Daha önce de irdelemiş olduğumuz Çin tıbbının efsanevî dönemi burada konumuz dışında kalıyor. Çin’in eski tarihi, birlikte “Beş Hükümdar” tesmiye edilen Fu-Hsi ve dört halifesi ile başlamış. Bu tarih, M.Ö. III. ilâ II. binlerde yaşanmış. Fu-Hsi, sağaltma sanatını icat ettiği farz edilen üç imparatorun ilki oluyor. Bu tarihlerde ne Mezopotamya, ne de Greko-Roman tıbbının adı vardı. Bu üç imparatorun (Resim 23) kısa hikâyeleri şöyle:
1. İmparator Fu-Hsi, çoğu kez Çin’in Âdem’i olarak bilinip O’nun Doğa’yı iki büyük parça, iki kozmik kuvvete, Yang ve Yin’e ayırdığı sanılır. Yang, her şeyin eril, Yin de dişil safhasıdır. Bu iki prensibin birlikte çalışması, üçüncü bir nötr, hayat prensibini geliştirmiş.
Daha sonra Taoist işbu üçlü teorisine, Gök, Yang ve Yin’in başka bir telâkkiini veriyor. Yaratıcı güç, bu üç gücün birleşmesinin sonucu oluyor.
Keza Fu-Hsi’nin halka evlenme ritusları ile sıhhat ve hıfzıssıhha kanunlarını verdiğine inanılıyor.
2. İmparator Shen Nung’a (yakl. M.Ö. 2700) sabanın icadını, giyimi tasarlamış olması ve bölgenin sosyal yaşamına bazı törenleri ithal etmiş olması yakıştırılmış olup Hippokrates’in Grek tıbbının Baba’sı olduğu gibi, o da Çin tıbbının Baba’sı olarak görülmüş. Gerek saban, gerekse tıp babında teorileri, sıhhatin temellerine dayanıyor. Keza zamanın ilâç bilgisini icat edip akupunktur fikrini oluşturmuş olduğuna inanılıyor. O, eski Çin’in en büyük adamı, bütün bilimlerin hâmisi olarak telâkki edilip tıpkı Grek dünyasının Aesculapius (Asklepios)’u gibi, ona Sıhhat Tanrısı diye tapılmış. Mabedi, Pekin yakınında Doğu Kapısı’nın ötesinde bulunuyor.
Genellikle Sarı İmparator tesmiye edilen üçüncüsü Huang-Ti (M.Ö. 2600)’nin, ünlü Büyük Sed’din inşasını başlatmış olduğu söyleniyor. O, Çin tıbbının üçüncü kurucusu oluyor. Keza, iyi koruyucu meskenlerin binası için tuğla, ahenk ve zihnî sıhhat sağlamak için musiki âletleri gibi uygarlığın birçok temel icadı ona atfediliyor. Yeterince karakteristik olarak o, musikiyi bütün bilimlerin bilimi olarak görüyordu ve birçok hastalığın musiki ahengi ile iyileştirilebileceğine inanıyordu.
William Harvey (1578-1637), kan deveranı tartışmasının genellikle atfedildiği kişi olmuştu ki, ondan dört bin yıl önce bizim Huang–Ti, aşağıdaki kuramı vaz etmişti. Nei Ching’inin bir bahsinde şöyle diyor: “Bedenin bütün kanı, kalbin denetimi altındadır. Kalp, nabızla uygunluk halindedir. Nabız bütün kanı tanzim eder ve kan da sürekli bir daire halinde akar ve hiç durmaz.
Bu, Harvey’in keşfinden birkaç bin yıl önce yazılmıştı ve dinî nedenlerle Çinlilerin teşrih yapması yasak olduğuna göre ayrıca dikkate değer oluyordu. Mamafih Çinlilerin doğru bir kan deveranı kavramına sahip olmadıkları söylenebilir ama her hâlükârda “kan, nabız ve kalp atışının birbirine sıkıca bağlı” olduğunu biliyordu. Bununla birlikte kanın deveranı kuramı, yine Harvey’den birkaç yüzyıl önce, daha gelişkin şekilde Müslüman tabiplerce, özellikle İbn el – Nafis tarafından vaz edilmiş.
