Bürokrasinin Temeli

Kültür Eserleri > Düşündüklerim Yazdıklarım > Bürokrasinin Temeli

Bürokrasinin Temeli

Cumhuriyet, 19.03.1980

 

İdarecilerle idare edilenler arasındaki geniş ayırım, Türk sosyal tarihine damgasını vurmuş ve bu damga günümüzde de silinmeden yerli yerinde duruyor. İdareci sınıflar dünyada feodal ve bürokratik olarak bölünmüşken bu bölünme Türkiye’de yaşanmamış, idareci takımı bu her iki sıfatı birlikte taşımaya devam etmiş. Yani yazıma konmuş “bürokrasinin temeli” derken işbu temel, aslında bir büyük toprak mülkiyetine sahip bir sınıfın oluşturduğu ve dayandığı bir bürokrasi oluyor.

 

Yaşamın her evresini etkileyen büyük bürokratik organizasyonun sürekli artarak yaygınlaşması evrensel bir şikâyet ve muhalefet konusu olmuştur. Bu, kapitalist, sosyalist, sınaî ya da kırsal, gelişmiş ya da az gelişmiş her tip toplumu olduğu kadar bütün sektörleri, kısaca devleti, sivil hizmetleri, meslek kuruluşlarını, üretim ve dağıtımını kendi müdahale alanı içine almaktadır. Uluslararası sahneler de bundan korunmuş değillerdir: UNESCO, FAO, UNICEF, NATO da ona boyun eğmişlerdir.

 

Bürokrasi, çeşitli özel işlevlerin yürütülmesi için eski ve çağdaş hükümetlerin kullandıkları bir örgütlenme tipi, politik sistemlerin sivil idari öğesi olmaktadır. Yani o, büyük organizasyon demek olup her büyük organizasyon da özgül olarak bir bürokrasi olmaktadır.

 

Resmi “bürokrasi” terimine gelince bu, teknik üretim görevini eylemsel olarak yürütebilmesi için bir kişinin başka bir kişiyle olan ilişkilerinin nasıl sürdürülmesinin gerektiğini ifade eden sistemler, politikalar, kurallar ve yasalarla belirtilmiş bir organizasyon tipi (ya da organizasyon içinde bir öğe) olarak tanımlanır.

 

Belli çapta bir politik ya da sosyal hareket bu gibi bünyelere (strüktürlere) başvurmayı gerektirmekte ise de bürokrasinin varlığı ve yaygınlaşması, hareketi kabullenen demokratik değerleri tehdit etmektedir. Başka deyimle, bürokratik organizasyonlar her türlü sair örgütlenme şekillerinden üstün, rasyonel aletler olarak kabul edilirlerse de aynı zamanda hürriyeti boğan, yeknesaklığa zorlayan ve yaşamı kişiliğinden soyutlayan bir sosyal patolojinin (hastalığın) belirtileri oldukları da kaydedilmektedir.

 

“Bürokrasi bir hükümet etme sistemi olup bunun denetimi o derece memurların eline geçmiştir ki bunların kazandıkları güç sıradan vatandaşın hürriyetini tehlikeye sokmaktadır”; “seçkin zümrenin memurlarından oluştuğu bir idare şekli”; “karar vermede rasyonellik, sosyal ilişkilerde kişisizlik, görevlerin rutin hale gelmesi ve otoritenin merkezleşmesiyle nitelendirilmiş bir örgütlenme tipi” gibi birçok tanımlamaya rastlanıyor literatürde.

 

Karışık resmî rutinin katı yöntem ve kuralları, işlemlerde şiddet, acemi memurlar, yavaş çalışma ve sorumluluk almama ve bunu hep başkasına aktarma eğilimi, birbirini çürüten emir ve direktifler, salt denetimi elde tutma çabası, her gün daha çok nüfuz ve iktidar için mücadele, uyum ve inisiyatif yokluğu ve insan gereksinmelerine ya da kamu düşüncesine ilgisizlik gibi pek çok suçlamalara hedef olmaktadır, bürokrasi.

 

* * *

 

“Bürokratizm” bir kalabalık personel (memur) kitlesiyle yerine getirilen devlet görevlerinin bir yanlış anlayışını ifade eder şekilde kullanılmıştır. Bürokrasi, otoritenin küçük memurlar arasında dağıtılması olup bu sonuncular ayrıntıya boğulmuş olarak işleri zorlaştırmayı ve başkalarında inisiyatif bırakmamayı amaçlamaktadırlar. Böylece bürokrasi, katılaşmaya ve kişilikten soyutlanmaya meyleden çapraşık bir kurumsal görünüm sunar.

 

Sosyal hastalığın, aslında sosyal olarak kabul edilmiş değerler sisteminin dışında oluşmuş durumları kapsadığı; keza böyle bir değerler sisteminin, sosyal maliyetin beklenen yararlı sonuçları aşması hallerini de içermediği varsayılıyor. Bu itibarla israfın sosyal olarak reddi ortadadır. Örgütsel hastalık, organizasyonun tutarlı bir yetersizliği şeklinde tanımlanıp bu da sosyal hoşgörünün sınırlarını aşan bir israf düzeyi oluşturur. Bu hastalığın bir başka kurumsal ifadesi de başına buyruk olma eğilimi olup bunun da altında yatan gerçek anlam, asıl hedefi bir ikincil ya da değişik bir hedefle değiştirme şeklinde yorumlanır.

