Derin bir mistik iman sahibi Çinli Buddhist hacı Hiuan-tsang, bin bir tehlikeli serüvenden sonra nihayet vardığı Buddha’nın memleketindeki ihtisaslarını aktarırken bize, buraya kadar söylediklerimizin bir kısmını toparlamak, özetlemek olanağını sağlıyor.
Çinli hacı, Ganj nehrinin kıyısında, Buddha’nın, mukaddes ayak izlerini taşıyan veda taşını tekrim edip altında Tenevvür’ün vaki olduğu tanrısal Ağaç’a varıyor. Kitap’lara göre Bodhisattva gereksiz riyazetten sarf-ı nazar edip Nairanjanâ’nın saf sularında yorgun uzuvlarını serinletmişti. Sonra da Bodh Gayâ’ya, Buddhik düsturların ana sahnesini muhafaza edecek olan kutsal incir ağacına doğru yönelmişti. Ağaç’ın dibine, bu noktada mucizevî şekilde zuhur eden bir makamı, Elmas Taht’ı, taze biçilmiş bir tutam otla örterek oturmuştu; burası Buddhik dünyanın merkeziydi. Bundan sonra mahlûkatın necatını sağlayacak “âlî murakabe” başlamıştı, iblis Mâra’nın bu arada her türlü iğfal girişimleri sonuçsuz kalmıştı.
Tenevvür’den sonra Buddha daha dört hafta Ağaç’ın altında kaldı. Beşinci hafta, korkunç bir kasırga yöreyi tahrip etmişti. Fakat bir ilâhî yılan, Musilinda, ortaya çıkıp kıvrımlarını Buddha’nın bedeninin altında teşkil ederek onu feyezanın üstüne yükseltti ve yedi başındaki serpuşlarla da Saadetlû’yu kasırgadan korudu.[1]
Bu kısa öyküde taşa gömülen ayağın izi, suyun kutsiyeti, incir ağacı, dünyanın merkezi, yılan örgelerini bir arada görüyoruz.
Yılan bir kez insanın aklına sarılmaya görsün, ayrılmak kolay olmaz ondan, bu “uç” ta da. Pelagos’lar, Ege havzasının Helen öncesi halkları olup Karia, Girit-Tesalya’yı içine alan bölgede yaşarlardı. Dilleri de Ön Hint-Avrupa dili olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla bunların mitosları Küçük Asya ve sonradan Helen’lerin mitoslarının temelinde yatar. Pelagos’ların Hilkat mitosu, başta yılan-ejder olmak üzere bizi ilgilendiren sair örgeleri de içeriyor. Dinleyelim onu.
“Başlangıçta, Her Şey’in Tanrıçası olan Eurynome, Kaos’tan çıplak olarak çıkar ve ayaklarını dayandıracak maddî muhkem bir şey bulamadığından dalgalar üzerinde raks ederek denizi gökten ayırır. Güneye doğru raks eder, gerisinde harekete gelen rüzgâr bir yenilik ve onunla tekvin işine kalkabilecek bir nesne gibi görünür. Etrafında çark ederek kuzey rüzgârını yakalar, avuçları içinde onu ovarak koca Ophion yılanını görüverir!”
“Eurynome, ısınmak için artan bir çılgınlıkla dans etti ta ki Ophion arzuya kapılıp bu tanrısal bedenin etrafına sarıla. Ve cima oldu. Şimdi, Boreas[2] da denilen Kuzey Rüzgârı onu ilkah etti; bunun içindir ki kısraklar çoğu kez, art kısımlarını rüzgâra çevirmek suretiyle, aygıra gerek kalmadan, tay yavrularlar. Eurynome de böyle gebe kaldı”. Buna benzer olayı Homeros da anlatır:
“Dardanos’tan Erikhtonios doğdu, kral oldu.
En varlıklı adamı oldu ölümlü insanların.
On bin kısrağı otlardı çayırlarda.
Sevinirlerdi körpe taylarına bakıp.
Boreas, otlarken gördü onları, vuruldu.
