Berlin Kongresi

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Berlin Kongresi

Berlin Kongresi

13 Haziran’da Berlin Kongresi’nin birinci oturumu olmuştu. Prens von Bismarck, kısa bir nutukla tam yetkili temsilcileri selâmlamış. Avusturya – Macaristan temsilcisi Kont Andrassy’nin teklifi üzerin kongrenin başkanlığına seçilmişti. Akşam, veliaht, kraliyet ailesinin bütün prens ve prensesleriyle çevrili olarak, hâlâ hasta olan babası adına bir resmî yemek veriyor. Bunun ayrıntılarına girmiyoruz. Veliahdın nutkunu Bismarck kaleme almış ve prensimiz kongreyi Fransız dilinde selâmlamasını istemişti.

 

Yemekten sonra Bülow, babası ile birlikte eve dönerken baba Bülow ona şunları söylüyor : “Bismarck, kongreyi istemeyerek kabul etti. Yaşça ilerledikçe, temsil olan herşeyi daha az sever oldu. Öbür yandan, can sıkıcı ihtimallerden kaygılıydı. Rusların, Avusturyalılar ya da İngilizlerin, hoşnutsuz olarak çekilip hayal kırıklıklarından, kongreyi Berlin’de toplamış ve ona başkanlık etmiş Bismarck’ı sorumlu tutmaları mümkündü. Bismarck bu işin farkında idi, ancak İmparator’a karşı bize zarar vermiş olan bu iki iğrenç suikastten sonra, itibarımızı artırmak için bir şeyler yapılmasının gerektiği görüşünde. Böylece de, mutadı dışında olarak, itibar politikası yapıyor. Bütün hesaplara göre, kongrenin İsviçre’de, Lucerne ya da Interlaken’de, veya, belki de, Venedik’te yapılması daha iyi olacaktı. Doğal olarak, kongre Berlin’de yapıldığına göre, başkanlığına bir Almanın getirilmesi gerekiyordu. Ama Bismarck’ın görüşüne göre, bütün bunların içinden Almanya’nın Avusturya, İngiltere ve bilhassa Rusya ile ilişkilerine zarar vermeden çıkılması bahis konusu olup Almanya’nın saygınlığına uygun şekilde, bu kongrenin başkanlığını bırakmak gerekirdi. Bunun için de şöyle bir yol tutulabilirdi. Berlin’de toplanmış kongre, başkanlığı için Alman şansölyesini seçmişti; ama bu sonuncusu, daha sonra, tartışmaların idaresini temsilcilerin en yaşlı, en deneyimli, en âkilane, yani Gortschakov’a tevdi edebilirdi. Gortschakov’un kendini beğenmişliğini, Çar’ın izzet-i nefsini ve Rusların ulusal hislerini tatmin etmiş olurduk ve bilhassa Ruslar, tartışmaların gidiş ve sonucundan sorumlu olurlardı”. Böyle konuşmuş Baba Bülow, 13 Haziran 1787’de. Oğul Bülow’un bu anılarından, daha Kongre’nin başladığı günlerde Alman politikasının “Ruslarla dostluk’a” endeksli olduğu görülüyor. Bu itibarla “geleneksel dost” olarak ilân edeceğimiz Bismarck’ın bütün kongre boyunca aleyhine tutumu, izahını bulmuş oluyor (B.O.).

 

Devam edelim Bülow’u okumaya.

 

Bir iki akşam sonra o, müthiş bir boğaz ağrısıyla uyanıyor. Boğulacak gibi oluyor. Alelacele aile doktoru Leyden’i çağırıyor. O da, durumu görünce ünlü cerrah Langenbeck’i çağırtıyor. Bu sonuncusu çıkınca Bülow “Pederimiz” duasını okuyarak uykuya dalıyor. Bu arada anası, aile dostu rahip Büschel’den, dualarında onun için şefaatte bulunmasını diliyor. Annesi çoğu kez, halinin düzelmesinin Büschel’in kendisi için dua ettiği zamanda vâki olduğunu tekrarlarmışmış…

 

İyileştikten sonra Bülow’un iştirak ettiği Berlin Kongresi’nin ilk oturumunda Gotschakov bir nutuk çekiyor; bu Bismarck’ın onun için söylediği çok büyük bir komedyen sözünü haklı çıkarıyor.

