“Yahudi halkının beşiği Orta Doğu’da, özellikle Basra körfezinin başından itibaren bir kemer çizerek, yukarda Fırat vadisine, Güney’de Suriye ve Filistin’den geçerek Mısır’a kadar uzanan ‘Verimli Hilâl’de yer alır. Bu bölge, Yahudi yerleşiminin, bilinen en eski yörelerini kapsadığı gibi, Yahudilerin kökenlerine ilişkin geleneksel öykülerde yer alan olayların da sahnesini oluşturur. Coğrafî olarak, çoğunluğu dağlar ve çöllerle çevrelenen verimli ekili topraklardan meydana gelmektedir. Tarihî olarak ise dolayları Kutsal Kitap’taki birçok hikâyenin temelini sağlayan çeşitli güçlü imparatorlukların yurdudur.”[1]
Burada ayrıntılarına girmeyeceğimiz tarihleri boyunca Yahudilerin, gerek kitlesel muhaceretleri[2], gerekse Mısır, Yunan, İran, Roma, … yönetimleri altında geçirdikleri uzun yıllar itibariyle bu uluslarla büyük kültürel alışverişte bulunmuş olmaları doğaldır. Bu arada kökenlerinin tarım tarihinin büyük odaklarından birinde olması hasebiyle büyük bir tarımsal geleneğe sahip bulundukları da bir vakıadır. Gerçekten Yahudi yasa ve gelenekleri üzerinde kırsal yaşamın derin izleri bulunmaktadır. İrem Bağı (Cennet Bahçesi)’nın Güney Irak’ta bulunduğuna inanılmıyor mu? Kudüs’ten kıyıya doğru inen Yahudiye vadisinin kıvrımlı meyilli arazisinde, taraçalı tarımın tarihî kökenleri görülür. Hattâ daha da ileri giderek tarımsal ve dinî yaşamların iç içe bulunduklarını söylemek hatalı olmayacaktır. Bundan önceki kitapta öşr’ün Mishna Yasası’nda nasıl bir merkezî yer tuttuğunu özetlemiştik[3]. Bu itibarla Filistin-Yahudi tarım geleneğini TALMUD’dan özetleyeceğiz ve bunu da, herhangi bir sınıflandırmaya tâbi tutmadan, doğruca bu kitap’taki sıraya göre yapacağız. Şimdilik hayvancılıkla ilgili konulara girmeyeceğiz.
Milâdî IV. – V. yy.ların ürünü olan Talmud, “Musa’nın öğretisi” anlamında olan temel Torah’ın, yani yazılı Ahd-i Atik’in birkaç bin bilgin tarafından şerh ve tefsiri mahiyetindedir.
Mishna, Talmud’un, II. yy.da kaleme alınmış ilk kısmı, Gemera’da Mishna dönemi sonrası bilginlerin (Amoraim) tartışma ve tefsirlerini içeren kısmıdır.
Gerçekten bütün bunlar Anadolu Türk halkının kültürel yapısının oluşması tarihi bakımından önemli olmaktadır şöyle ki XV.-XVI. yy.dan da İspanya’dan ülkemize vaki malûm büyük muhaceret dışında kültürel etkiler buraya başlıca İran ve Mezopotamya üzerinden büyük ölçüde olmuştur. İranî kökenli sandığımız birçok şeyin altından bir Samî arka plan çıkmaktadır.
*
* *
Kitap’larda bu meyvenin adı tamar-tomer ve timora olarak geçmektedir ki bunlardan tamar, ağacın erkeğini, temara da dişisini ifade eder. Halen bunun Arapçadan Osmanlıcaya geçmiş adı temr’dir. Demirhindi, temr’i Hindi, Hint hurmasından galattır.
Şek. 30.- (Talmud’ dan)
Hasmonaean’lara göre hurma ağacı Yahudilerin düşmanları üzerindeki zaferini simgeler ve bunun şekli sikkeleri üzerine basılmıştır. Aynı şeyi Romalılar, Yahudi ülkesini (Judaea) fethettiklerinde yapmışlar: sikkede, pejmürde kılığıyla hurma ağacının altında matem tutan esir Yahudi kadını görülür (şek 30).
