Kesilmeye karşı koyan ve meyve vermeyen ağacı kesmek isteyen adamla buna mani olan arkadaşı temasına İran’da da rastlanıyor. Ağacın biri meyve vermez olunca onu kesmek için bir kaçamak yolu bulunur. Ellerinde çapa ve baltayla iki adam bunun dibine varır. Biri, kızmış görünerek bağırır “mademki kısırlaştı, onu devirmek gerekir!” ve dibine çapasıyla vurur. Diğeri onu kolundan tutar “onu bu kez bağışla; seneye vermezse, devirirsin”. Adamlar önce inatlaşırlar; sonunda ağaç esirgenir; ertesi sene meyve verdiği iddia edilir.[1]
İran’da bazı yaşlı ağaçlar kendiliklerinden tahrip olurlar: “Hâfız’ın Şiraz’daki mezarının yanında bir servi yükselirdi; bekçi, birkaç yıl önce, ateş aldığını söyledi. İranlılarda servi ve başka ağaçların, çok yaşlandıklarında, anî olarak alev aldıkları inancı yaygındır”[2] Agni, ağaçta temekkün etmemiş miydi? Simürg’ün de, yaşlanınca kendini yaktığı hatırlanırsa, bu temanın Çin’e kadar uzandığı sonucuna varılır.
“Zerdüşt cennetten iki servi fidanı getirmiş; birini Kâşmer’e, diğerini Fârmed’e (Tus bölgesi, Horasan) dikmiş. Her ikisi de çok büyümüş… Abbasî halifesi Mütevekkil bunların ününü duymuş ve Horasan valisi Tahir bin Abdullah’a yazarak Kâşmer’dekini kesip Bağdat’a göndermesini emretmiş. Ağaç devrildiğinde yer sarsılmış, büyük bina ve su kanalları mahvolmuş; o kadar çok kuş ağacı terk etmiş ki gökyüzü kararmış” diye anlatıyor Ferheng-i encümen-i ârâ.[3]
Bunların hepsi iyi de, son günlerin Edirneli Yahudisi, Zerdüşt’le tanışmamış olarak, bu çift (ser efgende) serviyi nereden biliyordu? (Fot. 131b)…
Şiî dünyasının halife Ömer’e fazla muhabbet beslemediği bilinir. Bu halifenin katili Ebu Lulu, hayatını bir incir ağacına borçlu oluyor. Efsane şöylece gelişiyor: “Kâşân’dan dört fersah mesafede, Serk ve Cuşkân dağının bir tepesinde ihtiyar bir incir ağacı durur: bir bekçi her gece dibinde lamba yakar. Halk gelip dilek ve sunuda bulunur. Ebu Lulu Kâşân’a doğru kaçarken bu dağın dibine gelmiş, karnı iyice aç olarak; peşinde “kâfirler” (Sünnîler) olduğundan vadiye inmeye cesaret edemeyip ellerini Allah’a açmış. Anında bu ağaç incirle dolmuş; böylece karnını doyurup Kâşân’a varabilmiş. Halk bu ağacın incirinden edinebilmek için kaşı gözü yarar; ona çeşitli vasıflar atfedilir… Kadın erkek meyvesini yerler, çocuk edinebilmek için”.[4]
Hemen Şehmuz Dedeyi anımsıyoruz, tekrar sözünü, bu kere uzunca edeceğimiz Dede’yi.
“Tahran-Meşhed yolu üzerinde Bistam’da Şeyh Ebu Abdullah Dâstânî’nin mezarı başında da bir kuru ağaç bulunur. Şeyhin ahfadından biri öleceği zaman bu ağacın bir dalı kırılır. Bir geleneğe göre bu ağaç önceleri Peygamberin asasıymış; nesilden nesle asa İmam Cafer Sadık’a kalmış. O da bunu Bâyazîd-i Bistamî’ye vermiş. Bâyazîd, vasiyetnamesinde, kendinden takriben iki asır sonra bir dervişin Dâstân’dan geleceğini bildirmiş, sopanın ona tevdiini vasiyet etmiş. Böyle de yapılmış. Öleceği zaman derviş asanın mezarının üstüne, göğüs hizasına dikilmesini istemiş. Bundan da yaygın dallı bir ağaç çıkmış. Oğuz’ların istilâsı sırasında dallardan biri kesilmiş, ağaç da kurumuş. Kurumuş ama kesenler de aynı gün ölmüşler; o gün bugün, o ağaca el süren ölür”.
