Almanya’nın Birleşmesi

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Almanya’nın Birleşmesi

Almanya’nın Birleşmesi

  1. yy’ın son çeyreğinin bu çok önemli tarihî vakıası, yine aynı bağlamlar içinde mütalâa ediliyor(249) .

 

1989 – 1990 kışına kadar, geç 1940’larda ilk Soğuk Saaş’ın mirası olan Almanya’nın iki hükümran devlete ayrıştırılması, uluslararası manzarada bir değişemez veche arzediyordu. Kasım 1989’dan itibaren durum, şaşırtıcı dramatik olaylar silsilesiyle kökünden değişmişti: Berlin Duvarı’nın yıkılması, Erich Honecker’in düşmesi, Sosyalist Birlik Partisi’nin iktidar tekelini terketmesi; Mart 1990’da, 1933’ten beri vâki olmamış ilk hür seçimlerin yapılması; bu seçimler, her ne kadar Batı Almanya partilerinin kitlesel olarak etkisi altında cereyan etti ise de komünistleri yeni Volkskammer yine de küçük ve önemsenmeyen bir bakiyeye indirmişti; Temmuz’da iki Almanya arasında para birliği; Ekimde bu ikisinin resmen birleşmesi ve Aralık’ta da tüm Alman seçimleri; bir tek patırdılı yılda Almanya’nın kırk yıllık ayrılığının üstesinden gelinmişti.

 

Berlin Duvarı indirildiğinde sevinçli sahneler ve her iki devletin idareci politik simalarının coşkun demeçleri, sıradan Almanın, ülkesinin tekrar birleşmesi arzusuna şahadet ediyordu; ama bu ilk sevinç haletinin bilâhare, iki farklı sosyal ve ekonomik sistem arasında evliliğin paraca maliyeti ve genel sonuçlarının artan bilincine varılmasıyla azalmasına rağmen vâki olmuştu. Benzer şekilde 1860’da Alman halkının seçkin bölümlerinin bir birleşmiş ulus arzusu, nihaî akibet üzerinde çok önemli rol oynamıştı. Bununla birlikte 1871 Alman Reich’ının yaratılmasında çapraşık bir süreç âmil olmuş olup millî duygunun başlıca etken olduğunu düşünmek anlamsız olur. İki Almanya’nın 1989 – 1990’da yeniden birleşmesi hususunda da aynı şey söylenebilir. Bu dönemin son aylarından itibaren Sovyetler Birliği’nde Mikhail Gorbachev’e bağlı değişimler; Orta ve Doğu Avrupa’da (Romanya ve Yugoslavya’da trajik istisnalarla) yer alan barışçı devrimler ve de Rusların bu ülkelerdeki pençelerini gevşetmesi; hem Washington, hem de Moskova’nın, belirgin ekonomik nedenlere silâhlanmanın ağır yükünü azaltma arzuları; ve sonuç olarak, NATO ile rakip Varşova paktı devletleri arasında bir stratejik tampon olarak ayrılmış Almanya’nın askerî öneminin azalması. Aynı şekilde, XIX. yy’ın ortasında birçok gelişme, işbu Alman birleşmesini mümkün kılmak için etkileşimleşmişlerdi. Alman Reich’ının yaratılmasında Otto von Bismarck’ın rolünün kesin önemini kimse tartışma konusu yapmasa da Marx’ın aşağıdaki sözleri hatırlanacaktır:

 

“İnsanlar kendi tarihlerini yaparlar… Bunu keyiflerine göre değil, doğruca karşılaşılan, geçmişte alınıp intikal etmiş hal ve şartlar altında yaparlar” (250) .

 

Bismarck’ın kişiliği ve politikaları, birleşmenin bir, ama sadece bir âmilini teşkil ediyor.

 

Bu birleşmenin tahliline Avusturya ile Prusya arasındaki güç ve politika mücadelesinden başlıyoruz. Modern haliyle bu rekabetin meydana gelmesi, XVIII. yy ortasında 1740’da Büyük Frederick’in Silezya saldırmasıyla başlamıştı. Ancak iki uzun savaş sonunda nihayet burasını Prusya’ya, 1763’te sağlamıştı.

