Kültür Eserleri > THKK 4 - Dokuma ve Giyim Teknikleri > Anadolu Halısı

Anadolu Halısı

Konunun bütünüyle içine girmeden önce, bir Batılı sanat adamının, eserlerimiz karşısında duyduğu heyecana tercüman olalım. Bu kişiden, aynı bağlam içinde daha sonra da söz edip hissiyatını aktaracağız. Bu kişi, bazı sanat eserlerinin dekorasyonu ve restorasyonu için İstanbul’a davet edilen Fransız mozaikçi ve ressam, geçen yüzyılın sonlarında yaşamış Prétextat Lecomte’dir. Ailesiyle gelip yerleştiği İstanbul’da sanatkâr, uzun yıllar yaşamış. Doğu sanatlarını yakından ve büyük bir ciddiyetle incelemiş ve bunları ülkesinde tanıtmak amacıyla “Arts et Métiers en Orient” adlı eserini kaleme alıp bunu 1903’te Paris’te yayınlamış. Bundan bazı ilginç bölümleri, çeviricinin metnine sadık kalarak aktarıyoruz.

“Kula, Gördes ve Isfahan halıları gibi belli karakterde ve ihraç metaı olan türler dışında -ki, bütün tipleri bu üç türe irca etmek gibi bir hataya düşülmektedir- Şark halıları çok az tanınmıştır. Türk halıları hakkıyla değerlendirilmemektedir; sadece renk zenginliği ve desen orijinalitesi bakımından takdir toplamakta, sanat tarafı ise münakaşa konusu olmakta, hattâ inkâr edilmektedir. Bir müellif Türk halıları hakkında şöyle diyor: ‘Desen, genellikle pek sanatkârane değildir, ama bu hususu örten meziyetleri de vardır: Dokuması sık, sıcak ve yumuşaktır’. Şark halıları hususunda bir şeyler söyleme gereğini duymuş olan bütün müelliflerin kanaati hemen hemen budur. Bu halı, pentürü taklit eden Garp halılarından gerçekten farklıdır. Şark sanatı, Çin ve Japon sanatı gibi sembollerle doludur. Bunu anlayabilmek için, her şeyi zihin ve mantığa dayandıran matematik Garp’tan çıkıp, her şeyin hayale dayandığı Şark hayatını yaşamak gerekir. Şark sanatı geleneklere dayanır ve Şarklılar değişken kişiler olmadıklarından bu gelenekler titizlikle muhafaza edilmektedir. Gerçekten Şarklılar, tabir caizse, kendileriyle tabiat arasında bir ayniyet kurmuşlardır, tabiatı anlar ve severler.” 

“Şarklılar ve Garplılar kabul etmelidirler ki, sanatları farklıdır ve her biri, kendine has imkânları içinde değerlendirilmelidir. Yani Garp’taki estetik mefhumlar Şark’ta işe yaramaz; bunun aksi de varittir elbet. Bu şartlarda tabiatı körü körüne kopya etmiyor diye Şark mamullerinin sanat değerini inkâr etmek haksızlıktır.” 

“Halı sanayisi çok eskidir; en eski çağlarda bile kullanıldığını tarih bize ispatlamıştır. Biliyoruz ki Mısır’da Heliopolis rahipleri tapınaklarını halıyla süslüyorlardı ve Firavunların sarayında çok sayıda halı bulunmaktaydı. Homeros’un anlattığı devirlerde halılar beyazdı ve tek renkliydi. Beni Hasan’da bulunan bir baróliefte, Nil sahillerinde mevcut Yukarı Mısır şehirlerinden Akmin zanaatçılarının kullandıkları tezgâha benzer bir tezgâh göze çarpmaktadır. Buna rağmen bazı müellifler, halıcılık sanatının çağımızdan da önce mevcut olduğunu inkâr etmektedirler. Gobelins halı sanayisinin bilgin müdürü Alfred Darcel, şöyle yazmaktadır: ‘Antikçağdaki döşemecilik öylesine meçhuldür ki, bunlardan söz eden müelliflerin halıları mı, nakışları mı, yoksa kösele üzerinde pentürü mü kastettiklerini tam olarak söyleyemeyiz.’ Aşırı bir görüş bu; tarih ve destanlar bunun aksini ispatlamaktadır. Laerte’nin mezar örtüsü olmak üzere Penelope’nin dokuduğu ve Ulysse’nin dönüşüne kadar söküp söküp yeniden başladığı halının efsanesini bilmeyen yoktur.

“Filomen’in dokuyup görümcesi Prokne’ye gönderdiği halı da meşhurdur. Trakya kralı ve Prokne’nin ağabeyi olan Tere, Filomen’in dilini kestirip hapse artırmıştı ve mahpus kadın uğradığı felâketleri anlatan bir halı dokuyup görümcesine gönderdi. İddiamıza karşı çıkıp bunun bir halı değil, nakış olduğunu ileri sürebilirler. Ancak görünüşte doğrudur, zira biri ile diğeri arasında, bunların aynı ideden doğmuş olduklarını kabul etmemize yol açacak sayısız ortak noktalar mevcuttur. Süjeleri iplikle veya renkli yünlerle canlandırmak aynı ideden gelmedir, binaenaleyh bir arada mevcut olmuşlardır.”

 “Bizans halısının izine rastlamadık; hâlbuki Şark’ta lüks kumaş ve dokumalar boldu. Bu kumaşlar Tesalya, Kıbrıs, Yunanistan ve Konstantiniye’deki fabrikalarda imal edilirdi. Fransa’da, Ortaçağ’da halı varken Bizanslıların bunu bir yana bıraktıkları düşünülemez. Bazı Bizans mozaiklerinde, anıtların merdivenleri halıyla kaplı gibi görünmektedir. Meselâ, İstanbul’da, Edirnekapı’da Kariye Camii’nde bulunanlar ve özellikle Meryem Ana’nın takdimi ve çiçekli değnek’in Aziz Yusuf’a verilmesi panolarında, Azizler Azizi’nin üzerinde bir dokuma var gibidir. Zaten halıların menşei Şark’tır. Araplar vasıtasıyla İspanya’ya girmiştir; sonra Venedikliler bu sanayiye çarçabuk hâkim olmuşlar ve Batı Avrupa’yı kendi imalâtlarıyla doldurmuşlardır.”

“Umumiyetle Şark halılarında kelimenin hakikî manasıyla bir kompozisyon yoktur; deprenatür çizmez; bütün dekoratif motiflerini bitkilerden, geometrik çizgi ve şekillerden, her gün kullanılan eşyalardan, dinî abidelerden ve en uzak menşei hayvanlara dayanan formlardan alır. Dekorasyon meydana getiren motiflerin renkleri zengin ve çok çeşitlidir. Bizanslılarda da müşahede edilen bir hususiyet: Şarklılar, prizmadaki zıt renkleri bir araya getirmekte büyük ustalık göstermektedirler.”

“Bir kırmızı ile bir maviyi mi birleştirecek, Şarklı sanatkâr maviyi yeşille, kırmızıyı portakal rengine çalan sarıyla sürmeler. Canlı bir sarıyla maviyi bir araya getirecekse, maviyi kırmızımtırak bir portakal rengiyle çevreler. İranlılar en tutarsız renkleri bir araya ahenkle getirmekte büyük ustalık göstermektedirler; beyazı da sık ve zevkle kullanmaktadırlar. Şunu da ekleyelim; Bizanslılar gibi, zıt renkleri bir araya getirmek için beyaz çizgiler kullanırlar; kolay bir yoldur ve çok iyi netice vermektedir. Şarklılar birbirinin aynı olan iki halı asla yapmazlar; öyle ki basit bir tarifle onların kompozisyon metodunu anlatmak imkânsızdır. Şark halılarının sanat hususiyetleri hakkında genel bilgi verilebilir ancak.” 

“Bu hususiyetlerden biri, görüldüğü gibi renklerdeki ahenktir. İkincisi, bütünün bölümlerindeki birlik; üçüncüsü geometrik figürlerdeki şekil güzelliği ve simetri; dördüncüsü ustalıkla bir giriftlik içinde birleşen motiflerin inceliği ve küçüklüğüdür. Kısacası hiçbir şey göze batmamalı; göz hiçbir yere takılmadan bütün kompozisyonu kucaklamalı, renkler ahenkli ve büyüleyici olmalı ve bütününden Avrupa lisanıyla ifade edilemeyen, tamamıyla Şarklı bir hassasiyet okumalı. Bakan, Şark şiirinin büyüsüyle dolu sembolik bir bahçenin ideal bitki dünyasında hissetmeli kendini.”[1] 

Lecomte, Türk halıları üzerinde daha uzunca yayılıyor ki bunları derç etmeye gerek görmedik.

* * *

 Düğümlü halının ortaya çıkışının izahı babında iki temel yaklaşım bulunuyor. Bunlardan en rağbette olan Erdmann’ın teklif ettiği, işbu tipin ilk ürünlerinin, hayvan derilerini taklit etmek çabası içinde göçebe çobanlara ait olduğu düşüncesidir. Böylece havlar uzun bırakılmış olmalıydı ve ancak daha sonraları, esas itibariyle faydalı bir şey üzerine tasarım (şekil) bindirilecekti. Bu tür bir yemlik gereksinimi sadece sert iklim koşullarında ortaya çıkacaktı ki bu sonuncular, ilk düğümlü halı numunelerinin bulunduğu yerlerde hüküm sürüyorlardı. İkinci varsayım, havlı düğümlü halının çapraşık tekniğinin, ister istemez bir yerleşik kent kültüründen çıktığı doğrultusunda oluyor. Bazı bilginler, Babilon ve Niniveh gibi merkezlerin sanat eserlerinden bir nevi taşınabilir mozaiğin temsil edilmesi amaçlandığını savunmuşlar. Bu süsleyici sanat şeklinde, yerini bir göçebe çevrede alabilirdi.

Bu düşüncelerin hiçbiri, sonuca götürecek belgelerle desteklenmiyor; ama birkaç neden, mülâhazayı davet ediyor. Grek ve Roma kaynakları tekrar tekrar Doğu’nun halı ve tuhafiyesinden söz ediyor; aşikâr olarak bunlar, eski zamanlarda süsleyici birer vasıta idi ama bu kumaşların yapısı hakkında çok az bilgiye sahibiz. Bunlar düğümlenmiş, keçeleştirilmiş ya da başka düğüm teknikleriyle imal edilmiş olabilirler. 

Derken Pazyrik halısı ortaya çıkıyor. Bu keşif bizi, göçebe İskitlerin bu denli çapraşık sanat eserleriyle ne yapacakları konusuna yöneltiyor şöyle ki bu, kendi mamulleri olabileceği gibi (bir göçebe dokuması mutlaka kaba olmaz) Orta Doğu uygarlıklarıyla ticaretin sonucu da olabilirdi. Aynı motiflerin bu çağın Mezopotamya sanatında da varlığı işbu yaygının buradan kaynaklanmış olduğu kanısına kuvvet kazandırıyor. Pazyrik’in yüz mil Batı’sında, Ursul suyu üzerinde Baş Adar’da yapılan daha sonraki kazılarda, Pazyrik’ten iki asır öncesine tarihlenen mezar hüyüklerinden bir eyer imalinde kullanılmış bir düğümlü halı parçası çıkıyor. Bunun da, inç karede 400 Acem düğümü gibi ince bir dokuma olarak hayli üstün teknik düzey ürünü olduğu anlaşılıyor. Gerçekten, bir grup olarak bu kumaşlar bize, son 700 yılın dokuma tarihi hakkında ne denli az bilgiye sahip olduğumuzu gösteriyor. Bu parçalar o denli güzel dokunmuşlardı ki bunların, muhtemelen Orta Doğu’nun uzun bir geleneğinin ürünü olduğundan başkası düşünülemiyor.

