Alevi’ler ardıca itibar ederler: Vilâyetnâme, Hacı Bektaş’ın nasıl bu ağacın dibine sığınıp ondan büyümesini ve yapraklarıyla onu örtmesini istediğini anlatır (biz de bunu okurken Buddha’yı düşünmekten kendimizi alamayız). Diğerlerinden fazla, bu ağaç bahis konusu olduğunda, onu doğruca adıyla anmaktan kaçınıp evliya ardıç ve çoğu kez üzerine çiviler çakılı olduğundan, mıhlı ağaç demeyi yeğlerler.[1]
Bu vesileyle (ağaçlara) çivi çakmanın, bez bağlamaya muadil olduğunu, kaim gövdeli yüksek ağaca bez bağlama olanağı bulunmadığından işbu “aziz”e insanlar kendilerini çiviyle hatırlatmakta olduklarını ifade edelim. Daha önce çakılmış bir çiviye birinin ceketini asması keyfiyeti, çivinin esas amacını unutturmamalıdır…
Bu konularda Kemal Özbayrı’nın anlattıklarına da kulak verelim. Bunlarda ana temalar şöyle sıralanabilir:
1- Ağaç, genellikle ardıçtır ve kesilmeye karşı koyar, balta hep otuz metre öteye fırlar;
2- Vakanın kahramanı iki kişidir, biri, arkadaşını ağacı kesmekten veya civarından geçmekten alıkoymak ister, diğeri dinlemez;
3- Sonunda iki arkadaş oradan “korku ve endişe içinde” uzaklaşırlar, ya da içlerinden birinin peşinen tahmin ettiği gibi, taşlanırlar.
Oturak Baba mevkiindeki çift ardıçla çaputlu ardıç’ın öyküleri böyledir. Sadece sonuncusunun dalları arasında taşlar vardır ve “ağacın altından geçenler mutlaka ağaca kendilerine ait bir eşyayı veya herhangi bir şeyi hediye ederler. Hiçbir şey bulamayanlar saçlarının bir telini ağacın dallarından birisine asarlar…”
“Höyük köyünün güneyinde bir tepenin üzerinde beş ardıç vardır. Tavullar ile Hacı Musalar köyleri arasında da yine ardıçlar bulunmaktadır. Rivayet odur ki bu ardıçlar birbirlerine ateşle işaret vermektedir”.
Bir başka hikâyede de “otuz metre öteye fırlayan balta” böylece, o güne kadar bilinmeyen “mezar biçiminde bir taş yığınını” ifşa eder. “Bu hadiseden sonra bu bölgede katiyen odun veya ağaç kesimi” yapılmamış.[2]
“Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali
Hacip Nacar
Kusurumuza kalma. Günahlarımızı affet…”
Evet, Tahtacı ağaç kesimine, yani geçimini sağlayan esas işine başlayacaktır ve de ağaca “saygısızlıkta bulunma”nın çok kötü bir şey olduğuna inanmaktadır. Bu çelişkinin üstesinden gelmek üzere tedbirleri vardır. Önce, belli ritüele göre kurban kesilir.[3] Kadın erkek beraber yenen yemekten (communion) sonra yukarıdaki dua edilip işe başlanır. Bu dua klişeleşmiş bir dua olmayıp okuyanın belâgatine bağlıdır ve ayrıca bunların manzum olanları da vardır.[4] Yani konunun etrafında bir Tahtacı “edebiyatı” gelişmiş…
Ayrıca bir de, eli balta tutacak erkekleri “temizleme-tathir (purification)” ritüeli çıkıyor karşımıza: obanın kadınları, erkeklerini teker teker soyup belli bir ritüele bağlı olarak yıkamaktadırlar.[5]
Tebcil edilen bir ağacın dibinde uyumak fenadır. Çocukluğumuzdan beri ceviz ağacının altında uyuya kalanın öleceği söylenirdi. “Okumuş” geçinenler bunun “ceviz ağacının bütün oksijeni yuttuğundan” ileri geldiğini söylerlerdi… Civarımızda bir ceviz ağacı kutsal ilân edilmiş olmalıydı.