 

Otuz yıl sonra Fransız Revolüsyonu bütün Avrupa’da tahtları temelinden sarsacak, idarecileri müştereken içinde oldukları güç mücadelelerinden hiç değilse o zaman için daha önemli olduğunu hatırlamaya zorlayacaktı. Bunun sonucunda Avusturya ile Prusya, Napoleon’un nihaî bozgunundan sonra, Avrupa’yı müstakbel bir Fransız saldırısına karşı bir barış tanzimi için Viyana Kongresi’nde toplanmış öbür Büyük Güçler’e katılmışlardı. Fransızları tutmak için engeller kurulmuştu. Kuzey’de, evvelki Avusturya Hollanda’sı (Netherlands) , Hollanda’yla birleştirilmiş; Güney-Doğu’da Avusturyalılara Lombardiya eyaletleri Kuzey İtalya’da Venedik verilmiş; Batı’da, Napoleon yaratıkları takımı, Westphalia krallığı, Prusya’ya, Rusya’ya geçmiş topraklarını telâfi etmek üzere, devredilmişti. İşbu toprak edinilmeleri Prusya’nın ağırlık merkezini Ren’e doğru, geçmişte başlıca çıkarı olmuş olan Polonya topraklarından uzaklara kaydırmıştı.

 

Prusya lehine herhangi bir güç dengesinin bozulması, kaçınılmaz olarak Avusturya’nın konumunu etkileyeekti. Geçmişte Avusturya politikası hakkındaki imajımız, von Droysen ve von Treitschke gibi 1866 ve 1870 muzafferi Protestan Prusya’nın coşkun yandaşı tarihçilerin, kleindeutsch (harfiyyen “küçük Alman”, yani Avusturya’yı dışlamış bir Almanya), eserleri tarafından derinlemesine renklendirilmişti. Bu tarihçiler için Avusturya bir “Alman olmayan”, “mürteci” (“gerici”) ve Katolik güçtü; onun çok uluslu imparatorluğu onu çaresiz şekilde Güney-Doğu Avrupa’ya doğru ve Almanya’nın uzağına sevk ediyordu ve kendi durumunun mantığını kabullenmemekte inatçı tutumu yüzünden Hohenzorlern’lerin altında birleşmeyi geciktirmişti. Mamafih, Ballhausplatz (Avusturya’nın Viyana’daki dışişleri bakanlığı) açısından Avusturya’nın da Prusya’nınki kadar meşrû bir “misyon”u vardı. Asırlarca Türklere karşı Katolikliğin müdafii olarak Avusturya şimdi kendini, Avrupa’da Doğu’da (Orthodox)Rusya ve Batı’da “Allahsız” Fransa arasında kararsız bir mihver gücü olarak görüyordu. Bu Avrupa misyonunu yerine getirebilmek için Avusturyalılar Alman Konfederasyonu’nda (1815’te yaratılmış gevşek devletler birliğinde) bulunmanın esas olduğuna inanıyorlardı, şöyle ki burada orta boy ve küçük devletler üzerinde fazlaca etki yapıyorlardı. Almanya’da güç dengesinin altüst olması halinde bunun sonucunda, Avusturya’da tümden kabul edilemez Avrupa gücü dengesinin altüst olması vâki olacaktı. Metternich’in günlerinden (1855’ten 1859’a kadar Avusturya dışişleri bakanı) Rechberg’inkilere kadar Prusya’nın Main nehrinin kuzeyinde bir dereceye kadar etkisini kabul ettirmeyi istiyordu. Ama hiçbir zaman yapamayacağı şey, temsilcisinin Federal Diet’in tartışmalarına riyaset ettiği Frankfurt’taki üstünlüğünü terk etmesiydi. Bununla birlikte durumunun, Almanya’da Prusya’ya, Kuzey İtalya’da Fransa’ya, Güney-Doğu Avrupa’da Rusya’ya karşı sürdürülmesi olanaklarını bazen iflâsa kadar gösterecek bir askerî çabanın idamesini gerektiriyordu. Bu sebepten, malî istikrarsızlık düalizmi Avusturya için zorunlu oluyordu. Bununla birlikte Prusya’nın niyetlerinden şüphe ettikçe Avusturya, sadece Büyük Frederich’in vârisleriyle işbirliği sayesinde Prusya’yı denetim altında tutulacağını ve buna karşılık da kaynaklarını azaltabileceği bilincine varmıştı.

 

Kırım Harbi’nden sonra uluslararası sahnenin değişmesi, bir ikinci âmil oluyor ki onsuz birleşme vâki olamazdı. 1815’ten beri uluslararası nizamın dingil çivisi olan muhafazakâr güçleri eski dayanışması, Kırım’da harple çaresiz çözülmüştü. İngiltere ile Fransa, Rusya’ya savaş açınca Avusturya tarafsız kalmış ama Rusya’yı kendisinden uzaklaştıran muğlâk silâhlı bir tavassut politikası yürütmüştü. Güney-Doğu Avrupa’daki artan stratejik ve ticarî çıkarlarını korumak için Avusturya, Rusya’yı Tuna’nın Moldavya ve Vallaşiya eyaletlerinin dışına zorlamış ve zarara ek olarak da, Fransız ve İngilizlerin harbi sona erdirme tekliflerini destekleyerek bir de hakaret etmişti.

