Alman İslâmı

Aralık 12, 2017
Kültür Eserleri > Faşizm Alman Kimliği Türkiye İle İlişkiler – Cilt 2 > Alman İslâmı

Alman İslâmı

Alp Hamuroğlu, konuyu enine boyuna irdelemiş[1].

 

Bizim 1983’te yayımlanmış ‘Yüzyıllar boyunca Alman gerçeği ve Türkler’ adlı çalışmamızda, Alman emperyalizminin, daha başından beri Doğu’ya ve özellikle Osmanlı mülkü olan ve Alman görüşüne göre (von Bülow) ‘sınırsız olanaklara sahip Mezopotamya’ya karşı ihtiras haline gelmiş arzularını, tutkularını, ‘Drag nach Osten’ yani (Doğu’ya yüklenme) geleneksel siyasî düsturları halinde özümlemiştik.

 

Bu siyasî (ve ekonomik) erek, Moltke’den itibaren günümüze kadar, günün hal ve koşullarına göre şekiller değiştirmiş olarak yine de Alman beyninde bütün canlılığı ile yaşıyor. Bunu yürütebilmek için de hiçbir fırsat kaçırılmıyor. Ülkemizdeki düşük üretim düzeyinin doğurduğu işsizlik, o tarihlerde işgücüne kapılarını açan Almanya’ya çok sayıda vatandaşımızın, o zamanlar sadece ekmek parasını sağlamak amacıyla, göç etmesine neden oluyor. Ama zaman geçip orada kazandıklarından, büyük bir tasarruf kaygısıyla biriktirdikleri meblağlarla, bu kişilerin birçoğu orada bayağı kazançlı iş sahibi olmuşlardı. Bunlar haliyle Almanya’ya yerleşeceklerdi ve orada çoluk çocuk sahibi olacaklardı.  Bu küçükler, Alman toplumu içinde büyüyecekler ve ister istemez Alman ilkokullarında okuyacaklardı. Bu keyfiyet, Almanların eline, Türklere nüfuz etme babında mükemmel bir fırsat vermiş oluyor. Bu fırsatların başında da din, yani İslâm konusu geliyor. Hatırlanacağı üzere Kaiser II Wilhelm, Kudüs’e vardığında, İslâm’ın hamisi olduğunu ilân etmiş, Hitler de, Kudüs müftüsünün gıdığını okşamaktan geri kalmamıştı. Bugün ise, ‘gıdığı okşanacak’ kişilerin sayısı artmış, Cemalettin Kaplan’dan, Necmettin Erbakan’a kadar…

 

Ne umar Alman emperyalizmi bu insanlardan? Ne umduklarını aşağıda irdelemeye çalışacağız.

 

Ama bu işe girişmeden önce bir vakıayı, Almanları bir nevi ‘çıldırtan’ asimilasyona, yani kendi içinde eritmeye karşı Türk adamının gösterdiği direnci zikretmek gerekiyor. Çoğu Almancayı öğrenmiyor, Almanlar da buna fena halde içerliyorlar (bazı cerrahların, Almanca bilmeyen Türk işçilerini ameliyat etmeyi reddettiklerini gazetelerde okuyorduk).

 

Bu bapta, Hikmet Çetinkaya’nın bir köşe yazısı[2] son derece ilginç bilgiler içeriyor. Bundan aşağıdaki bölümleri, konuyla ilişkisi itibariyle, aynen aktarıyoruz.

 

Berlin’de yapılan bir toplantıda Alman İslâm’ı Projesi’nin tartışıldığını öğrendim… 2000 yılının Şubat ayıydı… Berlin’de Alman İslâm’ı Projesi’yle birlikte Türklerin Almanlaştırılmasına ilişkin Uyanış Kültürü gündeme getirilmişti. Bu eylemin başını Almanya’da eğitim – araştırma uzmanı olarak tanınan Micha Brumlik çekiyordu. Brumlik, Eğitim ve Bilim Sendikası’nın (GEW) yayın organına verdiği demeçte şöyle diyor: “Yabancı ülkelere göç eden toplumlara, kendi anadillerinde eğitim verilmesi imtiyazının kaldırılması gerekir”…

 

Almanya’da 7 milyon 500 bin göçmen yaşıyor. Bunun 2 milyon 400 bini Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı…

 

Micha Brumlik’e soruyorlar: “Göçmenlere ana dillerinde eğitim verilmesi imtiyazının kaldırılması, hangi politik nedenlere bağlı?”