Babilonya’nın aksine Filistin’de hurma ağacının gelişmesine uygun yer az ve birbirinden uzak olup yoğun ekim yapılması gerekir. Bu nedenle fazla erkek ağaç dikilmez. Bunlardan bir tanesi birkaç dişi ağacı polenlemeye ( ilkah etmeye) yeterlidir; ama bunun için işbu dölleme işinin elle yapılması gerekir (“aşılama” işlemi). Çok dikkat isteyen bu işlem, dişi ağaçların çiçeklerinin hazır olduğu bir kaç gün içinde, ezcümle ilkbaharda hamursuz bayramına yakın günlerde yapılacaktır. Bu keyfiyet, işlerin öğleden sonra yapılmamasının gerektiği hamursuz bayramının arifesinde “bütün gün hurma ağacı aşılayan” Jericho’lulara gösterilen hoşgörüyü izah eder (şek. 20’yi hatırlayalım). Babilonya’da ise her iki cins birarada çok ürediğinden buna gerek kalmamaktadır.
Hurma ağacı motifinin Müslüman-Türk mezar taşlarında ifade ettiği sembolik manadan uzunca söz etmiştik[4].
Talmud’da Agma (agam), içinde sazların yetiştiği bir bataklığı ifade eder. “Bataklıkların simunası” tesmiye edilen bir saz – kamış türünden söz ediliyor; bunun keskin yaprakları ritüel kurbanda kullanılmaya elverişli oluyor.
Agam, bunları rahat çiğneyebilen sığırların otlatılması için ideal bir çayır olup büyükbaş hayvanların çamura batma tehlikesi yoktur. Bu tehlike küçükbaş hayvanlar için bahis konusudur.
Yine Arapçadan Osmanlıcaya geçmiş gımd (çoğ. agmôd), kın’ ı ifade etmektedir, (gınd-ı seyf, kılıç kını) ki bu da sazın yukarıda sözü edilen keskin türünü hatırlatır.
* *
Kiphe, kiphin ve özellikle kepha, ekin demetleri oluyor. Yine peqi’in, kiphin gibi, sabbath (kutsal hafta sonu) günü sığırların önüne serilecek ot demetleri oluyor ve Gemara (Talmud’un 2. bölümü) bunlardan ilki için iki yerden, öbürü için de üç yerden bağlı demet tanımlamasını yapıyor.
Bu bağlama şekli Israel’de Arap çiftliğinde mutat olup buralarda köylü orakla biçip eşek ve öküz gezdirerek döğer. Biçtikten sonra rençper tarlanın her yerinde küçük ekin yığınları (zevatim) bırakır. Arkadan demetçiler gelir, bunlar bu küçük yığınları büyük demetler halinde bağlarlar. Bunlar artık döğülmeye (harmanlanmaya) hazırdır. Kurumanın mütecanis olması için çiftçiler bunları çevirirler.
* *
İş hayvanları
Eski tarımda eşek, katır ve deve gibi yük koşum hayvanlarıyla, çoğunlukla öküzlerle yapılan sürme ve harmanlama gibi tarımsal işlerde kullanılanlar birbirlerinden tefrik edilirlerdi. Torah “birada bir öküz ve bir eşekle” çift sürmeyi men eder. Daima sürme ve harmanlama işleri öküz ya da inekle yapılacak: “Buğdayı (ekini) harmanlarken (çiğnerken) öküze burunsalık takmayacaksın”…
İbranî Shor, Aramî tora, aşikâr olarak Grek ταυρος ve Latin taurus’a bağlı olup mutlaka erkek hayvanı ima etmez. Bunun manası genellikle tarım işi hayvanıdır. Burada par “boğa”, erkeği; para da ineği ifade ederse de shor ile para, iş hayvanı manasında müteradiftirler.
* *
Arâmî gina’a veya ginai ve Mishna’da gannan, gannaim, bahçelerde sebze yetiştiricilere verilen isimlerdi. Sebzecilik, suyun bol olduğu Babilonya’da çok gelişmiş olup halkın çoğunluğu, refah düzeyinin alçaklığı nedeniyle zorunlu olarak münhasıran sebze ile beslenirdi. Filistin’de taraça halindeki bahçeleri sulamak için çapraşık mecralar inşa edilmişti. O ise ki Babilonya’da bahçıvan belinin bir daldırılışı, derenin suyunu bahçeye çevirmek için yeterli oluyordu.
* *
Babilonya’nın genellikle yumuşak ve nemli toprağında çapalamak ve kazmak için bel, mara, başlıca âletti. Filistin’in kuru ve taşlı toprağında ise ağzı yassı kazma tercih edilirdi. Sair âletler gibi bel de kısmen metalden yapılmış olup ucuz değildi ve dolayısıyla kiraya verilmesi, ödünç alınması, rehine konması bahis konusu oluyordu.
