlerde, hem sulama, hem de askerî amaçla (düşman ülkesini sun’ î olarak suya gark etme) kanallar ve tanklar kazılmış[3].

Sonunda bu büyük işler, küçük feodal devletlerin boyunu aşmış ve bu arada da imparatorluk kurulmuş. Dolayısıyla da suyun denetimi başlıca merkezî hükümetin görev ve sorumluluk alanına girmiş. Bahis konusu olan, bütün ülkenin ekonomik hayatının idamesi oluyordu ki bu ekonomi, görmüş olduğumuz gibi, tümden tarıma dayanıyordu. Bu işin üstesinden ancak güçlü, otoriter bir merkezî hükümet gelebilirdi; gerçekten sadece o, bu işler için gerekli muazzam işgücünü koordine edip ona kumanda edebilirdi. Bu keyfiyet, bundan önceki kitapta zikrettiğimiz K. A. Wittfogel’i, tarihî vakıalarca desteklendiği şüpheli olan aşırı Doğu Despotizmi kuramına sevk etmişti.

Gerçekten M.Ö. III. yy.da Çin’in gücü geniş ölçüde Wei vadisinde büyük sulama işleri ile cephedeki birliklere tahıl ikmali olanaklarına dayanıyordu.

Devlet açısından kanallar ikili amaç güdüyorlardı: İlki, vergi olarak alınan tahılın nakli, yani su yolculuğu; İkincisi de sulama ve taşkın kontrolü. Aynı şey büyük nehirler için de doğru ise de bunlarda ikinci amaç daha önemli oluyordu. Sarı Nehir sorunu, taşıdığı muazzam miktarda kum ve çamur ve felâketli taşkınları, Çin hidrolik mühendisliği tarihinde, temel sorun olmuştu.

Sürgülü bent kapakları M.Ö. I. yy.ın sonunda ortaya çıkmıştı.[4]

 

[1] ibd. s. 562.

[2] History of Mankind, Vol III / 1, s. 91-7.

[3] History of Mankind, Vol. II. / 1, s. 122.

[4] History of mankind, Vol. II /2, s. 383.