Bunlardan sonra gelen en eski buluntular, muhtemelen bin yıl sonrasına ait oluyor. Doğu Türkistan’da Nira ve sair eski kervan yolları üzerindeki yerleşme merkezlerinde, M.S. V. ile VI. yy.lara tarihlenmiş bir miktar küçük halı parçaları bulunmuş. Bu dokumalar Türk düğümü ile yapılmışlarsa da Pazyrik buluntusuyla az benzerlik arz ediyorlar, şöyle ki dokuma kaba, inç kareye sadece 30 ilâ 40 düğümlüdür. Bunların hakkındaki bilgileriniz bu söylediklerimizle sınırlı kalıyor. 

Her ne kadar Anadolu halılarına dair bilgilerimiz ne denli azsa da, İran yaylalarının geçmişi daha da müphem kalıyor. Ele geçmiş hiçbir tek numune, XVI. yy.dan öncesine tarihlenemiyor. Bununla birlikte, halıya benzer bir şeye gereksinmenin çok eskiden beri var olduğunu ve böyle bir dokumanın muhtemelen bizim ilk örneğimizden yüzyıllar öncesinde üretilmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Çok sayıda Arap coğrafyacı (bunların arasında Yakut, Mukaddasî ve İbn Hawkal) dokumaya değiniyor, muhtemelen de Fars’ta IX. yy.da halı dokunuyordu; keza XIII. yy.da. Gazan Han’ın Tebriz yakınındaki sarayının Fars yaygılarıyla tefriş edilmiş olduğuna dair belgeler bulunuyor. Yine Herat ve Şiraz’ın İran minyatürleri XVI. yy.da ve belki de daha önce, halıların yaygın olduğunu gösteriyorlar. Ancak bunlardan herhangi bir örnek günümüze çıkmamış. 

Osmanlı halıları üzerine İran etkisi sorunu o kadar basit olmuyor, şöyle ki Acem düğümü XV. yy.dan hayli önce Kahire’de kullanılıyordu.[2] 

* * *

 Taşra kentlerinde tüccarlar mahallî yaygıların menşeini genellikle Ankara veya İstanbul’unkilerden çok daha büyük isabetle saptarlar ama böyle bile olsa, menşe beyanında, Kayseri’de bir halıcı çırağının, kendisine bir yaygının nereden geldiğini nasıl bildiği sorulduğunda verdiği açık sözlü yanıtı hatırlamak yararlı olur: “Renklerine ve kenarlarına ve de başlarına bakarız, sonra da tahmin ederiz”.

Bilimsel yazarlar az çok her zaman, belki de biraz haklı olarak çağdaş yaygıları ihmal ediyorlar çünkü halının yazılı tarihi sadece geçen yüzyılı kapsıyor ve bu, nice istenmeyen sentetik boyaların geniş ölçüde kullanılmaya başlaması dönemine tekabül ediyor. Halen cami zeminlerine serili halıların çoğunluğu, sadece tatmin etmeyen boya malzemesiyle boyanmış olmakla kalmayıp desen olarak da soysuzlaşmış durumdalar. Bunların hâlâ kullanılmaları keyfiyeti, içinde vaktiyle önemli parçaların saklanmış ve halen de saklanmakta olduğu merkez depolarına kaldırılmaya değerli görülmediklerindendir. Belli bir özgün merkezde dokunmuş olduğu bilinen bazı geç (yeni) yaygıların desenlerini geriye doğru takip ederek bazı değerli sonuçlara varılıp varılamayacağını saptama girişiminde bulunulmuş. 

Anadolu’nun bazı yerlerinde, ama başlıca Konya’nın Doğu’sunda geniş bir alanda camiler, çok kez bir kalın medalyon – ve – köşe ile belirgin bazı yaygıları içeriyorlar. Ana plan daima aynı olmakla birlikte, ayrıntılar mahallî zevke göre fark ediyor. 

Beattie’nin dikkati bu tasarıma 1963’te, Mut ve Karaman üzerinden Akdeniz’den Konya’ya giderken takılıyor. En çarpıcı örneği, Konya Alâeddin Camii’ne birçoklarının bulunduğu kalın stil oluyor. Bu yaygı tipinin menşeine dair Konya pazarında araştırma, onu Konya Ereğli yolunun solunda, Doğu yönündeki küçük Karapınar kasabasına götürmüş. Bir mahallî caminin zeminine bir göz atma, burasının, menşei birçok Batılı uzmanca bilinmeyen kalın medalyon – ve – köşe tasarımının üretimi merkezi olduğunu göstermeye yetiyor (Resim 93).[3]

* * *

Karapınar tülü dokumalarını daha önce irdelemiştik. 

Selçuk dokumaları hakkında çok az şey bilinmesine rağmen İran minal çanakları üzerinde resmedilmiş kişilerin giysilerindeki tasarımlar bazı bilgiler veriyor. Bu giysiler ilk kez burada görülüyor. Lyon ve Berlin’deki iki ipek parçası, zengin tasarımlı tekstillerin Anadolu’da da yapıldığını gösteriyor.

Bu altın işlemeli kırmızı ipekliler, biri Alâeddin Keykubad adına kaydedilmiş ve aslanlarla süslenmiş, öbürü de çift başlı kartallar ve ejderlerle süslü olup üstün bir imal kalitesi sergiliyorlar. Anadolu Selçuklu saraylarının çinileri de, işbu tekstiller üzerinde kullanılmış desenler hakkında ek ipucu veriyor. Keza İbn Batuta ve Marco Polo gibi seyyahlar da Selçuklu ipeklilerinin çok rağbette olduğunu beyan ediyorlar.

Bu az bilinen Selçuklu dokuma sanatının vârisi, geleneği devam ettirip XV. ve XVI. yy.larda muhteşem örnekler yaratan Osmanlılar olacaktı. 

Selçukluların en büyük artistik ürünleri, Orta Doğu ve Anadolu’ya düğümlü yaygıyı ithal etmiş olmalarıydı. Halıların geleneği Orta Asya’da izleniyor ve bu gelenek, hayvancı göçebe kabilelerin bütününe sıkıca bağlıdır. Bilinen en eski düğümlü halı Altaylar’da Pazyrik’te bulunmuş olanıdır; daha sonraki örnekler Türk ya da Türkî kabilelerin yaşadığı Doğu Türkistan kökenli oluyor. Ancak X. yy.dan sonra, Selçukluların gelişi ve bir Türk iskân alanı olarak Samarra’nın tesisini müteakip düğümlü halı Yakın-Doğu’da görülmeye başlanıyor. Yakın-Doğu’da bu yaygıların daha önce varlığına dair elde hiçbir belge bulunmuyor, ne Asurlu, Babilonya veya Ahmenî dönemlerinde ne de Bizans çağında bunlara rastlanmıyor. Bu itibarla Konya’da bulunmuş olup da Alâeddin Camii için sipariş edilmiş olduğu tahmin edilen XIII. yy. Selçuklu halıları, halı dokumanın tarihçesi bakımından büyük anlam taşıyor.

 Anadolu halıları geleneği, Konya halıları ve XIV. yy.ın Beyşehir grubu ile başlayıp, Selçuklu tasvirli temalarına uygun olarak, bolluğun simgesi koçlar, hayat ağacı, geometrik desenler, kûfî yazılarla süslenmiş bordürlü dikkate değer örnekler vermeye, klasik Türk halılarının gün göreceği Osmanlı dönemine kadar kesintisiz olarak devam etmiş.[4]

* * *

Yakın – Doğu halılarının az çok her grubu, halı dokumanın şu ya da bu tipinde uzmanlaşmış.

 Halıcılık eski bir sanat olup Grek yazılı kaynaklarına göre en az M.Ö. VIII. yy.a tarihleniyor.[5]

Çin, Orta Asya ve Hindistan halılarıyla Yakın – Doğu’yu içeren bir Doğu halıları kategorisi yün, ipek ya da pamuk çözgülerle yapılmıştı. Düğüm genellikle yün ya da ipekten olmuş. Her ne kadar ıslakken bir özgü koku çıkarma eğiliminde iseler de deve ve keçi kılı da kullanılmış.

 Doğu yaygılarının iki temel tipinden biri, her iki tarafı da bir, dar aralıklı veya aralıksız düz dokuma olan kilim ile düğüm dokuma halılar ki bunlardan kiminde Gördes düğümü, kiminde de İran kökenli sehna-sine düğümü bulunur (Resim 94). Düğümlü imalât her türlü çapraşık dokusal tasarımı mümkün kılar şöyle ki Doğu halısı çok girift olabilir. Bununla birlikte kilimlerde örtü tekniği, modeli daha geometrik tasarımlarla sınırlıyor. Ne çare ki tekstil uzmanları henüz “uçan halı”nın dokusunu tahlil edemediler… [6]

 * * *

 XIV. yy.dan itibaren üslûplaşmış bir süsleme karakteri almış olan hayvan figürlerinin de Anadolu halılarına girdiği, Avrupalı ressamların tablolarından anlaşılıyor. Bunlarda zemin küçük karelere veya bazı eski örneklerde uzun altıgenlere bölünerek, bunların içine çeşitli hayvan figürleri yerleştirilmiş. Önceleri kartal, horoz gibi figürler basit bir şekilde sıralanmış.

 Simone Martini’nin 1317 tarihli tablosunda bir ağacın iki tarafında kuşların yer aldığı bir halının görülmesi, bu tip halıların XII. yy. sonlarında yapılmış olduğunu gösteriyor. XIV. yy.ın sonuna doğru hayvan figürlü halı örneklerinde bir zenginleşme olmuş. XV. yy.da ise hayvanların birbirlerine saldırdığını gösteren hareketli kompozisyonlar ortaya çıkmıştır. 1920’lerde Orta İtalya’da bir kilisede bulunan bir halının zemini, iki dikdörtgene bölünmüş, bunların köşelerine yerleştirilen çengelli çizgilerle bunlar sekizgen haline getirilmiş. Bu bölümler içinde Ejder ile Zümrüd-ü Anka kavgasını canlandıran bir kompozisyon iki kez tekrarlanacaktır (Resim 95, bkz. s. 373). Ejder – Zümrüd-ü Anka, Çin sanatında çok kullanılan bir kompozisyondur. Halının zemin rengi olan sarı da Çin İmparatorluk rengidir.[7] Bunlar Türklerin Orta Asya’dan getirip kendi zevklerine göre değiştirerek kullandıkları şekillerdir. Ejder – Zümrüd-ü Anka kavgası Fustat’ta (Mısır) bulunan parçaların ikisinde de görülür.[8]

 * * *

 “Halı denilen dokuma çözgü (arış) iplikleri üstüne ayrı bir desen ipliği ile değişik şekillerde düğüm atılarak, aralarından birkaç sıra atkı (argaç) ipliği geçirilip sıkıştırılarak aynı yükseklikte veya yer yer farklı yüksekliklerde, kabartmalı olarak kesilmiş, havlı yüzlü dokuma olup bunun adının kökeni hakkında ileri sürülen mütalâalar tehalüf ediyor. Aytaç’a göre ‘Halı’ sözü, ‘kalı’dan gelmekte olup ‘kalı’, ‘çeyiz ve geline verilen mihir’ anlamındadır. ‘Halı’ sözünün kökü olan ‘kalı’, kalmak mastarından gelmekte olup, çeyiz uzun süre kalıcı bir şey olduğundan zamanla “kalı” sözü doğruca “çeyiz” yerine kullanılır olmuştur.”[9]

 Doerfer ise daha başka şeyler söylüyor:

 “Kâlî, halı, özellikle düğümlü halı. İştikakları gali ̴ kalin ve yine küçültmeli olarak kaliçe – galiçe. Görünürde işbu Türkçe sözlük Farisî’den çıkmış gibidir. Bazı kaynaklarda, kumaşlar arasında kâlihâ-i uvaysî, tıpkı kâliça, “küçük halı”, kâliha-i abreşumîn (ipekli halı), kâliha-i kirmanî (Kırman halısı) gibi adlar geçiyor.[10]

 * * *

 TS (Tarama Sözlüğü) de kalı – kalıça sözcüğünün XIV. yy.a kadar geri götürüyor.