Anadolu’da olduğu gibi İran’da da bazı ağaçlarda meşum güçler yuvalanır. Meselâ, bir ceviz ağacının altında uyuyan kişi cinlere av olur… Orada da yine büyük ve yaşlı ağaçların saadetli ruhların makamı olduklarına inanılıp bu yolda bunlar “pir”, “şeyh” veya “imam” tesmiye edilirler. Yani bir “saadetli pîr”in ruhu burada ikamet eder…[5]
İran ve Hint’lilerin Arî taraflarından çok müşterek yanları bulunduğunu, Buddha’nın sembollerinin karamuk ağacıyla ayak izi olduğunu anlatmıştık. Bu sonuncusunun (şek. 8) üzerindeki semboller arasında gamalı haçlar lotus, bir öreke ve evlilik mutluluğunun işareti olan çift balık, ortada merkezde on iki yapraklı bir rozas, topuk tarafında da, Buddha’nın kelâmının güneşle ayniyetini ifade eden ateş çarkı görülür. Aslında bu ayak izi Buddha’nın İnsanî tabiatının bir sembolü olmaktadır.[6
Hz. Ali’nin at nalının izine İran’ın her tarafındaki kayalar üzerinde de rastlanır. Anadolu’da bu izlerin halkın malı olmasına karşılık Muhammed’in “Kadem-i şerif”i, “Kadem-i Resulullah”ı Osmanlı katına ait tekkelerde, hatta Topkapı Sarayı’nda ‘Emanet-i Mukaddese’nin bulunduğu kısmının duvarlarında görünür (fot. 132).
İstanköy (Kos) de Aesklapius tapınağında bir servi devirmenin cezası bin drahmi idi. Ama eski dünyanın hiçbir yerinde bu kadim dinî şekil, büyük metropolislerin göbeğinde olduğu kadar iyi korunmamıştı. Roma yaşamının hareketli merkezi Forum’da, Romulus’un kutsal incir ağacına imparatorluk günlerine kadar tapılmış olup gövdesinin kuruması bütün kentin yeise gömülmesine yetmişti. Keza Platin tepesi sırtında bulunan bir kızılcık ağacı da Roma’nın en kutsal şeyleri arasında sayılırdı. Yoldan geçen biri bir ağacı sarkar görse çığrışmaya başlar, halk da her taraftan, ellerinde su kovalarıyla apar topar, Plutarkhus’un ifadesine göre, yangına koşar gibi, ağacın dibine toplanırdı.[7]
Yukardan beri gördüklerimizin tahlil özeti, genellikle dünyanın canlı olduğuna, ağaç ve sair bitkilerin istisna edilemeyeceğine, her şeyin bir “ruh” taşıdığına inanıldığı merkezindedir. Bir insanın kolunun kırılamayacağı gibi bir ağacın dalının da koparılmaması gerekir. Pîr Sultan’a “beni niçin incitiyorsun?” diye seslenmemiş miydi ağaç?
Balta yerken ya da yıkılırken figan eden ve kanayan ağaca eski Çin kitaplarında sık rastlandığı gibi bunu batı Avrupa’da da görüyoruz. Yukarı Pfalz (Ren nehrinin sol yakasında, Alsace’in kuzeyinde) bölgesinde eski oduncuların hâlâ, sıhhatli ve güzel bir ağacı devirmeden önce, ondan özür diledikleri söylenir,[8] bizim Tahtacı’ların yaptıkları gibi.
