Almanya’nın Türkiye’de Koloni Kurma Planları

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Almanya’nın Türkiye’de Koloni Kurma Planları

Almanya’nın Türkiye’de Koloni Kurma Planları

Her ne kadar yukarda vermiş olduğumuz “Alman sermayesi ve Şark” adlı makalede Almanya’nın Türk topraklarına koloniler göndermesinin bahis konusu olamayacağı gibi lâflar ediliyorsa da, aşağıda, Alman niyetlerinin hiç de hayırhah olmadıkları görülecektir.

 

Bilindiği gibi Almanya Abdülhamid tarafından “siyasî emelleri olmayan en zararsız ülke” olarak nitelendirilmiş, daha sonra da ABD, bölgeye girmek istediğinde aynı tavırla karşılanmış” ve Atatürk’ün ölümünden sonra “Kemalistler” tarafından âdeta “ısrarla” davet edilmişti.

 

Gün gelecek Almanya’da özellikle Bismarck’ın şansölyelikten alınmasından sonra klasik sömürgeci (kolonyalist) politika yanlıları güçlenecekti. Aşağıda, Anadolu Demiryollarının yapım ve işletmesinden beklenen çıkarlarla yetinmeyen kurum ve kişilerin demiryolu hattı boyunca “Alman yerleşim alanları” (koloniler) yaratma plânları irdeleniyor.

 

Bu plânların en büyük destekçisi, aynı zamanda Alman yayılmacılığının ve sömürgeciliğinin de en büyük savunucusu olan Alldeutsche Verband idi. Bu dernek, haftalık dergisinde (Alldeutschen Blätter) bu yönde yaptığı propagandaların ve hükûmet nezdindeki girişimlerinin yanısıra, konuyla ilgili olarak 1896 yılında bir de broşür (Flugschrift) yayınlıyor: Deutschlands Ansprüche an der Türkische Erb  (Almanya’nın Türk mirası üzerindeki talepleri – hakları).

 

  1. Wilhelm’in 18 Ocak 1896’da Krallık Sarayı’nda, İmparatorluğun kuruluşunun 26. Yıldönümü kutlamalarında yaptığı konuşmadan bir alıntı ile başlayan Broşür’de, II. Wilhelm’in ağzından Almanya’nın bir “Dünya İmparatorluğu” olduğunu ilân ediyor. Daha sonra, Almanların kitleler halinde göç ederek dünyanın değişik yerlerine yayılmalarından dolayı (“göç furyası”), mevcut kolonilerin ihtiyacı karşılamadığı belirtilerek, iklim ve coğrafî konumu Alman yerleşimine ve uygarlaştırmasına (Kultivation) uygun alanlar ele geçirmek gerektiği üzerinde duruluyor. Ardından, son yıllardan beri büyük Alman düşünür ve yöneticilerinin Almanların dış göçleri ve kolonileştirme için Küçük Asya’nın ve özellikle Dicle ve Fırat arasındaki bölgenin (198) uygunluğuna dikkat çektikleri anlatılmaktadır. “Ama bu bölgelerin savaş yoluyla ele geçirilmesi gibi bir niyetten çok uzağız” denilen broşürde, daha sonra şöyle devam ediliyor. “Ne Anadolu halkı, ne de görece az nüfus yoğunluğuna sahip Mezopotamya’nın ve Suriye’nin Arap halkı, ülkenin iktisadî kalkınmasına yol açacak olan bir Alman egemenliğine zorluk çıkarmayacaklardır. Bunun kefili de, bizzat Alman sermayesi ve emeği tarafından inşa edilen Ankara demiryolunun sağladığı refah artışı ile yetişen halk olacaktır… Oluşacak Alman yerleşim alanlarından dolayı, dağılma durumundaki Türkiye’nin yaratacağı sorunlarda en büyük söz sahibi, Almanya olacaktır”.

 

Broşürün geri kalan kısmında, “konuyla ilgili bilgisi (Sachscverstandnis) tartışmasız olan” bazı ileri gelenlerin düşüncelerine yer ayrılmış.

 

“Türkiye’nin dağılması durumunda, Almanya’nın mirastan pay alması talebimizi destekleyici kanıtlar konusunda, hiç kimse Türkiye ilişkilerini çok iyi bilen Mareşal Moltke kadar bize yardımcı olamaz. Türkiye’deki 4 yıllık aktif çalışmasından sonra Moltke 1839 yılında Almanya’ya döndüğünde Almanya’nın Türkiye mirasından pay hakkını sık sık ifade etmekteydi” denilen broşürde daha sonra, Moltke’nin 1841’de Ausburger Zeitung ve  Ausburger Allgemeinen Zeitung’da; ve 1842’de yine ilkinde yayımlanan yazılarından bazı bölümlere yer verilmiş.