 

28 Haziran’da oturumun başında, Kont Andrassy uzun bir memorandum okuyor ve bunda Avusturya-Macaristan’ın, komşu ülkelerdeki ayaklanma ve çalkantıdan bir yıldan beri başının ağrıdığını söylüyor: Avusturya-Macaristan, Türk hükümranlığı altında yaşama olanağı, ne de koruma bulabildiklerinden Bosna’ya dönmeyi reddeden yüz elli binden fazla sığınmacıyı kabul etmek zorunda kalmışmış.” Bosna’nın Avusturya-Macaristan tarafından ilhakını istemiyorum, ama kongre bu sorunların bir pratik çözümüne varsın; Avusturya-Macaristan bu çözümü kabul edecektir ” diye bitiriyor lâfını. Bunun üzerine Marki Salisbury de ayağa kalkıp bir memorandum okuyor ve bunda İngiltere’nin, Avusturya-Macaristan birinci büyük temsilcisinin açıklamalarının doğruluğuna inandığını ve Bosna ile Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından işgal ve idare edilmesini teklif ettiğini beyan ediyor. Bu İngiliz teklifi ittifakla kabul ediyor. Sadece Türkiye temsilcisi çekingen bir itirazda bulunuyorsa da, acı alaylı bir eda ile konuşan Lord Beaconsfield ve kaba şekilde davranan Prens von Bismarck tarafından yerine oturtuluyor. Salondaki hazirun kimse Bosna ve Hersek’in bağlanmasının otuz altı yıl sonra Habsbourg’lar monarşisinin yıkımını intaç edeceğini aklına getirmiyordu.

 

29 Haziran’da kongre, Yunan sorununu tasfiye ediyor. Fransa ve İtalya, mümkünse Yunanistan ve Babıali arasında bir anlaşma, muhtemelen de güçlerin aracılığı ile Yunanistan lehine sınırların bir tashihini teklif ediyorlar. Önce mütereddit kalan İngiltere, sonra bunu kabul ediyor. Rusya, Fransız–İtalyan teklifini tamamen destekliyor. Mukavemetleri yavaş yavaş zayıflayan zavallı Türkler, bilgi eksikliğini bahane ediyorlar.

 

Temmuz’un ilk günlerinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya mütedair sorunlar tasfiye ediliyorlar, çok ilginç günler olmuş bunlar. Bu üç prenslik, Babıali’den bağımsız ilân ediliyor ki bu husus, zaten Ayastefanos muahedesinde belirtilmişti. Fransa’nın teklifi üzerine, bu üç Devlet’te inançlar eşitliğinin icbar edilmesi isteniyor; bu düzenleme özellikle Romanyalıları hedef alıyordu, şöyle ki bunlar, Yahudileri yurttaşlıkla ilgili tüm görevlerin ifasına mecbur etmekle birlikte bunlara, sistematik olarak her türlü siyasî hakkın verilmesini reddediyorlardı. Bismarck, işbu Fransız teklifini hararetle destekliyor ve Alman kamuoyunu, İmparatorluk anayasasında yazılı bütün mezheplerin eşitliği prensibinin Almanya’nın dış politikasında da kabul edilmesini istediğini beyan ediyor. Sırbistan’a Niş, Karadağ’a Podgoritza veriliyor ama bu iki ülkeye Adriatik üzerinde hiçbir liman mal edilmiyor. Bütün güçler tarafından terk edilen Romenler, yeniden Bessarabya’yı Rusya’ya bırakmak zorunda kalıyorlar. Karşılığında Dobruca, Karadeniz üzerinde Silistre’den Mangalia’ya kadar bir toprak şeridi ile Yılanlar Adası onlara veriliyor.