“Noel arifesinde… Bulgar köylüsü kısır bir meyve ağacına tehditkâr balta sallar, başka biri ağaç hesabına şefaat diler, ‘onu devirme, yakında meyve verecek’ der. Üç defa balta sallanır, her üçünde de zarar, şefaatçi tarafından önlenir. Bundan sonra, korkmuş olan ağaç mutlaka meyve verecektir”[9] tıpkı İran’daki ağaç gibi…
Ağaçların dişisiyle erkeği ve vardır, her yaşayan varlık gibi: incire ait örneklerini daha önce vermiştik.[10] Eskiler bunu hurma için de bilirlerdi, dişi hurma üzerine erkeğin polenini serpeleyerek onu ilkah ederlerdi. Bu iş hâlâ devam etmekte olup baharda yapılır. Harran’da, hurmaların ilkah edildiği aya “Hurma Ayı” adı verilirdi ve bu ayda bütün tanrı ve tanrıçaların düğün alayları tertip edilirdi.[11]
Ünlü Sir Frazer’in Çerkes’ler için de söyledikleri var: “Çerkes’ler armut ağacının sığırların koruyucusu olduğunu sanırlar. Bir genç armut ağacını ormandan keserler[12], dallarını tıraş edip eve getirirler ve orada ona bir tanrı gibi taparlar. Az çok her ev böyle bir armut ağacına sahiptir. Güzde, festival gününde, ağaç evin içine büyük merasimle getirilir; çalgılar çalınır, evin sakinleri neşeli çığlıklar atarlar, herkes bu mutlu gelişi kutlar. Ağaç mumlarla donatılır ve tepesine bir peynir bağlanır. Ve etrafında yenir, içilir ve şarkılar söylenir. Bundan sonra herkes ona allahaısmarladık deyip onu avlunun dibine, senenin sonuna kadar kalacağı yere götürürler. Orada kimse artık yüzüne bakmaz.[13]
“Müntehadır derdi bu serv tûba’dan eğer
Sidre’den Cibril görse kaddi hoş reftarını” (Cem Divanı’ndan)
“Dün sâye saldı başıma bir serv-i serbülend
Kim kaddi dilrubâ idi reftarı dilpesend” (Fuzuli, Muhammes’ten)
“Çıktım anbar koluna
Baktın yârin yoluna
Asılır da ölürüm
Yârin selvi boynuna’’ (Bir mâni)
İnsanlara neler ilham etmemiş ki servi. Bir maşukanın uzun boyundan başladık. Nasıl olmasın ki Şiraz’da yan yana iki servi “Âşık ile Mâşuk” tesmiye edilir. Servi, mevzun kameti, fırtınada dahi vakur davranışı ile bir terazi kefesini hatırlatmış olmalı ki Gönen civarında rastladığımız bir mezar taşında (şek. 9), tek servi motifi, bir sivri müsellesle çevrelenmiş.
“Bakımının kolaylığı, temizliği, havayı tadil eden güzel kokusu, kesif dalları vasıtasıyla rüzgârlara ve dış tesirlere karşı koruyuculuk gibi nitelikler ise servinin bir kabristan ağacı olarak kullanılmasına yol açmış bulunmaktadır. Bununla beraber, yakışıklı uzun boyu, devamlı yeşil rengi ve güzel kokusu ile güzelliğin bir tasvirinden ve uzun ömürlülüğü ile de ebedîliğinin bir remzinden ibaret bulunan servi… sanatta olduğu kadar mezarlıklarda dahil, bu ölüler diyarını süsleyip munis hale getiren bitkiden başka bir şey değildir… İstanbul’un muhtelif semtlerinde evvelce servili bahçeler vardı…”
“Işık sever bir ağaç olması, eski zamanlarda bir tedavi vasıtası olarak kullanılması, ehramî servinin göklere doğru yükselişi ve bazılarınca phallus kültü ile de ilgili görülmüş bulunan konik şekli antik devirlerde serviye başkaca değerler de verilmesine yol açmıştır”[14]
“Servi, çam, zeytin, mersin, sarmaşık, defne gibi kolay tutuşan bazı ağaç ve bitkilerde, diriliği kışın da devam ettiren bir “iç ısı” vardır. Bu özelliğinden ötürü servi, eskiler tarafından güneş tanrılarına vakfedilmiş ve eski Suriye’de Noel ağacı halini almıştı” diyor F. Cumont (La stéle du danseur d’Antibes et son décor végétal – Etudes sur le symbolisme funéraire des plantes, 1942, s. 10-14 ve Syria, Revue d’Art et d’Archéologie, C.IX, 1928, s. 108)[15]
“Sizler de, hizmetkârlarım, söyleyeceklerime kulak veriniz. Şehirden çıkılınca, bir tepe üzerinde Ceres (Demeter)’in eski ve terk edilmiş bir tapınağı vardır, bunun bitişiğinde birçok yıllar atalarımızın dinî inançları sebebiyle muhafaza ettikleri yaşlı bir servi ağacı bulunmaktadır…[16] Aetna’lı kardeşlerin vahşi gözleriyle boş yere dikildiklerini, yüksek başlarını gökyüzüne çevirdiklerini görüyorduk, korku veren bir toplantı, tıpkı Juppiter’in sivrilikleri yüksek semaya erişmiş ulu meşe ormanı veyahut da Diana’nın azametli servilerden meydana gelmiş bir küme’si gibiydiler”[17] satırlarıyla Virgilius bizlere servi (ve meşe)nin ezelden beri kutsiyet kazanmış bulunduğunu anlatıyor.