Bir at oldu kara yeleli, bindi kısraklara.
Kısraklar gebe kalıp on iki tay doğurdular
…”[3]
Devam edelim.
“Bundan sonra Eurynome güvercin donuna girdi, dalgalar üzerinde gününü bekledi ve zaman geldiğinde Evrensel Yumurta’yı çıkardı. Emri üzerine Ophion bu yumurtanın etrafına yedi defa[4] sarıldı, ta ki yumurta ikiye ayrıla. Bundan, var olan her şey, bunların çocukları çıktı ve etrafa dağıldı: güneş, ay, gezegenler, yıldızlar; dağları ve dereleri, ağaçları, otları ve canlı varlıklarıyla dünya…”[5] Hikâyenin gerisi şu anda gereksiz.
“Evlek” sözcüğü iyon dilinde aulaks şeklinde idi. Homeros bu sözü oolaks diye omega ile yazar. Omega ise Ana Tanrıça’nın ilkbaharda doğurduğu dünya yumurtasını gene ilkbaharda ikiye bölünerek iki ayrı “o” olmasıdır. Bu yarılan yumurtadan bütün yaratıklar ve bitkiler çıkmış. Bu bir Anadolu efsanesidir” dememiş miydi Halikarnas Balıkçısı?[6] Gerçekten αῦλαξ, saban izi, evlek; ῶλξ şeklinden accusative ῶλκα Αύλη de ağıl, avlu; mesken; konak, köşk, Saray’dır.[7]
Küçük Asya açısından çok önem taşıyan bir mitosun ikinci kahramanı da bir yılan oluyor. Hatta bu “karı koca” Olympos dağına yerleştiklerinde bir ara şımarıp Evren’in banisi olduğunu diyeceği geliyor ama Tanrıça çabuk susturuyor onu, kolunu kanadını kırıp dişlerini söküyor, sonra da onu yeraltının karanlık dehlizlerine sürüyor.
Bu kadim dini sistemde yılanlar ölümün tecessümü olarak telakki edilirlerdi. “Eurynome”, εύρύς, geniş, yaygın; εῠρος genişlik ile νομᾱς, gezici avare sözcüklerinin birleşmesinden hâsıl olmuş bir ad olup böylece, görünen aya izafe edilmiştir. Tanrıçanın Sümer’de adı, “mağrur güvercin” manasında olan İahu olup bu ad sonradan Hâlik olarak Jehovah’a geçmiştir. Ophion, ya da Boreas, İbrani ve Mısır mitosunun yaratıcı (demiurge) yılanı olup ilk Akdeniz sanatında daima Tanrıça’ya refakat etmiştir. Topraktan doğmuş olan Pelagos’lar Ophion’un dişlerinden fırladıklarını iddia ederlerdi.[8]
Yılan bizi Ağaç’ın biraz uzağına sürükledi. Ama neyleyelim ki Gnostic’lerden, Ophit’lerden tutun da eski ve yeni Türk-Müslüman mezar taşlarına (fot. 70 ve 89) kadar, hatta bunlar arasında salkımı da, sarmaşığı da yılan şeklinde tersim edenlere kadar (fot. 115) her şey bizi onunla hemhal ediyor, hep gördüğümüz gibi. Dönelim Ağaç’ımıza.
[1] R. Grousset.- Sur les traces de Bouddha, s. 148-51.
[2] Türkçedeki “’bora”, “poyraz” sözcükleri buradan gelir.
[3] Iliada XX/219-225, terc. A. Erhat – A. Kadir, İst. 1975.
[4] Tarafımızdan belirtildi.
[5] R. Graves.- The Greek myths I, Middlesex 1978, s. 27.
[6] Bkz. C.I, s. 284. Balıkçı’nın bu yazısının gerisini ilerde yine ele alacağız.
[7] YTS ve DELT.
[8] R. Graves.- op. cit., s. 28.
( * ) Site yönetimi tarafından eklenen başlık, bağlantı ve içerikler – bu içerikler kitabın orjinalinde yoktur okuma kolaylığı için site yönetimi tarafından eklenmiştir.