 

Israrla talebe dilip nihayet Ruslar tarafından elde edilmiş Bessarabia’nın geri alınması, Romenleri derinden yaralamıştı. Yiğit ve mahir bir strateji olan Prens Carol’un kumandasındaki Romen ordusu, Balkanlar’daki savaşlar sırasında değerli hizmetler vermişti; bu itibarla Rusların tavrı şimdi artık Romenlere hoyrat bir nankörlük gibi gelmişti. Bu andan itibaren Romanya her gün daha çok merkezî güçlere, özellikle Almanya’ya sokuluyordu. On yıl sonra, Bülow Bükreş’te sefirken, Romanya ile önce Almanlar için elverişli bir ticaret muahedesi, sonra da Almanya’nın Rusların taarruzuna uğraması halinde işbirliğini sağlayacak bir siyasî antlaşma akdetmeye muvaffak olunuyor. Alman politikasının 1914’teki kocaman hataları, yirmi yıldan fazla bir süre Romanya’yı Almanya’ya bağlayan bağların kopmasını intaç ediyor(163) .

 

Bismarck, Berlin Kongresi’ne bir gerçek ustalıkla riyaset etmişse de nihayet bu iş, Almanya’nın genel durumunu tehlikeye sokmuştu. Bu keyfiyet, her şeyden önce, yaşlı Gortchakov’un alınganlığı ve kendini beğenmişliği ile izah edilebilirse de ona Bismarck’ın kötü muamele ettiği de kabul edilmelidir.

 

13 Temmuz 1878’de, kongrenin başlamasından bir ay sonra, “Berlin Muahedesi”, şansölyelik sarayının, halen Kongre Salonu tesmiye edilen büyük salonunda imza edilmişti. Ünlü ressam Antoine Werner, bu anı Berlin Belediyesi’nde bulunan meşhur tablosunda tespit etmiş. Bu tablo, imza törenini, Bülow’un kişisel anılarına tetabuk edecek şekilde betimlemiş. Köknarın karaçamlara hâkim olması gibi, Prens von Bismarck da bütün mevcut kişilere hâkim olarak, Kont Pierre Schouvalov’un elini sıkarken temsil edilmiş. Kont, görkemli Rus general yaver üniforması içinde. Kont Andrassy, hussard üniforması içinde, çok zarif, Bismarck’ın arkasında, sanki kendini daha kuvvetlinin himayesi altına sokmuş gibi duruyor. Prens Gortchakov, bir koltuğa oturmuş, 13 Temmuz 1878 günü takınmış olduğu zehirli havadan uzak, daha rahatlamış bir tavır sergiliyor. Biraz yan duran Disraeli (Resim 32), sanki ona bazı teselli sözleri söylüyor. Bülow’un babası Prens von Hohenlohe ve Fransız temsilcisi Waddington, oturmuş olarak gösteriliyorlar. Zavallı Türkler (Mehmet Ali, Karatodori ve Sadullah bey), muahedenin üstünde imzalandığı uzun masanın ucunda, fırtınadan birbirlerine sokulmuş koyunlar gibi duruyorlardı. (164) Von Bülow’un Saint-Petersbourg’a tayini ve bu başkente varışından az zaman sonra Bill (oğul) Bismarck ona, mahrem olarak, bu son yılların bütün anlaşmazlıklarına rağmen babasının üç imparatorun buluşmasını arzu ettiğini yazıyor; şansölye bunun Eylül ortasında, Prusya sınırı ile Varşova arasında herhangi bir Rus şatosunda vâki olmasını teklif ediyordu. Bülow, zemini ihtiyatla yoklayacaktı ve bulgularının olumlu olmaları halinde, sefir von Schweinitz, sıladan döner dönmez, resmî davet görevini üstlenecekti. Rus dışişleri bakanı de Giens, Bülow’a maslahatgüzar değil, dost olarak öğle yemeğine davet ediyor. O da, Bill’in ona yazdığını bakana bildiriyor. De Giers, bir an düşündükten sonra ona “açık sözlülüğünüze minnettarım; üç imparatorun bu görüşmesi bana, kendileri mütekabil ilişkileri, ve hattâ lâf olsun diye faydalı görünüyor. Mümkün olacakla bakacağım” diye yanıtlıyor. Birkaç gün sonra de Giers onu bakanlığa çağırıp hükümdarının, talebe rıza göstermiş olduğunu bildiriyor.

 

Bu cevabı Berlin’e iletir iletmez Bülow, şansölye’den onu birkaç gün için Alman başkentine çağıran bir telgraf alıyor. İmparator François Josephe mülâkatı ve bunun Varşova idaresinde Çar’ın Skierniewice’deki av köşkünde olmasını kabul etmişmiş (Resim 31).