Gerçekten, birçok milletçe kutsal olarak bilinen servi, uzun ömrü ve devamlı yeşilliği sayesinde Hayat Ağacı tesmiye edilir ve aynı zamanda ölümsüzlüğü ve yeniden dirilmeyi hatırlatır. Eski Çin’de servi kozalaklarının istihlâki, bunların yang cevherinden yana zengin olmaları hasebiyle, uzun ömür bahşederdi. İnsan bununla bin yıl yaşayabilirdi. Tabanlara sürülen servi reçinesi, su üstünde yürüme olanağı sağlardı. Yani bedeni hafif kılardı. Kozalaklarının yanmasıyla meydana gelen alev, yine yang cevherleri ve ölümsüzlük sembolleri olan altınla yeşimi meydana çıkarmaya yardım ederdi. Gerek Çin’de, gerekse Japonya’da birçok dini ritüele iştirak eden servi,[18] konikliği itibariyle sedir, özellikle Lübnan sediri, mazılar, hurma hevenkleri, mızrak uçları, konik taşlar, phallus’a teşbih edilmiştir.
İran ateşgedelerinde servi bulunurdu. Behram Gur’un veziri Mihri Narseh’in yaptırmış olduğu üç ünlü bahçenin biri hurma, diğeri zeytin, üçüncüsü servi ağaçlarıyla doluydu. Toplam on iki bin ağaç dikilmişti. Şiraz’dan Bender Abbas’a giden kervan yolu üstünde bir “Servistan Sarayı” bulunuyordu. Nevrûz ve diğer mevsim bayramlarında söylenen şarkılar arasında “servistan” makamında olanı da yer alırdı; bu makam, Hüsrev Perviz’in sazendesi Bârbed’in icat ettiği otuz makamdan onuncusuydu (Bâr = büyüklerin huzuruna girme müsaadesi; bed = sahip[19]. Bugün “barbut”, bir kumar türü ve bir Musevî adı olarak ülkemizde devam etmektedir)
Serviyi, söylediğimiz gibi hurmayla beraber görüyoruz. Bunlara narla incir de ekleniyor, Babil bahçelerinde, Yahve’nin serviye benzetildiği çağlarda.
Grek ve Romalılarda bu ağaç cehennem tanrılarıyla ilişkiliydi; o, yeraltı bölgelerinin ağacıydı ve cehennemler tanrısı Plüton’un kültüne bağlıydı; bu yüzden de mezarlıkları süslerdi.[20] Thomas Herbert, 1627’de İran’da cenaze törenlerinde, cenazeyi takip eden kimselerin ellerinde bir servi veya defne dalı taşıdıklarını kaydediyor. Eski Ermenistan’da Haig sülâlesi ilk kralına, Ermenice “servi” demek olan “Sôs” unvanı, ya da lâkabı verilmişti. Armavir’de Haig’in oğlu Armenag, servi yetiştirmişti. Papazlar, bu ağaçların rüzgârdan sallanış biçimlerine göre tefe’ül ederlerdi.
Etrüsk’lerde Cypre, Cupra… da ilâh adları arasındaydı…[21]
Türkmen’in İstanbul’a girişinde bu ağacı mezarlıklarda bulmuş olması ihtimali galiptir. Ama bahçelerde de var mıydı, yoksa Asya geleneği ve görgüsü gereği onu oralara o mu taşıdı, bilmiyoruz.
Dün olagelmiş, bugün devam edegelen ağaç kültünü, yaşayan kanıtlarıyla birlikte, özetledik. Ama “yaşayan” veya “devam edegelen”nin başka belirtileri de vardır, bilinçli ya da bilinçsiz belirtileri.