Her ne kadar anatomi daha iptidaî durumda idiyse de bazı organların fizyolojik görünümü, bunların sıra ve işlevleri, mezkûr kitapta verildiği şekliyle, çok ilginçtir. Örneğin Nei Ching’te şunlar yazılı:
“Kral, bedenin bütün uzuvlarını (organlarını) idare eden kraldır; ciğerler, onun emirlerini yerine getiren icracılarıdır; karaciğer disiplini koruyan kumandanıdır; safra kesesi, koordine eden başsavcıdır ve dalak, beş duyuya nezaret eden kâhyasıdır. Üç ateşli mekân, göğüs, batın ve alt karın olup bunlar birlikte bedenin lâğım sisteminden sorumludurlar”.
Fizyolojide Huang-Ti, kanın deveranının bir izahını verirken patolojide nabız ve nabız sayma teorisini ileri sürüyor: “Teşhis önce nabzın gözlenmesi ve dilin muayenesine dayandırılacaktır” talimatını veriyor. Ona göre “elliden fazla nabız türü ve otuz yedi farklı dil rengi” vardır.
Huang-Ti’nin karısı, ilk kez ipek kozasını, iplik yapmak için değil, tıbbî kullanım amacıyla toplum hayatına sokan kişi olmuş[1].
Savaşan Devletler döneminin (M.Ö. 403-221) tıp alanında en büyük ünlüsü, Pien Ch’iao lâkabıyla anılan Chin Yu –Yin (doğ. M.Ö. 407) olmuş. Teşhis hususunda uzmanmış. Genellikle “bak, dinle, sor ve hisset (duy) yöntemini, yani ârazın gözlenmesi, hastanın sesinin dinlenmesi, hastalığın öyküsünün sorulması ve nihayet, nabzın hissedilmesi gibi teşhis metotlarını geliştirmiş.
Ona bazen “Anestezinin Babası” denmiş zira o, tıbba uyuşturucuları, sarhoş ve teskin edicileri, ağrıları yatıştırıcıları ithal etmiş Hippokrates’in çağdaşı olmasına rağmen Pien Ch’iao’nun hiçbir yabancı teori ve uygulamayı kabullenmemiş olduğuna inanılıyor.
Bu çağda Yin – Yang prensibi ve Beş Unsur Teorisi daha da geliştirilip tedavi sistemine dâhil edilmişlerdi. Bununla birlikte sağaltma yöntemleri yerden yere fark ediyordu. Örneğin Shantung’da taş akupunktur iğneleri, Hopei’de metal iğneler, Shensi’de tıbbî otlar ve Honan’da masaj en uygun olanlarıydı[2].
Kuzey’de, Mançurya ve Moğolistan’da küçük Toba devleti ortaya çıkmıştı. Bunları ezmek için epey çaba sarf edilmişse de kolaylıkla yok edilemeyeceklerdi. Buna rağmen sağlık ve tıp alanında terakkiler kaydediliyordu. O çağda çiçek hastalığı yaygındı. Bütün Çin tıp âlemi bu hastalığa çare arıyordu. Hekimler arasında Ko-Hung, nam-ı diğer Chich-Chuan (doğ. M.S. 281), sadece hekim olarak değil, aynı zamanda simyager olarak da sivrilmişti. 326’da, imparatordan Hindi Çinî’ye gitme müsaadesini istiyor. Orada bol miktarda zencifre ( cıva sülfürü) türleri bulunuyor ve deneyleriyle bazı ilâçların hazırlanmasında bu minerale ihtiyaç vardı. İzni alıyor ve bu yabancı ülkede iki yıl kalıyor ve bu zaman zarfında sadece zincifrenin değil, aynı zamanda birçok tıbbî otun tedavi etme değerlerini tetkik ediyor. Birçok ot ve bitkinin tohumlarını getirip ülkesinde tarımına başlıyor.