 

Devlet bürokrasisinin öğelerinin, olağanüstü ayrı cinsten (gayri mütecanis) oluşunun akılda tutulması önemlidir. Çünkü bu durum, davranışlarını tüm olarak yorumlamak üzere herhangi bir genel tanımlama yapma olanağını ortadan kaldırmaktadır. Gerçekten bürokrasi, devlet makinesi içinde makamları işgal edenlerin çalışma biçemi (stili) olarak da görülememektedir. Onun kapsamına, politik partiler, sendikalar gibi hükümet dışı örgütlerin ücretli personel kadrolarını da katmak gerekir.

 

Bürokrasi kavramı, organizasyon kavramıyla iç içe girmiştir ve bu iki sözcük, birbirlerinin belirsiz yanlarını pay etmektedirler. “Büyük organizasyonlar” “bürokratik bünye”ler olduklarına göre bürokrasiyi bir çeşit özgül toplum olarak düşünmek akla aykırı düşmez. Bu konuya, onun üretim güçleriyle ilişkilerini irdelediğimde tekrar döneceğim.

 

Teknoloji olmadan toplumun eli ayağı tutmaz; teknolojik bilgi ve onu kullanabilen bireyler de olmadan teknoloji ölü doğar; teknolojik sistemlerin rasyonel olarak kullanılıp geliştirilmesine olanak sağlayan özel organizasyonlar olmadan da bu sistemler bir işe yaramaz ve hatta yarar yerine zarar verirler. XVIII. yüzyılda bürokrasi “monarşi”, “aristokrasi” ve “demokrasi” sözcükleriyle ilişkili olarak görülmüş, idarecilerle idare edilenler arasında geniş ayırım yapılmış; idareci sınıflar da feodal ve bürokratik olarak bölünmüş. Çağdaş devlette ise idareci sınıflar ister istemez bürokrasiyi oluşturmaktadır. Bir bürokratik siyasa kavramını ifade etmek üzere ünlü sosyolog Mosca “bürokratik mutlakıyet” deyimini yeğliyor. “Aristokrasi” sözcüğünün anlamının bir politik sistemden iktidarı elinde tutan bir seçkinler sınıfına dönüştüğü bilinir. Aynı şekilde bürokrasi anlamı da değişmiş olup bugün en çok kullanılanı basitçe, elinde iktidar olsun ya da olmasın, bir memurlar sınıfını ifade eder.

 

Eğer bürokrasiyi bir 4. hükümet şekli, yani “bürokratik siyasa” olarak düşünecek olursak sözcüğün sonraki anlamlarının “aristokrasi” “oligarşi”ninkilere koşut olduğunu görürüz. Bu örnek izlendiğinde bürokrasinin nasıl memurlar tarafından uygulanan egemenlik ve gücü ifade eder olduğu kolaylıkla anlaşılır. Bu idarî ya da bürokratik sınıf şimdi sadece siyasaya değil, tüm topluma özel büyük şirketler ve büyük hükümetler yoluyla egemen olur. Şirket müdürleri idareci sınıfı oluşturuyor demek, bu sınıf devlet bürokrasisidir demeğe eşittir.

 

Eğer bir politikaya bürokrasi egemense bütün sosyal ilişkiler bir bürokratik biçem ile damgalanmış demektir. “Kapitalizm” kıyaslamasında sadece mülk sahipleri bir idareci sınıf teşkil etmezler, mülkiyet ilişkileri bütün sosyal akrabalıklara nüfuz eder.

 

* * *

 

“Asya tipi üretim biçimi” kavramına konu olan endüstri öncesi hidrolik uygarlıklarda bir idareci bürokrasi, köylü kitlesine tahakküm ederek bir despotik rejim yaratmış olup bunlar en uygun olarak, “bürokratik imparatorluklar” şeklinde adlandırılırlar. Organizasyonlar arası şebeke makro ve mukayeseli sosyoloji sorunlarıyla birleştirilip analitik olarak irdelenmedikçe bu âtıl kitleyi yerinden oynatmaya, onun derinliğine nüfuz etmeye olanak yoktur. Gerçekten bir bürokrasinin zaman içinde evrimi, birbirini izleyen kuvvet ilişkileri ve sosyal çatışmaların değişen nedenlerinin ifadesi olmaktadır.

 

Sorunu toparlayacak olursak bürokrasinin üç farklı rol oynadığını söyleyebiliriz: Devletin içinden “ayrılmış” bir sektör olarak ona karşı kendi özlük çıkarlarını temsil rolü, ekonomik olarak egemen sektörlerin çıkarlarını ifade eden, pekiştiren, bunların etkisini bir ölçüde törpüleyen ama aynı zamanda gelişmesine yardım eden bir uzlaştırıcı rol ve nihayet devletin hedeflerinin ifadesinde genel olarak belirtilen kamu çıkar hedeflerine varmak için gerekli olanakları sağlayan bir infrastrüktürel rol.

 

İşte bu çelişkili roller, devlet makinesi içinde ortaya çıkan siyasi mücadeleye özel bir arena gibi bakacak olursak onun değişen bir arena olduğunu da görürüz. Onun faaliyeti dinamik olarak “sivil” sektörle devlet sektörünün başını çekenlerin gereksinme ve taleplerine doğruca bağlı olup bu çelişkili çıkarlardan esinlenen meydan okumaları kabul eder ya da peşinen bunları körletir.

 

Bütün bu anlamlarda bürokrasi bir değişen mücadele görünümü içinde gibidir. Çünkü birçok halde bu karşıtların alt ürünlerinden, hatta bazen hedeflerinden biri de yeniden bir kurumsal ayarlama olup bu da, mukabele olarak, gelecekteki çekişmelerde kuvvetler ilişkisini değiştirme eğilimini gösterir.

 

Bir başka yazıda bu kuvvet ilişkilerini ele alacağım.