 

Brumlik’in yanıtı hayli ilginç: 

 

“Bugün artık yabancı ailelerin çocuklarını, ne kendi toplumlarına, ne de geldikleri Almanya’nın altyapısını yansıtan bir kültüre yakın tutmak söz konusudur. Nitekim yeni yeni yapılanmaya başlayan farklı bir kültürün doğuşu üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki, farklı toplumların kültürlerini birbirinden ayırarak yalnızca bir tanesi üzerinde yoğunlaşmak ya da yalnızca kendi kültürümüzü ön plâna çıkarmanın yanlış olduğunu biliyorum. Fakat göç edenlerin geldikleri topraklarda konuşulan dilin, herkesin ortak bir değeri olarak benimsenmesini, herkesin kendi dilinde eğitim görmesi ile doğan ayrılığı ortadan kaldıracaktır”.

 

Alman İslâm’ı Projesi’nin bir başka ayağı olan Uyanış Kültürü bir asimilasyon (kendi içinde eritme) politikası değil midir? Bu soruyu daha önce bazı Alman politikacılarına sorduğunda Çetinkaya, şu yanıtı almış: “Bu insanlar Almanya’ya zorla getirilmediler, kendi özgür iradeleriyle geldiler. Geldikleri ülkede, kendi dil, din ve kültürlerini gündemde tutan bir devlet yönetimiyle karşılaşmayı beklemediklerini varsaymamız gerekir”…

 

1990 yılının başlarında Almanya bu görüşte değildi. Tüm göçmenler kendi kültürlerini, kendi dinlerini geliştirmek için Alman hükümetinden destek görüyorlardı. Almanya’da 2000 cami bulunuyor. Köktendinci örgütlenme de buralarda yapılıyor.

 

Alman anayasasının ikinci maddesi, okullarda din dersinin diğer dersler gibi verilmesinin önünü açık tutuyor. Bu, ne demek oluyor? Kiliseler yoluyla temsil edilen Hristiyan geleneğinin İslâm dininde cemaatler yoluyla sürdürülmesi…

 

Millî Görüş örgütü, Alman anayasasını gerekçe göstererek Berlin’deki okullarda İslâm Dersi vermek için dört yıl önce yargıya başvurup 2001’de amacına ulaşmıştı. Berlin’de kıyamet koptu. Millî Görüş’ün amacı, bu yargı kararıyla tüm Almanya’da İslâm Din Dersi vererek Kilise vergisi gibi Cami vergisi toplamaktı. Bu para her yıl, en azından 2 – 2,5 milyon mark ediyordu…

 

Bugün Almanya’da gelinen noktaya bakıldığında, şu gerçek ortaya çıkıyor: aralarında 2 milyon 400 bin TC yurttaşının bulunduğu 7 milyon 500 bin göçmen çocuğu, okullarda kendi dillerini ve kültürlerini öğrenemeyecekler, ama İslâm dini derslerini Almanca alabilecekler!…

 

Kürt kökenli yurttaşlarımızı anadilde eğitim diyerek kışkırtanlar, Almanya’da yaşayan TC yurttaşlarının İslâm kimliklerini öne çıkarıp yeni oyunlar hazırlıyorlar. Bunun adı da şu, Almanya’da: Yeni kuşak yurttaşı!…

 

Bir başka deyişle de şöyle: “Bırakın Türk kimliğini, size Alman İslâm’ı kimliği yakışıyor…”.

 

Durumu hakimane bir tahlille teşrih eden Çetinkaya, bu denli önemi haiz bir konunun peşini kolay bırakacaklardan değil. Nitekim ertesi günü, ilkinin devamı mahiyetinde köşe yazısında[3], aşağıda, onun hoşgörüsüne sığınarak, aynen derç ettiğimiz olayların, yine büyük bir nüfuziyetle tahlilini yapıyor.

 

Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan Refah Partisi’nin eski genel başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Almanya’nın eski başbakanlarından Hristiyan Demokrat Birlik üyesi Helmut Kohl’le Berlin’de neler konuştu…

 

Necmettin Erbakan’ın sağ kolu Şevket Kazan, Strasbourg’da Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nde ‘şeriat tartışması’ yaparken aynı saatlerde Almanya’nın başkenti Berlin’de ilginç bir buluşma gerçekleşiyordu…

 

Erbakan ve Kohl 45 dakika süren bu görüşmede, salt Dünya Kupası’nda çeyrek finale kalan ve Türk ve Alman ulusal futbol takımlarının başarılarını konuşmadılar…

 

Millî Görüş’e yakın çevrelerden aldığımız bilgiler Erbakan – Kohl görüşmesinin (Resim 78) en önemli ayağı Millî Görüş üyelerinin işten çıkarılmamasına ilişkindi.