 

Bu alıntılardan özellikle ikincisinde ilginç tespitler bulunuyor : “Asya toprakları üzerinde Osmanlı hâkimiyetini sürebileceği alanlar vardır… Ama Mısır, Suriye ve Adana, Arabistan ve Kürdistan, Rumeli, Bosna ve Tuna nehri kıyısındaki Prenslikleri artık elde tutamayacağı şimdiden bellidir… Bâbıâli’nin Asya toprakları üzerine göç ve iskân (Überbersiedlung) olayına karşı gelemeyeceğinden eminiz…”.

 

Üçüncü yazısında Moltke, Dicle ve Fırat arasındaki bölgeye öbür Avrupalı güçlerin nüfuz etmelerine karşı çıkan Bâbıâli’nin, kendisinin de zaten buraları denetim altında tutamadığını söyleyerek, daha sonra Filistin’in Hıristiyanlar için önemi ve jeopolitik anlamı üzerinde durmaktadır.

 

Broşürde daha sonra, daha 1848’de Roscher’in Küçük Asya toprakları için “Almanya’nın gelecekteki mirası” dediği; bu düşüncesi ile de Friedrich List ve Lassalle ile aynı görüşte olduğu ve Roscher’in Küçük Asya’yı göç için Amerika’dan çok daha iyi bir yer alarak gördüğü belirtilmektedir(199) .

 

Bu ifadeler ve bağlı oldukları belgelerden, “geleneksel dost”un daha XIX. yy’ın ilk yarısından itibaren dağılacağına karar vermiş ve onun mirasının pay alma sevdasına düşmüş olduğu anlaşılıyor.

 

Şimdi devam ediyoruz bu “sevda”nın öyküsüne.

 

Osmanlı Devleti için bağımsızlık ve egemenlik, “geniş toprakların bütünlüğü” ve dolayısıyla “vergi kaynaklarının idamesi” anlamına gelmekteydi. O ise ki Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile girdiği ilişkiler sonucunda, bu çok önem verdiği vergi gelir kaynaklarının kontrolünü de, daha sonra Düyûn-u Umumiye ile Avrupalı güçlere kaptıracaktı.

 

İşte Avrupa için, bu kontrolün elde edilmesinde ve Osmanlı Devleti’ni bağımlı kılmada en etkili yöntem “eurosentrist standardizasyon” dediğimiz, kapitalist döneme has bağımlı kılma yöntemidir.

 

Osmanlı topraklarında bu yöntemi en başarılı kullanan ülke Almanya olmuştu. Almanya bu “barışçı yöntemi” (freundliche Durchdringung) uygulamak için en uygun olarak Osmanlı topraklarını seçmişti.  İşte tam da böyle bir dönemde Almanya’da ortaya atılan, Anadolu’da “koloni kurma” önerileri hem Almanya’da, hem de Türkiye’de geniş yankılar uyandırmıştı(200) .

 

XIX. yy boyunca Almanya’nın nüfusu tam iki katına çıkmış ve bunun sonucu olarak Almanya’nın artık kendi nüfusunu barındıramayacağı korkusu kamuoyunda hâkim olmaya başlamıştı. O dönem, Hans Grumm tarafından ortaya atılan “topraksız bir halk” (Volk ohne Raum) deyişi, mevcut politikaları ve daha sonra von Bülow tarafından dile getirilen, Almanlar için “Güneşin altında bir yer” (Ein Platz an der Sonne) bulma politikalarına da öncülük eden bir yaklaşımın ifadesi oluyordu. Bu da, Almanya’nın dünyada “nüfuz alanları” yaratma anlayışlarına tekabül ettiğinden, XIX. yy’ın sonundan itibaren Almanya’da devlet tarafından göçün organize edilmesi ve Alman devleti kontrolünde yeni koloniler kurulması fikri yaygınlaşmaya başladı. Bu göçün, ilk dönemdekine göre niteliksel bir değişiklik göstererek, artık Almanya’nın yayılmacı politikalarının bir parçası konumuna gelmesi anlamını taşımaktaydı.