Genellikle tarla sahibi, sulanması için bahçeye hendek açılması amacıyla mutasarrıfa bel’i sağlardı. Kaide olarak gündelikle tutulan işçiler kendi belleriyle işe gelirlerdi. Güncel İbranîcede bel eth haphira olup Arapça (Osmanlıca) “hafir”, kazmaktır.
* *
Pardes sözcüğü İran menşeli olup Grekçeye παραδεισος şeklinde geçmiş. Manası (günlük veya hayvanat için) bahçe ve aynı zamanda cennetti. Arapçası da faradis (Firdevs’in çoğ.) oluyor.
Sözcüğü, İran içine ünlü yürüyüşünden dönen Xenophon Atina’ya taşıyor. Bir dil sahibinin tipik içgüdüsüyle istiâre edilmiş kelimeleri kendi öz lügatçesindenmiş gibi telâkki ederek bir Grek muadilini meydana getirmiş ve bunu iki orijinal Attık kısımdan oluşturmuş: “boyunca” ya da “kabil-i mukayese” manasında para ile “kalın” demek olan deisos. Ama “boyunca” ile “kalın”ın anlamları İranî Firdevs’e yabancı oluyor: Bu sonuncusu Grekçede peri olarak beliren bir temel Hint-Avrupa atıf takısı (“etrafında”) ve yine bir Hint-Avrupa cins ismi olup Grekçede teikhos “duvar” ile temsil edilen sözcükten oluşur. Yani firdevs, paradeisos ve pardes bir bahçenin genellikle olduğu gibi etrafı çevrili bir alanı ifade ediyor.
* *
Bustana’ya da, pardes’le beraber, birçok kez Talmud da rastlanıyor; bu sebeple de bazı bilginler bunların aynı olmadıklarını ileri sürüyorlar.
Bûstan sözcüğü Farsça ve Süryanîcede bulunduğu gibi Arapçada da hep bilinir; anlamı, beraberce gelişmiş çeşitli meyve ağaçlarıyla (pardes de olduğu gibi bunlar sıralar halinde dikilmiş değil) sebzelerin bulunduğu bahçe oluyor. Bir pardes mutat olarak bir geniş dikim alanı, bûstan, eve bitişik bir küçük arazi parçasıdır.
* *
Hitta adı, az çok bütün Samî dillerde müşterektir: Aramî, Süryanî ve Mandaî: hintet-ha, Arabî: hinta. Bunların hepsi “dışarı fırlamak, pırlamak” İbranî köküne bağlıdır şöyle ki başağı saran kabuktan dışarı süren olgunlaşmış taneler ima edilmiştir.
* *
Bilginler bu sözcüğün manası üzerinde ittifak etmemişlerse de bu genellikle darı olarak kabul edilmiştir; Arapçası doh’n’dur. Bu Arapça sözcük Osmanlıcaya geçmemiş.
* *
Ahd-i Atik’in pishtan, pishta’sına karşılık Talmut çoğu kez Aramî kithna’yı kullanıyor. Mishna keten tohumu konusunu enine boyuna ele alıp bunun, ayrıntılarına girmeyeceğimiz ambarlama sorunlarını irdeliyor.
Keten, daha Ahd-i Atik’in yazıya döküldüğü zamanlarda ve hattâ Mishnaik ve Talmudik dönemlerde pamukla birlikte, çok önemli bir bitki olmuştu. Bu arada Arapçada kutna yanlışlıkla, pamuğa izafe edilmiştir, ancak Aramî dilin gösterdiği gibi bu, doğruca keteni ifade eder.
Zeminin inbat kabiliyetine menfi tesir etmesi sebebiyle aynı tarlada yedi yılda bir ekiliyordu.
Osmanlılar kutnî diye pamuktan yapılmış dokumayı, ipekle karışık olarak yapılan bir erkek entari kumaşını tesmiye etmişlerdir. Buradan da çok eskilere dayanan bir yanlışı sürdürür olmuşlar.
Zemed, ya bir hayvan çiftini, ya da bunları beraberce bağlayan boyunduruğu ifade eder.
Bir çift öküz boyunduruğu tarafından bir günde sürülen arazi alanı bir zemed sade olmaktadır, tıpkı Osmanlının “çift”i gibi…
* *
Zeytinden yağ çıkarma süreci çapraşık ve uzundur; şöyle özetlenir: “Zeytinlerin toplanmasından sonra bunlar prese (cendereye) getirilir ve öğütme taşının içine konur (değirmen taşı gibi iki büyük taş) ve öğütülür sonra etrafı iple çevrilir (yağ bunun arasından süzülür) ve (zeytinleri bastıran) taşlar getirilir ve böylece zeytinler yağlarını verirler”.