Bugün bir bakır tabak ya da tepsi üzerinde (ve ilerde sırası geldiğinde göreceğimiz sair bitki veya hayvan ve semboller) örgesini işleyen usta veya çırağın, geleneği devam ettirmesinin yanı sıra, çizdiği şeklin kendisine ne ifade ettiği hususunda bir sarih bilgisi olup olmadığını bilmiyoruz, o, yukardan beri zikrettiğimiz ritüelleri günlük yaşamında yerine getiren usta ya da çırağın. Ancak bize öyle gelir ki kendi örgütleri içinde (lonca ve sair esnaf teşkilâtı), yapılan işin kendi öz kutsiyeti (sacrality) telakkisi vardır ve bu şuuraltı anlayış çerçevesi içinde belli geleneksel motifler işlenmektedir. Kaldı ki bu örgütlerin çeşitli tarikatlarla da ilişkisi vardır ve bu sonuncularda servi ciddi yer tutar: “Çuha üzerine ipek ile bedâhe, servi ve kandil işlemeli sikke, takke ve tac; Abdülkadir-i Geylânî’nin mahdumu Abdürrezzak’ın ve sikke, taç ve takkenin terkleri (dilimleri) ortasına resmolunan “Elif” şekli Şah-ı Nakşbend Mehmed Bahaeddin el Üveysî el Buharî halifesi ve damadı Mehmed Alâeddin Attar’ın (802) içtihatlarındandır”.
“Kaadirî, Nakşbendî mensuplarının giydikleri sikke, tac ve takke terklerine elvan ipek ile bedâhe, a’rar (servi), sırac (kandil), elif şekilleri işlenir. Bedâhe, kelime-i tevhid’e; kandil, nur-u tevhid’e; servi de Arapça yazıdaki elif gibi düz ve uzun şekli ile tarik-i müstakim ve gûy-i cânâna arzuy-i visâl’e, yani mevtti manevîye ki “mûtu kable en temûtû” sırrına mazhar olmaklığa delildir ve servi, şeyh Cemalüddin’in içtihadıdır” deniyor Yahya Agâh ibn Salih’in “Fütüvve-i esrar-ı tac-ı saadet, esrar-ı kemer, hırka-i selâmet ve cihaz-ı dervişan”ında (1317,s.5-31)[22].
Kadirî-Nakşbendî tarikatlarının bazı kollarının mensuplarının tac ve takkeleri üzerindeki serviler dört adette olup bunlara tasavvufta türlü manalar yerilmektedir. Meselâ dört sayısının medlûlleri şunlardır:
Aynı şeyler evleviyetle ibadet eşyaları, ezcümle namaz seccadeleri, buhurdanlıklar, gülabdanlar, firuze “servi tespih”leri (imameye doğru küçülerek giden, dolayısıyla ehramî şekil arz eden firuzelerden oluşan tespih) için de söylenebilir.
Servi ayrıca minyatürde, tezhipte, kitap kapları şemselerinde, kâğıt ayma süslerde (makta’larda), nakış ve resimde, seramikte, cam ve tahta işçiliğinde, fildişi ve sedef eşyalarda, kumaşlarda, el işlemeleri, halı, kilim, seccadelerde, oya, dantel çeşitlerinde o denli çok boy gösterir ki bunların ayrıntılarına girmemiz bizi esas konumuzun dışına iter. Esasen C. Çulpan bunu çok başarılı şekilde derlemiş bulunmaktadır.
Şek. 9’da verdiğimiz ve Gönen civarında rastladığımız şahidede servi motifi aynı zamanda bir alevi de hatırlatmaktadır ki bu takdirde sivri müsellesi de bir kandil olarak yorumlamak mümkündür. Böylece de ağaç (servi) – ateş – kandil – terazi yakınlaşması aşikâr oluyor.