 

Avusturya’nın konumunu zayıflatan bir diğer istikrarsızlık etmeni de, Louis Napoleon’un iktidara gelmesi olmuştu. Her ne kadar yeni diktatör Fransa’nın geleneksel “doğal sınırları”nın elde edilme ereğini terketmemişse de 1815 tesviyesinin yıkılmasına iştirakı itiraf ediyordu ki bu, uluslararası işlere yeni bir istikrarsızlık unsuru katıyordu. Onun milliyet prensiplerine inancı, her ne kadar Fransız çıkarlarını tehlikeye düşürecek mertebede değilse de, amcasının eski düşmanı Avusturya için bir genel tehdit oluşturuyordu. Bu tehdit Kuzey İtalya’da Avusturya’nın varlığının Piedmont liderliğinde İtalya’nın birleşmesinin başlıca engeli oluyordu. 1859’da İtalya’da savaş patladığında Avusturya tek başına Fransa ve Piedmont’la dövüşmüştü. Rusya’nın ne Batı Avrupa’da ne de Avusturya’ya destek olmakta özel bir çıkarı vardı; ama Almanya ikili oynayarak, Avusturya’nın yardımına gelmeden önce federal kuvvetlerin kumandası üzerinde sıkı pazarlık etmişti.

 

Avusturya’nın İtalya’daki bozgunu ve bir Avrupa büyük gücü olarak yaşamak için imparatorluğu içinde harekete getirmeye mecbur olduğu anayasal değişiklikler, mezkûr dualizmi daha da gerekli kılmıştı. Bununla birlikte Prusya ile işbirliği hiç olmadığı kadar daha zordu, şöyle ki 1850’lerin ortasından itibaren uluslararası sahnede değişme, Almanya’da Prusya ereklerini etkilemişti. Berlin’de artan inanç, Batı ile bir harpte, çoğu Alman devletlerinin desteğine, ne de Avusturya’ya güvenilemeyeceği noktasında olup Rhineland’da arzettiği düşünülen Fransız tehditi de buna eklenince, Berlin’deki politika yapıcılarını Prusya’nın Fransa’ya karşı kendi savunması için daha güçlü bir üsse ihtiyacı olduğuna ikna etmişti.

 

Prusya devleti sınırlarının ne olmasının gerektiğini o zamanlar St. Petersburg’ta elçi olan Bismarck 1859’da Prusya dışişleri bakanına yazarak onu İtalyan savaşının arzettiği fırsatı yakalamaya sevkediyordu:

 

“Mevcut durum, kazanma kozunu elimize verdi şu şartla ki Avusturya’yı Fransa ile derinlemesine girişmesine müsaade etmemiz ve sınır karakolları sırt çantalarımızda bütün ordumuzla yürümemiz gerekir. Karakolları ya Bodensee (Kostanz gölü), ya da Güney’de, Protestanlığın başat iman olduğu yerlere kadar ekebiliriz”.

 

Bu dönemde Prusya hükûmeti kendi çıkarı, Avusturya’ya sadakat hissi ve isyankâr politikadan nefreti arasında kıvranıyordu ve Bismarck’ın bu önerisine kulak asmamıştı.

 

Üç yıl sonra Bismarck Prusya siyasetine hâkim olduğunda burasının tek başına güç çıkarlarına uygun olacak hareket olanağı büyük ölçüde artmıştı. Bunu yapmayı seçtiği takdirde, kuvvetler takımı onun lehinde olacaktı. Rusya otomatik olarak Avusturya’nın yardımına koşmayacaktı. Ve ferasetli bir diplomasi ile Fransa’yı tarafsız kılıp Avusturya’yı tecrid etmek mümkün olabilecekti. Savaşın amacının ulusal birleşme değil, Büyük Prusya’nın yaratılması olduğu 1866’da Prusya’nın davranışıyla aşikâr olmuştu. Main nehrinin Kuzey’inde birçok idarecinin hakkı, muzaffer Prusya’lılar tarafından süpürüldü. Hannover krallığı, Schleswig – Holstein, Electoral Hesse, Nassau ve Frankfurt kenti bütünüyle ilhak edildi, Main nehrine kadar sağlam bir güç temeli yaratıldı.