 “Toksan yerde ala kalı ipek döşemiş idi” (Dede Korkut Kitabı, XIV. yy.)

 “Evvel bir kalın aba aldılar ev içine kalı yerine döşemek için” (Siyer-i Darir, XIV. yy. Erzurumlu Mustafa Darir bin Yusuf’un 1388/790 yılında Mısır hükümdarı Berkuk adına, Siyer kitaplarından dilimize çevirdiği mensur Siyer-i Nebevî’dir)

“Ve dahi ol koyun yünlerinden ve keçi kıllarından size ev âletin kılıvirdi, kalı gibi, keçe döşekler gibi” (Tefsir-i Ebilleys Tercümesi, XV. yy. 997/387 yılında ölen Semerkandlı Ebülleys Nâsır bin İbrahim’in yazdığı Arapça Kur’an tefsirinin çevirisi. Çeviren 1450/854’te ölen ünlü Türk bilgini İbni Arapşah Ahmet’tir).

 “Kaliçe – Fa. -Güçcük kalı” (Miftah – ül – Lûga. Amasyalı şeyh Mahmut bin İbrahim’in II. Bayezit adına düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlük).

 “… Ve harirle dokunmuş kalı’lar” (Cevahir-ül-Evsdaf, XV. yy. 1329/745’den 1439/843 yılına kadar Kastamonu’da beylik süren Candaroğulları’ndan İsfendiyar Bey’in buyruğu üzerine, oğlu İbrahim Bey için, adı bilinmeyen bir zat tarafından meydana getirilmiş Türkçe Kur’an tefsiri).

 “Zili: 30, üç kalı; 50, üç çift küpe:350…” (Sicillerden, XV. yy.).

 “Bûb – Fa.: Nefis ev döşemesi, kalı ve keçe gibi” (Lûgat-ı Sehnâme, XVIII. yy., Bağdatlı Ömeroğlu Abdülkadir adlı bir zatın 1721/1133 yılında Şehnamede geçen kelimeler üzerine düzenlediği Farsçadan Türkçeye Sözlük).

 Tanfusa – Ar. – kalı, namat: Oldu münakkaş perde” (Tuhfe-i Âsım, XVIII – XIX. yy., Antepli Mücercim Ahmet Âsım’ın Arapçadan Türkçeye manzum sözlüğü).

 * * *

Ekonomisi hayvancılığa dayalı bütün göçebe uluslar gibi Türk aşiretleri derince köklenmiş dokuma geleneğine sahiptiler. Bu gelenekler yerleşik düzene geçiş ve tutarlı siyasî devletlerin oluşmalarından sonra da sürmüşlerdir. Şüphesiz dokuma, her yönden bir gereksinim olmanın dışında her zaman hem estetik mülâhaza, hem de sembolik önemle mütalaa edilmiştir. Renkler, örgeler ve tasarımlar, anlamları olduğu kadar çekicilikleri bakımından da seçilmişlerdir şöyle ki bunlar sosyal statünün ve grup üyeliğinin işareti oluyorlar. Seçimler keza, iklim ve coğrafî konum mülâhazaları, mahallen mevcut bitkiler ve hayvanlar ve nihayet, başka ulus ve kültürlerle temastan etkileniyorlar. Göçebe olarak Türk kabileleri, Evrasia kıtasının vâsi mekânlarında hareket ediyorlar ve tekstil sanatlarına ithal ettikleri geniş etkiler manzumesine açık oluyorlardı. 

Böylece de Selçuklu XI. yy.ın sonlarında Anadolu’ya girdiğinde, beraberinde zengin bir dokuma geleneğini getirmişti. Selçukluların mülkü genişleyip siyasî etkileri artınca, Türkmen aşiretleri yarımada içinde harekete geçip buraya yerleşerek dokuma sanatlarını da taşımışlardı. “Konya halıları” olarak bilinen Selçuk halı grubu, halı dokuma tarihçesinde özel bir öneme sahip oluyorlar, şöyle ki bunlar, daha çok erken zamanlardan beri görünürde sürekli olarak uygulanmış bir sanatın yeniden ortaya çıkışının ilk açık belirtisi oluyorlar.[11]

Bu sanatın en eski belgesi, halen St. Petersburg Hermitage Museum’da bulunan ünlü Pazyrik halısı oluyor. Bir İskit prensinin mezarından çıkmış ve buzlar arasında muhafaza olmuş bu halı, M.Ö. V. – IV. yy.a tarihleniyor.

 İleri sürülen bazı teorilere göre Anadolu’da halı dokuması Selçuklunun gelişinden önce vardı; daha başkaları da Konya halı grubunun, XIII. yy.a değil, daha geç bir döneme ait olduğu iddiası. Ancak bu iddiaları destekleyecek hiçbir ciddî delil gösterilemiyor.

 Birçok ülke koleksiyonlarında dağılmış bulunan işbu dokuz halıdan oluşan Konya grubu, sadece onlardan öncekilerin bir özellikler toplamını temsil etmekle kalmayıp Osmanlılar tarafından sürdürülen ve bugün bile yaşayan bir halı dokumanın hareket noktasını teşkil etmiş olması itibariyle önemli oluyor. Bu Selçuklu halılarının teknik veçhelerinin çoğu, Osmanlı dönemine ait olarak bilinen ilk halılarda bulunuyor, Simetrik ya da Gördes düğümü, yünlü çözgü ve atkı, desimetre kareye yaklaşık 900 düğüm yoğunluğu.

 Her ne kadar Osmanlı halı dokuma merkezleri hakkında çok bilgimiz varsa da, işbu endüstrinin kat ettiği aşamalar, dokumacılarla saray zanaatkârları arasındaki ilişki, halıların Anadolu’dan nasıl yayılıp yabancı pazarlara ulaşma yolları hususları, nispeten daha geç zamanların belgelerinden öğreniliyor. Osmanlı öncesi ve erken Osmanlı dönemlerinde halı dokunmasına ait bilgiler ancak seyyahların yazdıkları ve halıların ihraç edildikleri ülkelerin arşivlerinden toplanabiliyor: XIII. yy.da Marco Polo, İspanya Müslüman’ı İbn Said, Aksaray’ı XIV. yy.da ziyaret eden İbn Batuta, işbu halılar hakkında bilgi verenlerden birkaç ünlü isim oluyor. “Aksaray halıları”nın bu yüzyıllarda birçok İtalyan kenti ile Aydın ve Menteşe gibi Beylikler arasında faal bir ticaret konusu olduğuna dair belgeler bulunuyor. Her ne kadar bu bölgeler o tarihlerde henüz Osmanlı mülküne dâhil olmamış iseler de, örneğin bu alanı XVI. yy.da gezmiş olan Pierre Belon gibilerinin bize bıraktıkları seyahatnamelerden bu endüstrinin müreffeh şekilde sürdüğü anlaşılıyor. 1974-76’da Kudüs’te “Haram Belgeleri” denilenlerin keşfi, XIV. yy.da Anadolu halı dokuması üzerine ışık tutuyor. Yaklaşık dokuz yüz sahifelik bu saray tutanakları, “Aksaray halıları” ile “Anadolu halıları”ndan söz ediyor. Bunlardan 1388 tarihli bir tanesi, bir Memlûk askerine ait bir “Konya kilimi”nden bahsediyor.

 Anadolu’yu 1432’de ziyaret etmiş olan Bertrandon de la Broquière, İznik ve Bursa’nın dokumalarını zikrediyor. Ausburg’ta bankacı Fugger ailesinin bir memuru olup Kanunî nezdine gelen bir elçilik heyetine dâhil XVI. yy. seyyahlarından Hans Dernschwam, Sakarya bölgesinde Muhat’ta (?) dokunan halıları tasvir ediyor. Bütün bu tanıklıkların yanı sıra, işin garip yanı bunlardan ilk dokuma merkezleri olarak bilinen Bergama veya Uşak’tan hiç bahis bulunmamasıdır. Ancak düşününce keyfiyet izahını buluyor: Bu seyyahlar, kendi işleri gereğince belli bir güzergâhı takip etmişler, buralara uğramamışlardır. Örneğin Marco Polo Uzak – Doğu’ya gidiyordu ve yolu Kayseri – Sivas’tan geçmişti; Bertrandon de la Broquière Suriye dönüşünde Bursa’da konaklamıştı; Hans Dernschwam’ın Sakarya vadisindeki seyahat İran’a karşı savaşa çıkmış Kanunî’nin peşine düşmüş olmasıyla vaki olmuş.

 Esasında Osmanlı halıları önemli bir ticaret metaı idiyse de halılar, daha başka yollarla da Batı’ya varmışlar. Bu da, diplomatik armağanlar şeklinde olmuş. Avrupa kralları ve Kilise, en az XIV. yy.dan itibaren Türk halılarını toplamışlar.

 İngiliz’in büyük derdi Türk halılarının çok yüksek fiyatı idi. Buna rağmen iç süslemede Rönesans zevkine uymak üzere bu kuvvetli yaygılar duvar perdesi, mobilya döşemesi, bina cephelerinin ve balkonlarının tatil günleri ve özel vesilelerle süslenmesinde kullanılıyordu. Bu saygılı tutum belki de Kilise tarafından destekleniyordu, o Kilise ki, bunun büyükleri Türk halılarının ve sair dokumalarla birlikte en büyük alıcıları arasında idiler.

 İşin yine bir garip tarafı, bu denli çok sayıda imal ve ihraç edilmiş erken Osmanlı halılarında çok az örnek günümüze çıkmış. Bunlardan ilk iki tanesi, İtalya ve İsveç’te tesadüfen keşfedilmiş, ilki Roma’da 1886 yılında Wilhelm von Bode tarafından küçük bir antikacı dükkânından satın alınmış olup oraya da merkezî İtalya’nın bir kilisesinden gelmiş. Von Bode, XIX. yy.ın seçkin bir araştırıcısı ve resim ile Doğu halıları konularında bir otorite olmanın yanı sıra bir sanat tarihçisi olarak da bu halının, o zamana kadar bilinenlerden tamamen farklı olduğunu ve de bunun tasarımının 1440 – 1444’te, Siena’da Santa Maria della Scala yetimhanesinin duvarlarına Domenico di Bartolo tarafından yapılan freskoda tasvir edilene yakından benzediğini fark etmiş. İkinci halı, elli yıl kadar sonra, İsveç Yanıtland’da küçük Marby kilisesinde keşfedilmiş. İlki Berlin İslâm Eserleri Müzesi, Marby halısı da Stockholm Tarih Müzesi’nde teşhirde olup her ikisinde de simetrik Gördes düğümü ve yün çözgü ve atkı, desimetre kareye 750 düğüm bulunuyor.

