Alman Solu Ve Sosyal Demokrasisi

Aralık 11, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler - Cilt 1 > Alman Solu Ve Sosyal Demokrasisi

Alman Solu Ve Sosyal Demokrasisi

Ülkemizde bir zahirî sosyal demokrasi akımının varlığı ve yine bunun Alman sosyal demokrasisi ile ilgili görünmesi, bo sonuncusunun ayrıntılarıyla irdelenmesini haklı çıkarıyor. Bu yolda Deniz Kavukçuoğlu’nun çok değerli yapıtından(85) önemli bölümleri aktaracağız. Ama daha önce yazarla, kitabı üzerinde bir röportaj (86) yapmış olan Turhan Günay’ın bu söyleşisinden, çok ibret verici derslerin çıkabileceği düşüncesiyle bazı kısımları da aşağıya aldık.

 

– “Sayın Deniz Kavukçuoğlu, önce neden bir Alman sosyal demokrasisi tarihi?”

 

“…Bilindiği gibi Alman sosyal demokrasisinin “resmî tarihi”, Karl Marx ve Friedrich Engels’in 1848 yılında kaleme almış oldukları “Komünist Manifesto” ile başlar. SPD’nin ilk “Marksist programı” olan 1891 Erfurt Programı’nın hazırlanmasında program kuramcısı Karl Kautsky’ye en büyük desteği Frièdrich Engels vermiştir. Bu bağlamda SPD, kökeni itibariyle “Marksist – devrimci” nitelikte bir siyasal – örgütsel yapılanmadır ve bu niteliği ile gerek İngiliz İşçi Partisi’nden, gerekse İskandinav ülkelerindeki benzerlerinden farklılıklar göstermektedir. Ancak zaman içinde bu niteliğini terkedip “evrimcileşmiş”tir. Bu açıdan bakarsak SPD tarihi, “devrimci” bir siyasî partinin “evrimci” bir partiye dönüşümünün tarihidir. Bu tarihte büyük başarılar kadar büyük yenilgiler de yer alıyor. Örneğin, I. Dünya Savaşı öncesinde ülkede kabaran milliyetçi dalgalara kapılarak Reichstag’da savaş ödeneklri için olumlu oy kullanılması – ki, SPD’nin bu tavrı Alman işçi hareketinin bölünmesinin temel nedenlerinden biridir – devlete aşırı bağlılık, izlediği ulusçu politikalar, kendi solundaki siyasî akımlara karşı uzlaşmaz tutumu; II. Dünya Savaşı sonrası ülke ve dünya koşullarını değerlendirmede düştüğü yanılgılar ve sonuçları Alman sosyal demokrasisinin gelişmesini olumsuz etkilemiştir. Buna karşılık günümüz Almanya’sının birçok ülkeye örnek oluşturabilecek nitelikte “sosyal devlet” yapısının ve bu yapının üzerine oturduğu hukuk zemininin büyük ölçüde sosyal demokratların başarısı olduğunu da biliyoruz. Sekülarist eğitim sistemi, işçilerin işletme yönetiminde söz ve karar hakları, insanca çalışma koşulları, sosyal güvenlik yasaları, toplumsal yaşamı çalışan kitlelerin lehine etkileyen çok sayıda yasal güvene, SPD’nin ve sosyal demokrat eğilimli sendikaların verdikleri uzun mücadeleler sonucu gerçekleşmiştir. Tüm bunlardan çıkarılması gereken dersler olduğunu düşünüyorum”.