Presten (gath, bir kayanın düz tepesi) yağ iplerin arasına tekneye damlar (Mishna’da eqal, ipten sepet).
Tahammür edip tortu çökelmeden önce yağ yizhar tesmiye edilir. Kaba döküntü ve tortunun bir kısmı, teknenin dibine yavaş yavaş çöken, yağ yam, büyük fıçıya, geniş sığ kaba aktarılır. Bundan böyle esasî maddeden oluşan bir nevi köpük yüzeye çıkar (Latin amurca). Aynı zamanda tortu çökelmeye devam eder; en dipte katı ve bunun üstünde bir tabaka sübye. Sıvı peqtim, daha doğrusu Grek πηχτ ός’tan peqtis tesmiye edilir. Yağ küçük testiler içine süzdürüldükten sonra bile o hâlâ “çamurlu”dur ve tortu ile (peqtim’in) dibe inmesi epey zaman alır; Gemara’mıza göre yağ Tishri (Teşrin)de “çamurlu” ve Nisan’da berraktır.
Ahd-i Atik’ e göre “peqtim yağı”, fena kokusu sebebiyle, sabbath lambasına uygun değildir.
* *
Kelime qazan’dan müştaktır. İtalyanca benzer sebze, kaide olarak meyveleri ufacık olduğundan minutia tesmiye edilir. Kiznioth, baklagiller ailesinin kelebeğimsi türüne ait cinsleri kapsar.
Maimonides Arapça Mishna tefsirinde sadece baklagil türlerini içermek kaydıyla Qriznioth türlerini sıralıyor, ama Mishne Torah’ından, buğday dışında İnsan tarafından yenen tohumlarla, ezcümle orez (pirinç), dohan, peragin (darı) ve shunshamin (susam) ile onu bir tutuyor.
Sebzeler genellikle fakirin ve esâfil-i nâs’ın gıdasıdır: Misafirliğini gereğinden fazla uzatan kişi sonunda sebze ile beslenir. Bu kocanın karısına vereceği bir besin maddesi buğday olup miktarı sebzelerinkinin dört misli olacaktır.
Ahd-i Atik’te üç çeşit sebze tasrih edilmiştir: mercimek, bakla ve nohut. Mercimek Filistin’de yetişen en eski bakliyat arasında olup arkeologlar bunu üç bin yıl geri götürüyorlar.
Mishna İbranîcesinde susam shumshom veya shumshum, çoğ. shumshumin; Aramîcede shumshuma. Bunun kökeni Akkadca somassamu olup Grekçe σήσαμον, Arapça da shumshum’dır. Bunun beşiği Hindistan olup buradan dünyaya özellikle çok bol bulunduğu Afrika’ya yayılmıştır. Mishna’da çoğu kez pirinç, Afrika darısı, darı ile zikredilen bir yaz ürünüdür, ilkbaharda ekilir; keza rezene, dereotu ve biberle birlikte sıralanmıştır.
Başlıca, tohumunun yüksek oranda (%50) yağı için yetiştirilir; Filistin’de zeytin yağının başat olmasına karşılık Babilonya’da susam yağı köşe başındadır. Susam yağı fitil tarafından zeytin yağına nazaran daha kolay emilir ancak, yine sair yağlar gibi, zeytin yağı kadar canlı ışık vermez.
Talmud’da, kalp illetine karşı ilâç olarak zikrediliyor.
Bir bilgin dışarıya yamalı pabuçla çıkmayacak, “bir kadın sabbath günü evini şıpıdak terlikle terk etmeyecektir”. Pabuca dayanıklılık ve gösteriş kazandırmak için, yağlanırdı. Sağ pabuç önce giyilip sol pabucun önce çıkarılması bir itiyattı.
* *
Rimon, İrael’in, onunla takdis edildiği yedi cins besin maddesi arasındadır (Deuteronome VIII/1-10); onu casuslar çölde Musa’ya, Ken’an ülkesi verimliliğinin bir delili olarak getirmişlerdi. Ülkenin tahribi ile “üzüm, incir, nar ve zeytin” artık vermez olmuş.
Narın zarif çiçek ve meyvesi Mabet ve onun kaplarını süslerdi. Hasmonay Krallarının yüzüğüne birbirine girift olmuş üç nar hakkedilmişti, Ülkenin mümbitliğinin simgesi olarak ve günümüz İrael’inde Lira (para)nın üzerinde aynı tertip görülür.