 Bu her iki halıda şaşırtıcı olan bunların her ikisinde de Şamanizm’in felsefe ve sembolizminin derin etkilerini göstermeleri ve böylece de bunlara binlerce yıl takaddüm eden Pazyrik halısının açık birer ahfadı oluşlarıdır. Bu keyfiyet, bunların dokundukları zamanda Türkmen aşiretlerinde Şamanistik inançların hâlâ canlı olmaları itibariyle, doğal olmaktadır ve Osmanlının, ilk günlerinde, ekonomisi ve askerî gücü bu aşiretlerde kökleşmişti.

 Bode halısı bir ejderle Anka kuşunun mücadelesini betimliyor. Çin kilimlerinde çok mutat olan mavi ve yeşil tonlarla karışmış olan bu terkip, araştırıcıları yanıltıp bunun bir “Ming” dönemi eseri olduğu sanısını bir süre yaratmış. Ejder ile Anka motifleri Buddhist ve Batı Asya ikonografisinin mutat unsurları olup karşıt güçlerin, unsur ya da kavramların arkası gelmez mücadelesini simgeler: İyilik karşıtı kötülük, gök karşıtı yeryüzü, ölüm karşıtı yeniden doğuş v.b. Batı Asya ikonografisinin Buddhism’in derin etkisinde kalmış olduğu da akılda tutulacaktır. Öbür yandan Marby halısında bir merkezî hayat ağacı örgesi, bunun iki yanında çok gerçekçi olarak resmedilmiş bakışık iki kuş bulunuyor ki bu örge yaşam, sonsuzluk ve manevi dünyayı simgeliyor.[12]

 Bu bapta son yılların en şaşırtıcı olayı, bir Tibet manastırında bulunmuş olmaları itibariyle “Tibet grubu” tesmiye edilmiş bu döneme ait bütün bir grubun ortaya çıkışıdır. Bu halılar sadece erken Türk halılarında bulunan hayvan terkiplerini ve de fevkalâde stilize insan şekillerini içeriyor. Bunlar renk, yün ve düğümleri itibariyle açıkça Anadolu kökenli oluyorlar. Teknik tahliller bunların hiçbirinin XV. yy.dan sonrasına tarihlenemediğini göstermiş olup bazıları XIII. ve hattâ XII. yy.a ait gibidirler.

 Tibet grubu, “erken hayvan” halıları hakkındaki bilgilerimizi geniş ölçüde zenginleştiriyor, şöyle ki ilk bilinen Konya grubu (XII ila XIV. yy.) ile öbür yanda Bode ve Marby halıları arasındaki boşluğu dolduruyor. Bunlar, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde Anadolu’dan Doğu’ya doğru ihraç edilmişlerdir.

 İmparatorluk genişledikçe Osmanlı sanatı daha da büyük bir etkiler manzumesiyle temasa gelmiş. Bu keyfiyet, özellikle Osmanlıların iki derinlemesine kök salmış kültürel gelenekle, İran ve Memlûklarınkilerle, karşılaştıktan Doğu ve Güney-Doğu için doğru oluyor. Tebriz’in (1514) ve Kahire’nin (1517) fetihleri, Osmanlı halıları tarihinde yeni bir safhanın başlangıcını noktalıyor. Gerçekten, halılar babında, Kurt Erdmann’ın deyimiyle, XVI. yy. Osmanlı halılarında kullanılan motifler, tasarımlar, renk ve terkipler itibariyle bir devrim görülüyor. Geometrik kalıpların yerini soyut çiçek motifleri alıyor. Ayrıca bir dizi Uzak-Doğu örgesi, ezcümle üçlü yuvarlak, kaplan postu çizgileri ve bunların her ikisinin terkibi olan çintâmani[13] lotus çiçeği ve Çin bulut kümesi, XVI. yy. Osmanlı halılarında görülmeye başlanıyor.[14]

* * *

Bu konulardaki yorumlardan birini daha sunmayı faydalı bulduk.

 Halının ilk kez ne zaman ve nerede ortaya çıktığı sorusu, Ortaçağ halılarıyla ilgilenenlerin araştırma odağı olmuş. Birkaç on yıl öncesine kadar çok çeşitli kuramlar ortaya atılmışlarsa da bunlar geniş ölçüde varsayımsal tabiatlı olmuşlar. Derken 1949’da, mükerrem mezkûr Pazyrik halısı keşfedilmiş.

 Bu halı gerçekten bir göçebe çevrede kullanılmıştı. Kuzey Çin’den Avrupa’ya uzanan vâsi bozkırlarda, İskit hayvan biçiminin temsilcileri olarak anılan insanlar geziniyorlardı. “Yataklı vagon” araba ve çadırlarda geçen hayat, hareketliliğe göre ayarlanmıştı. Günlük kullanıma ait her nesne, kolayca taşınabilir cinsten olacaktı ve bu kaide halıya da uygulanırdı.

 Pazyrik halısında kullanılan bütün motiflerle Ahmenîlerin egemenliğindeki Küçük Asya (M.Ö. 559 – 330) sanatı arasında bir paralelliğin varlığı gösterilebiliyor. Süvariler Frizi, Persepolis gibi Ahmenî sarayları kabartmalarındaki haraç taşıyıcılarını hatırlatıyor. Grifon tasvirlerinin Küçük Asya’nın bütün kültürlerinde varlığı biliniyor. Pazyrik halısının orta alanında görülen lotus çiçeği, Ahmenî sanatında da bulunuyor.

 Biçimi (stili) bahis konusu olduğunda halı, Pazyrik kurganında bulunan mezar eşyaları arasında özel bir yer tutuyor. Biçimi, onu bir değerli ithal malı olarak tefrik ediyor. Boya analizleri, halının Küçük Asya menşeli olabileceğini telkin ediyor. Bu varsayım doğru ise, bu sonuncu bölgenin düğümlü dokumasının en erken numunesi olacaktır.

 Günümüzün bilgisi temelinde işi özetleyecek olursak, halının daha antik çağlardan itibaren bilindiği, daha geç çağlarda mutat olan düğüm tekniğinin daha o zaman uygulandığı söylenebiliyor. Bütün düğümlü halının ilk örneği olmasının dışında, Pazyrik halısının bediî ve teknik standardı daha o zaman bile çok yüksekti.

 Bu en eski halı ile Ortaçağ Küçük Asya halıları arasında yaklaşık bin beş yüz yıl bir aralık bulunuyor. Bu aralığı ancak yazılı kaynaklarla doldurmak mümkün oluyor.

Sasanî imparatorluğunun başkenti Ctesiphon 537’de Araplar tarafından fethedildiğinde büyük kralın sarayından devasa ölçülürde fevkalâde bir halı alınıyor ve kaynaklara göre “Keyhüsrev’in İlkbaharı” adıyla bilinen ve en nefis işçiliği sergileyen bu halı, Araplar tarafından parçalara bölünerek götürülüyor.

 Her şeye rağmen büyük değer taşıyan bu parçaların her biri ilk halifelerin saraylarında kullanılmış. Samarra’da Halife el-Mütevekkil’in (847 – 861) tahtının üzerine oturacağı bir halı arandığında bu, Emevî’lerin ganimetleri arasında bulunmuştur. Bu parça, başlarda Halife Hişam’a (724 – 743) ait olmuş olup en az yüz yıl sonra yeniden hizmete alınmıştı.[15]

 Konya halıları keşfedildiklerinde bunların köken tarihi, Alâeddin Camii’nde 1220-1’de vaki olduğu bilinen tamirata bağlanmış ve bunların caminin ilk halılarının yerlerini almak üzere imal edildikleri sanılmıştı. Bireysel süsleme şekilleri üzerinde araştırma, bu halıların farklı stilistik aşamaları temsil ettikleri ve bunların farklı zamanlarda camiye bağış olarak girdikleri sonucuna götürmüş. Bununla birlikte, bütün yorumcular bir noktada birleşiyorlar: Bir camiye verilecek bu halıların hiçbirinin bir yaşayan mahlûkun tasvirini içermiyor. Hal böyle olunca da elimize geçmiş az sayıda Küçük Asya halısı arasında hayvan ve efsanevî varlıkları gösterenler bulunuyor. Mevcut olanların çoğunluğu, İsveç’te Marby kilisesi ile İtalya’da bir kilise gibi ticaretin onları aldığı yerlerde bulunmuş; daha yeni olarak da Tibet’te bir manastırda keşfedilmişti. Bu mahaller Küçük Asya halılarının, ticaret yolları üzerinde ne denli uzun mesafeler kat ettiklerini açıkça gösteriyor.

 “Hayvanlı” halıların çeşitli türleri hakkında bir fikir edinmek üzere bunların İtalyan ressamları tarafından resmedildikleri şekle bakmak gerekiyor. Çok zengin mefruşatlı iç mekânları resmettiklerinde bu ressamlar, geometrik olarak stilize edilmiş hayvan suretlerini sergileyen muazzam halılarla kaplı zeminleri tasvir ediyorlar. Resmedilmiş hayvanlar arasında kartal ve horozlar ve biraz muhayyile ile aslanlar olarak tefsir edilebilen dört ayaklı yaratıklar bulunuyor. Bunların tablolarda çok sık rastlanmasına bakarak XIV. ve XV. yy.larda çok sayıda bu tür halının İtalya’ya varmış olduğuna hükmedilebiliyor. Hayvanlar genellikle birbirlerinin antitezi olan gruplar ya da birbirlerine sırtlarını dönmüş ve sekizgen ya da dikdörtgen alanlar üzerinde bir hayat ağacına dönük gruplar halinde gösterilmiş. Bu motifler, eski Yakın – Doğu’nun doğalsal (naturalistik) hayvanlarıyla hayat ağacına kadar geri gidiyor. Bazı hallerde bunların doğruca dokumalardan kopya edildikleri şüphesi uyanıyor. Ejder ile Anka örgeli halılar bir çeşit için özel bir statüyü haiz. Küçük Asya sanatında Ejder ile Anka kuşu örgesi, XIII. yy.ın bir yeniliği oluyor. Bu, Ejder ile Anka’nın imparatorluk çiftini, gök ve yeryüzünün simgelendiği Çin kültüründen türemiş olup Çin ipek tasarımlarının bu halılar için birer esin kaynağı olmuş olması muhtemel görülüyor.

 İtalyan ressamlarına inanacak olursak, XV. yy.ın sonundan itibaren halılarda hayvanlar görülmez oluyor. Bunların yerini Holbein ve Lotto halıları alıyor. Bu arada iki olay bir dönemi noktalıyor: 1453’te Konstantinopolis’in fethi ve Bizans İmparatorluğu’nun sonu ile 1517’de Kahire’nin fethi ve Memlûk (Kölemen) Sultanlığı’nın sonu.

 Bu dönemde Küçük Asya halılarının Genç Hans Holbein (1492 – 1543), Lorenzo Lotto (yakl. 1480 – yakl. 1556) ve Gentile Bellini (ölm. 1507) gibi Avrupalı ressamların adlarıyla bilinmeleri, işbu yüzyılın sonunda yer almış Doğu halıları biliminin gelişmeleriyle izah edilecek.

  1. yy.ın ikinci yansında Holbein ve Lotto halıları, geometrik tasarımlarıyla, halı piyasasını fethetmişlerdi. Tasarımları soyut olup arabesk süsleme ile sınırlıdır.

Erken XVI. yy. namaz seccadelerinde yeni bir şeklî dil ortaya çıkmış. Bu alanda baş köşede mihrap bulunuyor. Mihrabın zirvesinden (apex’inden) bir lamba sallanıyor. Alanın ortasını çoğu kez arabesklerden oluşmuş bir medalyon işgal ediyor. Yeni bir veçhe de kenar süslemesi oluyor; bunda arabesk yaprakları arasında bulut şeritleri ve palmetler hâkim oluyor. Resimdeki bulut şeritlerinin kökeni açıktır: Çin sanatından uyarlanmış olup cenneti betimlemek üzere seçilmiş bir doğa manzarası oluyor.

