Bürokratik Rejim, Halkçılık

Kültür Eserleri > Düşündüklerim Yazdıklarım > Bürokratik Rejim, Halkçılık

Bürokratik Rejim, Halkçilik

Cumhuriyet, 9 Nisan 1980

 

“Türkiye halkının kültür kökenleri” adlı seri kitaplarımda özellikle I. ve II/2. Ciltte Osmanlı-halk zıtlaşmasını, çelişkisini vurgulamıştım. Yine “Türk halk düşüncesi ve hareketlerinin ideolojik kökenleri” adlı üç cilt eserimde de bunu ayrıntılarıyla irdelemiştim.

 

Cumhuriyet, Osmanlı’dan tevarüs ettiği bürokrasi sistemini, başka bir platforma oturtamadı ve devlet memuru – halk tersleşmesi sürüp gitti. Aşağıdaki yazı, bu gerçek çerçevesinde kaleme alınmıştı.

 

Bir bürokrasinin verimliliği ya da kısırlığı söz konusu olduğunda sorun onun, önceki yazımda altyapısal (infrastrüktürel) diye adlandırdığım (19 Mart günü Cumhuriyet) rolünün gereği olan görev ve işlevler indirgenir. Öbür iki rolü görmezlikten gelinir ya da bunlara, yine sözünü ettiğim gibi, hedeften sapmış davranışlar olarak bakılır. Bütün bu rollerin değerlendirilmesinde, iş bulunan işsizlerin, geçiştirilen grevlerin, desteklenen kişisel çıkarların, korunan sektör kârları ya da yatıştırılan başkaldırmaların sayısı gibi fazlaca aslı olmayan hususlar da dikkate alınır. Devlet makinesi faaliyetinin bu ve benzeri belirtileri mutlaka olanakların verimsiz kullanılması anlamına gelmeyip sivil ve hatta bizatihi devlet sektörünün içinde yatan çekişmeleri yansıtır.

 

Memurların artan etkileri, büyük sosyolojik önem taşıyan bir olgudur. Bu durum dahi, bürokrasi teriminin sadece buna özgülenmiş olmasını izah eder. Bürokrasi devamlı şekilde “şişmiş” olmakla birlikte bu büyüme hoşnutsuz orta sınıfın büyümesinin gerisinde kalmıştır. Gerçekten bu sınıf hep bürokrasiden politik değil de idari açıdan şikâyetçi olmuş, onun gücünü kötüye kullanmasından çok, verimsizliğini yermiştir.

 

Bir idarenin verimliliğinin yükselmesinin, denetimin arttırılmasıyla sağlanabileceği düşüncesi uzun yıllar beyinlerde yerleşmiştir. İdari mevkiin artmasını çoğu kez denetim birimlerinin hiçbir surette uygun görülmeyecek büyümesi izlemektedir. Bu durum aslında düşük üretimli toplamlarda herkesin ortadaki sınırlı değerler kümesinden mümkün olan en büyük payı kapma gayretiyle izah edilebilir, ama idarecilerin kitleden kopmalarını, dikkatlerini sadece idare ve tayin sorunlarını zayıflatmalarını, yani kısaca az çok oportünist bir yozlaşmaya uğramaları önlenemez.

 

Bürokratizmin kaynağı, iktidara gelen partinin dikkat ve güçlerini hükümet kurumları ve endüstrinin gelişmesinin yavaşlığı üzerinde toplamasındadır. Bu koşullar altında kadroların hızla yozlaşma tehlikesi her zaman mevcuttur. Bu kadroların üniversitelerde iyi bir eğitim ve öğrenim görmüş olmalarının, bunların oportünist yozlaşmalarına karşı bir teminat olduğunu sanmak büyük hata olur. Tarih insanlar tarafından yapılır ama insanlar, kendilerininki de dâhil olmak üzere, tarihi her zaman bilerek yapmazlar. Kaldı ki memur da çoğu kez varlığı inkâr edilemez bilgi ve kültür yetersizliğiyle, bütün bu olgulara tuz katar.