Egoz (egoza), Aramî emgoza ve Arapça cevz, ceviz olup Ahd-i Atik ondan sadece bir kez söz eder. Mishna ve Talmud dönemlerinde Filistin’de geniş ölçüde dikilmiş, ancak talep mahallî üretimi aştığından geniş ithalât zorunlu olmuş.
* *
Gath, bağda şıra-şarap için üzümün çiğnendiği yer olup Ahd-i Atikte bu adla ve bazen de yegev adıyla anılmaktadır. Taştan oyulmuş işbu gath veya yegev’in, birbiriyle bir “mecra” aracılığıyla irtibatta bir “üst”ü, bir de “alt”ından söz ediliyor ve bu ayni “alt” ve “üst” terimleri, her ne kadar yağ mutat olarak beth ha-bad’da çıkarılmakta idiyse de, yağ için de bahis konusu oluyor.
Üstteki gath, üzümleri çiğnemek için yüzey olup şıra mecra (taşa oyulmuş oluk)dan bor tabir edilen alt gath’a akar.
Doğruca taş yüzey ya da hasır üzerine yayılmış üzümler çıplak ayakla, genellikle birçok kişi tarafından enine boyuna çiğnenir; bu işin bir putperestle birlikte yapılmasının caiz olup olmadığı tartışılmıştır.
Arkeolojik buluntulara göre üst gath’ın çapı iki metre ve hattâ daha da büyüktür. Mishna ziftle örtülü taş, ahşap ve kapların (küçük gath’ların) varlığını kaydediyor..
Bor, üzüm şırasıyla dolunca bir süre tahammür etmeye ve tortunun çökmesi ya da yüze çıkması için beklemeye terk edilirdi ve böylece de küçük testi, küp ya da fıçılara boşaltılacak “yeni şarap” oluşmuş olurdu[6].
* *
Mishna ve bundan doğan Gemara tartışması, “Gök-Tanrı boyunduruğu”, “Gök-Tanrı Devleti’nin boyunduruğu” ve “Avamirin boyunduruğu” deyimlerini kullanıyor. Bu ve aynı tabiatta ifadeler çiftliğe, saban ya da araba çeken boyunduruğa vurulmuş öküze telmih ediyor. Ahd-i Atik’te boyunduruk yerine göre hafif ve çekilebilir veya ağır bir yük olarak tasvir edilir; o, faydalı ve gerekli bir koşum takımı, toprağın verimini artırmak için başlıca yardımcıdır.
Dinlendirme ve yem verme sırasında öküzden boyunduruğun çıkarılması, Tanrı ile halkı arasındaki vahdeti yansıtır.
“İnsanî” ve hafif olması halinde sabana iplerle bağlanan boyunduruk, rahatsızlık vermez. Onun dayanılmayacak kadar ağır olması halinde öküzün tek ümidi, çıkartılmasının dışında, kırılmasıdır. Böylece de “boyunduruğun kırılması” tabiri, esaretten hürriyete çıkmak anlamına gelmektedir.
Boyunduruk genellikle ahşap, tek hayvan için bir traversli[7], çift hayvan için de iki traversli olur. Talmudî kaynakların boyunduruğun şekli ve yapılması hakkında verdikleri ayrıntılardan bunun İsrael’de eski kullanılışı doğru olarak tahmin edilebilir (şek. 31).
Şek.31.- Çift hayvanlı boyunduruk: 1, traversler; 2, bunların ip ya da kayışları; 3, kama ya da kilit; 4, ok; 5, delik; 6, “göz” (Talmud’ dan)
Bir köle öldüğünde teselli sözlerinin söylenip söylenmeyeceği hakkında tartışmalarda birinin öküzü ya da eşeği öldüğünde “kâdir-i mutlak kaybını telâfi etsin!”[8] mutat taziye ifadesi geçiyor. Eski günlerde evcil hayvanlar insanlar için büyük değer taşır ve Torah (Ahd-i Atik) bunları birçok kez kölelerle yan yana koyar. Öküzün rençper için önemi Rav Jose’nin şu sözlerinde ayan olur: “Ben her zaman öküzüme tarlam dedim”. Yahudi rençper, ineklerin daha uslu ve daha az yem isteyen hayvan olması hasebiyle öküzü at, katır veya eşeğe yeğlemiştir. İnek ayrıca süt verir, yaşlandığında da sofra için kesilir; ama “çift süren bir öküzü kesmek bir insan için mutat değildir”.