 Ve bir öykü: Küçük Asya halıları çok miktarda Avrupa’ya, İtalya yoluyla denizden naklediliyordu. Yüzyıllar boyunca Venedik, İtalya’da halı ticaret merkezi olmuştu. Ağustos 1506’da Wilibald Pirkheimer, o zamanlar Venedik’te oturan arkadaşı Albrecht Dürer’i kendisine iki halı almaya memur ediyor. Dürer hemen işe girişiyor ama buldukları, istenilen ölçülere uymuyordu; bu sonuncuların hepsi “uzun ve dar”dı. O ise ki Pirkheimer, sofra örtüsü olarak kullanılan boyutlarda istiyordu. Dürer üç ay boyunca aralıksız araştırıyor ve sonunda gerekli olanı buluyor ve 1505’te iki tane almayı başarıyor. Ama bu arada bunların hiç de ucuz olmadıklarını kaydediyor.

 XVI. yy.ın sonlarına doğru Hollanda’nın bir deniz gücü olarak yükselmesiyle Türk halıları ticareti keza bu ülkenin ticaret merkezlerine kayıyor. Bu itibarla Hollandalı ressamlar öncelikle Uşak halılarını tasvir ediyorlar. XV. yy. İtalya’sında olduğu gibi halı, Hollanda orta sınıfı arasında bir statü simgesi haline geliyor. Meskenlerinin zengin eşyalarını nefis renk ışın demetleri tamamlıyor. Jan Vermeer van Delft (1632 – 1675) için Türk halıları, aynı zamanda renklere hâkimiyet ve de değişen ışık koşulları altında renk etkisi de ustalığı ispat etmenin vasıtası oluyordu. Wilhelm von Bode için Doğu halıları, saf renkleriyle, Avrupa resmi üzerinde derin etki yapmıştı.[16]

* * *

Çince Yu – t’ien olan Hotân vahası, ipek böceği için dutluklarıyla, halı imalâtıyla ve yeşim taşı istihracı ile zenginleşmiş olan önemli bir Buddhist merkeziydi. Burada hararetle Sanskrit dili öğreniliyordu.[17]

 VII. yy.da Doğu Türkistan’da keçe halıları da imal ediliyordu. Ünlü Çinli Buddhist rahip Hüang – Çang’a 630 yılında Kao – Çang (Kocu) kralının verdiği hediyeler arasında keçe halılar[18] da bulunuyordu. Orhun bölgesindeki Uygur kağanlarının Çin imparatorlarına gönderdikleri yaygılar da bu türden olmalıydı. Doğu Türkistan’da Uygurlar döneminde (IX. – XIII. yy.lar) de halı dokunduğu biliniyor.

 Anadolu Türk halıcılığına dair en eski bilgi, değerli coğrafya bilimcisi Mağribli İbn Said (ölm. 1214) tarafından verilmiş. “Kitâb bastü’l – arz fit – tûl ve’l arz” adlı eserinde, Bizans’a ait Batı Anadolu’dan söz ettikten sonra şunları yazıyor: “Bu bölgenin Batısında Türkmen dağları ve Türkmen ülkesi bulunuyor… Türkmen halıların (el-busutu’t Türkmâniyye) dokuyan işte bu Türkmenlerdir. Bu halılar bütün ülkelere satılır (el – meclûbetü ile’l bilâd)…”. En eski Osmanlı müverrihlerine göre Osman Bey yayladan dönerken, komşu Bizans tekfuruna armağan olarak peynir, halı, kilim ve kuzular gönderiyordu.

 Beyliklerden en önde gelenleri Osmanlı ve Karaman devletleri idiler. Karamanoğlu Alâeddin Bey, Balkanlar’da kazandığı başarılardan dolayı I. Murat’ı tebrik etmiş ve ona âdet üzere değerli armağanlar göndermişti ki bunların arasında halılar da mevcut olup bunlar “kâlı Karamanî” şeklinde nitelendiriliyordu. Ancak, o zamanlarda “Karaman” adı günümüzün Karaman kentini değil, Karaman devletini egemeni bulunduğu geniş toprakları ifade ediyordu. Kentin kendisinin adı ise Lurende idi ki bu ad, Meşrutiyet’e kadar sürmüştü. Aslında Lurende’de halı dokunduğuna dair bir kayda rastlanmış değildir.

 Derken Karamanoğlu Alâeddin Bey, I. Murat’a güvey oluyor ve âdet üzere “kalın başlık” ödüyor. İşbu başlık 100.000 akçanın dışında atlar, develer, ipekli kumaşlar, Türk kadifesi (el- kadifetü’l Türkiyye), Frenk, yani Avrupa kadifesi, kemhâ ve başka değerli kumaşlar içeriyor.

 Bu “Türk kadifesi Karaman’da mı dokunuyordu?…

 Karakoyunlular devleti hükümdarı Türkmen Cihanşah Mirza (Ölm.1467), İstanbul’un fethi dolayısıyla Fatih’e tebrikle birlikte bazı hediyeler de gönderiyor ki, bunların arasında “Kâlı ve kalice-i sâde ve zerbeft” (işlemeli) halılar da bulunuyor.

 Fransız seyyahı Bertrandron de la Broquière 1432 yılında Anadolu’dan geçerken “Türkiye halıları’nı ilk kez İznik gölü civarındaki meskûn yerlerde gördüğünü söylüyor.[19]

* * *

 Halil Açıkgöz, Türkçede halı ve halıcılık terimlerini yün, iplik, âletlerden başlamak üzere, boya, halı tezgâhı aksamı, halı ve halı ile halı içi adlandırmaları, çok düzgün bir sistematik içinde ve sözcüklerin ayrıntılı kökenlerine inerek veriyor.[20] Biz bunlardan her kategori için bazı örnekler vermekle yetiniyoruz.

 Ağırşak < ağır + çak / ağırsak, erişek.

 Çıkrık < çak – ra-t: Ortaya çıkarmak / Çakra: Çıkrık. (Eski Türkçede Cığrı: Değirmen, çark, dolap çıkrığı ve ip çıkrığı, makara manalarında. Anadolu ağızlarında çığrık, çırık, elicek, kölecen, kelepçen, kollu, yüğrük, yürük var.) Dokuma işlerinde kullanılacak olan ipliklerin S, Z, SZ yönünde bükülerek dokumaya hazır hale getirmek için icat edilen madenî veya ahşap âlet. Celâl Esat Arseven, “Sanat Ansiklopedisi”nde, “Kırgız çadırlarının tepesine gelen çember gibi yuvarlak ağaca çangrak denir ki bu kelime (çıkrık) ile münasebeti görülmektedir” diyor.

“Halı” sözcüğü hakkında Açıkgöz az çok daha önce zikrettiklerimizin doğrultusunda beyanda bulunuyor ki bunlara tekrarlamıyoruz.

 Halı motifi adlandırmaları:

 

Abraş İbrik
Alabaş Kabak

Kanatlı rûmî

Altıgen Kaplan çizgisi
Arabesk Karanfil
Arslan Kare
 Atlı Ayçık
Bardak Ay motifi
Bıtrak veya Pıtrak Baklava altı
Bulut Baklava
Çakmak Baklava dilimi
Çapraz yapraklı gül Balta sapı
Çekipi: Nakış Karga
Çengel Karnı yarık
Çeyrek madalyon Kartal (Çift başlı kartal)
Çığırgan Kepez gül
Çifte rûmîli kıvrık dal Kılıç
Çifte yay Kıvrım
Çifte yıldız Kız
Çift başlı kartal Koç boynuzu
Çintemani Köşe topu
Çin bulutu Köşeli çiçek
Dâirevî madalyon Köşeli oval motif
Destere Köşe dolgusu
Dırnak gül Kurt ağzı
Düz yaprak Kuş
Ejder – Zümrüdüanka mücadelesi Lâle
El Leopar beneği
Eli Belinde (Kız) Madalyon
Fincan Marpuç
Geyik Mihrap
Göbek Mum
Gonca gül Muska
Göl Nakış
Gül Nar
Harf Oyuntulu yaprak
Hatâî Rodos gülü
Hun gülü: Bkz. Türkmen gülü Rozet
Hurma dalı Rûmî
Peleng

Penç

Şimşek
Penç yaprak Tarak
Salur (Salor) gülü: Bkz. Türkmen gülü Tavşan
Sarmaşık Tavus
Sarp kilit Tespih
Sedef Timur arması
Sekiz köşeli yıldız Top
Sembolik motif Ulamalı yangış
Servi Uzun yaprak
Sıçan dişi Üzüm
Sığın Vazo
Sızı Yanğış
Sofra Yaprak
Stilize bitki Yazı
Su Yedi dağ çiçeği
Su altı Yumurta
Sümbül Yuvarlak yaprak
Sütûn Zincir

Zümrüdüanka-ejder mücadelesi

 

Figüratif halı adlandırmaları

 

Abraşı halı

Acem örneği halı

Anadolu hayvan halısı

Armalı Türk halısı

Armalı Uşak halısı

Aynı biçimde madalyonlu Uşak halısı

Beyaz zeminli Uşak halısı

Çerkez örneği Uşak halısı

Çin bulutlu halı

Çubuklu halı: Bkz. Sedefli halı

Destere motifli halı

Ejderli Türk halısı

Ejderli halı

Figürlü halı: Bkz. Pazırık halısı

Geometrik motifli halı

Geometrik hayvan figürlü Anadolu halısı

Geometrik desenli Türk halısı

Gördes taklidi halı

Hayvan halısı

Hayvan figürlü halı

Hayvan halı: Bkz. Ejder halısı

***

Keban gölü alanında bölge halılarında genellikle görülen bir özellik de, bu halıların aşiret yaşantısına uygun ölçüde yapılması ve çeşitli amaçlar için kullanılmaları oluyor. Nitekim bazı halılar aynı zamanda seki örtüsü olarak da kullanılabilmektedir.[21]

Keban gölü alanında kilimler “mazman” adı alınan yer tezgâhlarında dokunur. Enleri 0,60-1,20; boyları 2,10-3-50 m. arasında değişir. Motifler geniş alanlı değildir.

 Burada dokunan cicim, zili, palaz ve çarpanalara değinmiyoruz.

 Bölgede genellikle yatay tezgâhta ince yün kumaş dokumalara da rastlanır. Bunlar özellikle Savak, Çorovan ve Vastik aşiretlerinde erkek giyiminde kullanılır. İki iplik sistemine göre dokunmalarına rağmen, ince kumaşlardır. Dokunan kumaş bir gece bol yayık ayranına batırılır. Bundan sonra dere suyunda yıkanır. Sıkılmadan gölgede kurutulur. Sonraki yıkamalarında çekmedikleri gibi, buruşmazlık özelliği taşırlar. Bu tip kumaşlara “Barasor” kumaşı denilir ve Doğu Anadolu’da yapılan şalvarlar bunlardan yapılır.[22]

 Bu şalvarlar üç tiptir:

  1. Uçkurlu şalvar. Kapalı ağ tiplidir. Ağ fazlalığı iki bacak arasında alınmıştır. Uçkurludur ve cebi yoktur. Siyah, kahverengi ve damatlık olarak da beyaz yapılır.
  1. Kadı şalvarı. Pantalon gibi kemerlidir. Düğmeleri iki yandadır. Yanlarda cepleri vardır. Kapalı ağ şeklindedir ve genellikle yaşlılar giyer.
  1. Günlük şalvar. Uçkurlu şalvar tipinde olup pamuktan dokunmuştur. Beyaz ve siyah renklidir.[23]

Gelin duvağı: Şavak aşiretlerinde köyden köye, evden eve gelin götürmek için özel surette dokunmuş gelin duvakları vardır. Bunlarda kırmızı, acı yeşil, beyaz ve siyah renkler, sular halinde kullanılır. Torba şeklinde dikilir ve gelini tepeden ayağa kadar örter.[24]

 Halı ve kilim dokumalarında görülen motifler üç grupta toplanabilir: 1. Geleneksel motif ve imler (damgalar); 2. Yöresel özelliği olan motifler; 3. Bitki ve hayvan figürleri.