 

Prusya ordusu yeniden teşkil edilmeden Kleindeutschland’ın yaratılması mümkün olamazdı. 1861’de kral olan Naib Wilhelm, gerçekten Kleindeutschland’ın yapıcılarından biri olmuştu. Yetişmesi itibariyle bir profesyonel asker olarak, Prusya (açık bir siyasî erek olmadan birçok kolorduyu seferber ettiğinde, çıkan 1859 krizinin açığa vurduğu kötü durumla yakından ilgileniyordu. Prusya silâhlı kuvvetlerini, Alman işlerinde askerî gelenekleriyle mütenasip bir rol oynamaya müsait hale getirecek reformları uygulamaya kararlıydı. Landtag (Diyet Meclisi)’nin diş gıcırtılarına rağmen ordu, mevcudunu iki katına, 50.000’den 100.000’e çıkardı; ihtiyatlar da büyük ölçüde artırıldı. Bittabi Prusya liberalleri de, muhafazakârlar kadar Prusya’nın Almanya’da faal rol oynamasından endişeli idiler. İtiraz ettikleri husus, daimî orduda hizmet süresinin artırılmış olması ve özellikle Landwehr, ordudaki mahallî unsurun azaltılmış olmasıydı. Bu sonuncusu, eski Frederick’çi ordunun Kadavergehorsamkeit (harfiyen bedenin itaatı)’inden kurtulmak için Prusyalı reformcular tarafından orduya dâhil edilmişti. Ama General von Roon(251) , efendisi kral gibi, sivil etkilerden uzak, kuvvetli disiplinli savaş gücü istiyordu. Bu, sadece öbür devletlere karşı muhtemel bir kullanış için değil, ama keza muhafazakârların daima kafalarında bir düşman vardı ve tamamen kraliyetin denetiminde bir itaatkâr ordu, liberalizm ve sosyalizmin yayılması sonucu ülkede muhtemel ayaklanmaları bastırmak için gerekebilirdi.

 

Bu modernleştirilmiş ordu, onun kabiliyetli kurmay başkanı Kont von Moltke’nin kumandasında Haziran 1866’da Koniggrätz (Sadowa) muharebesinde kendini gösterecekti. Ama Prusya’nın zaferi de tamamen kaçınılmaz değildi. Moltke’nin tartışmalı sarma ve imha stratejisi tamamen başarılı olmamıştı; Avusturya ordusunun büyük kısmı (kısm-ı küllisi), Tuna’nın Güney’ine çekilmeyi başarmıştı; Avusturya ordusu kumandanı General Benedel bu fırsatı yakalayıp birinci Prusya ordusuna saldırsaydı, tarihin seyri farklı olurdu. Her zaman olduğu gibi, her iki tarafın hataları günün kaderini tayin edecekti. Naib Wilhelm’in başlattığı ve savaş bakanı von Roon ile Moltke’nin uyguladıkları ordu reformları olmasaydı Prusya, başarı ümidiyle bir savaş riskini göze alacak durumda olamazdı.

 

Birçok tarihçi Alman sorunu ve özellikle bir ekonomik birleşme tedbiri getirmiş olan Alman Gümrük Birliği (Zollverein)’in rolünün ekonomik boyutu üzerinde ısrarla duruyor. Hiç şüphesiz daha geniş bir pazar bazı teşebbüsler için kârlı olacaktı ama ekonomik büyümenin münakalede ıslahat, özellikle demiryollarının yayılmasının etkisinde olduğu unutulmayacaktır. Bunların ötesinde binayı örtmek üzere sadece bir politik çatı gerektiren tüm “birleşmiş” pazar kavramına şüphe ile bakılmıştır. Daha XVIII. yy’a geri giden sanayileşme sadece doğal kaynakların ve becerilerin gelişmeyi teşvik ettiği bazı Alman bölgelerini etkilemişti.

 

Almanya, Keynes’in ileri sürdüğü gibi, “kan ve çelikle” değil, “kömür ve çelikle” birleşmişti. Yine de kleinteutsch tarihçilerinin Zollverein’i siyasî birleşme yolunda ilk adım olarak betimledikleri akılda tutulacak. Bu sonuncusunu anlamanın anahtarı ekonomik değil, maliyede yatıyordu. Orta ve küçük devletlerin idarecilerinin ona katılmaları, daha XIX. yy’ın başında giriştikleri moderneşmeye malî kaynak sağlama amacını güdüyordu; bu kaynaklar, ayrıca, mahallî Landtag’ın denetimi dışında olacaklardı. Böylece de Prusya’nın “alıcı kuş” olduğu şüphesine rağmen Bavyera, Württenberg ve Baden 1852’de ve yine 1864’te gümrük anlaşmalarını yenilemişlerdi. Bittabî Prusya, geç 1850’ler ve 1860’ların başında büyüyen sınaî potansiyeli ve Rhein, Elbe ve Oder suları boyunca münakale damarlarını denetlemesi sayesinde ekonominin kamçısını elinde tutuyordu.