Sabana alıştırılacak dana, üzerine bütün dikkatleri toplar ve ona özel yem verilir. “Hayvanına iyi bakan” akıllı çiftçi, çift öküzünü döğmezdi ve ona teşvik edici şekilde hitap ederdi ve ahırda yem hususunda cömert olurdu. Hayvan açık havada otlamayı tercih eder ve Sabbath’da, Âkil’ler, öküz sahibine onu eve bağlamamasını emrederlerdi şöyle ki böyle bir tutum Dördüncü Emir’e muhalif olurdu: “Öküzün ve eşeğin dinlenebilsin”.
* *
Kış ürünleri, özellikle buğdayla arpa, Mishna döneminin en önemli ekinleri olmaktaydı; bunlar yağmurla sulanır ve kışın ekilirdi. Çiftçi bunun ne zaman, ilk yağmurdan sonra mı, yoksa ikinci yağmurdan sonra mı ekilmesinin gerektiği sorunu ile karşılaşırdı.
“Tohumunun bir bölümünü tarlalarına Tishre’de[9] ver ve hattâ Kislev’de bile ekmekten kaçınma çünkü dünyada ne olup biteceğini, erken veya geç ekmenin başarı sağlayacağı bilinmez.” Bu itibarla akıllı çiftçi tohumunu kışın muhtelif zamanlarında atar.
“İlk yağmurda erken ekecek olursan, git ve ikinci yağmurdan sonra tekrar ek, zira dolu gelip birini götürürse öbürü kalır.”
* *
Kitap’ta rehayim, değirmen (öğütme) taşı manasınadır. Eski taşlar iki parçadan oluşuyordu: alttaki, yassı ve phelah tahtith (“alttaki taş”) ve Mishna’da da shekhev tesmiye edilirdi; üstteki, shekhev üzerinde taneleri bastıran yuvarlatılmış phelah rekhev’di. Şöyle ki ileri geri hareket taneleri öğütüldü[11] ( şek. 32-1). Bu taşlar genellikle bazalttan olurdu.
Muhtemelen Helenistik dönemin sonunda tertibin şekli ıslah edilmiş olmalıydı şöyle ki bundan böyle yuvarlak taşlar kullanılmış. Bunların her ikisinde veya sadece birinde bir delik bulunup (şek. 32-2) buraya taneler konur, öbürüne (parmak sokularak) sapı kavranıp böylece rekhev, shekhev üzerinde döndürülür. Bunlar hep el değirmeni adını taşırlardı. Bazen de üst taş hep aynı yönde döndürülmez, sağa sola çevrilerek öğütüldü. Kesin olarak bilinen, dönel değirmenin (“eşek taşı”nın) iki taştan oluştuğudur (şek. 32-3): alttaki adını, Grek στρσβιλος’dan, konik çıkıntısından alırdı; üstteki de, yine Grek Xαλαδος (sepet)ten müştak keleth tesmiye edilirdi; bunun her iki yanında bir veya iki sırık vasıtasıyla insan veya hayvan tarafından çevrilirdi.
Şek. 32.- öğütme taşları
Bu gibi araçların günlük yaşamdaki önemi, Eski Babilonya dönemine ait bir Evlenme Mukavelenamesinde belirgin oluyor: “Sabitum İbbatum’un kızı-İbbatum, babası, onu, kayınpederi İlushu-İbni’nin evine teslim etti, oğlu Warad-kubi’nin karısı olarak. 2 yatak, 2 iskemle, 1 değirmentaşı, 1 havan, 1 sütu-ölçü, 1 dibek-İbbatum’un kızı Sabitum’a verdiği bütün bu eşyaları o, kayınpederi İlushu-ibni’nin evine götürdü. İbbatum’un aldığı on gümüş shekel’lik başlık parasını, kızı Sabitum’u öptükten sonra onun sissiktu’suna bağladı; böylece para Warad-kubi’ye geri gelmiş oldu”.
Sissiktu, boşanma durumunda yasal ve sembolik anlamı olan elbisenin eteğidir. Başlık parası bu durumda gelinin babası tarafından geline, kocasının kullanması için veriliyorsa da esasta kadının malı olarak kalıyor[12].
* *
Mishnaî ve Talmudî dönemlerde gübre, sahibi için bir değer taşırdı, şu kadar ki değerinin mabede ödenmesiyle tamir masraflarının karşılanması bahis konusu olurdu.
Her avluda, her türlü süprüntü ve mezbelenin atıldığı bir köşe bulunurdu. Bunu karıştıran tavuklar, üzerine pislerler ve zamanla gübre çürür ve tarlaları gübrelemek için kullanılacak hale gelir.