 

Berlin’e vardığında Prens von Bismarck onu öğle yemeğine çağırıyor. Bir ara onu bir kenara çekip Saint-Petersbourg hakkındaki ilk intibalarını soruyor. Bülow’un yanıtı : “1875 – 1876 kışındaki son oturma günlerindeki bu, Almanya ile bir eğilim evliliği idi, ve şimdi bir sağduyu evliliği oldu”. Prens gülüyor ve “bu bana doğru gibi geliyor” diyor ve üç imparatorun mülâkatında onun da bulunmasını arzu ettiğini ekliyor.

 

Ertesi günü Skierniewice’ye hareket ediliyor. Yol boyunca, seksen yedi yaşında olan İmparator, Rusya’ya önceki seyahatlerinden bahsediyor. Özellikle altmış yıl önce, grand-duc Nikolay’ın eşi olan kız kardeşini gidip gördüğünü anlatıyor. Ve daha başka ayrıntılar.

 

İmparator, daha başka şeyler de söylüyor : “Eski bir geleneğe göre Prusya prensleri, on yedi yaşında oldukları gün orduya kabul ediliyor ve onlara Kara Kartal nişanı takılıyor. Memel’de, 1806 Noël gününde babam beni, çok mütevazı Noël ağacına götürüp bana ‘Aslında sen, 22 Mart 1807 doğum gününde subay olacaktın. Ama o tarihte, nerede olacağımızı bilmediğimizden, seni daha bugünden teğmen atıyorum ve nişanımızı takıyorum. Üniforma ve nişanını daima onurlandır’ dedi. Küçük bir çocuk üniforması, benim ilk Prusya üniforması, benim ilk Prusya üniformamı giyiyordum. Annem, güzel kraliçe Louise, acı acı ağlıyordu”.

 

Bu satırları okurken aklımıza bacak kadar şehzadelerimizin göğüslerini dolduran nişanlar geliyor. Devam edelim Bülow’u okumaya.

 

15 Eylül’de, Skierniewice şatosunda bir resmî yemek veriliyor. Yaşlı Alman hükümdarı Çar ile imparator François – Joseph’in arasında oturuyordu. III. Alexandre’ın yüz ifadesinden, daha Slav, daha Rus bir ifade düşünülemezdi. Alman sefiri von Schweinitz, ” Çar’ı köylü kılığında pantolon üzerine bluz ve ıhlamur ağacından pabuçlarla giydiriniz, bütün ötekiler gibi bir Rus köylüsü olur” diyordu. Buna rağmen III. O Alexandre’ın damarlarında tek Rus kanı yoktu. O, tamamen Almandı. Ortamın etkisi çoğu zaman irsî karakterlerden daha kesin olur.

 

Skierniewice’deki bu yemek sırasında III. Alexandre, sanki sıfırdan kalkmayı bekleyemeyecek gibi bir hava içinde, François-Joseph de yorgun ve uyuşukluk halinde imiş. Donuk gözleri boşlukta kaybolmuştu. Neyi düşünüyordu? Ancak on dokuz yaşında iken, isyan etmiş Macarları Rusların yardımıyla bastırmış olduğunu, yine Rusların desteği sayesinde Piémont’luları yenip Prusyalıları küçük düşürdüğünü mü hatırlıyordu? Kırım harbi sırasında Ruslara hiç bir minnettarlık eseri göstermemiş olup o harpten beri 1872’deki üç imparatorlar mülâkatına kadar bu ülkenin Habsbourg’lara karşı düşmanlığına yol açtığını mı düşünüyordu?

 

Ertesi sabah, üç imparatorluğun idareci Devlet adamları arasında bahçe paviyonunda bir konferans akdedilmiş. Herbert von Bismarck, gülerek Bülow’u kolundan tutuyor. “Konferans sırasında yandaki odada duracağız; gözetlemek için değil, ilgi gösterip öğrenmek için. Köşedeki şu adam bizi rahatsız etmeyecek, o bir dedektiftir; bu lânetli ülkede insan hiçbir yerde nihilist ve bombalardan korunmuş olmuyor”.