 Hayvanlara yakma suretiyle yapılan işaretlere “damga”; kilim, halı ve emsali dokumalar ile çorap ve işlemelere özel olarak konan ve ailelere göre değişen işaretlere de “im” denir.

 Geleneksel motifler aile çevresi içinde kalmış olanlardır ve genellikle “im” olarak kullanılır. Bölgesel özellik taşıyan motifler ailelerin yaşantısını aksettirirler. Bitkisel örnekler, soyutlandırılmış çiçek, yaprak ve dal motifleridir. Hayvan figürleri, koç başı, kuş ağzı, kaz ayağı, it izi, kedi kulağı gibi çeşitli örneklerin bir düzen içinde dokuma sanatının verdiği olanaklara göre değerlendirilmişlerdir. Motiflerin kullanılış düzenleri ayrı bir anlam ve ad taşır. Bunlar genellikle bir inanç ve törenin devamlılığını ortaya koyar. Uğurlu ve uğursuz motifler köy geleneğinde önemli bir yer tutar. Özellikle aile törelerinden gelen motifler ayrı bir anlam ve inanca bağlanır. Dokumalarda kullanılan motiflerin adları, Resim 96 ve 97’de (bkz. s.712, 713) verilmiştir (ayrıca Resim 98’e bkz. s. 714). Murat Suyu’nun Kuzey ve Batı’sındaki bütün köylerde kışlık buğday, un, bulgur vs. gibi tahıl yiyecekleri, topraktan yapılmış “petek” denen ambarlarda saklanır.[25] Bunların üzerlerinde görülen imler, dikkati çekecek niteliktedir. Resim 98’de, üstte ortadaki im ile yukardan aşağıya solda üçüncü, gemi dümenine benzer olan, bu petekler üzerine kabartma olarak oturtulmuş. Bunlar bu yörede bulunan ailelerin ifadelerine göre değerlendirilmiş. Görülen güneş ışınları, günümüzden 6000 yıl geriye kadar uzanan bir kültürün devamlılığını gösterir. Alaca Hüyük’te mezarlardan güneş kurslarının çıkmış olması, bunlara bir ritüel anlam yüklüyor. Fatmalı köyündeki peteklerde kullanılan güneş kurları ve diğer imler somut ve soyut inançların temellerini anlatan bir geleneğin devamlılığını gösterir. Bu bağlantıyı kuvvetlendiren bir başka husus da bölgede kullanılan “hızma”nın Hitit mezarlarından da çıkarılmış olmasıdır. “Hızma”, kız ile gelin kızı birbirinden ayırmak için burnun sol kanadına takılan bir süs eşyası (bir nevi küçük küpe) oluyor. Bu, çocuk doğuruluncaya kadar takılır. “Gelin kız” sözü bütün Anadolu aşiretlerinde vardır. Fatmalı köyünde İbrahim Karaca’nın evinde görülen petekler, eşi tarafından yapılmış. Kendisi, kullandığı işaretleri aile töresine göre yaptığını ifade etmiştir. Kadına göre bunlar uğur, bereket, koruyucu ve sağlık anlamına gelmektedir.[26]

 “Petek” sözcüğünün, gerek arıların aralarına bal doldurdukları mum gözleri, gerekse zahire ambarı alarak aslı, Ermenicedir (BTL).

 Halı, kilim ve benzeri dokumalarda koç başı, koç boynuzu ve diğer koç figürleri görülür. Bunlar da uğur, kuvvet, yiğitlik anlamını taşır. Kilim ve cicim’de kompozisyon olarak görülen koç motifleri, halılarda tek figür olarak kullanılır. Bu motifler sadece dokumalarda değil, çorap, yağlık çevre, kolon ve tahta ve demir işlerinde de görülür. Taş işçiliğinde koyun mezar taşlarına, bölgenin en eski köyleri olan Oğuzlar ve Koçlu mezar taşlarının Elâzığ, Erzincan, Tunceli çizgisinin Doğu’sunda bulunduğu ve bunların Akkoyunlulara ait olduğu söylenir.

 Bölgenin halk dokuma sanatındaki motiflerle, koyun mezar taşlarında görülen geleneksel soyut bağların yakınlığı, dikkati çeker nitelikte oluyor.

* * *

Yusuf Durul, yine ünlü sanat tarihçimiz Oktay Aslanapa ile birlikte, Selçuklu halılarını irdeliyorlar. Bunlarda düğümler ya Gördes veya Türk düğümü, ya da sine veya İran düğümü oluyor. Manisa’nın ilçesi olan Gördes, Anadolu’da bir halı merkezi olarak biliniyor. Düğümlerin çeşitleri üzerinde durmuyoruz.

 Sine ise, Batı İran’da bir yer adıdır. Bu düğüm bütün İran, Türkistan, Hint ve Çin halılarıyla bazı Türk halılarında kullanılmış. Sine tekniğinde renkli yün ipliklerin uçları birbirine daha yakın olduğundan bu çeşit halılar daha yumuşak ve renkleri daha parlak olur. Ancak, düğümlerin bir ucu serbest bırakıldığı için bu halılar Gördes düğümlüleri kadar sağlam olmazlar.[27]

 Türk halı sanatında halı plânları XIII. yy.dan sonra çeşitli gelişmeler göstermiş. XIII. yy. Selçuklu halılarında görülen büyük orta zemin ve onu çevreleyen iri kûfî karakterli bordürler, XV. yy.ın ikinci yarısından sonra yerini daha değişik bir şemaya bırakır. Bordürlerin parçalanması, orta zemin kompozisyonlarında görülen değişmelerle gruplaşan Anadolu halı sanatında Uşak, Lâdik, Gördes, Kula, Bergama, Milâs, saray ve ev atölyeleri olarak değişik şemalar gösterir.[28]

 Anadolu halılarında bölgelerin özelliği renklerde kendini gösterir, ilmelerin boya ile boyanmış olması eski halıların en belirli özelliğidir. Eskiden halılarda kullanılan iplikler, yalnız kendileri tarafından bilinen ve bir aile sırrı olarak saklanan nebatî boya ile boyanır, boyanmış iplikler haftalarca açıkta güneşe, yağmura, rüzgâra maruz bırakılır ve boya çıkmaz bir hal alırdı. Boya için kullanılan bitkiler Anadolu’da bulunur, yalnız çivit dışarıdan gelirdi. Çünkü çividin ağacı sıcak ülkelerde yetişir. Ankara’dan Niğde’ye ve Kayseri’ye kadar olan bölgede, bugün kupkuru ve boş görülen boz tepeler vaktiyle hep çehri çalıları ile kaplıydı. Bu çalının meyvesinden sarı boya elde edilir ve buna altın ağacı derlerdi. Kırmızı, kızıl çam kabuğundan; sarı ve nüansları, katırtırnağı, sumak, gence, sütleğen, safran gibi bitkilerin çiçek ve köklerinden; Kahverengi, mazı, meşe, ceviz yaprağı ve meyvelerinden; Yeşil yabanî naneden; Siyah, sumaktan, kurumdan; Mavi, Hint bitkisi denilen bir çeşit bitkiden ve daha başka bitkilerin kaynatılmasından elde edilir. Halı-Kilim dokuyan birçok köy, kasaba ve şehirlerin (Boyalık) adı verilen otlakları vardır. Bu otlaklarda boya elde edilecek çeşitli bitkiler özel olarak yetiştirilmiş, bu formüller yüzyıllar boyunca gelenek halinde yaşamış, Anadolu halıcılığının renk karakterini muhafaza etmişti. Bu suretle elde edilen renkler yumuşak ve parlak olurdu. Bugün artık köy boyalarının yerini Anilin boyaları almıştır.

 Türk halılarında daha çok kırmızı renge önem verilmiştir. Türklerin bu asil rengi, halılarda zenginliği, saadeti ve sevinci ifade etmiştir. Yeşil, cennet, mavi asalet ve ihtişamdır. Sarı, kötülüklerden korunmayı; siyah, dünya sıkıntılarından arınmayı işaret eder.[29]

 Daha sonra Durul ile Aslanapa, Yörük ve Türkmenlerde kullanılan kök boyaları sayıp bunların kullanılma “tekniklerini”, ilginç ayrıntılarla veriyorlar. Ancak, biz daha önce işbu kök boyalar hakkında epey kalem oynatmış olduğumuzdan bunları derç etmekten sarf-ı nazar ettik.

 * * *

Silifke Yöresi dokumaları

Aşiretler, kendi dokuma örneklerini geliştirmiyorlar ve bölgesel ayniyetler görülüyor; aynı kışlakta oturanlar, doğal olarak, birbirleriyle temas kurup karşılıklı etkileşimleşiyorlar. Daha önemli olarak da aşiretlerin her yaz aynı meraları kullanmaları, yani her sefer aynı yolu kat etmeleri ve yaylaların ait olduğu kentlerin bulunduğu bölge halkının etkileri ile camilerde gördükleri değişik kilim ve her sanat dalına ait halı ve motif çeşitlerinin etkisi altında kalmış olmalılar. Bu nevi esinleri sonradan örneğe devirip kendilerine uyduruyorlar. Hâlâ tam göçebe hayatı sürdürenlerin, çok sayıda ve daha muğlak kilim, çuval ve çul tiplerine sahip oldukları gözleniyor. Karaman’a ve Konya bölgesine giden tam göçebe aşiretlerden Bahşisler’in kendi dokudukları halıları bile var. Piyasada satılmayan bir çeşit halıya da, yarı göçebelerden Karadedeli’lerde rastlanıyor. Bunlar tülü (tüylü) adında tiftik veya filikten çok uzun tüyleri olan halılardır. İki sıra Türk düğümünün (Gördes düğümü) arasına koyun yününden dört santimlik atkılar atılır. Çözgü, koyun yünündendir. Filik yünü, Silifke’de bulunmadığından, Konya’dan gelir.

 Camilerin dışında, Bahşisler’de de büyük, ince dokunmuş, Antalya çevresinde sık rastlanan bir çeşit kilim bulunuyor. Bütün yörüklerce farda ya da harda tesmiye edilen bu kilimlerin dokunmalarının çok güç oluşu dolayısıyla artık hemen hemen hiç yapılmaz olmuş.

 Bazı yerlerde, ama en çok Silifke yöresinde görülen başka bir halı çeşidi de eyer-kaşı namazlağıdır. Kentli ve köylü halk gibi göçebeler de bu ince dokunmuş ve mezkûr farda’lardan daha değişik bir teknikle işlenmiş olan ilginç seccadeyi kullanıyorlar: Fitilli denen bu tekniğe Silifke göçebeleri oyulgama veya olgama tekniği diyorlar, yani bu, “küçük dikişlerle iliştirme” manasına geliyor. Buradaki başka bir tekniğin adı ise azatlı olup buna Milas ve Antalya yörelerindeki göçebe aşiretler çift katlı diyorlar. Bu, bir tür brocard oluyor. Nakıştakinin aksine burada zemin dokusunun içine, daha dokuma sırasında, istenen motif meydana çıkıncaya kadar fazladan iki veya daha çok çözgü ipliği üzerinde renkli motif atkıları konur. Arka tarafta sarkan renkli iplikler, iş bittikten sonra kesilmeyerek soğuktan korunma amacıyla oldukları gibi bırakılır. Bu, aynı şekilde fitilli veya oyulgama tekniğinde de uygulanır. Burada genellikle iki, bazen daha da fazla bitişik çözgü ipliğinden damarlar yapılır. Her damarın yanında 1-3 çözgü ipliği görülebilecek şekilde kalır. Her iki tekniğin de motif atkıları, zemin dokusunun aksine, iki katlı, yani iki ipliklidir. Bu yüzden motifler de kabarık olurlar. Dokuyan kadın, motif ipliklerini daha iyi görebilmek ve tutabilmek için bütün iş süresince dokuma ıstarının arkasında oturur. Bazen zemin dokusunu yapan ikinci bir kadın da birlikte çalışır.