 

Erbakan Hoca, Kohl’e şöyle dedi: 

 

“Munich Havaalanı’nda çalışan Millî Görüş üyesi yandaşlarımız işten çıkarılmış. Bu çıkarmada Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Gunter Beckstein’in etkisinin olduğunu öğrendim. Lütfen bu konuda bize yardım edin…”.

 

Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Beckstein, CDU’nun küçük kardeşi olarak bilinen CSU’lu…

 

Beckstein’in, Eylülde yapılacak seçimlerde CDU – CSU listesinden federal hükümete İçişleri Bakanı olarak girme olasılığı giderek ağırlık kazanıyor.

 

Son kamuoyu yoklamalarında CDU – CSU birlikteliği SPD’nin önünde görülüyor.

 

Erbakan Hoca’nın yeğeni İMGB Başkanı M. Sabri Erbakan, Beckstein’a ateş püskürüyor. Diyor ki: 

 

“Beckstein’in Munich Havaalanı’nda yaptığı, Amerika’daki komünizm avcısı McCarthycilik gibi. Bunlar aslan Beckstein’in klasik işleri. Bu tür işten çıkarmalar 70’li yıllarda Almanya’daki solculara uygulandı…”

 

Necmettin Erbakan’ın Millî Görüş’ün, Kaplancılar gibi Almanya’da çalışmasının yasaklanmasından çok korktuğu söyleniyor. Millî Görüş, bu nedenle, Alman İslâm Projesi’ne sıcak bakıyor.

 

Yeğen Erbakan, “Türkçe, okullarda olağan yabancı dil olarak okunmalı” deyip ekliyor. “Din dersinde ise Türkçe ön şartını koyarsanız işi zorlaştırmış oluruz. Din dersleri Almanca verilsin…”.

 

Necmettin Erbakan ise bir ara şöyle diyor Kohl’a: “Millî Görüş’ün Avrupa’da 250 bin üyesi var. Bunun 200 bini Almanya’da. Eylülde yapılacak seçimlerde maddî ve manevî yanınızdayız. Lütfen bu görüşümü Edmunde Stroiber’e iletiniz” (Stroiber Hristiyan Sosyal Birlik’in – CSU – Bavyera Başbakanı olup “Almanya’daki Millî Görüş üyeleri sınır dışı edilmektedir…” demişti).

 

45 dakika süren görüşmeden sonra Erbakan, Kohl’un yanından ayrılıyor ve gülümseyerek “Her şey iyi gidecek inşallah!” diyor.

 

Gerçekten, küreselleşmeyi tüm insanlığa dayatan ABD ve Avrupa Birliği (AB), direnen ulusal devletlerde etnik ayrılıklara, kültürel farklılıklara ve dinlere, özellikle İslâm’a yakın bir ilgi göstermektedirler. AB’nin başını çeken Almanya açısından bunun açık seçik manası, küllerinin altında için için yanan Drang nach Osten ve özellikle Drang nach der Turkei ülküsü oluyor.

 

Konunun ayrılmaz bir parçası gibi gözüken “Leitkultur” (üstün kültür, yöneten kültür, hâkim kültür), Avrupa merkezcilik (aslında şimdiki biçimiyle Batı merkezcilik ve de Türk – Alman ilişkileri açısından Alman merkezcilik), kültür emperyalizmi çerçevesinde mütalâa ediliyor. Bu tanımlama, 2000 yılının yaz aylarında bir CDU politikacısının, Friedrich Merz’in, kullanmasıyla Alman kamuoyunun ilgi alanına girmişti. Konunun çevresindeki herkes, tanımlamanın altında yatan düşünce ve ima ile ilgili tartışmanın içine çekilmişti. Bu beklenmedik tartışma konusu, aslında ‘Alman İslâm’ını kamuoyu nezdinde tanımlamaya, ‘Alman İslâm’ını kamuoyuna yedirilmeye çalışılmasından başka bir şey değildi (Alp Hamuroğlu. – op. cit., S. 10).

 

Hamuroğlu, büyük bir vukufla derlediği kitabında ‘Alman İslâm’ı’ konusunu inceden inceye irdeliyor ve her ayrıntının belgesini de açıklıyor. Biz bunların içinden ancak sınırlı bir kısmını aktardık.

 

Devam ediyoruz Hamuroğlu’nu okumaya ve aktardıklarımızı hep mezkûr Drang nach der Turkei açısından değerlendirmeye.

 

 

[1] Alp Hamuroğlu.  – Alman İslâm’ı, İst. 2001.

[2] Hikmet Çetinkaya.  – Alman İslâm Projesi …, in Cumhuriyet, 20.06.2002.

[3] Hikmet Çetinkaya.  – Erbakan, Kohl’le neler konuştu? İn Cumhuriyet, 21.06.2002).