 

Prens von Bismarck, de Giers ve Kont Kalnoky bir dört köşe ahşap masanın etrafında oturuyorlarmış. Bir girişten sonra Bismarck, 4 Eylül 1872’de Berlin’de vâki üç imparator mülâkatının görüşlerini hatırlatıyor. Epey sürtüşmeden sonra, barış ve Avrupa’da monarşik idarenin çıkarı gereğince Kuzey’in üç büyük imparatorluğunun, kavga ederek ancak ihtilâla yardımcı olacaklarını, ve hattâ, bu işin galibinin dahi, kazandığından fazlasını bunda kaybedeceğini söylüyor. Bismarck, üç gücün aralarında herhangi birinin bir başka güç tarafından saldırıya uğraması halinde, öbürlerinin hayırhah bir bitaraflığı muhafaza etmesini teklif ediyor. Bunu takip eden uzun tartışmalarda, Balkanlar yarımadasında, muhakkak olarak Avusturya tarafında olduğu kadar Rus tarafında da husule gelebilecek olaylar karşısında incelik ve iyi niyetle hareket edilmesi hususunda mutabık kalınıyor. Küçük yangın odaklarını körüklemek değil, söndürmek gerekecekti (165) .

 

1885 ilkbaharında, Orta Asya’da içten içe sürüp giden Rus ve İngiliz çıkarları arasındaki çatışkı, keskin hale gelmişti. Her ne kadar bu kriz ağır bir emare idiyse de, zararsız geçmişti. Daha 1875 ilkbaharında, ne İngiltere’nin, ne de Rusya’nın, Fransa’nın yeniden Almanya tarafından zayıflatılmasına razı olmayacakları ortaya çıkmıştı. On yıl sonra da,, yine açıkça belirgin olduğu gibi, ne İngiltere, ne de Rusya, Almanya’nın tertius gaudens (üçüncünün keyfi)den faydalanması için birbirleriyle harbetmeyi düşünüyordu. Afgan anlaşmazlığı sırasında,  İngiliz muhafazakârlarının lideri Lord Salisbury, Gladstone ve liberallerden çok daha keskin bir dil kullanmıştı. Mayıs 1885’te, bir muhafazakâr kulübün açılışında Lord Salisbury, Rus hükûmetini sürekli olarak sözünde durmamakla itham edecek kadar ileri gitmişti. Ama Haziran 1885’te, Gladstone’un düşmesinden sonra başbakan olunca, o da Rusya’ya karşı selefi kadar geçimli olup Asya’da her ikisine de yer olduğunu söyleyerek İngiltere ile Rusya arasında bir işbirliğine hiçbir şeyin karşı koymadığını beyan etmişti.

 

Prens von Bismarck bu anda Rusya ile İngiltere arasında bir harbi diliyor muydu? Herhal-ü kârda, dış politika babında nadiren açık veren akl-ı selimi, bu hissini herhangi bir türlü açıklamaktan onu alıkoymuştu. Herbert, babasından daha az temkinli olarak, Afgan krizi dorukta olduğu bir zamanda, yabancı diplomatların bulunduğu bir toplantıda, kafayı biraz bulmuş olarak “İngiltere ile Rusya kapışacak olursa, tek bir şey söylerim. Bütün darbelerin etkin olduklarını görmek isterim” diye haykırmış. Bu boş lâkırdılar Londra’ya bildiriliyor ve Galler prensi ile prensesinin, kulağıma geliyor; bunlar, bu ifadelerden, Rusya ile İngiltere arasında bir uzlaşma sağlama çabaları için faydalanıyorlar. Çok kaygılı de Giers Çar’a, Rusya’nın ya büyük bir harbi göze alma tehlikesine gireceğini, ya da boyun eğmesinin gerektiğini söylüyor. Çar, “boyun eğmeyeceğim ve harp olmayacak” yanıtını veriyor. Bunda haklı çıkan III. Wilhelm olmuştu (166) .

 

Gün gelecek, ihtiyar I. Wilhelm ölecek, yerine genç veliaht II. Wilhelm geçecekti. Yeni hükümdar, ne o anda, ne de en az beş yıl sonra, işin vüs’atini hesaplayamayacağı bir işe kalkışacaktı: Prens von Bismarck’ı görevinden almak.