 İç içe ve yan yana kafeslenmiş motiflere eyer kaşı deniyor ki gerçekten bunlar o yer biçiminde oluyorlar. Bu seccadeye bakarken XIII. yy.dan kalma Konya Selçuklu halısı akla geliyor. Gerek halıya hâkim alanın motifleri, gerekse iç içe geçmiş bir şekilde karşı karşıya konmuş kûfî harfler eyer kaşı seccadesinin eyer sapı tarafından ortadan ikiye bölünmüş motifine benzemektedir.

 Sırf bu namazlağ değil, göçebelerin yaptıkları daha birçok dokuma, eski ünlü halılara benziyor. Bu sonuncuların geleneği daha çok kilimlerde yaşıyor. Selçuk halı motiflerinin Silifke Yörük dokumalarında devam etmeleri herhalde bu aşiretlerini yüzyıllar önce de Karaman ve Konya yörelerinde dolanırken buraların yüksek kültürünün etkisinde kalmış olmaları ile izah edilir.

 Selçuk halılarının motiflerine benzerlikler Silifke göçebelerinin çul dedikleri kilimlerde de bulunur. Bunlar genellikle yer halısı olarak kullanıldıklarından çoğunluğunun zemin dokusu çok sağlam olan siyah keçi kılındandır. Genellikle iki kanatlı olurlar.

 En çok görülen çul’a kimi yerde kelebekli çul, kimi yerde palanlı beserek veya kelebek çul deniyor. Sekiz köşeli yıldızlar[30] kelebek, altı veya sekizgenler de deve anlamlarını(?) taşıyorlar. İkiye veya daha çok parçaya bölünmüş dikdörtgenler ise eyerlerdir. Çullarda diyagonal sıralanmış kelebek motifleri de Selçuklu halılarında bulunur, örneğin dört bir kenarında üçgen çıkıntılar bulunan ve kolaylıkla çullardaki sekizgenlere benzetilebilecek dörtgenler halinde, hattâ “göz” denilen küçük noktalarla çulda “palan” denilen ara motifler halıda daha geniş ve süslü olarak bulunuyor.

 Ve motiflerin şekline göre “yedi armutlu”, “kadın bastılı”, “koltuğu bohçalı”, “eli belinde” çullar…[31]

 * * *

Mekri – makri – meğri halısı, Fethiye ve çevresinde üretilen el dokuması döşeme yaygısı oluyor. Ender bulunan, görece küçük boyutlardaki Mekri halılarının oldukça basit, çarpıcı desenleri ve zengin, canlı renkleri vardır. Çoğunda yan yana iki mihrap bulunur ve bunların her iki ucu da birer mihrap kemeriyle son bulur. Genellikle karşıt renklerde olan iki mihrap, stilize çiçek örgeleriyle bezelidir. XVIII. ve XIX. yy.lardan kalma Mekri halılarının çoğu tümüyle ham yünden dokunmuştur.[32]

 * * *

Yine Pazyrik halısı

Düğümlü dokumanın ele geçmiş en eski örneği olup “halının atası” olarak nitelendirilmiş, bundan önce de kendisinden birkaç kez söz ettiğimiz Pazyrik halısıyla konuyu kapatacağız.

 Bu halı, özellikle Türk tekstil tarihi uzmanlarınca, düğümlü dokumanın kökeninin Asya olduğuna dair bir kanıt olarak gösteriliyor. Ancak birçok Batılı uzman da, ellerinde hiçbir somut örnek olmadan, sırf tarihî ve linguistik spekülasyonlarla bu kökeni Mezopotamya’ya taşıma gayreti içinde görünüyorlar. Konunun tümden yabancısı olarak biz bu hususta bir mütalâada bulunma yetkisini kendimizde görmüyoruz. Ama yeni araştırıcılara faydalı olur düşüncesiyle Batılı uzmanların tezlerini de derç ediyoruz.

 Önce Murray Eiland’ın söylediklerine bakalım.

 Klasik zamanlarda az çok kesinlikle şu ya da bu tür düğümlü halı olan tekstiller hakkında elde çok sayıda Grek, Latin ve İbranîce delil bulunuyor. Ancak, bunlar bizi M.Ö. V. yy.dan daha geriye götürmüyor. Bu itibarla kil tabletlere başvurmak zorunlu oluyor; bunlar bizi daha iki bin yıl gerilere taşıyabiliyorlar.

 Aşikâr olarak yünlü dokumalar, eski Mezopotamya ve Anadolu’da önemli bir ticaret metaı oluyordu ve tekstile müteallik düzinelerce tabir teşhis edilmiş. Birçokları açıkça giyime müteallik olup bazıları, zemin kaplamasına veya özellikle, halılara uygulanabilir gibidir.

 Eiland, bundan sonra Veenhof’tan[33] birkaç bölüm aktararak buna kanıt getirmeye çalışıyor. Daha da ileri giderek Pazyrik halısı motifleriyle Asur saraylarındaki kabartmalar arasında benzerliğe işaret ederek neredeyse halı-kilim geleneğinin kökenini Orta-Doğu ve oradan da, herhalde… Grek alanına taşıyacak. Yazısını şöyle bitiriyor Eiland:

 “O halde Pazyrik halısı hakkındaki bu soyut düşünce nereye götürüyor? Bunun açıkça ispat ettiği, halının orta alanındaki karelerin içeriklerinin az çok kesin olarak hem hurma ağacı, hem de lotus olup bunların köken olarak Yakın-Doğu ikonografisine bağlandıklarıdır. Köken noktası olarak Pazyrik hâlâ açık bir kapıdır. Onun nerede dokunduğunu bilmiyoruz; onu Batı Asya’da Armeniyye ile Pazyrik gömütünün yakınları arasına herhangi bir yere oturtabiliyoruz. Burada sunulan malzeme hurmanın din ve ritüelde daha erken çağlardan itibaren önemli olduğu Batı Asya’ya işaret eder gibidir. Bununla birlikte bunun aslî manası hakkında hiçbir fikri olmayan kişilerce kullanılmış olabileceği de düşünülebilir.”[34]

 * * *

Az çok aynı doğrultudaki ifadeleri bir de Stronach’ın kaleminde görelim. M.Ö. Erken II. bine ait Kaniş’teki (Kültepe – Kappadokya) Asur ticaret kolonisine ait küneiform kayıtlar, Anadolu’da ünlü Babilonya veya Asur tekstillerinin nispeten yüksek fiyatları açıkça belirtiyor.[35]

 Keza Bronz Çağı Suriye’sine dönüldüğünde Geç III. binde Ebla (günümüzdeki Tel Mardih, Suriye’nin Kuzey-Batı’sında, Halep’in 53 km Güney-Batı’sında eski kent. Çeşitli tarım ürünleri arasında keten de üretiliyordu) ile yine geç XVIII. yy.da Mari (günümüzde Tel Harirî- “harir” = Arapça ipek. Orta Fırat üzerinde, Aşağı Mezopotamya’yı Suriye ve Anadolu’ya bağlayan ticareti denetim altında tutuyordu) refahlarını, kraliyetin finanse edip sıkı denetim altında tuttuğu tekstil endüstrisine borçlu gibi görünüyorlar.

Türkmenistan ile Kuzey-Doğu İran’ın genel bölgeleri, düğümlü halının ilk anayurdu olduğuna işaret eden çeşitli belgeler varsa da bunlar tümüyle kesin olmayabiliyorlar, şöyle ki bu sonuncu varsayımı destekleyecek olanlar da ihmal edilecek türden değillerdir. Bu bağlamda, Hazar Denizi’nin doğruca Doğu’sunda, Sumbar suyu vadisinde yapılan kazılarda birçok kadın mezarı ortaya çıkmış; kadınlar, özel bir çakı türü ile birlikte defnedilmişler ki kıvrık, dışı keskin olan bu çakı, o bölgelerde halen düğümleri kesmekte kullanılanın aynı oluyor. Daha başka kazı sonuçları ile birlikte halı tekniğinin daha M.Ö. Geç IV. binde Transkafkasya bölgesinde bilindiğini tahmin etmek yanlış olmayabilir.

 Mezopotamya’ya gelince, halen halı dokuyucusunu tasvir edebilecek iki Akkadca sözcüğü teşhis etmeye teşebbüs edilebilir. Bunlardan ilki kasiru (harfiyyen “düğümcü”), öbürü de kamidu’dur – Birincisine ilk olarak M.Ö. II. binin ilk yarısına ait Eski Babilonya belgelerinde rastlanıyor. Biraz daha sonra, Orta Asur hükümdarı Tukulti Ninurta I’in saltanatı sırasında (M.Ö. 1244-1208) haylice dikkate değer birçok renkli dokumaya işaret ediliyor ki bu, bitki ve hayvan temsilleriyle bir bütün olup bir “düğümü” olan rozetli bir pervaza sahip. Ancak o günlerin Mezopotamya’sına ait kumaşa sahip değiliz.

 Erken I. binde durum, aynı şekilde insanı cezp ediyor. Dalley’e göre (S. Dalley.- Ancient Assyrian textiles and the origins of carpet design, in IRAN 29, 1991, s.124) “boyacılık malzemeleri II. binde Yeni Asur imparatorluğu içinde hız topluyor. O zamanlar geç Antikçağ ve erken Ortaçağlarda bilinen, indigo istisnasıyla az çok tüm boyalar biliniyor ve kullanılıyordu” ve elyaf, muhtemelen ipek ile pamuk Mezopotamya’ya “ithal edilmeyi bekliyordu”.[36]

 Eiland’la aynı yolu tutturmuş olan Stronack da, Asur saray kabartmalarındaki kral giysileri üzerinde, mahiyeti tam belli olmayan içi rozet dolu karelerden hareket ederek bunu süslü oda zemin yaygısına teşmil edip Eiland’ınkilere benzer bazı sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. Yani her ikisi de Pazyrik halısının kökenini Mezopotamya’ya taşıma heveslisi görünüyorlar.

 Türk halısı tarihini, konunun ünlü uzmanı Kurt Erdmann’ın ifadeleriyle bitireceğiz.

Doğu halılarının bilimsel tetkik konusu olması, 1870’lerden itibaren başlamış. Malzeme toplamak olan ilk işi, bunların tasnif ve değerlendirilmesi takip etmiş. Bu arada konuyla ilgili yayınlar da hızla artmış. Bununla birlikte, hiçbir yerde Türk halısının tarihinden çok, yanıt bekleyen sorun kalmamış. Erken Türk halısını çevreleyen esrarın sebebi ne olabilir? Bu, malzeme yokluğu olamaz zira İran, Hindistan, Mısır, İspanya ya da Çin’inkilerden çok daha fazla erken Türk halılarına sahibiz.