 

İktidarın yapısı geniş ölçüde mertebeli organizasyonun geleneksel sistemi üzerine oturur. Osmanlı ve Cumhuriyet bürokrasisini irdelemeye geçtiğimizde bu olgu bizi hayli eğleyecek. Weber’in insancıl duygulardan soyutlanıp makineleşmiş ideal bürokrasi modeli (patrimonyal, hukuki – rasyonel, üretken tipleri), bürokrasiye sosyal ve uzmanlık dışı öğeleri dâhil etmez. Ama o “ideal” modele her zaman yaklaşılamıyor…

 

Kamu bürokrasisi ile politik liderlik ve bunların “müşteri”leriyle karşılıklı etkileri, daha başka kavramların da ortaya çıkmasına yardımcı oluyor: “bürokratik, kurallara dönük” ve “profesyonel, görev ve müşteriye dönük” tiplerin zıtlaşmasına tanık olunuyor. İlkinde iş sahipleri bir olgu gibi muamele görüp harfiyen kanuna göre idare edilirler. Oysa öbüründe, yani belirli olarak göreve dönüklükte, beklenen sonuca varmak kanuna uygunluktan daha önemli sayılmaktadır. Bu sonuncu şekil birçok hizmet politikasında etken sonuç için bir ön koşul görünür.

 

* * *

 

Örgütler arası olguyu toplumsal makro – strüktüre analitik olarak bağlamanın bir yolu dikkatleri kaynak tahsis ve dağıtımı yöntemi üzerine toplamaktır. Bütün toplumlar bir bakımdan, nadir kaynaklardan farklı şekilde yararlanmayı temsil eden birer dağıtıcı sistem olarak irdelenebilirler. Kıt kaynaklara yaklaşma ediminin denetimi iktidarın temel dayanağı olmaktadır. Bu itibarla her toplumda kaynak tahsisi süreci, politik ve ekonomik çıkarlar arasındaki zıtlaşma ve uyuşma kalıplarını şekillendirir. Bu görüş açısı içinde, birbirine bağlı organizasyon şebekeleri, önemli kaynaklar üzerinde tekelleşmiş denetim kurmak için birer araç olmaktadırlar. Başka deyimle kıt kaynaklara yaklaşma, örgütler arasındaki bağın itici gücü olmakta, bundan ortaya çıkan örgütler arası ilişkiler, bir müktesep haklar şebekesi olarak irdelenmektedirler.

 

Ayrıca, özel ve kamu kesimleri arasındaki sınırlar sorununun ele alınması gerekir. Bunlar, çıkarları temsil etmek üzere çeşitli yapılardan oluşan “köprü”lerle birbirlerine bağlıdırlar. Yine de, tam anlamıyla resmi düzeyde kalarak devlet makinesi faaliyetinin, özel kesimle kurumlaşmış ilişki şekilleri arasında yol aldığı gözlenebilir. Bu şekillerin statüsü, en azından “çapraşık” olarak nitelenir. Kaldı ki birçok başka şekillerle de (ortak girişimler, idare kurulu üyelikleri vb.) özel kesimle devlet kesimi birbirinin içine girmektedir. Bu “yeşil alan”ların varlığı, bu iki kesim arasındaki ilişkileri tahlil etmek için faydalı birer hareket noktası teşkil eder.

 

Bu çapraşıklığı ve bir ölçüde şekilsizliği bürokrasinin içinden çok, hedefi devleti avucuna almak olan güçlerin mücadelesinde aramak yerinde olur. Bu problematik içerisinde bürokrasi böylece çeşitli politik bileşkelere ayrılmaktadır.