 

Habsburg mülklerine sanayi devriminin uğramadığını düşünmek tamamen yanlış olacaktır. Bununla birlikte işbu sanayileşme çok daha yavaş adımlarla yer almış ve Avusturya bürokrasisi tarafından engellenmişti. Buna karşılık Prusyalı memurlar, sınaî gelişmeye götürecek siyasetleri güdüyorlardı; bunlar faal olarak serbest ticaret fikirlerini teşvik ediyorlar, kırsal kesimde feodal kısıtlamaların kaldırılmasına yardımcı oluyorlardı ve böylece de büyük ölçüde üretime yönelmiş verimli mülklerin ortaya çıkmalarını kolaylaştırıyorlardı. Avusturya bürokratları Habsburg İmparatorluğu’nu feodalizmin pençesinden kurtarmak için çok daha az cehd sarfediyorlardı(252) .

 

XIX. yy’ın ortalarında Alman sorununun üç “ulusal” çözümü ileri sürülmüştü. Bunlardan ilki kleindeutsch devleti olup bunda Prusya tüm Almanya’ya hâkim olacak ve Alman devletinden Avusturya tümden dışlanacaktı. İkinci olarak grossdeutsch (daha büyük Almanya) fikri geliyordu; bunun özü, Avusturya ile geleneksel bağların idamesi olup bunu ayırmaya nice Alman olumlu bakmıyordu. Sonuncu olarak da Mitteleuropa, Orta Avrupa fikri devleti geliyordu ki bu, bir Avusturya düşü olarak Habsburg mülkleri Baltık’tan Karadeniz’e uzanan muazzam bir müşterek pazarı içeriyordu. İşbu çözümlerin hiçbiri, tek ulusal dam altında sadece Almanca konuşanları ithal etme gibi modern anlamda ulusal değildi. 1871’de kleindeutsch devleti Pozen’de Polonyalılar, Kuzey Schswig’de Danimarkalıları ve Alsace-Lorraine de Fransızları içerecekti. Bu arada Almanca konuşan Avusturyalılar hariç tutuluyorlardı. Grossdeutschland ise sadece Almanca konuşan Avusturyalıları değil, aynı zamanda Bohemya’da Çekleri, Trieste’de İtalyanları… içerecekti. Mitteleuropa kesinlikle Habsburg’lar tarafından idare edilen tüm Almanca konuşan Çeklere, Slovaklara, Macarlara, Romanyalılara, Sırp ve Hırvatlara bir muazzam ırkî karışım içinde sahip çıkacaktı(253) . O zamanın siyasetçilerinin milliyeti saptamak için farklı bir ölçek kullandıkları hatırlanacaktır. Üst sınıfların (memur, rahip, profesörler) kullandıkları dil, Orta ve Doğu Avrupa’da olduğu gibi Almanca ise o alan “Alman” sayılıyordu. Her ne kadar Almanların çoğunun mahallî halkların kendi dillerini, Polonyaca, Çekçe veya Danimarkaca konuşmalarını önlemeyi arzu etmemelerine karşın okumuş Almanlar bu dillere aşağı bir kültürel ortam olarak bakıyorlardı.

 

Kleindeutsch tarihçilerinin uzun bir tarihî sürecin kaçınılmaz sonucu olarak medhettikleri 1871 Reich’ı, gerçekte Avusturya ile doğal bağını koparmış ucu kesik bir “milli” devlet idi. Bu nedenle de birçokları arasında Alman sorunu da 1871’den çok sonralarına kadar takvimde duracaktı. Birinci Dünya Harbi’nden sonra Polonyalılar, Danimarkalılar ve Fransızlar imparatorluk Almanya’sından ayrılmışlardı. Ama Weimar Cumhuriyeti, her ne kadar daha Alman bir devlet olmuş idiyse de, yine artık eski şanının gölgesine indirilmiş Avusturyalıları dışlamıştı. “Ein Volk, ein Reich, ein Führer” (tek halk, tek devlet, tek önder), Nazileri iktidara getirecek olan sloganlardan biri olmuştu. Hitler’in 1938’de Avusturya’yı ilhak etmesiyle Cumhuriyet’i daha Alman devleti haline getirmişti. Ama 1939’da Çekoslovakya’nın dâhil edilmesi, onu daha az millî devlet yapmıştı, bu arada Hitler’in emperyalist ihtirası da artık aşikâr olmuştu. İkinci Dünya Harbi’nin yenilgisinden sonra, muzaffer güçler bir Alman devletinin şekil ve siyasî istikbali hususunda karar veremediklerinden, işgal altındaki bölgeler, gelecek kırk yıl için, ayrı devletler haline getirilmiş, halklar da daha ileri bir bölünmeye uğratılmışlardı.