Toprakkale (Vn) kalesi kazılarından çıkmış bir gümüş gerdanlık üzerindeki çift servi (fot. 133), Urartuluların da bu ağaca bir “değer” atfettiklerini gösterir ki bu da onun İslâmî çevreye münhasır olmadığını bir kez daha kanıtlar. Fot. 134 de, bir Bizanslıya ait ve halen Edirne arkeoloji müzesinde bulunan bir taşı gösterir. Bunda bir çift kartalın sağ ve solunda birer servi (rozas, haç, altı uçlu yıldız) bulunmaktadır. Servi gövdesinin kazayağı şekliyle bitmesi dikkati çekiyor. Uzağa gitmeden yine Edirne’de, Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan bir eski “Edirne işi” sandığa göz atalım. Aynı çift kartalı bu kez sağ ve solda üçer servi ortalamış. Bunların da gövdeleri “kapanmış” kaz ayağı ile nihayet buluyor (fot. 135)… Rozas konusuna, daha sonra önemle döneceğiz.
M.Ö. 2112’de Üçüncü Ur Sülâlesini kurmuş olan Sümer ve Akkad kralı Ur-Nammon’u, bir kabartmada, ay tanrısı Nannar’a sunuda bulunurken görüyoruz. Hayat Saksısı’ndan bir servi yükselmekte, iki yandan da taşmış olan su, aşağı dökülmektedir (fot. 136). Samî alan serviyi iyice benimsemiş olacak ki Kuzguncuk sırtlarındaki (İst) Yahudi mezarlığında bu taş hiç eksik olmamaktadır, kâh rozas, kâh gül, nar… ile birlikte. Fot. 137’de, sağdaki taş üzerinde, yanlarından güller ve lâleler (üçlü) çıkan bir servi, sağdakinde ise, iki tarafta, Hayat Saksısı’ndan altılı yıldızın birbirine bağladığı buğday başakları yükselmektedir. Başakların bıyık adedi beştir. Fot. 138’de de “boynu bükük” servi, bu kez el şeklinde stilize edilmiş iki başak arasında bulunmakta, başaklar, erkek tenasül uzvu biçimindeki “saksı”lardan çıkmaktadır; bu tür “saksı”lara fot. 118 (buradaki başak-el’lerle beraber) ve 119’da rastlamıştık. Fot. 139 ve 140’da yine iki değişik türde motifle çevrelenmiş serviler yer alıyor. Bunların her ikisinde, ağaç üçlü “su” motifiyle teşkil edilmiş. Fot. 141’de bu keyfiyet, bir kazayağını hatırlatacak kadar barizdir. Fot. 142’de ise, hayli yaygın şekilde görülen ve taşı arzani bir kuşak şeklinde çevreleyen servi-su örgesi sergileniyor.
Fot. 143’de, bu başak-el, özel bir mevki ihraz etmiş. Fot. 144’deki servi ise, fot. 141’dekini hatırlatıyor, “vazo”sunun tenasül şeklinin dışında.
Eyüp’te (İst) rastladığımız bir taş üzerinde (fot. 145), değişik şekilde işlenmiş iki servi, aralarına bir hurma ağacıyla mahiyetini kestiremediğimiz, rozaslardan oluşmuş iki ağacı almış. Bu ağaç türünün aynına Yahudi mezarlığında rastladık (fot. 145 a).
Sarıkların üzerine işlenmiş serviler de (fot. 146) bir tarikat işareti mi oluyorlar? Fot. 146 a, bunlardan birini, şakağı güllü, üstü yıldızlı birini irae ediyor.
Tek bir “ser efgende” servinin işlendiği taşların genellikle standart bir şekli haiz olmaları da dikkati çekiyor: bunlar ince oluyor, yukarıya doğru genişleyerek gidiyor ve tepesi genişçe bir müsellesle bitiyor (fot. 147). Bunlardan bir tanesini de biri limon ağacından, diğeri hurmadan oluşmuş Hayat Ağaçları arasında görüyoruz (fot. 148). Devam etmeden önce üzerinde ilerde duracağımız bir hususa şimdiden işaret edelim: soldaki hurma ağacı, en tepede, müsellesin sivrisini dolduracak şekilde, dalları yukarı dönük yedili bir palmetle bitmektedir.