 

– “Bu çalışmayı hazırlamanızda herhalde uzun yıllar Almanya’da yaşamış olmanızın da etikisi olmuştur”

 

“Bu tür bir çalışma için mutlaka o ülkede yaşamış olmak gerekmiyor… Bugün konuştuğum herhangi bir Alman ile – politika üzerine tek kelime bile etmemiş olsak – onun siyasî eğilimlerinin ne olduğunu çıkarabiliyorum. Bunu Türkiye’de, konuştuğumuz kişi şayet siyasal İslâm kimliğinin dışında ise başarmamız pek mümkün değil. Batı’da ve tabiî Almanya’da da “sosyalist” olmak, “sosyal-demokrat” olmak, “Hıristiyan” olmak, “yeşil” olmak herşeyden önce bir siyasal – kültürel kimliğe sahip olmak anlamını taşıyor. Bu kimlik o kimliğe uygun düşen bir yaşam biçimini gerektiriyor. Zorunlu kılıyor. Eğer “yeşil” iseniz bir yeşil gibi değil de bir “Hıristiyan Demokrat” gibi yaşıyorsanız, toplumda inandırıcı olamıyorsunuz. Sizi ciddiye almıyorlar. Türkiye’de ise bir genel “kimliksizlik” sorunu var, özellikle sosyalizasyonlarını 1980 sonrası dönemde geçirmiş genç kuşaklarda bu çok açık görülüyor. Siyasette, toplumsal yaşamda, medyada bunun pek çok örneğine tanık oluyoruz. Bu sorun Türkiye’de sosyal demokratlar için de – hattâ diğerlerinden çok daha belirgin bir biçimde – geçerli. Örneğin, CHP’den seçilmiş bir belediye başkanı ile bir milletvekili ile üç saat konuşun, ne olduğnu anlamada zorlanıyorsunuz. Yaşam anlayışı, yaşam biçimi, geleceğe yönelik projeleri, yemek – içmek – eğlenmek için seçtiği mekânlar, arabası, konutu, giyim kuşamı açısından bir ANAP’lıdan, bir DYP’liden genelde hiçbir farkı yok!… Eğer bir sosyal demokrat politikacı, yelpazesinin sağ kanadında yer alan bir meslekdaşı “aynı” dünyayı özlüyorsa, “farklı” bir dünya projesini yaşama nasıl geçirecek?…”

 

– “O halde amaç Türk sosyal demokratlarına bir tarih dersi vermek mi?”

 

“Hayır… Fakat Türkiye’deki sosyal demokrasinin Türkiye işçi sınıfının mücadeleleri bağlamında tarihsel bir bilince sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum. Eğer, bilinçli sosyal demokratlarsa, sahip çıkacakları bir tarihleri olması gerekir. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihi Osmanlı Devleti’nin son dönemine kadar uzanıyor. 1908-1913 yılları arasında tütün işçilerinin, tramvay işçilerinin grevleri; Osmanlı Sosyalist Fırkası, 1918-1922 arası kuruldu. Türkiye Sosyalist Fırkası bu yıllardaki sendikal ve sosyal mücadeleler, anti-emperyalist Anadolu Devrimi Türkiye solunun “ortak tarihi”ni oluşturuyor. Ama ne var ki, bugün kendini “sosyal demokrat” olarak tanımlayan Cumhuriyet Halk Partisi bu tarihe sahip çıkmıyor, çıkamıyor… Türkiye’de sosyal demokrasi, önü açacak bir özeleştirici geleneğine sahip değil. “Organik devamı” olduğunu vurguladığı “eski” Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 sonrası, “sosyalist sol”a karşı izlediği baskıcı politikalara eleştirel gözle yaklaşamadığı, Anadolu Devrimi’nin “ruhu” ile 1935-1946 döneminde izlenen siyasetin arasındaki çelişkileri görmek istemediği için bu dönemin ne işçi sınıfına, ne de aydın hareketine sahip çıkabiliyor. Yine bu nedenle 1960’lı yılların işçi hareketlerine, 15-16 Haziran işçi yürüyüşü gibi büyük emekçi hareketlrine de sahip çıkamıyor. Tarihsel bilinç yoksunluğunun Türkiye’de sosyal demokrasinin temel sorunsallarından biri olduğuna inanamıyorum”. “Yine Alman sosyal demokrasisine dönecek olursak, SPD kendi 130 yıllık tarihine sahip çıkarken bu tarihin içindeki yanılgılarına, yanlışlarına eleştirel bir gözle bakabiliyor. Fakat bunu yaparken de yanılgı ve yanlışların sonucu düşülen tarihsel yenilgilerin mimarlarını “yok saymak” gibi ucuzluklara da sapmıyor. Günahları ve sevaplarıyla tüm parti büyüklerine sahip çıkıyor. Bu geleneği, Alman sosyal demokrasisini daha inandırıcı ve daha güçlü kılıyor”. “SPD, halen yürürlükte olan “Temel İlkeler Programı”nı 1989 yılında Berlin’de yaptığı Program Kongresi’nde kabul etti. İktidara bu programın rehberliğinde yürüyor… Berlin Programı’nda “Marx’ın tarih ve toplum öğretisi”nin yeniden vurgulanması.  SPD, 2000’li yıllar için öngördüğü “dönüşüm programı” için Marksizmden referans almayı, hattâ kaçınılmaz görüyor. Türkiye’de bilen bilmeyen “sol bitti, sol tükendi” derken, Avrupa’nın en güçlü ülkesinin siyasî potansiyel olarak iktidara en yakın gücü 1989 yılında, yani Berlin Duvarı yıkılırken, Karl Marx’ın “tarih ve toplum öğretisi”ne tarihsel kökeni olarak yeniden sahip çıkıyor…”.