 Batı Avrupa ve Amerikan zevki, İran halısını tercih etmiş. XVI. yy.da Keşan ve Tebriz tezgâhlarında dokunmuş, mecazî olarak süslü bu halılar beğenilmiş ve birkaç on yıl Türk halısı bunların gölgesinde kalmış. O ise ki bu görüş hiçbir zaman haklı değildi; Doğu halısı bir tekstil olup tekstil sanatı kriterlerine göre muhakeme edilecektir. İran’da Safavî halısının yüksek dönemi kitap sanatı ve halı tasarımı geleneğinden gelişmiş olup kimse Viyana Av halısı gibi bir şahesere hayran olmadan geçemez. Bununla birlikte bunun artistik değeri şüpheli kalacaktır. Hayvanlarla avcıların böyle bir karışıklığı gerçekten bir halıya mı ait olabilir? Bu tür halıların üzerine yürünmek için olmayıp sadece odanın ortasında bir tezyinî işlevi bulunduğunu kabul etsek bile, soru yerinde durur. Tasvirî sanat ve zemin kaplaması farklı tasarım kaidelerine tâbi olup bunlar karıştırılmayacaklardır.

 Düğümlü halı, iki bin yıldan daha çok yaşlıdır. Onun uzun gelişme döneminin çeşitli safhaları hakkında vazıh bir görüşümüz bulunmadığı hiç değilse açıktır; bu iki bin yıl içinde, İran’da minyatür resmi ve halı tasarımı sanatlarının kaybolduğu XVI. ve XVII. yy., kısa bir dönem olarak kalır. Bu dönemin ürünleri ne denli parlak olurlarsa olsunlar, Doğu halısının evrimi bağlamında yeni yön bir çıkmaz yol olarak tezahür eder ve Doğu halısı tarihini bu dönemin İran mamulleri zaviyesinden mütalâa etmek, onun gelişmesi hakkındaki görüşümüzü çarpıtmak demek olur.

 Her ne kadar XVI. yy. Türk halıları İran’daki gelişmelerden etkilenmişlerse de, bunların tasarımları daima tekstil kaidelerine göre olmuştur. Hiçbir zaman kitap sanatı Türkiye’de bu denli etki yapmamıştır.

 Doğu halılarının yurdu, baştanbaşa Asya içinde, 30 ilâ 45. paralel arasında yayılan bir bölgede yatar. 30. paralelin Güney’inde mutat zemin örtüsü hasırdır; 45. paralelin Kuzey’inde orman bulunur ve burası hayvan postu alanıdır. 15. derece paralelin Doğu kısmında keçe halı, Batı’sında düğümlü halı alanı yatar.

 Bugün bildiğimiz en eski düğümlü halılar Doğu Türkistan’dan gelmiş ve her ne kadar bunlar küçük parçalardan ibaret iseler de, değerli müspet delil olmaktadırlar. Bunların çıkarıldıkları mevki, bunların Miladî III. ile VI. yy.ları arasına ait olduklarını telmih ediyor. Bu parçaların varlığı, sadece halı düğümlemenin bu zamanda uygulandığını değil, halı düğümlemenin icadının çok daha erken dönemlere ait olduğunu gösteriyor. Doğu Türkistan parçaları, ilkel olmanın çok uzağındadır. Bunlar sadece tezyinî şekiller arz etmekle kalmayıp yüzeyleri, işbu şekilleri açıkça görülür şekilde kırkılmıştır. Başka deyimle, Milâdî ilk bin yılın ortalarında halı düğümleme tekniği, uzun bir gelişme dönemini yaşamıştır.

 Duvar resimlerinden ve minyatürlerden tespit edilmiş şekillerin gösterdikleri gibi, Doğu Türkistan’ın keçe halı alanına ait olduğu anlaşılıyor. Aşikâr olarak halı düğümünün bu alanda icat edilmesinin mümkün olmayıp Batı’dan girdiği kesindir. Büyük bir ihtimalle Doğu halısının gerçek yurdunun Batı Türkistan’da olduğu sanılıyor; yakın bir geçmişte göçebe avcı kabilelerinin ahfadı da burada, dokunmuş tekstiller içine uzun yün ipliklerini düğümleyerek yapay pösteki üretimi fikri doğmuş. Bu tekniğin ne zaman geliştiğine dair bilgimiz yoksa da, bunun iki bin yıldan daha öncesinde olduğundan emin olabiliriz. Büyük ihtimalle düğümlü halı Türkler tarafından icat edilmiştir. Her halükarda, dünyada bu denli önemli bir rol oynayacak olan yeni tekstil ortamı, Türk alanında ilk olarak gelişmiştir.

 Şüphesiz, değerli zemin kaplama tekstilleri çok daha önceden biliniyordu. Ünlü halılar, Asurlular, Babilonyalılar ve Sâsânîlerin devam ettirdikleri bir geleneğin öncüleri olan Ahmenîler, Bizanslılar, bunlardan almış Halifeler tarafından yapılıyordu. Bununla birlikte bunlar düğümlü halı olmayıp dokunmuş, işlenmiş ya da applike tekniği ile meydana getirilmişlerdi. Bazıları ilmikli hav tekniği ile ya da kadife içinde yapılmış. Herhalde, bunlar düğümlü halıdan çok farklı bir doku ile yapılmışlardı. Keza, ilk İslâmî kültür lüksünün çok canlı bir ifadesini bize aktaran VIII., IX. ve X. yy.ların Arap kaynaklarında da belirtilen birçok farklı tiplerden herhangi birinin düğümlü halı olduğuna dair bir belge bulunmuyor. Birkaç münferit buluntu dışında, Selçuklu Türklerinin İslâm ülkelerini fethettiği XI. yy.a kadar İslâm alanında düğümlü halı bilinmiyor.

 Bu bir rastlantı olmuyor. Bildiğimiz her şey, düğümlü halının Selçuklularla birlikte ve onlar tarafından İslâm kültürüne ithal edilmiş olduğu fikrini destekliyor. Bu fikrin teyidini, bir Selçuklu kenti Konya’da büyük Alâeddin Camii’nden gelmiş olan elimizdeki en eski düğümlü halıda bulmaktayız. Düğümlü halının tarihi, Türklerinkine sıkıca bağlıdır: Bu tekniği bu sonuncuların icat etmiş olmaları düşünülebilir; bunu geliştirip Batı’ya doğru getirdikleri kesindir.

 Batı Asya’da Doğu halısı aslî Türk karakterini, Safavî ulusal devletinin İran halısının ayrı bir gelişmesini intaç ettiği XVI. yy.ın başına kadar muhafaza etmiştir.[37]

 Böylece de bu ünlü uzman, Pazyrik halısını ve daha niceleri Ön Asya’ya maletme gayreti içinde olan birçok Batılı tarihçi – arkeologların ifadelerinin tutarsızlığını vurgulamış oluyor.

 * * *

[1]              Prétexta Lecomte. – Türkiye’de sanatlar ve zanaatlar. Ondokuzuncu Yüzyıl sonu, İs. (t.y.) Tercüman 1001 Temel Eser Yay., s.83-84, 86-87, 97.

[2]              Murray L. Einland. – Oriental rugs. A comprehensible guide, Boston 1976

[3]              May H. Beattie.- Some rugs of the Konya region. Oriental Art Magazine, Vol. XXII, No:1, Spring 1976’dan ayrı basım.

[4]              Nazan Tapan. – Introduction. Seljuk, in The Anatolian Civilisations III Seljuk / Ottoman. The Topkapı Palas Museum, 1st. 1983

[5]              Kaynaklarda geçen “halı”, “kilim” de olabilir.

[6]              Kax Wilson. – op. cit., s.138-139

[7]              Buddha’nın rengi olduğu gibi.

[8]              Çetin Aytaç. – op. cit., s.92-94

[9]              ibd., s.86

[10]            Gerhard Doerfer.- Türkische und Mongolische Elemente im Neupersichen, Band III. Wiesbaden 1967, s. 396

[11]            Gerçekten Türkmen kabileleri Evrasia bozkırında “halı kuşağı”nın içinde dolanıp duruyorlardı.

[12]            Bunların üzerine ilerde yine döneceğiz.

[13]            Bkz. Resim 58 ve 59.

[14]            Nazan Ölçer. – Turkish carpets and their collection in Turkey, in Coll.- Turkish carpets from the 13th- 18th centuries, s.VI-XII.

[15]            Volkmar Enderlein. – Medieval carpets from Asia Minor, in Coll. – Turkish carpets from the 13th – 18th centuries, s.XXII – XXIII.

[16]            ibd., s.XXIII – XXVII.

[17]            René Grousset. – L’empire des steppes. Paris 1960, s. 148.

[18]            F. Sümer’in “halı” diye ifade ettiği, aslında “yaygı” olmalıydı, keçeden halı olamayacağına göre…

[19]            Faruk Sümer. – Anadolu’da Türk halıcılık tarihine dair en eski bilgiler, in Coll. – Türk Dünyası Araştırmaları, Ekim 1984, Türk halıları özel sayısı, s.44-51.

[20]            Halil Açıkgöz. – Türkçede halı ve halıcılık terimleri, in Türk Dünyası Araştırmaları, Ekim 1984, Türk halıları özel sayısı, s.140-175.

[21]            Yusuf Durul. – Baraj gölü çevresi dokuma sanatları, Ank. 1969, s.6.

[22]            ibd., s.11-16

[23]            ibd., s. 16, infra 13

[24]            ibd., s. 18

[25]            Bu “petek”lerin ayrıntıları için bkz. Türkiye halkının kültür kökenleri, C.I, s.661 ve dev.

[26]            Yusuf Durul. – op. cit., s.27 ve infra 20, 21

[27]            Yusuf Durul – Oktay Aslanapa. – Selçuklu halıları. Başlangıcından on altıncı yüzyıl ortalarına kadar Türk halı sanatı. İst., AK Yay. (t.y.), s. 12-13. Biz daha önce bu düğümler hakkında bilgi vermiş olduğumuzdan Durul ile Aslanapa’nın ayrıntılarına girmedik (Bkz. Resim 94).

[28]            ibd., s. 14

[29]            ibd., s. 15

[30]            Hacı Bektaş ocağının meydan teşkilâtı, mimarîsinde bile, “Sekiz İmam” simgesini muhafaza ediyor. Meydan evinin tavanı, sekiz semavî tabakayı temsil ediyor ya da Sekiz İmam’a izafe olunabilen bir simge oluyor. Hacı Bektaş türbesinin kubbesi de sekiz yüzeyli piramittir (Burhan Oğuz. – Türk Halk düşünce ve hareketlerinin ideolojik kökenleri, İst. 1997, C.III, s.31). Bu aşiretlerin genelde Alevî – Bektaşî inançlı oldukları hatırlanacaktır.

[31]            Ursula Reinhard. – Silifke yöresi dokumaları, in I. Uluslarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C.V, Ank. 1977.

[32]            AB

[33]            K.R. Veenhof. – Aspect of old Assyrian trade, and its terminology, Leiden 1972. Bundan daha önce söz etmiştik.

[34]            Murray Eiland. – III. Evidence for pile carpets in cuneiform sources and a note on the Pazyrik carpet, in Coll. – Oriental carpets and textile studies, Vol. IV, s. 10-15.

[35]            Bkz. K.R. Veenhof. – op. cit., s.82-83 ve Paul Garelli – Les Assyriens en Cappadoce, Paris 1963, s.288-289

[36]            David Stronach:- Patterns of prestige in the Pazyrik Carpet Notes on the representational role of textiles in the First Millenum BC, in Coll.- Oriental carpet and textile studies, Vol. IV., s. 19-20

[37]            Kurt Erdmann.- The history of the Early Turkish Carpet, transl. Robert Pinner, London 1977, s.1-3.