Yukarıdaki Hacip Nacar’a gelince, bunun aslında kim olduğunu bilen yoktur. Büyük ihtimalle hirfet loncası azizlerindendi, belki de İslâmlaşmış bir putperest kişiydi,[6] ya da zamanların başında (ab origine) ağaç kesmenin yolunu ifşa etmiş ata, enmuzec-i evvel’di. Bu takdirde aslî hierophany tekrar edilmiş oluyor demektir. “Neccar”ın da Arapça düğer, doğramacı demek olduğunu hatırlatalım.
“Hâcib”in de “kapıcı, perdeci”, ve asıl, Arap ve Selçuklularda, vezirden hemen sonra gelen devlet memuru, âmir olduğunu biliyoruz. Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf da bunlardan biri değil mi? Ama konumuz açısından, bu sözcükle ilişkili terkipleri de ele alacağız: “hâcib-i bârî”, yani “yaratan hâcib”, Cebrail olmaktadır, hani Tahtacı’nın kurban ettiği “horoz”… Bunun dışında “hâcib-i garbî”, “hâcib-i şarkî”, kutup yıldızının, şu “demir kazık”ın, hareketleriyle ilgili ilm-i heyet (astronomi) tabirleridir.
Bu “günah”ı işlerken Tahtacı, onu bekleyen musibetlerle karşı karşıya kalmış olmaktan başka, mensubu bulunduğu cemaate karşı da sorumlu duruma giriyor zira onun davranışı, kendi grubunu da ilzam etmektedir. Sorumluluk paylaşılacak mıdır?[7] Kesilecek ağaçtan peşinen özür dileme keyfiyeti doğanın gereğine uygun düşüyor.
Ama bütün bu davranışlar, ciddi bir ağaç kültünün yaşamakta olduğunun delili oluyor. Gerçekten “İslâm’a ya da başka dinlere gelmiş birçok Altaylı milletlerde ağaç kültünün devam ettiği görülür… Kırgız-Kazak’lar arasında ‘her yerde yaşlı çınarlarla serviler tazim ve tebcil edilir’…”[8]
“Dağ ve ağaç kültünün izleri Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde de tespit edilmiştir… Adana civarında yaşayan ahalinin âdet ve inançlarını tespit eden bir öğretmen, Dörtyol ile Çay arasında bulunan bir ağaçtan bahsediyor. Halk bu ağaca “Cennet Ana” dermiş. Bu ağaç, hasta çocukları tedavi eden kutlu ağaçtır… İlk Osmanoğulları devrinde yaşayan Geyikli Baba menkıbesinde ‘devletlû kaba ağaç’ adıyla bir kavak ağacı zikrediliyor”.
“Türk’lerin saydıkları ağaçlar arasında, kayın ağacından başka ağaçlar da vardır. Bunlardan biri ardıç (artış, arça) ağacıdır. Manas Destanı’nda kısır kadınlara çocuk veren ‘ardıçlı mezar’dan bahsedilmektedir. Kahramanlardan biri ‘ardıçlı mezar hazret’inin tanrısından peyda olmuştur”.
“Arçalı mezar haziret
Allasınan bitipti…”
“… VI-VII. asırlarda Orhun ve Selenge kıyılarında yaşamış olan Gök-Türk’lerin ‘Yer-Su’ kültü, İslâmiyet’in on asırlık çalışmalarına rağmen, bütün Türk boylarında derin izler bırakmıştır”[9]
[1] J.- P. Roux.- Traditions, s. 195.
[2] K. Özbayrı.- Tahtacılar ve Yörükler, s. 16-7.
[3] Bunun ayrıntıları bizi uzağa götüreceğinden bundan “İnanç ve Âdetler” bahsinde söz etmeyi yeğledik.
[4] K. Özbayrı.- op cit., s. 19.
[5] J.- P. Roux.- op. cit., s. 200-1.
[6] ibd., s. 198, not 2.
[7] J.- P. Roux– Faune, s. 106.
[8] ibd., s. 55.
[9] A.İnan.- Türk boylarında dağ, ağaç ve pınar kültü, in Reşit Rahmeti Arat için Ank. 1966, s. 277.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.