 

Eğer kleindeutsch Reich bir ulusal devlet değil idiyse, aydın çevrelerde nasıl böyle kabul edilmişti? Bunun yanıtı kısmen kleindeutschland’ın sözcüleri tarafından görüşlerini daha etkin şekilde yayılmasında yatıyor.

 

Mitteleuropa (Orta Avrupa) ve Grossdeutschland (Büyük Almanya)’nın destekçileri ve Alman Reform Derneği (Deutsche Reformverein) gibi örgütleri bulunuyordu. Ama kleindeutsch sözcülerinin yarattıkları propaganda makinasına kıyaslanacak hiçbir şeyleri yoktu. Endüstrileşme Gümrük Birliği (Zollverein) içinde yayıldıkça, bir zorlu girişimci ve profesyonel sınıf ortaya çıkıp ticaret odaları ve meslekî örgütler yoluyla teşkilâtlanmışlardı. Ekonomik ve millî nedenlerle bunların çoğu birleşmenin samimî destekçileri olmuş. İktisadî faaliyetlerinin Prusya dışında uğradıkları kısıtlamalara artarak kızıp Zollverein alanına dayanan bir Alman İmparatorluğu’nun yaratılmasında birşey çıkmayacağına kendilerini ikna etmişlerdi. 1858’de Alman İktisatçıları Kongresi kurulmuş, toplantılarına sivil memurlar, gazeteci ve akademisyenler olduğu kadar tacirleri, finansçı ve sanayicileri çekmişlerdi. Amaçları tarife reformunun artırılması ve her türlü kısıtlayıcı yasaların ilgası idi. 1860’da, yasal sistemde reformu ilerletmek üzere Alman Hukukçular Kongresi kurulmuş, 1861’de de Alman Ticaret Birliği, ıslâh edilecek ticarî nizam için mücadele amacıyla kurulmuş. Bu sonuncusunun açılış toplantısının dışında Ulusal Dernek’in kurulmasına götürecek inisyatifler görülmüş. Bu kuruluş adını, Kont Cavour’un arkasında orta – sınıf düşüncesini dizginleyen İtalyan derneğinden almış olup millî liberal siyasî faaliyetini düzenlemek üzere tesis edilmişti. Anlamlı olarak, radikaller gibi ılımlılar da işbu Millî Dernek’e iltihak etmişlerdi.

 

Mevcudu hiçbir zaman 25.000 üyeyi aşmayan bu cemiyet, kleindeutsch devletinin teessüsü için özellikle bunun kurulmasına müsait Kuzey ve Orta Almanya’da bir fikir menbaının yaratılmasında kesin rol oynamıştı. Bazı aşağı orta – sınıf desteğini haiz olurken üst sınıf idarecileri hiçbir zaman halk üyeliğini düşünmüyorlardı; bunun sebebi sadece kendi imtiyazlı durumlarını aşındırabilecek bir halk hareketi olmayıp aynı zamanda hükûmetlerin liberal delilleri kabul edecekleri korkusu idi.

 

Millî hislerle ekonomik hesaplar el ele gidiyordu. 1813 ve yine 1840’da Fransa aleyhine hislerin şiddetle patlaması, Fransız komşularıyla ilişkileri sürekli olarak etkilememişti; nitekim Frankfurt parlamentosu ile Fransız Millî Meclisi 1848’de dostane tebrikler teati etmişlerdi. Bununla birlikte 1859 yılı, Fransız – Alman ilişkilerinde bir dönüm noktası olacaktı. Kuzey İtalya’da Fransızların, birinci Napoleon’un liyakatını ispat ettiği yerde Avusturya’ya taarruzu Almanya’da heyecanlı tefsirlere konu olmuştu. Liberallerin İtalya’nın bağımsızlık mücadelesine sıcak bakmalarına karşın çok kişi, muzaffer Napoleon’un Rhineland’da “doğal” sınır denilen yeri zaptetmeye girişmesi endişesi içindeydi. Fransız aleyhtarı his hızla tüm Almanya’da kendini basın ve halk festivallerinde, bilimsel kongrelerde ve Landtag’da belirtti. Milliyetçi heyecan Kasım’da, Friedrich Schiller’in yüzüncü doğum yıldönümünde en yüksek noktasına varmıştı. Fransız karşıtı hisler 1860’da Napoleon, Kuzey İtalya’da Fransız müdahalesinin bedeli olarak Piedmont’tan Savoy ve Nice’i almasıyla, yeni bir dürtü kazanmışlardı. Alman kanaatlarının tüm dereceleri, liberal ve muhafazakâr, Batı’da bir saldırının yakın olduğunda birleşmişti. İlk kez, Fransız tecavüzüne karşı Alman sınırlarını sağlama almak üzere Alsace ve Lorraine’in ilhakı talepleri işitilmeye başlamıştı.