 

1890’lı yıllarda hazırlanan, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Alman kolonilerini kurma yönündeki propagandaları 1900 yılında, Alman Kolonial Cemiyeti (Deutsche Kolonial – Gesellschaft) tarafından düzenlenen bir toplantıda Max Schlagentweit’in yaptığı konuşma ile doruğa ulaşmıştı. Bu konuşmanın en önemli özelliklerinden biri de, bu toplantıya Almanya’nın bölgedeki çıkarlarının en büyük temsilcisi Siemens’in de katılması ve toplantının sonunda yaptığı bir konuşma ile, bu arada İstanbul’da gelişen tepkileri dikkate alarak, Alman devletinin ve onun Anadolu’daki temsilcilerinin kesin tavrını açıklaması olmuştu.

 

Abdülhamid’in, bu plânları duyar duymaz tepkisi çok sert olmuş ve başından beri bölgedeki her türlü girişimde kendilerini kolladığı Almanlara şüpheli yaklaşmaya başlamıştı: “Alman muhacirlerin hat boyunca yerleşmesine müsaade etmek çok tehlikeli bir şeydi. Sultan Abdülhamid, buna hükûmetçe aslâ müsaade edilemeyeceğini katî ve açık ibare ile hiçbir şek ve tereddüde mahal bırakmayacak bir sarahatle mukaveleye dercini emretmişti” (Tahsin Paşa . – Abdülhamid ve Yıldız hâtıraları, İstanbul 1933, S. 86’dan aktarma).

 

Abdülhamid’in kendisi de “Siyasî Hatıratı”nda bu kaygılarını şöyle dile getirmekteydi : “Almanya’nın bize karşı olan harekâtını biraz frenlemek yerinde olacaktır. Büyük Senyör’e (Alman sefiri von Bieberstein) kendisinden ve politikasından pek emin olmadığımızı belli etmek lâzımdır. Berlin sefirimizden öğrendiğime göre Kayser, Anadolu’da Almanları tutan bir muhit yaratmak istiyormuş. İktisadî vaziyetimizi düzeltmek için Almanlardan istifade etmeyi faydalı buluyorum, fakat Alman gazetelerinin yazdığı ve arzu ettiği gibi, Bağdat Demiryolu üzerinde Alman kolonilerinin kurulmasına gelince, katîyetle taraftar değilim. Dedelerimizin pek çok fedakârlık yaparak elde ettikleri bu toprakları Alman kolonilerine terk edeceğimizi zannediyorlarsa, çok aldanıyorlar” (Abdülhamit II, Siyasî hâtıratım, İstanbul 1974, S. 128 – 129’dan aktarma).

 

İstanbul yönetiminin bu tepkisi, Almanya’nın bu konudaki, kolonizasyon aleyhtarı politikasını netleştirmesine yol açtı. Sağduyu sahibi Alman yöneticiler, başından beri bu modası geçmiş “kolonyalist” mantığa ve Almanya’nın bu bölgedeki tekelci tavrına karşı çıkarak, sadece kurulacak uluslararası işbirliklerinde Almanların mümkün olan en büyük payı kapmasını ve önderliğe soyunmasını istiyorlardı. Ayrıca, İstanbul’un bu tepkisi karşısında Marschall, Alman Hükûmeti’ni kolonizasyon amacı taşımadıklarını içeren resmî bir açıklama yapılması doğrultusunda uyarmıştı. Bunun karşılığında, Devlet Müsteşarı von Bülow, Marschall’a yolladığı yanıtta, Padişah’a Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Alman kolonilerini yerleştirme düşüncesinin söz konusu olmayacağını açık biçimde anlatılmasını istiyordu. Keza, Alman Askerî Heyeti Başkanı Van der Goltz da bu tehlikeyi görüp Alman hükûmetini göç aleyhinde uyarmıştır(201) .

 

(198) Cümle tarafımızdan belirtildi.

(199) B. Bülent Can . – Almanya’nın Türkiye’de koloni kurma plânları, in  Toplumsal Tarih  8,  Ağustos 1994 .

(200) Alman hayranlığı ile ülkeyi I. harbin felâketine sürüklemiş olan Enver Paşa’nın da, daha sonralarda, “bizim adam olmamız mümkün değil, Almanları buralara yerleştirelim de bize medeniyet öğretsinler” demiş olduğunu, “Alman gerçeği ve Türkler” kitabımızda zikretmiştik.

(201) Mesut Keskin – B. Bülent Can . – Almanya’nın Türkiye’de koloni kurma plânları II, in  Toplumsal Tarih 11, Kasım 1994.