Tepeleri yana yatık serviler ya doğruca tabiatın bir taklidi ya da kutsal bir varlığa riayet veya teslimiyet nişanesi olarak böyle resmedilmiş olabilirler. “Müslüman mezar taşlarında rastlanan bu kabil serviler için, her şeyden evvel Kuran’ın Rahmân Suresi’nin 6. “yıldızlar ve ağaçlar ona secde ederler” ayetini hatırlamak gerekir. Hiç şüphe yoktur ki, başka bir âlemin eşiğinde dikili bu mezar taşları üzerinde ancak uhrevî bir mana aranabilir. Çeşme musluklarının iki tarafında görülen servi motiflerinden bazılarının, kutsal sayılan “Su”ya doğru eğilmeleri de, muhtemelen, yukarıdakine yakın bir düşünceye dayanmaktadır…”[24] Yahudi mezarlığında rastladıklarımız (fot. 138) için de mümasil mülâhaza serdedilebilir.
Fot. 149’daki boynu bükük servinin üstünde güneş tulü ediyor. Saksı’sında iki yanda görülen çıkıntıları bir çift boynuz olarak yorumlayabilir miyiz? Bunlar, daha büyük ihtimalle, birer alev olmalıdır (Zerdüştî etki?)
Kimi servinin tepesine de stilize bir Cennet Kuşu konmuş (fot. 150). Bu standart bir şekil almış örgeye, Üsküdar’daki Mahmud Hüdai tekkesi haznesindeki bir taş üzerinde aynen rastladık.
Ama fot. 151’deki servi, her bakımdan özellik arz ediyor: şekil özgürlüğünün dışında bir salyangoz (helezon)un üzerine oturuyor, taş da bir çam kozalağı “takke” ile nihayet buluyor. Helezonun sembolizmi üzerinde önemle duracağız.
Fot. 152’deki Hayat Ağacı’nı (?) bu serviler arasında irdelemek yerinde olacak mı? Yoksa bu Ağaç, göğe yönelmiş ruh’u mu simgeliyor, meselâ süzülmüş bir kaz şeklinde?… Eyüp’te de görmüştük buna benzer bir tanesini (fot. 152 a).
Bakır kaplar ve tepsiler vs. üzerinde de servi, balık, nar… gibi örgelerin yanı sıra, standart bir motif olmaktadır (fot. 153). Bunda iki “boynuz”, dipten değil de tepeye yakın bir yerden çıkmış. Bir camili tepsi de şek. 10’da görülen serviden iki tanesi yine bu şek.deki stilize hurmayı aralarına alarak bir üçlü motif teşkil etmiş, bu motif cami şekilleriyle tenavüb etmiş.
Evliya Çelebi “oyuncu kolları”ndan söz ederken “oyuncu kolları on iki olup bunların dördüncüsünün “servi kolu” diye anıldığını”, üç yüz kişi olduklarını anlatıyor. Karagöz’ün sahne dekorları arasında da servi, kuş ve sair hayvanlarla birlikte, “Saray bahçesi”nde yer alıyor.[25] Dinî resimler arasında servi şekilli yazılarla yazı kalıbı servi şekillerine de çokça rastlanır.
Ve nihayet evlerimizde mis gibi kokan “güve tutmaz” servi sandıkları hepimiz hatırlarız.
[1] H. Hasse.- op. cit., s. 217-8.
[2] ibd., s. 218.
[3] ibd., s. 219.
[4] ibd., s. 220.
[5] ibd., s. 221-2.
[6] H.- J. Schoeps.- op. cit., s. 65-8.
[7] J. G. Frazer.- The Golden Bough. A study in magic and religion, Suffolk 1974, s. 146.
[8] ibd., s. 149.
[9] ibd., s. 150.
[10] Bkz. C. 1, s. 478.
[11] J. G. Frazer.- op. cit., s. 150.
[12] Bu her halde ahlat olmalı.
[13] J. G. Frazer.- op. cit., s. 157. Bkz. C. I, s. 217.
[14] C. Çulpan.- Serviler I, İst. 1961, s. 16-7.
[15] Zikreden C. Çulpan, in ibd., s. 18.
[16] Virgilius.- Aeneas 11/713-16, çev. O. Akşit, İst. 1968.
[17] ibd., 111/677-82, İst. 1971.
[18] J. Chevalier – A. Gheerbrand.- Dictionnaire, mad. “cyprés” ve M. Eliade.- Forgerons, s. 169-70.
[19] GG.
[20] Dictionnaire.
[21] C. Çulpan.- op. cit., s. 32-8.
[22] Zikreden C. Çulpan, op. cit., II, s. 74-5.
[23] ibd.
[24] ibd., s. 146
[25] ibd., s. 100.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.