 

Fransız aleyhtarı his, bütün 1860’lar boyunca, Fransız – Alman ilişkilerinin bir daimî vechesi olmuş, Rhineland’ın muhafızı Prusya’nın güdeceği bir güçlü Reich isteğini pekiştirmişti. 1861’de Alman Keskin Nişancılar Birliği (Deutsche Schützenbund) ve 1862’de kurulan Alman Çok Sesli Şarkıcılar Birliği (Deutsche Sängerbund) gibi milliyetçi örgütler, işbu şiddetli milliyetçiliği müesseseleştirmişlerdi.

 

Alman İktisatçıları Konrgresi’nden Keskin Nişancılar Birliği’ne kadar bütün bu örgütler, birleşmeye elverişli bir kanaat iklimini yaratmaya yardımcı oluyorlardı. Birbirlerine kenetlenmiş idare meclisleri ve birbirlerine girmiş üyelikler bunların idarecilerini birbirlerine yakın kılıyordu.

 

1860’ların sonunda müthiş bir güç olarak ortaya çıkan ikinci ideoloji, siyasî Katoliklik, ilk bakışta bir birleşmiş Almanya’nın yaratılmasını ilerletme yerine geciktirme eğiliminde gibi görünebilir. Bu bir ölçüde, Prusya’ya dinî olduğu kadar siyasî sebeplerle karşı olan birçok Katolik’in hiç değilse ismen desteklediği grossdeutsch çözümünün olabilirliğine bağlı bulunuyordu.

 

Son yıllarda revizyonist tarihçilerin haklı olarak ileri sürdüklerine göre, 1871 Reich’ı bir kaçınılmaz tarihî gelişmenin son noktası olmanın uzağında, Almanı Almana karşı getiren, bunları birleştiren değil, ayıran bir iç savaşın ürünü olmuştu. Bundan başka, eski Konfederasyon barışı elli yıl boyunca korumuşken yeni Reich, otuzbeş yıl içinde Avrupa’yı felâketli bir harbe sürükleyecekti. Yirmibeş yıl sonra da aynı militarist unsurlar, bu kez Almanya’yı o güne kadar olmadığı gibi ayrılmış hale getirecek bir savaşa götürmüşlerdi.

 

Bütün bu işlerde Katolik kilisesinin oynadığı rolün ayrıntılarına girmedik. Sadece önemi gördüğümüz şu hususu belirtmekle yetiniyoruz: Eski Konfederasyon’da 23 milyon Katolik ve 20 milyon Protestan varken, Avusturya, 12 milyon Katolik’i ile dışlanınca, Protestanlar çoğunluğu elde etmişlerdi.

 

Avusturya’nın Almanya’dan ihracından sonra dört Güneyli devlet, muzaffer Almanya, mağlûb Avusturya ve Prusya gücünün artmasını önlemeye kararlı bir Fransa arasına sıkışmış bir ıssız alan (no-man’s land) içinde kalmıştı. Güney devletleriyle savunma ve saldırma anlaşmalarının sonuçlandırılmalarına rağmen Güney’in hiçbir surette, Bismarck’ın başlarda mümkün gördüğü gibi, tedricen Prusya’nın etki alanına gireceği aşikâr değildi. 1868’de Yeni Gümrük Parlamentosu’na seçimler onu hayal kırıklığına uğratmıştı. “Gümrük Parlamentosu’ndan Birleşme Parlamentosu’na” seçim sloganı, ulusal liberallerin seçimlere getireceği ümitlerini gösteriyordu. Fiilen Prusya ve Protestan karşıtı hisler, günü götürüyordu. Kırkdokuz birleşme aleyhtarı Berlin Parlamentosuna geri dönmüştü; o ise ki sadece otuzaltı birleşme yandaşı oraya getirebilmişti. Mesaj açıktı: Güney devletleri, Zollverein’in kendilerine sağladığı ekonomik faydalarını değerlendiriyor idiyseler de, Prusya militarizmine derin husumet başat tema olarak kalıyordu.