Yarım yüzyıl boyunca edindiği bilgileri ve deneyim sonuçlarını, etkinliği uzun sürecek devam edecek bir kitapta topluyor.
V. yy.ın ikinci yarısı ile VI. yy.ın ilk yarısında Tung- Ming olarak da bilinen T’ao Hung – Ching (Resim 24), çok rağbette bulunuyordu. Ünü, onu Chi sülâlesi imparatoru Kao Ti’nin sarayına götürmüştü.
Günlerden Gundişapur’da kurulmuş İran Tıp Mektebi’nin zamanıydı ve mezkûr mektep daha önce Süryanîceye tercüme edilmiş Grek tıp eserlerini beraberce getiren Nasturîlerin yardımıyla tesis edilmişti. İmparator Kao Ti T’ao, Hung – Ching’i Gundişapur’a gönderip oradaki çeşitli sistemleri öğrenmesini istiyor. O ise ki Taoist felsefe bizim tabibi bir zahit haline getirmişti ve bu nedenle imparatora beyan-ı itizarda bulunmuştu.
Çekildiği 44 yıllık inziva hayatında birçok ot ve tıbbî bitkinin değerini tetkik ediyor ve deneyimlerinin sonuçlarına dayanarak materia medica üzerine çok önemli bir eser bırakıyor[3].
Tang sülâlesinin M.S. 907’de sukutundan sonra Çin, elli üç yıl sürecek bir nevi fetret devri yaşıyor. Ama bu zamanın dikkate değer olayı, baskının (kitap) icadı olmuştu. Loyang’da Feng Tao, ilk olarak dokuz klasik eseri tahta kalıplarla basmıştı. Bu sonuncular, pahalıya malolan taş oyma kalıplarının yerini almışlardı ve işbu yeni baskı yöntemiyle üretilen kitaplar, çoğunlukla sağaltma sanatıyla ilgiliydiler.
Sung sülâlesi (960-1280)’nin 320 yıllık ömründe yine bir önemli olay olmuştu. Bu arada ordunun fevkalâde masrafı üç katına çıkmıştı ve bunu karşılamak üzere kâğıt para tedavüle sürülmüştü. Bunun sonucunda vaki büyük enflasyon ve kaçınılmaz fiyat artışları vaki olmuştu. Kâğıt paraya rağmen büyük toprak ağaları vergi ödemekten kaçındıklarından devlet geliri düşmüştü. Sonra bütçe kısıntısı yapılmış, ordu mevcudu azaltılmış ve küçük köylüye krediler verilmiş. Fakir hastalar için bir tıbbî bakım bürosu kurulup burası Buddhist rahiplerine emanet edilmiş. Devlet hastaneleri, eczaneler ve yetimhaneler örgütlenmiş.
Uzun bir hareketsizlik döneminden sonra tıp, bu sülâle zamanında elle tutulur terakkiler kaydetmiş. Tabiplerden bazıları, Çin’de tıp tarihine geçecek kadar ünlü olmuşlar. Bunları oftalmoloji (göz), pediatri (çocuk), obstetrik (ebelik) alanlarındaki çalışmaları, kişisel deneyim ve bilgiye dayanan eserlerle destekleniyordu[4].