 

– “Peki, tüm bunların nasıl bir katkısı olacak sosyal demokratlarımıza?”

 

“Bu tabiî çok zor bir soru. Buna bir yanıt verebilmek için herşeyden önce sosyal demokratlarımızın öğrenme eğilimlerinin, okuma alışkanlıklarının olduğunu varsaymak gerekiyor. Onların ise genelde böyle bir alışkanlıkları yok. Türkiye’de “sosyal demokrat literatür” yaklaşık 30 kitaptan oluşuyor. Türkiye’de sosyal demokratlar, “sosyal demokrasi”yi bir dünya görüşü olarak bellemedikleri için üzerinde düşünmeye, okumaya, yazmaya pek gerek duymuyorlar. Benim kitaplığımda yalnızca son altı SPD başkanı tarafından kaleme alınmış 33 cilt kitap var. Demek istediğim, Batı’da partinin üst kademelerinde yer alan sosyal demokrat bir kişinin “kitapsızlığı” düşünülemiyor!”

 

“… Türkiye’nin gerçekten Avrupa Birliği’ne girmek diye bir düşüncesi varsa, ülkemiz politikacılarının sonraki “muhatapları”nın siyasal-ideolojik yayınlarını daha yakından tanımaları gerektiğine inanıyorum. Çünkü Türkiye, Avrupa Birliği içindeki tartışılmaz “Alman ağırlığı”nı yarın bir Sosyal Demokrat – Yeşiller iktidarı karşısında bugün Hıristiyan Demokrat Helmut Kohl ve Hür Demokrat Klaus Kinkel’in temsil ettiği “Hıristiyan-Liberal koalisyon”un karşısındakinden farklı bir biçimde hissedecek…”

 

.

.     .

 

Geçeceğiz şimdi doğruca Kavukçuoğlu’nun kitabına. Yukarıdaki söyleşide ifade etmiş olduğu, kitapta bulunan bazı doğru yanlış bildiği hareketleri tekrarlamayacağız. Ancak, kitabın tam özetlenmesine girişmeden önce, bunda ve daha önce de, geçen ve Alman Sosyal Demokrasisinin varoluşunda önemli paya sahip Alman sosyalist – marksistleri hakkında vereceğimiz bilgiler, SPD’nin kuruluş tarihine ışık tutacaktır.

Bernstein’ı daha önce irdelemiş olduğumuzdan onu tekrar ele almıyoruz.

 

(85) Deniz Kavukçuoğlu. – Karl Marx’tan günümüze Almanya’da Sosyal demokrasi, Ank. 1997.

(86) Turhan Günay. – Deniz Kavukçuoğlu ile “Almanya’da sosyal demokrasi” üzerine, in Cumhuriyet-Kitap, 414, 22.01.1998.