Bazen de yığın sulanır ve çoğunlukla da koyun ve sığır pislikleri de buna eklenir, yığın çapalanıp sulanır ve buna saman karıştırılırdı. Hazır olunca da tarlalara götürülürdü.
Daha yüksek bir temizlik düzeninin arandığı Kudüs’te avlulara gübre yığma yasaklanmış olup özel bir kapı, Gübre Kapısı, bu mezbeleliğin dışarı taşınmasına tahsis edilmişti[13].
Ve Nehemya anlatıyor: “Ve geceleyin dere kapısından çakal kuyusuna ve gübre kapısına doğru çıktım ve yıkılmış olan Yeruşalim’in duvarlarını ve ateşin yiyip bitirdiği kapılarını gözden geçirdim” (Nehemya II/13).
* *
Hububat kabuğu ile saman tozu, hasat edilmiş mahsul tanelerinin kalburlanması bakiyesi olmaktadır. Önce harman döğülmesi sonucu başaklar, tane, saman kıyıkları ve tozu ayrılır: taneler insan ve hayvanları besler; saman hayvan yemi olur, saman kırıntı ve tozunun ise, yakacak dışında bir değeri yoktur.
Harman savrulması mizre ve rahath ile yapılır: Mizre ya da savurma aygıtı ahşap ve çatala benzer bir âlet olup mahsulü rüzgâra karşı fırlatır, böylece de saman kırıntı ve tozu uzağa üfürülür, ağır taneler hemen oradaki yığın üzerine doğruca, saman kıyıkları da bunun yanına düşer. Ancak kıyıklarla kırıntı ve tozlar tamamen ayrılmış olmaz ve dolayısıyla bunu, bir ahşap kürek, rahath’la savurma takip eder.
Temiz taneler artık meruah, yani yığının tesviye edilip içeriğinin ölçümüne hazır olmuştur ki bu, son tarla işidir, ancak çiftçinin ambarına girdikten sonra buna öşür tarh edilebilir.
Ha’arama, hasadı rahath’la ikinci kez savurmadan eve “yem” ve toz ve kırıntı ile tane karışık olarak getirmek hilesi oluyor; yani başka deyimle böylece buna öşür tarh edilemiyor[14].
Gemara, asma yaprağı ve bunun körpe ince dallarını, basur (haemorrhoid) yapan on şey arasında zikrediyor
Salamura ya da kaynamış asma yaprakları, bugün olduğu gibi, pirinç veya etli dolmada, büyük ölçüde kullanılmış[15].
* *
Eretz-İsrael, yani Yahudi fethinden sonra Ken’an bölgesi (Suriye-Filistin)nde tarımsal alan, arazinin topografyası, iklim koşulları ve su kaynaklarıyla sınırlı olup nüfusun çeşitli şekillerle artması sonucu, yeni tarımsal alanların meydana getirilmesi zorunlu olmuştu. Eski İsrael’de bu soruna çözüm iki yöntemin geliştirilmesiyle getirilmişti: Teras inşası ve su toplama.
Bu tarımsal yöntemin ne zaman nerede ilk kez uygulandığı bilinmemektedir. Her ne kadar teras inşasının ilk Finikeliler tarafından uygulanmış olduğu ileri sürülmüşse de keyfiyet, arkeolojik belgelerle teyit edilmemiştir.
Yahudiler Ken’an ülkesine Geç Bronz Çağı’nda geldiklerinde, vadilerin mümbit topraklarına güçlü mahallî sitelerce işgal edilmiş halde bulmuşlardı.
Bu yüzden meskûn olmayan veya dağınık şekilde iskân edilmiş bölgelere, ezcümle Judea tepeleri, Ephraim Dağı ve Galile’ye yerleşmeye başlamışlardı. Buraları sık ormanlık olup bu yerleşmeden önce temizlenmeleri gerekiyordu. Bu hususta maddelere Ahd-i Atik’te rastlanıyor.
Yamaçlarda geniş ölçüde teras inşası Yahudiler tarafından Demir Çağı’nın başından itibaren uygulanmış olup böylece dağlık bölgelerin iskânı mümkün olmuştur; keyfiyet sadece araziyi değil, aynı zamanda tarihin de akışını şekillendirmiştir şöyle ki bir yandan erozyon, suların akış ve mecraları denetim altına alınırken öbür yandan da yol ve geçitlerin güzergâhı etkilenmiş olmaktaydı; bu yol ve geçitlerle iskân alanları genellikle tarıma elverişli olmayan yerlere taşınmıştı. Bölünmüş monarşi döneminde teras inşası, ovalardaki tarımsal arazinin çoğu Kuzey krallığında kaldığından, Judea ekonomisinin köşe taşı haline gelmişti. Ahd-i Atik’te “teras” karşılığında medrâgâ (coğ. madrâgôt) ve sêdêma sözcükleri geçmektedir.