 

Gerçekten bu otuz yaşlarındaki imparator, hiçbir zihin olgunluğuna sahip olmayıp ciddiyetten bile yoksundu. Bismarck’la ipleri, deneyimsizlikten, uzağı görme kabiliyetsizliğinden, aynı zamanda da çok ihtiraslı ve hükümdarlık rolünün mistik düşüncesiyle dolu olduğundan koparmıştı. Bu sonuncu düşünceden ömrü boyu kurtulamayacaktı. Eski bir Alman atasözü, “Allah bir adama bir işlev verdiğinde, ona aynı zamanda bu işlevi yerine getirmek için gerekli aklı da verir” diyordu. Bu özdeyiş, birçok şansölyelik memurları, müsteşar ve yardımcılarının, hattâ birçok bakanın ruhuna işlemişti. Ama bir kendi kendine telkin ile İmparator, Bismarck’ın bir gün kullandığı bir ifade ile aklın buyuruğundan zaman zaman kaçabileceğini hayal ederek kendini Tanrı ile bir özel irtibat halinde görebiliyordu.

 

  1. Wilhelm’in Bismarck’la bozuşmasının sebebinin işçi yasaları, sosyal mesele ve sosyalistlere karşı takip edilecek yol olduğunu sanması yanlıştı. O, bu konulardaki görüş farkını, sadece onu rahatsız eden “lala”sını başından savmak için kullanmıştı. Gerçekten, Bismarck’ın ayrılışından az zaman sonra Caprivi’den, sosyalistlere karşı daha sert davranmasını istemişti. Bülow şansölye olduğunda, yıl geçmemişti ki, kâh asabî halle, kızgınlık ve kabalıkla, kâh sevecen şekillerle, ondan da “kızıl”lara karşı sertlikle hareket edilmesini istemişti.

 

İmparator’un Bismarck’tan ayrılmasının derin ve gerçek sebebi, kendisinin Bismarck rolünü oynamak, yani Almanya ve dünyada Bismarck’ın yirmi yıldan fazla bir süredir işgal ettiği yeri almak arzusu idi. Bismarck, İmparator kendi kendisinin şansölyesi olmayı istiyor dediğinde, herhalde bunu kastediyordu.

 

Büründüğü şekliyle, İmparator’un Bismarck’tan kopması, Alman İmparatorluğu için büyük bir felâket olmuştu. Şansölyeyi daha büyük bir saygınlıkla, onun hakketmiş olduğu bütün ilgi gösterileriyle işinden almak, gereksiz bütün izzet-i nefis kırıcılığından kaçınmalıydı. Ve özellikle Bismarck’a yol vermenin tek nedeni İmparator’un onun gidişinden sonra daha liberal bir politika takip etmesi, yani Avrupa’da cari parlamenter sistemi derhal hayata geçirmeye kararlı olması olabilirdi. Bismarck’ın diktatörünün ardından II. Wilhelm’inki gelmemeliydi, zira Bismarck bir dahî idi, II. Wilhelm ise değildi.

 