***
Dünyanın her yerinde tedavi sistemi ile eczacılık sanatı gelişmelerinde ayrı tutulamazdı. Birlikte yürüdüler. Yine sair ülkelerde olduğu gibi Çin’de de tıbbî otlar ve ilâçlar bilgisi halk deneyimine dayanıp çoğunlukla birkaç bin yıla yayılan ampirik yolla biriktirilmiş. Hal böyle olunca da Çin tıbbı, dünyanın en eskisi olarak kabul edildiğine göre onun eczacılığı da M.Ö. 2700’lere kadar geri gidiyor demektir. Mezkûr tarihte ilk pen–ts’ao, ya da materia medica, Shen–nung’un emri üzerine toplanmış. Her ne kadar bu sonuncusu bir efsanevî kişi idiyse de o, genellikle ilâç bilgisinin mucidi olarak biliniyor ve dolayısıyla “Çin Tıbbının Babası” telâkki ediliyor. Değerde ondan sonra İmparator Huang Ti’nin Pen–ts’ao’su geliyor. (M.Ö. 2600). Ona “Sarı İmparator” da deniyordu. Materia medica’sının her türden 365 ilâç içerdiği söylenir. Milâdî V. yy.da, Tao Hung–Ching (Resim 24) tarafından gözden geçirilip bitkisel, hayvanî ve mineral kökenli ilâçlarla bu sayı, iki katına yakın artırılıyor. Yine Milâdî VII. yy.ın ortasında Tang sülâlesi, yirmi üç eczacıyı Tang materia medicasını toplamaya memur ediyor ki bu kez tıbbî ilâç sayısı 844’e çıkıyor. Ulusal hükümet tarafından teşvik edildiğine göre, dünyanın en eski standart pharmacopaeisi telâkki ediliyor. Bundan sonra sıra, Sung sülâlesi zamanında, Tan Shen–Wei’ye geliyor; o da, “Tasnif edilmiş Materia Medica” adlı kitabında ilâç sayısını 1.746’ya çıkarıyor.
Bununla birlikte XVI. yy.ın ikinci yarısında Li Shih–chen’in “Materia Medica İcmali”, tüm önceki divanları aşıyor. Onun bu fevkalâde başarısı Milâdî 1578’de tamamlanıyor ve Pen–ts’ao Kang–mu tesmiye ediliyor. Eser, 800’den fazla kitabın tetkikinden derleniyor ve daha önceki uzmanların 40 farmakolojik ve 70 tıbbî eserinin dikkatle gözden geçirilmesinin ürünü oluyor. Kitap, bugün dahi araştırmaya girişen farmakologlar için zengin hazine sayılıyor; özellikle bitkisel kökenli ilâçlardan yana çok zengin olup binden fazla çeşidi sıralanmış.
Murg sülâlesi zamanında Çin’in ünlü bir hekimi, Chang Chung –Ching, kendi öz deneyimi esasına göre moda halindeki tüm reçeteleri üç türe, ezcümle diaphoretic (terletici), egestric (kusturucu) ve müshillere ayırmışken az sonraki bir dönemin hekimi Hsu Chich–ts’ai de bu bölünmeyi on adede çıkarmış.
Daha birçok hekim, gerek kendi deneyimleri, gerekse uzun yıllar halk hekimliğinin tetkiki sonuçlarını değerli eserler halinde bırakmış. Bunların ayrıntılarına girmedik[5].
***
Geleneksel sağaltma sanatının uygulayıcıları, soğuk ve sıcak tabiatlı ilâçlar arasında bir tefrik yapmışlar. Kanaatlerine göre sıcak tabiatlı bir hastalık, soğuk tabiatlı ilâçla; soğuk tabiatlı hastalık da sıcak tabiatlısı ile tedavi edilecektir. İlâçların yapıldıkları otlar da tatlarına göre ayrılmış ve hastanın koşulları göz önüne alınarak önerilmiş. Meselâ üşütme, öksürük ya da gripten muzdarip hastaya hiçbir zaman ciğerlere dokunan ekşi şeyler verilmeyecek. Acı tadın sert, kuvvetli bir karakteri olup kalbe dokunur; tatlı bir tat, dalak ve safra kesesinin işlevlerine tesir eder, tuzlu şeyler de böbreklere ve idrar yollarına dokunur[6].
Bunlardan sonra Hakim Muhammed Said, bitkisel kökenli ilâçların ayrıntılarına geçiyor ve bedenin çeşitli bozukluklarına iyi gelen, kuvvetlendirici, vücut ve ten parazitlerini yok edici vs. otları, Lâtince adlarıyla veriyor ki konu bizi aşıp doğruca botanikçilerin alanına giriyor.