 

Akılda tutulacak önemli nokta, Prusya aleyhtarlığının 1870’de zayıflamayıp daha da güçlendiğidir. Hükûmetin Katolikleri taciz etmediği Württenberg’te, buna rağmen Katoliklerin çoğunlukla oy verdikleri Daha Büyük Alman Partisi, Halk Partisi ile işbirliğine girerek askerî yeniden örgütlenme masraflarını karşılayacak artan vergilere muhalefet etmişlerdi. Mart 1870’de Landtag çoğunlukta olan her iki parti, masrafları kısmak ve askerî hizmet süresini kısaltmak için teklif getirmişlerdi. Yeni seçimlerden korkan hükûmet, herhangi bir kararı güze kadar geri bırakacaktı.

 

Hükûmetlerinin Kilise faaliyetlerini kısıtlamaya teşebbüs ettiği Baden ve Bavyera’da Prusya’ya aleyhtar partiler kuruluyordu. 1869’da Heidelberg’te kurulan Katolik Halk Partisi, kilisenin kendi işlerini görme serbestîsini, bir Alman Reich’ı içinde Avusturya’nın dâhil edilmesiyle federal temel üzerine birleşmeyi ve genel seçimin sağlanmasını talebediyordu. Bu sonuncu talep manalıydı; Katolik politikacılar geniş bir hür seçimin, kırsal rahip sınıfının yardımıyla kitleleri seferber etmeyi ve siyasî liberalizmin kentsel temelini batırmaya imkân vereceğini düşünmüşlerdi.

 

Ama Bavyera’da siyasî Katoliklik, okullar üzerinde Kilise denetimini azaltma girişiminde olan hükûmete karşın bir başlıca güç haline gelmişti. 1868 – 1869’da Bavyera Halk Partisi ya da Vatansever parti kurulmuştu. Mayıs 1869’da Meclis’te tüm ekseriyeti kazanmış ve tüm hükûmet baskısına rağmen Ekim seçimlerinden sonra da durumunu korumuştu. Şubat 1870’te her iki Meclis’in Hohenloe bakanlığını nihaî olarak zorlamış, güvensizlik teklifi üzerine kriz derinleşmişti. O ise ki mezkûr hükûmet, Kuzey’le birleşmenin yanındaydı ve bu teklif onu istifaya götürmüştü. Bundan sonra aşağı meclis askerî bütçede kesinti ve askerlik süresinde kısaltmayı teklif ediyor. Temmuz’da yeni başbakan ve maliye bakanı bu teklifleri tümden kabul edilemez ilân edip hükûmetle muhalefeti kaçınılmaz bir toslaşmaya götürmüştü.

 

Bismarck’ın 1870’de Kuzey Alman Konfederasyonu’na sadece muhafazakâr nizamın istikrarına ciddî bir tehditten dikkatleri çevirmek amacıyla savaşa sürüklediği iddiası fazla ileri gitmiş olur. Bununla birlikte, bozulmakta olan durumla ilgilendiğini biliyoruz. 1870 Şubat’ında İngiliz elçisi, gönderdiği raporda, Bismarck’ın Bavyera’da ciddî karışıklık halinde ordunun hemen bu devlet üzerine yürüyeceğini bildiriyor. Ve Mart’ta, Hohenloe’nin düşmesinden sonra Berlin’de üç kolordunun Bavyera ve Württenberg’te kullanılmak üzere görevlendirildiği rivayeti dolaşıyordu.

 

Bismarck hiçbir zaman, halkın devlet işlerine iştirakını tazammun etme anlamında bir milliyetçi olmamışken, otoriter Prusya devleti pekâlâ milliyetçiliğin muhafazakâr felsefesiyle kabil-i telifti (254) .

 

(249) William Carr . – The unification of Germany , in  Coll . – The state of Germany, S. 80 – 102 .

(250) Karl Marx . – The Eighteenth Brumaire of Louis Napoleon, Moskova 1954, S. 10. Zikreden William Carr.

(251) von Roon hakkında bkz. “Yüzyıllar boyunca Alman gerçeği ve Türkler”, S. 118 ve Resim 5 .

(252) Bu hususlar, yazımına başlayacağımız “Türkiye sosyal tarihi”nde genişçe yer alacak.

(253) Bu, Hitler’in ilk günlerinde kısmen gerçekleştirdiği rüyası oluyordu.

(254) William Carr . – The unification of Germany, in Coll. – The State of Germany, S. 80 – 102 . Son paragraf tarafımızdan belirtildi.