Su toplama tarımının başlangıcı Demir II Çağına, yani M.Ö. X. – IX. yy.lara kadar geri gitmektedir. Negev’de, yamaçlarda teras inşasının bir uzantısı gibi olup çorak bölge çiftçisini kasıp kavuran iki sürekli soruna bir çözüm oluşturmaktaydı: ekip biçilmeye uygun toprak eksikliği ve yetersiz su sağlanması. Her iki sorun da su toplama suretiyle çözülmüştü; yağmur ve taşkın suları bent ve mecralarla sarnıçlara taşınmakta, bundan insan ve hayvanların içme suyu ve tahıl ve meyve ağacı sulama suyu olarak faydalanılmaktaydı. Dağlardan akıp gelmiş bu suları teraslara salmanın bir başka yararı da buralara, toprağı zenginleştiren, bu suların civardaki dağlardan topladığı bir üst tabaka toprağının taşınması oluyordu [16].
M.Ö. VIII. ve VI. yy.lara ait paleo-hebraik yazıtlara çok sayıda rastlanıyor. Bunlardan en dokunaklısı, Kudüs’e su getiren Siloe su yolu (aködük) taşı üzerine hakkedilmiş olup inşaatın bitimini bildirendir; bu su yolu Juda ve İsrail kralı Ezekias tarafından emredilmiş, her biri birer uçtan başlayıp sonunda karşılaşmış iki madenci ekibi tarafından gerçekleştirilmiş. Bunlar başarılarını kutluyorlar.
“Ve delme günü, madenciler kazmaya karşı kazma sallayarak birbirlerini karşılamaya gittiler ve sular geçti…”[17]
Evet, “Rabb’in elinde kralın yüreği su arkları gibidir; istediği tarafa onu çevirir” (Süleyman’ın meselleri, XXI/1).
[1] Nicholas de Lange.-Yahudi dünyası İst. 1987, s.20.
[2] İran gallut’u için bkz. B.Oğuz, C.II/2, s. 34-35.
[3] Bkz. C.II/2, s. 960 ve Richard S.Sarason.- A history of the Mishnaic Law of Agriculture. Leidan 1979.
[4] Bkz. C. II / 1, passim.
[5] Bu meyveden uzunca söz etmiş olduğumuzdan (bkz. C.II/1, passim) burada Talmud’un sadece daha önce bahis konusu olmamış veçhelerini aktarıyoruz.
[6] Buraya kadar aktardığımız, Talmud tefsirlerinden ilgili bölümler The Talmud, BAVA MEZI’A EL-AM-HOZA’A LEOR Publ…, Tel Aviv 1969’dan özetlenmiştir.
[7] Bu takdirde bunun boynuzlara iple bağlanması gerekir, ok da buna bağlanır ki yükü boynuzlar çekiyor demektir, (bkz. şek. 4, 25)
[8] Hayvanların sıhhatini sorma âdeti için bkz. C. II/2.
[9] Teşrin.
[10] Rihâ, Arapçadan geçme olarak Farsça değirmen taşı olup (Steingass) Osmanlıcada rıh yazıdaki mürekkebi kurutmak için dökülen çok ince ve renkli bir tür kumdur.
[11] Bkz.fot. 11a: Kireçtaşı el değirmeni altlığı ve bazalt öğütme taşı. Kuzey Irak’ta Arpaçay buluntusu. M.Ö. V-IV. bin (British Museum) Fot. 11 b: Hizmetkâr kadın tahıl öğütüyor, VI. sülale, yakl. M.Ö. 2250 (British Museum)
[12] James B.Pritchard (ed.) – The Ancient Near East, Vol. II. A new anthology of texts and pictures, Princeton 1975, s.75.
[13] Buraya kadar özetleyerek aktardıklarımız, Talmud, BERAKHOTH 2, Tel Aviv 1974’den alınmıştır.
[14] BEAKHOT V-ENOMEDIN.
[15] BERAKHOTH VII. SHELOSHA SHE’AKHELU.
[16] Oded Borowski.- Agriculture in iron age Israel. Indiana 1987.
[17] Annick de Souzenelle.- La lettre chemin de vie. Le symbolisme des lettres hêbraiques, 1987, s.14-5.