***
Şimdi, bizi günümüz halk pharmacopaeiasına daha yaklaştıracak olan tarihî gelişmeyi de özetleyeceğiz. Bozkırlar Asya’sının tıp uygulaması hakkında yeterince bilgi edinemedik. Ancak, bu bölgelere Çin temasının geniş etki yapmış olduğunu düşünerek bu vasî kıtada vaki gelişmeyi zikredeceğiz.
Eski Çin düşüncesine göre tıp kozmolojisi, ilm-i nücum (astroloji) ve toprak falı (geomancy–bir avuç toprağın zemine serpilmesiyle hâsıl olan şekillerden fala bakma) gibi bilim öncesi disiplinlerle sıkı sıkıya bağlıdır. İlk tıbbî metin, muhtemelen M.Ö. IV. yy.a ait olup burada özellikle iğne batırma (acupuncture) yöntemi üzerinde durulmaktadır. Bu yöntem Çin tababetinin bugüne kadar devam edegelen en belirgin ve özel bir yöntemi oluyor. Metne göre sıhhat, yin ve yang’ın dengesinin sonucudur; hastalık, bu dengenin bozulmasıyla hâsıl olur. Yin ve yang, Çin beyninde derine varan bir düalistik kavramın temelleri olup dinî sistemin müdür prensibini oluştururlar. Bunlar, iki müşahhas kategori ve aynı zamanda iki faal kuvvettirler. Yang, eril, gökler, aydınlık ve ışık; yin, dişil, toprak, karanlık ve ağır’a tekabül ederler. Bu iki prensip birbirlerine mukabil fakat aynı zamanda birbirlerinin tamamlayıcısı ve biri ötekinden ayrılmaz şekildedir: Bunların dengesinde mutluluk ve devamlılık yatar. Bunların sürekli mukabelesini, makrokosma ve mikrokosma arasındaki ilişki sembolleştirir[7].
Metni, rahip – hekim’in afsununu ve bu yolda duaları reddediyor ve buna mukabil âdetlerin mistik yönünü kabul ediyor. Ferdin yapısı ve çevresi üzerinde hayli duruluyor. Yiyecekler ve perhiz konuları hayli yer tuttuğuna göre gıda rejimleri (dietetic) hakkında biraz bilgi sahibi oldukları anlaşılıyor.
Nabız hakkındaki malûmat da çokça geniş olup teşhis genellikle bu yoldan konuyor. Muhtemelen M.Ö. I. yy.a ait Çin farmakolojisinde ilk risale (Pên–ts’ao–ching), kusturucular, müshiller ve ateş düşürücü ilâçlar üzerinde hayli bilgi içerip 365 tip ilâç tarifini veriyor (bunu yukarda da zikretmiştik). Çin tababetinin tatbikî yönü hakkında bilgi Ch’un Yu-i (M.Ö. 167)’den geliyor: Kalp, karaciğer, akciğerler, dalak ve böbrekleri (beş iç uzuv) biliyor ve her biri ile ilgili teşhis için nabız durumları tarif ediliyor. Nefes kudreti, damarlar vasıtasıyla birbiriyle temas eden kuvvet katlarından istifade ederek dolaşır.
Bu pnömatik teori, yin ve yang’ın tesiriyle tamamlanır. Bunların hâkimiyet ve dengesi mevsimleri, birbirini takip eder. Bunlar bir ölçüde hastaya tesir ederler. Tedavi şekilleri de değişiktir: Hap şeklinde, kaynatılmış veya suda bırakılarak hülâsası çıkarılmış bitkisel ve madenî ilâçlar, fiziyoterapi, masaj, akupunktur. Birçok hastalık, adlarıyla zikrediliyor[8].
Değişik aralıklar ve tekrarlarla Çin alanında dolandık. Ama bununla orasını terk edecek değiliz. Aşağıda yine bu kez farmakoloji bahsinde, ona döneceğiz akupunktur hakkında ek mülahazalarla.