 

Yerleşmiş bir siyasi parti örgütü topluluk olarak, tecrübeden yana herhangi bir devlet kesiminden çok daha zengindir. Ama aynı şeyi bu parti örgütünün teker teker ele alınmış memurları için söylemek güçtür. Gerçekten, sadece “genel sekreter” unvanı dolayısıyla bu unvanın sahibinin, örgütü idare etmek için gerekli bütün bilgi ve tecrübeyi kendi üzerinde topladığını sanmak saflık olur. Aslında, o bürokratik kesimleri olan bir yaratıcı mekanizma ile yine bürokratik bir haber alma servisi kurmuştur ve mekanizma onu parti yaşamının dışında tutmaktadır. Başkalarını harekete getirdiğini sanırken kendisi kendi mekanizması tarafından idare edilmektedir.

 

Ekonomik politikanın idaresiyle yeni kuşakların düşünce ve duygularının idaresi arasındaki ayrılık, bir baskı gereksinmesini kaçınılmaz şekilde kuvvetlendirir ve böylece de bütün politikaya bir idari ve bürokratik karakter kazandırır.

 

Sanayinin, memleketin ekonomik gelişmesine kıyasla yetersiz ölçüde kalması, işçi sayısının artmasına karşın bu sınıfın toplum içindeki etkisinin azalması sonucuna götürür. Kırsal bölgeler ekonomisi üzerinde bu yetersiz gelişmenin ters etkilerinin yanı sıra toprak sahiplerinin hızlı gelişmesi, aynı şekilde topraksız yoksul köylü tabakasının rolünü de asgariye indirir ve onun devlete güvenini iyice sarsar. Kent ve kasaba tüccarı ile köylerin zengin kesimlerine oranla çok düşük kalan geliri onda “efendi” olma duygusunu tümden siler. “Efendi” olmayandan da genel sekreter oy bekleye dursun.

 

* * *

 

Bürokratik rejim, küçük burjuva memur, uzman, üniversitelerin öğretim kadrolarının avucuna devlet makinesinin göstermelik “halkçı”lığını verir. Bu öğeler ise kırsal kesim ve kentlerin üst tabakalarıyla birçok sosyal bağla bağlı bulunup politikalarını bu grupların çıkarlarının korunması yönünde ayarlarlar. Bu da yoksul köylüyü partisinden uzaklaştır ve aynı zamanda onu yerel ticaret küçük burjuvazinin, tefecinin, tutucu din örgütünün, babayani şefkat edalı feodalin kucağına iter.

 

Bürokrasi, artık değer dağıtımının anahtarını ve dolayısıyla üretimci güçlerin gelişmesinin yönünü elinde tutar. Cumhuriyet dönemine ait birçok etüt, onun için “kast” tanımını haklı çıkaracak sonuçları önümüze sermektedir. Buradaki “kast” sözcüğü bilimsel anlamdaki gibi olmayıp bürokrasinin kapalı bir grup teşkil ettiği, iktidarını despotizmle sürdürdüğü ve “sınıf”a dönüşebilme yeteneğinde olduğu anlamındadır. Kendi öz denge durumunu koruyabilmek için bu “kast” kitleleri seferber etmeden üretim güçlerini geliştirme yolunu yeğlemektedir. Şöyle ki “plan”, devletin ekonomik olanaklarına göre değil, bürokrasinin politik tercihleri doğrultusunda bir idari tedbirler paketinden başka bir şey olmamaktadır.

 

Devletin kurumsal makinesinin oluşma sürecinin tarihsel koşulları bilinmeden bu makinenin varlık nedeni kolayca anlaşılmaz. Şunu da ekleyelim: Cumhuriyet bürokrasisi, Osmanlı toplum yapısı ele alınmadan, anlaşılamaz. Bu yapı ve özellikle Osmanlı bürokrasisi Bizans’tan haylice esinlenmiştir. Ancak bu kadar derine inmeyip bir başka yazıda bu bürokratik organizasyondan Cumhuriyet’e kalan mirası ve halkın buna karşı takınmış olduğu tavrı tahlile çalışacağım.