Bismarck’ın çekilmesinin anî sonucu, Rusya’nın isteğinin hilâfına, mütekabil antlaşmasının yenilenmemiş olmasıydı. Boş yere de Giers, Almanların bunu yenilenmeyi reddetmeleri halinde Çar III. Alexandre’ın kendini, kişisel eğiliminin aksi yönde olmasına rağmen, Fransa ile ittifaka girme zorunluluğunda göreceğini beyan etmişti. Bismarck’ın öngörmüş olduğu gibi, mütekabil teminat paktının geçersiz kılınmasının anî ve otomatik sonucu, Fransız – Rus ittifakının kurulması olmuştu. 1890 Mayıs’ından itibaren daha önce görevden alınmış panslavistlerin başı Tschernajev, yeniden göreve çağrılıyor, kurmaylar heyetine dahil edilip Yüksek Savaş Konseyi üyeliğine getiriliyor. Aynı anda Çar ve ailesi, gösterişle, Fransızların Moskova’da tertiplemiş olduğu sergiyi ziyaret ediyor. 23 Temmuz’da Amiral Gervais’nin kumandasında bir Fransız filosu Cronstad’ta görünüyor, burada halk ve Rus mürettebat tarafından coşku ile karşılanıyor. Rus donanmasının baş amirali Grand – duc Alexis, Amiral Gervais’ya, Fransız gemilerinin kurmaylarına ve kumandanlarına parlak bir ziyafet çekiyor. Çar ile Çariçe, Fransız Amiral gemisi Marengo’ya çıkıyorlar. Peterhof’ta, Fransız filosu şerefine verdiği bir yemekte Fransız Cumhurbaşkanına kadeh kaldırıyor ve muzika, Çar’ın ayakta ve başı açık olarak dinlediği Marseillaise’i çalıyor. Maalesef, küçük şeyleri çoğu kez büyütüp büyüklerin önemini takdir etmesini bilmeyen II. Wilhelm, hiçbir sonuç vermeyen olayları “belirgin tarihler” olarak çok kez kullanmıştı. Ama Fransız İhtilâli’nin savaşçı şarkısını dinlemek üzere Çar’ın başını açtığı an, gerçekten bir tarihî an olmuştu. Bu, seksen yıl sürmüş olan ve politik çıkarlarla derin duygulara dayanan bir Rus – Prusya dostluğu sonunun işareti idi. İhtiyat ve maharetle, Rusya ile kopma ve harpten hâlâ kaçınılabilirdi; ama artık herkes bu iki Kuzey imparatorluğun eski ilişkilerinin aynı kalmamış olduğunu hissediyordu. Çar’ın başkan Carnot’ya telgrafı ve Moskova’da amiral Gervais’nin kadeh kaldırmasından sonra Avrupa’da kimse, Fransa ile Rusya arasında bir ittifak muahedesi ile askerî uzlaşımların varlığından şüphe etmiyordu. Fransa’nın önceki sefiri, flegmatik, dürüst adam Laboulage’ye geri çağırılıyor ve onun yerine en parlak Fransız diplomatlarından biri olan Montebello gönderiliyor. Birkaç ay içinde dünyanın veçhesi değişmişti. II. Wilhelm de, mütekabil teminat paktının feshedilmesinin sonuçlarını kabul etmek zorunda kalmıştı. Hatâsını tamir etmek için her çareye başvurmuştu. Ama onu sevmeyen III. Alexandre’la bir yere varamamıştı. Daha sonra, Çar II. Nikolay’a yaklaşma teşebbüsleri de hiçbir ciddî sonuç vermemişti.

 

Alman ulusunun çoğunluğunun ve bilhassa Alman politika adamlarının Bismarck’ın görevden alınması haberini hiddet, hoşnutsuzluk veya hattâ basitçe hüzünle karşılamış olduklarını düşünmek hatalı olurdu. Krentzzeitung başyazarı, vatansever ve mükemmel adam Kropatschek, Rathenow’un muhafazakâr kulübüne haykırarak geliyor : “Beyler, neş’eli haber ! Bugünden itibaren, Bismarck ailesi tarafından değil, Hohenzollern hanedanı tarafından idare ediliyoruz”.  Burjuva demokrasisinin başı, birçok bakımdan değerli bir kişi olan Engène Richter, gazetesinde, Almanya’nın bu en büyük devlet adamına bir bayağılık, bir soysuzluk ve ruh kabalığı şaheseri olan bir makale tahsis ediyordu.(167)

 

Evet, Bismarck ekolünden yetişmiş ve sonra da şansölyelikte onu istihlâf etmiş olan von Bülow, engin kültürü, ince zekâsı ve keskin görüşü ile bize Enver’in önünde el pençe divan durduğu II. Wilhelm’in ne çapta adam olduğunu, işin hiçbir eksik tarafını bırakmadan anlatmış oldu. Bütün bunları okuduktan sonra onun peşinde felâketle sonuçlanan bir büyük harbe sürüklenmiş olduğumuzu düşünüp hayıflanmamak elde değil.

(163) ibd. , S. 294 – 304.

(164) ibd. , S. 305 – 306. Bismarck, Prens Gortchakov’a bile kaba davrandığına göre, Osmanlı başmurahhası Karatodori paşaya aynı şekilde davranmış olması izah edilir. Bu, onun mağrur Alman mizacının bir göstergesi oluyor.

(165) ibd . , S. 390 – 394 .

(166) ibd . , S. 395 – 396 .

(167) ibd . , S. 437 – 441 .